7 dk.
19 Haziran 2023
Kur'an ve Hüzün | 1.Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kur'an ve Hüzün | 1.Kısım

Soru: Kur’an’ın hüzünle nazil olması ne demektir? “Kur’an okurken ağlayın, ağlayamıyorsanız kendinizi ağlamaya zorlayın.” emrini nasıl anlamalıyız?

 

Cevap: Öncelikle “Kur’an hüzünle nazil olmuştur. Bundan dolayı Kur’an okurken ağlayın. Ağlayamıyorsanız ağlar gibi okuyun.”1 hadisinin zayıf olduğunu, sahih olmadığını belirtmek gerekir.2

 

Hadisin metin tenkidiyle ilgili olarak da şunlar söylenebilir:

 

Efendimiz’in (sas) İslam’ı anlatış tarzı ile “Kendinizi ağlamaya zorlayın.” veya “Ağlar gibi okuyun.” ibareleri birbirine uymamaktadır. Çünkü Efendimiz’in (sas) hüzün, neşe, korku gibi herhangi bir duygunun mücerret olarak yaşanması şeklinde bir emri yoktur. Yaşanamayan herhangi bir duygunun kişinin zorlamasıyla yaşanmaya çalışılması şeklinde bir emri de hiç yoktur.

 

Herhangi bir duyguya yüklenen derin anlamlar veya bir duygunun derin bir şekilde yaşanmasının teşvik edilmesi, daha çok Hicretin 2. asrı ve sonrasındaki zahidlerin sözlerinde rastlanan bir durumdur. Örneğin Hasan Basri (ra) Hazretlerine atfedilen; “Mümin hüzünlü sabahlar, hüzünlü akşamlar. Yatarken de (bu hüzünden dolayı) dönüp durur. Ona bir oğlağa yetecek kadar azık yeter.”3 sözü veya Malik bin Dinar’ın (ra) “İçinde sakinleri olmayan bir ev nasıl harabeye dönerse içinde hüzün olmayan kalp de öyle harabeye döner.”4 sözü örnek verilebilir.

 

Diğer yandan Kur’an’ı ciddiye alarak okurken, onun iklimine girerken, ayetlerin manalarıyla karşılaşırken, metne anlam vermeye çalışırken veya kendimizi ayetlerle anlamaya gayret ederken doğru bir modda bulunmak önemlidir. Çünkü Allah Teala’nın ayetlerini okurken, kendi mizacımızdan kaynaklanan şuur dışı (mekanik) eğilimler veya okuduğumuz gündeki değişken, farklı etkilerle iniş çıkış yaşayan duygularımız ve biyolojik durumumuz ayetlerin anlaşılmasında veya tesirinde etkili faktörlerdir. Bu da Kur’an’dan doğru bir şekilde istifade edebilmenin önünde engeller oluşturmaktadır.

 

Evet, Kur’an vahiydir. Fakat insanların imtihanı öyle belalı bir imtihandır ki insan vahyi yanlış anlayarak da sapıtabilmektedir.

 

Örneğin;
 

Ey insanlar! Allah'ın vâdi gerçektir, sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve o aldatıcı (şeytan) da Allah hakkında sizi kandırmasın!”5 ayeti Allah hakkında da aldanabileceğimizi, yanlış düşüncelere kapılabileceğimizi göstermektedir.
 

Yine “Kur'an okuyacağın zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!”6 ayeti de Kur’an okuma esnasında şeytanın insanla uğraşabileceğini, bu nedenle Kur’an okurken şeytanın insan zihnine müdahalesinden ciddi şekilde Allah’a sığınmak gerektiğini göstermektedir.
 

Ayrıca; “(Onlara) Sizin şu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim. Öyleyse sadece bana karşı gelmekten sakının! (denildi.) Ancak (peygamberleri takip ettikleri iddiasında olan) bu ümmetler gruplara ayrılıp bölük pörçük oldular. Her grup kendine ait görüşten dolayı memnundur (herkes kendi görüşünü beğenmektedir).”7 ayeti de her ne kadar birinci derecede geçmiş ümmetler hakkında olsa da İslam ümmetinin de bu akıbete uğramayacağına dair bir garanti verilmemiştir. Dolayısıyla ayetin İslam ümmetine de bir uyarı niteliği taşıdığı açıktır.

 

Sonuçta insanın zihinsel ve duygusal dünyasında, herkesin kendine ait psikolojik evreninde Kur’an’ı anlamaya mani olabilecek hâller vardır ve bunlar Kur’an okurken de aktiftir. Dolayısıyla insan Kur’an okumaya başlayacağında zihnini ve duygusal durumunu gözden geçirmeli, şeytanın müdahalelerine karşı Allah’a sığınmalı, kendisini toparlayıp uygun bir moda bürünmelidir.

 

Bu mod da aslında Kur’an’da “haşyet” kelimesiyle ifade edilir. Haşyet, saygı eksenli korkudur.

 

Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden haşyet duyanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz.”8 ayeti bu gerçeği ifade etmektedir.

 

Diğer yandan haşyet, yine korku anlamına gelen havf kelimesinden farklıdır. Havf, mücerret korku anlamına gelir. İnsan, havf kelimesinin ifade ettiği korku duygusunu beslediği kişiden veya nesneden uzak durmaya çalışır. Ancak haşyet kelimesinin ifade ettiği saygı eksenli korku duygusunu beslediği kişi veya nesneden uzak durmaya çalışmaz, bilakis onu kaybetmekten korkar.

 

İnsanın laubali olmaması, şımarıklığa ve gevşekliğe düşmemesi ve ucba girecek kadar kendine güvenmemesi de Kur’an’dan faydalanmasını kolaylaştıracak veya mümkün kılacak, Kur’an ile sapıtmasına mâni olacak etmenlerdir.

 

Kavramların Tarihi ve Tahlili

 

Tarih, pek çok insanı ve kurumu değiştirdiği gibi dilleri ve kavramları da değiştirebilmektedir. Bu yönüyle ayet ve hadislerde geçen “hüzün” ve “haşyet” gibi kavramların hem bağlamları hem de genel çağrışımları zaman içerisinde bazı değişikliklere uğrayabilmektedir.

 

Diğer yandan bağlamlar, yani kavramların kullanıldığı genel çerçeve, zemin veya konsept, kavramların her zaman tek ve mutlaklaştırılmış bir anlamda kullanılıp anlaşılmasını engelleyen bir husustur.

 

Örneğin “Kulları içinden ancak âlimler, Allah'tan (gereğince) haşyet duyar-korkar. Şüphesiz Allah, daima Azizdir, Ğafurdur.”9 kendisine saygı duyulan Zat hakkındaki bilginin sonucu olarak ortaya çıkan bir duygudur. “Ben Allah hakkında sizden daha çok bilgiye sahibim ve benim haşyetim sizinkinden fazladır.”10 hadisi de buna işaret etmektedir.

 

Daha sonraki dönemlerde, özellikle tasavvuf tarihindeki kavramsallaştırmalarda haşyet kelimesi havf, heybet ve rehbet kavramlarıyla da ilişkili bir şekilde ele alınmıştır. Örneğin bazı mutasavvıflar havf ile imanı ve bütün müminleri, haşyet ile ilmi ve müminler arasından alimleri, heybet ile de marifeti ve alimler arasında arif olanları ilişkilendirmiştir. Buna göre bütün müminler Allah’tan korkar yani Allah’a karşı bir havf duyarlar. Ancak müminler içinde sadece alimler Allah’a karşı haşyet duygusu beslerler. Halbuki Ra’d suresi 19 ve devamındaki ayetler haşyetin sadece alimlere mahsus olup diğer müminleri ilgilendirmeyen bir his olduğu anlayışını mutlak doğru olarak kabul etmemize engel olmaktadır. Bu ayetlerde mealen; “Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, (inkâr eden) kör kimse gibi olur mu? (Fakat bunu) ancak akıl sahipleri anlar. Onlar, Allah'ın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü bozmayanlardır. Onlar Allah'ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözeten, Rablerine karşı haşyet duyan ve kötü hesaptan (hesabın kötü gitmesinden) korkan kimselerdir.”11 buyrulmaktadır ki haşyet duygusu Allah Teala’ya, havf kavramı ise hesabın kötü gitmesine hasredilmiştir.

 

Sonuç olarak anlaşılmaktadır ki haşyet, huşu veya hüzün gibi kelimelerin Kur’an ve hadislerdeki kullanımı ile sonraki dönemlerdeki literal kullanımları arasında farklar oluşabilmektedir. Bu yönüyle de bir kavramın ayet ve hadislerdeki anlamını sonraki dönemlerde oluşan kavram haritaları içinde anlamaya çalışmak çeşitli problemleri doğurabilmektedir.

 

Diğer yandan zaman içinde haşyet kavramı yerine aynı veya benzer fonksiyonu eda edecek şekilde hüzün kavramının kullanıldığı, bunun da yerleşik bir hâl almaya başladığı söylenebilir. Bunu bir sonraki alt başlıkta ele alacağız ancak şimdilik şu kadarını söyleyelim ki: İnsanların zamanla “korku” kelimesi ile aralarının açılması gibi bir durum söz konusu olabilir. Bugünlerde de bu anlayışın bir uzantısı olarak “Allah’tan korkutmamak lazım, Allah’ı sevdirmek lazım.” gibi sözlere rastlanabilmektedir. Bu anlayışın bir türevi olarak da “Cennet sevdasıyla veya cehennem korkusuyla değil sırf Allah rızası için ibadet etmeli.” şeklinde söylemlere de rastlanabilmektedir. Halbuki insan davranışlarının altındaki en önemli faktör ödül ve ceza kavramlarıdır. En büyük ödül olarak Allah’ın rızası kavramının kullanılması doğru olabilir ancak cennet arzusu veya cehennem korkusunun yanlış motivasyonlar olacağı şeklindeki bir anlayış Kur’an’a da hadislere de aykırıdır.

 

Ancak zamanla insanların “korku” kavramına uzak durması ve belki de senedi tartışmalı bir hadiste geçtiği üzere “İnsanlar arasından ilk kaldırılacak olan ilim huşudur.”12 kavlince de kitlelerin haşyetten uzak düşmeye başlaması sonucu sofiler ve zahidler hüzün kavramını daha işlevsel bulmuş olabilirler.

 


1 ) İbn Mace, İkametussalat, 176

2 ) Beyhaki, Şuabul-İman, c. 3, s. 75

3 ) Beyhaki, a.g.e., c. 1, s. 239

4 ) Beyhaki, a.g.e., c. 2, s. 600

5 ) Fâtır, 5

6 ) Nahl, 98

7 ) Mü’minun, 52-53

8 ) Zümer, 23

9 ) Fatır, 28

10 ) Buhari, Edeb, 72; Müslim, Fezail, 127

11 ) Ra’d, 19-20-21

12 ) Tirmizi, İlim, 5