12 dk.
17 Mayıs 2024
Neye, Nasıl İnanacağız? | Kur'an'da Sümer Mitolojisi Etkileri Üzerine | 3.Kısım-gorsel
Youtube Banner

Neye, Nasıl İnanacağız? | Kur'an'da Sümer Mitolojisi Etkileri Üzerine | 3.Kısım

Sınıflandırma Konusu 

 

Bu konularla ilgili okumalarda dikkat edilmesi gereken asıl husus, nelerin nasıl sınıflandırıldığıdır.

 

Örnek verelim: Bilindiği üzere dünyanın farklı coğrafyalarına ve kültürlerine ait farklı mitolojilerde benzer noktalar vardır. Bilimsel açıdan bu benzerlikler iki ihtimalden kaynaklanır: Benzer mitler veya mitlerdeki benzerlikler ya birbirlerinden etkileşimler sonucu alıntılanmıştır ya da insan zihni benzerliğin olduğu yerlerde benzer şekilde çalışmıştır. Yunan ve Roma mitolojilerindeki benzerliklerin her iki kültürün yakın ilişkiler içinde olması hatta bu kültürlerin bazen iç içe geçmeleri sonucu birbirlerinden alıntılar (daha çok Roma’nın Yunan’dan alması) şeklinde olması mümkün ve vakidir. Ancak mesela Çin ve İnka mitleri arasındaki benzerlikler alıntıdan çok mitleri oluşturan zihinlerin benzer şekilde çalışmasından kaynaklanır denilebilir.

 

Diğer yandan, benzerlik olduğu görülen noktalar genellikle genel nitelik veya biçim açısından benzerlik gösterse de bağlam açısından oldukça farklı olabilmektedir. Örneğin ünlü bir Roma mitinde Roma şehrinin kurucuları olan Romulus ve Remus’un bir dişi kurt tarafından emzirilip büyütülmeleri, diğer yandan Türeyiş destanında Uygur Türklerinin kurt kılığına giren tanrı ve Uygur hakanının kızının evliliklerinden türemeleri arasında kurt motifi ortaktır. Ancak bu motiflerin bağlamları tamamen farklıdır. Hatta ortada kurt kelimesi veya motifinden başka hiçbir benzerlik yoktur denilebilir.

 

Benzer şekilde şöyle bir etkileşim iddiası da ortaya atılmıştır: Tevrat’ın Yeşaya kitabının 29. bölümünde şu ibareler geçer:

 

“…RAB size uyuşukluk ruhu verdi; …

İnsanlar böyle bir kitabı

Okuma bilen birine verip,

“Rica etsek şunu okur musun?” diye sorduklarında,

“Okuyamam, çünkü mühürlenmiş” yanıtını alırlar.

Kitabı okuma bilmeyen birine verip,

“Rica etsek şunu okur musun?” diye sorduklarında ise,

“Okuma bilmem” yanıtını alırlar.”1

 

Efendimiz’e (sas) ilk vahiy olan “İqra (Oku)” hitabı nazil olduğu zaman Efendimiz’in “Ben okuma bilmem.” cevabının yukarıdaki “Okuma bilmem…” ibaresinden alıntı olduğu iddia edilir. Halbuki arada hiçbir bağlantının olmadığı, Tevrat’taki “Okuma bilmem” ibaresi ile Efendimiz’in (sas) “Ben okuma bilmem.” cevabının birbiriyle hiçbir ilgisinin olmadığı çok açıktır. Sadece düz anlam açısından var olan benzerlikten yola çıkılarak Efendimiz’in (sas) cevabının Tevrat’tan alıntı olduğunu iddia etmek ne bilimsel ne rasyonel ne de ahlakidir.

 

Yine benzer şekilde Sümer tapınaklarında rahibelerin diğer kadınlardan ayrı tutulmaları için başlarının örtülü olduğu şeklinde bir varsayım vardır. Bu varsayım adı üstünde kesin bir bulgu değildir. Muazzez İlmiye Çığ’ın meşhur kitabında Alman oryantalist Hartmut Schmökel’den yaptığı bir alıntı ile ülkemizde yaygın bir bilgi olarak algılanmıştır. Schmökel dahi bu varsayımı kesin bir bilgi olarak lanse etmemiştir ancak Muazzez İlmiye Çığ, Sümer rahibelerinin örtülü olduklarını tarihte ilk kez gerçekleşen kesin bir bulgu gibi lanse etmiştir. Daha sonra bu geleneğin Yahudilere geçtiğini söylemiştir. Ancak bu geçişin ne zaman, nerede ve nasıl başladığı, etkileşimin hangi aşamasında gerçekleştiği konusunda hiçbir bilgi vermemektedir. Daha sonra da “İslam’a örtünme, erkekten kaçma şeklinde geçmiş.” gibi bir iddiada bulunmaktadır. Ancak burada da bu geçişin nasıl, nerede, ne zaman olduğu konusunda hiçbir açıklama yoktur. Hatta kadınların, erkeklerin olmadığı yerlerde de örtünmelerini “Sümer geleneğinin bir devamıdır.” şeklinde açıklayabilmiştir.2 Bu iddiada da hiçbir şekilde “nasıl, nerede, ne zaman?” sorularına cevap yoktur. Ortada sadece genel, afaki bir iddia vardır. Buna da “bilimsel” diyebilmek zaten mümkün değildir. Dolayısıyla böyle bir iddiaya “Doğru olabilir.” nazarıyla bakmak da rasyonel değildir.

 

Bu noktada Muazzez İlmiye Çığ yahut benzer şekilde düşünenlerin konuyla ilgili ilk varsayımları, aksiyomları yahut ön kabullerinin “Benzerlik varsa alıntı/kopya vardır.” yahut “Her benzerlik sonrakinin öncekinden kopyalaması sonucu oluşur.” olduğunu söyleyebiliriz. Halbuki bu varsayım gerekçelendirilmemiş, kanıtlanmamış hatta sorgulanmamıştır.

 

Bu arada “Benzerlik varsa alıntı/kopya vardır.” varsayımının her zaman yanlış olduğunu söylemiyoruz. Bahsi geçen varsayımın elbette doğru olduğu noktalar vardır. Ancak kültürlerdeki her benzerliği birbirinin kopyası saymak mantıklı değildir. Bu tarz benzerliklerin kopya olduğu iddiaları ayrı açıklamalar gerektirmektedir. Kopyalamanın veya alıntılamanın nasıl gerçekleştiği aşama aşama izah edilmelidir. Bu yapılmadıkça “kopyalama” iddiası afaki bir iddia olarak kalacaktır. Hatta bir hukuk terimi olarak “fıkra” ile bir mizah anlatısı olan “fıkra” kelimelerinin eş anlamlı olduğunu iddia etmek kadar abes bir yaklaşım olacaktır.

 

Özetleyecek olursak; din ayrı mitler ayrı bir kategoridir. Her ikisine de “mit” nazarıyla bakmak zaten dinleri efsaneler sınıfına indirgemek demektir. Halbuki bunların konuları, amaçları, anlamları, idealleri, hedefleri, mantıkları, söylemleri, temel iddiaları ve varoluşları birbirinden tamamen farklıdır. Mitlerin dinlerden yahut dinlerin mitlerden etkilenmeleri söz konusu olabilir. Ancak bu etkilenme dinlerin kendilerinin değil o dinlerin mensuplarının sorunudur. Üstelik ikisi arasındaki bir etkileşim bu ikisini aynı kategoriye dahil etmeyi gerektirmez. O hâlde hem mitlerin hem de dinlerin aynı şeyler olduğunu baştan düşünüp her ikisini de insanlığın anlam arayışının bir sonucu olarak görmek öncelikle bir sınıflandırma hatasıdır ve rasyonel bir yaklaşım değildir.

 

Çamurdan Yaratılan İnsan ve Cennetten Kovulma Örnekleri

 

Buraya kadar anlattıklarımızı insanın çamurdan yaratılması ve cennetten kovulması motifleri üzerinden örneklendirmeye çalışalım:

 

Anlatılanlara göre Sümer tanrıları işlerinin yoğunluğundan dolayı yiyecek hazırlamakta zorlanırlar ve kendilerini yaratan deniz tanrıçası Nammu’ya bu konuda bir şeyler yapması için yalvarırlar. O da bilgelik tanrısı olan Enki’ye kendileri için hizmetçiler yaratmasını söyler. Enki de yumuşak kilden bazı şekiller yapıp Nammu’ya; “Ey annem! Adını vereceğin yaratık oldu, onun üzerine Tanrıların görüntüsünü koy, dipsiz suyun çamurunu karıştır. Ey annem! Yeni doğanın kaderini söyle! İşte o bir insan!” der.

 

Kur’an’da da insanın çamurdan yaratıldığına dair bazı ayetler vardır.3

 

Bu biçimsel benzerlikten yola çıkarak “Hem Sümer mitolojisinde hem de Kur’an ayetlerinde insanın çamurdan yaratıldığı söyleniyor. Sümerler daha eski bir kavimdir. O hâlde Kur’an Sümer mitolojisinden etkilenmiştir.” demek her şeyden önce bilimsel ve rasyonel değildir. Böyle bir okuma hem mitolojilere hem de dinlere saygısızlık olacaktır.

 

Mitolojilere neden saygısızlık olacaktır? Çünkü böyle bir okuma, bir kültürün mitolojisini kendi aksiyomlarını haklı çıkarmak için kötüye kullanmak anlamına gelecektir. Halbuki mitler böyle parça parça okunmaz ve bu tip okumalar o mitlerin anlamını da tahrif eder. Bu noktada Strauss’un C. L. Strauss’nun şu ifadeleri dikkate alınmalıdır: “… bir miti roman veya gazete makalesi okur gibi, yani soldan sağa, satır satır okursak söz konusu miti anlayamayacağımızın farkında olmalıyız; çünkü mit bir bütün olarak kavranmalı ve mitin temel anlamının olaylar sekansıyla değil, deyim yerindeyse, olaylar destesiyle -bu olaylar hikayedeki farklı anlarda görünse bile- nakledildiği keşfedilmelidir.”4

 

Bu bağlamda düşününce Sümer mitolojisindeki insanın yaratılışına dair bir anlatıda yer alan “çamur” kelimesi ile ayetlerdeki “çamur” kelimesini aynı bağlamlarda ele almak, anlatının ve ayetlerin niyetlerini, iddialarını, arka planlarını “Aynı şeylerden bahsediyor.” diye yorumlamak son derece yüzeysel bir bakış açısının ürünüdür. Mitolojinin tamamı ve ayetlerin bağlamları karşılaştırıldığında bu durum zaten anlaşılacaktır. Ancak dikkat edilirse tüm “benzerlik” ve “kopya” iddiaları sadece küçük parçalar, kısa cümleler ele alınarak ortaya atılmaktadır. Bu da bir konuyu bağlamlarıyla birlikte düşünme zahmetine katlanmayan okurlar için yanlış sonuçlar verebilmektedir.

 

Avam Değerlendirmeler ve Halka Yansıyan Boyutlar

 

Mitolojiler ve dini anlatılar arasındaki formel benzerlikler avam halka “Her ikisi de aynı şeyden bahsediyor.” şeklinde yansımış olabilir.

 

Binlerce yıl önce Sümer halkı tanrı Enki’nin bir yerlerde oturup bir çömlekçinin yumuşak kilden çömlek yapması gibi insanları elleriyle yoğurarak ve şekillendirerek yarattığını düşünmüş olabilirler. Bazı Müslümanlar da Allah Teala’nın Azrail (as) aracılığıyla yeryüzünün dört köşesinden bir avuç toprak aldığını, sonra o toprağın üzerine Kerem yağmuru yağdırdığını, o toprağın bir çamur haline geldiğini, o çamurun 40 sabah boyunca kudret eliyle yoğrulduğunu, akabinde o çamurun 40 yıl kurumaya bırakıldığını, sonra Allah’ın Hz. Adem’e (as) bir heykeltıraşın mermere yaptığı gibi suret ve şekil verdiğini, sonra ağzından üfleyerek ruh verdiğini düşünür. Bu tip anlatılar bazı tefsir kitaplarımızla nasihat içerikli dini kitaplarda mevcuttur. Halk da böyle anlamıştır.

 

Kur’an’ın insanın yaratılışıyla ilgili ayetlerinin bahsettiği mana ile mitolojilerdeki yaratılış anlatıları çok uzaktan birbirine benzese de aslında tamamen farklı şeylerden bahsetmektedir. Bu uzak benzerliklere odaklanarak hem ayetlerin hem de mitolojinin aynı şeyden bahsettiğini söylemek, biraz önce verdiğimiz örnekteki gibi bir yasa maddesinin bir fıkrası ile bir mizah türü olarak fıkranın aynı şey olduğunu iddia etmek kadar abestir.

 

O hâlde rahatlıkla söyleyebiliriz ki; insanların çoğunluğu bir yerlerde bazı deliller bulup da sonra o delillerin işaret ettiği şeylere inanmayı tercih etmezler. Önce bir şeylere inanırlar, sonra inandıkları şey ekseninde bazı unsurları o inandıklarına delil gösterirler. Dini inançlar da insanların bu eğiliminden ayrı kalmamıştır. İnsanlar dini konularda da bu şekilde davranmaya eğilimlidir. Yani bir ayet veya hadis de bu şekilde yorumlanır, bir Sümer tableti de… Bu eğilimler de bilimsel araştırmalar, rasyonel deliller gibi unsurlardan ziyade zamanın modası, bir söylemin etki sahası, kişisel tercihler gibi değişkenlere daha çok bağlıdır.

 

Müslümanların Yapabilecekleri

 

Bu çerçevede Müslümanlar bugüne kadar pek yapmadıkları bir şeyi yapabilirler: Kendilerini yalandan, efsanelerden, asılsız rivayetlerden, mantıksız çıkarımlardan, delil olmayan şeyleri delil olarak iddia etmekten, bilmedikleri şeyleri biliyormuş gibi yapmaktan, zanla hareket etmekten, sırf başkaları öyle söylüyor diye bir şeyin öyle olduğunu iddia etmekten koruyup; hakikate açık, sadece hakikati arayan, hakikatin peşinde olan bir ilim ekolü oluşturabilirler.

 

Müslümanlar bugüne kadar bunu başarabilmiş olsaydı elbette şimdiki olduğundan kat be kat fazla sayıda insan Müslüman olacak değildi. Çünkü ilim belli bir ihtimam, belli bir hayat kalitesi, belli bir birikim ister. İnsanlar da hayatlarını canları istediği gibi yaşamak ister. Hangi dinin iddialarının gerçek olduğu insanların çoğunu da ilgilendirmez ve etkilemez. Ancak en azından böyle bir ilim geleneği İslam medeniyeti içinde mevcut olsaydı veya bir ekol hâlinde süreklilik arz etseydi diğer medeniyetlerin mensupları bu geleneği daha çok ciddiye alacaklardı. Çünkü bu ilim ekolü mensuplarının ne kendilerini savunmak ne başkalarını ikna etmek ne de kendilerini haklı hissetmek için bir şeyler uydurmadıklarını, taassuba düşmediklerini, sadece bilgi ve belgeyle hareket ettiklerini göreceklerdi. Bu da insanlara veya en azından konuyla ilgilenen insanlara bir güven duygusu verebilirdi. Fakat Müslümanlar pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da Asrı Saadet'ten uzaklaştıkça asılsız rivayetlerle, mantık dışı çıkarımlarla, zan ve taassupla hareket etmeyi tercih etmişlerdir. Bu da ayet ve hadislerin değil ancak Müslümanların söylemlerinin değerini azaltmıştır.

 

Kendimiz İçin Yapabileceklerimiz

 

Buraya kadar bir şeye önce inanıp sonra ona dair zannî deliller ürettiğimizi anlattık. Meselenin bu kısmını hâlledebilirsek sorudaki “Hangisine nasıl inanacağız?” meselesini de hâlletmemiz mümkün olacaktır.

 

Bir şeye nasıl inandığımız, o şeye inancımızın nasıl oluştuğunu tespit etmemiz önemlidir. İnançlar tercihlerle yakından ilgilidir. Tercihlerimizi ise çocukluğumuzdan aldığımız eğitim, alışkanlıklarımız, çevresel etkenler ve bazı biyolojik faktörler gibi pek çok husus aynı anda etkiler. Bu hususlar genellikle bilincimizin uzağında oluştukları için farkına varmadığımız hususlardır. Belki bunları fark etmeye çalışarak bir yerlerden başlayabiliriz.

 

Bu karmaşık sürecin içinden çıkılması zor görünebilir. Ancak biraz dikkatle insan kendi eğilimlerini, ön kabullerini ve hangi şıkka daha yatkın olduğunu, bunların sebep ve sonuçlarını rasyonel bir şekilde anlayıp değerlendirebilir.

 

Örneğin, insanın anlam arayışının dahi bir anlamın varlığını gösterdiği düşünülebilir. Yahut bu arayışın biyolojik süreçlerin karmaşık bir sonucu olduğu, hiçbir zaman Tanrıya veya Tanrısal bir şeylere işaret etmediği de düşünülebilir.

 

Yine bir insanın mitolojilerdeki anlatılar ile Kur’an’daki ayetleri karşılaştırıp benzer kelimeleri görünce bir anda kendisini bir şüphe atmosferi içinde bulması mümkündür. Burada da şüphelendiği konuda en azından rasyonel ilkelere, mantık kurallarına, anlatıların bağlamlarına, iddiaların alt metinlerine dikkat etmesi gerektiğini düşünmelidir. Benzerliğin nedeni mitolojilerin de kendilerinden önce ilahi bir vahiyden etkilenmeleri olabilir. Yahut bir dinin, örneğin Museviliğin içine bazı mitolojik unsurların sonradan dahil edilmesi de olabilir. Bunların hangisinin mutlak hakikat olduğunu anlamak bilgiden, delilden çok eldeki verilere göre ancak yorum ve tercih olabilecektir. Eğer bir gün tarih ve arkeoloji son derece gelişir, Hz. Adem (as) veya Hz. Nuh (as) dönemlerini dahi bundan 2 yıl öncesini bilir gibi bilebilir hâle gelirsek bu soruların cevapları tam olarak verilebilir. Ancak diğer yandan insanın 2 yıl öncesine dair yorumları dahi birbirinden farklı olabilir. Bu nedenle meselenin kesin delil, objektif realite, bilimsel gerçeklik gibi hususlardan çok bakış açısı, baştaki ön kabuller, aksiyomlar gibi durumlarla ilgili olduğu unutulmamalıdır.

 

Allah Teala’dan eşyanın/şeylerin hakikatini oldukları gibi göstermesini diler ve dileniriz.
 


 

1 Tevrat, Yeşaya, 10-11-12

2 Muazzez İlmiye Çığ, Kur’an, İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni, s. 29

3 En’âm, 2; Hicr, 26

4 C. L. Strauss, Mit ve Anlam, s. 77