


Meal ve Tefsir Okumalarında Farklı Bakış Açıları ve Motivasyonlar
Soru: Kur’an meali veya bir tefsiri okurken iki farklı bakış açısı bazen birbirine girebiliyor. Birincisi, okuduğumuz metnin ilahi bir kelam olma hakikati var. Yani okuduklarımızı, Allah-u Teala’nın muradını doğru anlamak için okuyoruz. İkinci durum ise, bu okuduğumuz meal veya tefsirler sonuçta o meal ve tefsiri yazanların kişisel yorumlarını ve bakış açılarını da barındırıyorlar. Bu durumda meal ve tefsir okumalarında nasıl bir yol izlenmeli, bakış açısı nasıl ayarlanmalı?
Cevap: Okuma davranışı okur yazar insanlar tarafından genellikle müstakil, bağımsız, kendi başına anlamı olan bir davranış olarak algılanır. Bu davranışın kendi içinde çeşitli seviyeleri ve yöntemleri vardır.
Konumuz açısından genel olarak kitap okuma, özel olarak ise meal ve tefsir okumalarındaki farklı seviyelere göz atarak başlayalım.
Birinci Seviye
Giriş seviyesindeki iktisat derslerinde öğrencilere ders kitaplarında yer alan şöyle bir cümle aktarılır: “Tüketici geliri arttıkça normal mallar için talep de artar.”
Öğrenciler bu cümleyi zihinlerinde “Kitaba göre gelir arttıkça talep artarmış.” olarak kodlar. Sonuçta bu cümle, ders kitabında geçen bir cümledir. Ancak neredeyse hiçbir öğrenci bu cümlenin piyasadaki gerçek gelir ve gerçek talep meseleleriyle bağlantısını kurmaz. Örneğin öğrenciler kendi maaş veya harçlıklarının artmasıyla daha fazla kitap, daha fazla eğitim materyali alabilecekleri çıkarımını yapmazlar. Adeta o kitaptan öğrenilen şey, gerçek insanların gelirleri ve talepleri ile piyasadaki tüketici davranışları arasındaki ilişkinin kitaba yansımış hâli değildir de sadece bir ders kitabında geçen herhangi bir teorik cümledir.
Bir başka örnek olarak Bediüzzaman’ın 25. Söz risalesini ve İşaratü’l-İ’caz adlı eserini ele alalım. 25. Söz “Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi” başlıklı ve Kur’an’ın mucizevî yönlerinin anlatıldığı bir eserdir. Bu eseri okuyan insanların çoğu, yukarıdaki iktisat öğrencisi gibi anlatılan hakikatlerin Kur’an’la doğrudan ilgisini kurmuyorlar, anlatılanlar Kur’an’la alakalıymış gibi hissetmiyorlar. “Bediüzzaman Kur’an’ın belagatinin, üslubunun, nazmının, manalarının mucize olduğunu söylüyor.” şeklinde zihne kodlanmış bir bilgiyi aldıktan sonra Kur’an’ın belagati, üslubu, nazmı ve manaları üzerine çalışma ve düşünme temayülleri doğmuyor.1
Risale-i Nur okuyanlar arasında 25. Söz’ü onlarca, belki 100 defa okumuş insanlara rastlayabiliriz. Ancak 10 defa okuduktan sonra oradan aldığı bilgilerle Kur’an’ı tekrar okumaya yönelen veya o risalede kazandırılmaya çalışılan bakış açısını Kur’an’a uygulayıp bu şekilde yeni açılımlara ulaşmaya çalışan insanlara pek rastlamayız. Aynı durum İşaratü’l-İ’caz için de geçerlidir. Her ne kadar Fatiha suresinin tamamı ile Bakara suresinin ilk 32 ayetini kapsayan görece kısa bir tefsir olsa da izlediği yöntem ve konuları ele alış tarzı açısından oldukça orijinal bir tefsirdir. Bu eserdeki metotları Kur’an’ın geri kalanına uygulayıp Kur’an’ı bir de o gözle okuyan insanlara rastlamak pek de mümkün değildir.
Benzer durum çocuk eğitimi veya diyet kitabı okuyanlar için de geçerlidir. Çocuk eğitimi hakkında kitaplar okuyanların çoğunun çocuğuna karşı davranışları pek değişmediği gibi çocukta da pek bir davranış değişikliğine rastlanmaz. Diyet kitaplarını okuyanların da yemek yeme alışkanlıkları ve günlük fiziksel aktivite konularında yeterli değişimi yakalayamadıklarına sıkça rastlarız. Çünkü insanlar bir kitabı okumaktadırlar ama kitabı konudan bağımsız okumaktadırlar. Bu durum çok temel bir hatadır.
Bu durumda böylesi bir okumaya birinci seviye diyelim. Bu seviye “Bu kitapta böyle yazıyor, falan zat şunu söylemiş.” seviyesidir. Burada kitabın içindeki cümleler, kelimeler ve bir bütün olarak kitap okunur ve kapağı kapatılır. Cümleler anlaşılmış, verilmek istenen mesaj zihinsel olarak alınmıştır. Ancak iş burada bitmiştir ve kitapta anlatılanlarla gerçek hayat arasında reel bir ilişki kurulmadığı için kitap da sadece bir kitap olarak okunmaktadır.
Dolayısıyla meal veya tefsir okuru da okuduğunu “Müfessir burada şöyle söylemiş, bu ayet için şu yorumu getirmiş.” seviyesinde okumaktadır.
Bu noktada bir adım ileriye gidip “Kur’an bunu söylüyor, Kur’an bundan bahsediyor.” ve “Benim asıl bilgi sahibi olmaya çalıştığım şey Kur’an’dır.” gibi bir seviye atlamasına ihtiyaç vardır.
İkinci Seviye
Bir sonraki seviye “Bu konuda Elmalılı bir şey söylemiş, Fahreddin Razi ayrı bir şey söylemiş. Allah hepsinden razı olsun ama bu söylenenler, o söyleyenlerin kendi söyledikleridir. Bunlardan da faydalanarak ama asıl kendi zihin dünyam ve aklî melekelerimi kullanarak, o nimetlerin de hakkını vererek Kur’an’ı anlamaya çalışmalıyım.” seviyesidir.
Asıl olarak Kur’an öğrenmeye, Kur’an’ı anlamaya çalışıyoruz ve okuduğumuz meal veya tefsirin sonuçta bir insanın ayetler hakkındaki yorumu olduğunu unutmamalıyız. Evet. Elmalılı Hamdi Yazır bir ayetin tefsirini yaparken bir şeyler söylemiştir ve bu söyledikleri dikkate alınmalıdır. Taberi, Kurtubi, İbn Kesir, Fahreddin Razi ve daha nice müfessir ve meal yazarı da bir şeyler söylemiştir ve bunlar da dikkate alınmalıdır. Ama bu söylenenler evvela Elmalılı veya diğer alimlerin görüşüdür. Hepsinde hakikatten bir pay olabilir. Bu söylenenlerin kesişiminde yer alan ortak görüşler de hakikat olabilir ancak hakikat bunların dışında da olabilir. Sonuçta bu güzel isimlerin her biri dikkate alınmalıdır ama ondan önce asıl olarak, doğrudan ve bizzat Kur’an’ı anlama ve öğrenmeye çalışma niyeti ve gayreti ön planda tutulmalıdır.
Birinci seviye, insanların çoğunun farkında olmadıkları bir haldir. Bunun en yaygın örneklerinden birisi de alimlerin eserlerini bizzat okumak değil, o eserler üzerine yazılan kitapların veya makalelerin okunmasıdır. Örneğin Toshihiko İzutsu’nun “İbn-i Arabi’nin Fusus’undaki Anahtar Kavramlar” isimli kitabını okuyarak İbn-i Arabi’nin Fususu’l-Hikem’ini hiç okumamak, “Bediüzzaman’da Eğitim Düşüncesi”, “Bediüzzaman ve Siyaset”, “Risale-i Nurlarda Anahtar Kavramlar”, “Risale-i Nur’da Dua” gibi kitap veya makale çapında yazıları okuyup da doğrudan Bediüzzaman ve Risaleleri okumamak… Asıl yapılması gereken ise böylesi kitapları ve yazıları okuduktan sonra doğrudan İbn-i Arabi’nin veya Bediüzzaman’ın eserlerini okumaktır. Ancak birincisi yapılıp ikincisi hiç yapılmayınca sadece Fususu’l-Hikem veya Risale-i Nurlar hakkında başkalarının görüşlerine dair bilgi sahibi olunuyor ancak o eserlerden doğrudan istifade edilmiş de olunmuyor. Çünkü “Risale-i Nur’da Eğitim Düşüncesi” gibi bir kitabı okuyan birisi aslında Risale-i Nur okumuş değildir, sadece Risale-i Nur’da Eğitim Düşüncesi isimli bir kitabı okumuştur.
Şu sıralamaya ve her sıralamadaki bakış açısına dikkat edelim.
Farazi bir makale düşünün. Adı, “25. Söz’de Belagat Örneği Olarak Kullanılan Ayetler ve Bunların Diğer Tefsirlerle Karşılaştırılması” olsun. Seçilen ayetler de Bakara suresinin 3. Ayeti ve İhlas suresinin 1. Ayeti olsun. Bu çalışmanın yazarı, 25. Söz’deki bu ayetlerle ilgili açıklamaları bir kenara, aynı ayetlerin diğer tefsirlerdeki açıklamalarını bir kenara koyarak bir karşılaştırma yapmıştır. Sonuçta ortaya 20 sayfalık bir makale çıkmıştır. Böyle bir makale öncelikle 25. Söz üzerine yazılmış bir makaledir. Bu makaleyi okuyanlar her şeyden önce 25. Söz üzerine bir yazarın yorumlarını ve düşüncelerini okumuş olacaklardır. Çünkü bu yazar merkeze 25. Sözü alarak bir makale yazmıştır. Diğer tefsirlerle karşılaştırmalarında da kendine ait bir kıyas yöntemi, bir çıkarım metodu vardır ve onu uygulamıştır. Araya muhakkak kendi kişisel bilgilerini, düşüncelerini, yorumlarını, bakış açısını da katmıştır. Sonuçta bu makaleyi okuduğumuzda 25. Söz üzerine bir yazarın düşüncelerini okumuş olacağız.
Bu okuma bizi 25. Söz’e yönlendirmelidir. Yani 25. Söz’ü doğrudan okumaya sevk etmelidir. Çünkü o makaleyi okumakla 25. Söz’ü doğrudan okumak farklı şeylerdir. Peki 25. Söz neyden bahsetmektedir? İ’caz-ı Kur’âniye’yi beyan ve tefsir etmektedir. Evet! 25. Söz, onlarca ayetten örnekle Kur’an’ın icazını 40 yönden ortaya koymaktadır. Yani 25. Söz hayatını Kur’an’a vakfetmiş mühim bir alimin kendi yorumlarını, düşüncelerini, görüşlerini anlatmaktadır. O halde 25. Sözü okuduğumuzda doğrudan Kur’an ayetleri hakkında mühim bir alimin açıklamalarını okumuş olacağız.
Bu okuma da bizi doğrudan Kur’an-ı Kerim’e yönlendirmelidir. Çünkü nasıl ki 25. Söz üzerine yazılan bir makaleyi okumakla 25. Sözü okumak aynı şey değildir. 25. Sözü okumakla da Kur’an okumak aynı şey olmayacaktır.
İşte 25. Söze daha çok bu nazarla bakan bir insan 25. Sözü okudukça Kur’an’ı daha fazla okuyacak, Kur’an ayetleri üzerine daha fazla düşünecek, arada Arapça da öğrenecek ve ayetlerin manalarına daha derin nüfuz edebilecektir. 25. Söze böyle bakmazsa 25. Sözü okumaya devam edecek ancak okuduklarını Kur’an okurken tatbik edemeyecek, 25. Sözün Kur’an okurken önerdiği bakış açısıyla Kur’an okumuş olmayacaktır.
Belki de bu yüzden Risale-i Nur okurları arasında İşaratü’l-İ’caz’ı onlarca kez okumasına ve insanlara onlarca kez İşaratü’l-İ’caz dersi verilmesine rağmen; oradan aldığı dersle ve yöntemle “Bu eser Kur’an hakkında bir anahtardır. Ayetlerin manaları o anahtarla açılacaktır.” diyerek Kur’an’ı okuyan ve ayetleri yine oradan öğrendiği yöntemlerle açıklayarak bir Kur’an dersi veren insanlara rastlamak pek mümkün değildir.
Üçüncü Seviye
Bu seviyeye geldikten sonra yani doğrudan Kur’an okumaya ve anlamaya başladıktan sonra mealler ve tefsirlerin hepsi birer alternatif haline gelecektir. Burada okur alternatiflerin hepsini mutlak, kesin ve son noktadaki doğru olarak ele almayacak ancak o alternatifleri de dikkate alarak en doğrusunu seçebilecek ve belki farklı manalar da kendisine açılabilecektir.
İşte bu seviyede ayetlerin bizim üzerimizdeki tesiri ve bizi değiştirme potansiyeli daha iyi açığa çıkacaktır. Çünkü mesela bir insan gıybet hakkında pek çok alimin yazdıklarını okumuş ve teorik olarak benimsemiş, doğrulamış olabilir. Gıybet hakkında 20 hadis ve birkaç ayet ezberlemiş ve bunların anlamlarını öğrenmiş de olabilir. Ancak buna rağmen bu öğrendiklerinin bizzat kendi hayatında konuşma davranışı ile ilgili olduğunu fark edemeyebilir. Böylece gıybet hakkındaki öğrendikleri onun konuşma davranışlarına hiç tesir etmeyebilir ve o kişi konuşma davranışlarını değiştirme üzerine çalışmadığı (ve çalışmaya ihtiyaç duymadığı) için farkında olarak veya olmayarak gıybet etmeye devam da edebilir. Çünkü okunan yazılar, ezberlenen ayet ve hadisler ile gerçeklik arasındaki bağ kurulmamıştır. Yani okunanlar, konunun kendinden bağımsız okunmuştur.
Müslümanların çoğunluğu olarak hayali bir dünyada yaşamayı zevkle kabullenmiş gibiyiz. Bu nedenle mesela herhangi bir kişisel gelişim kitabını genellikle bıyık altından gülümsemeyle karşılarız. Sanki o kitaplarda yazılanların hiçbir şeyi değiştirmeyeceği önceden bilinmektedir. Bu da aslında mevcut realiteyi veya realite içinde kendimizi değiştirecek bilgiye sahip olmanın imkansız olduğuna dair bir önyargıyı göstermektedir.
İnsanın en temel vasfı içsel olarak gelişebilme potansiyeline sahip olmasıdır. Dünyadaki bütün imtihan da bunun üzerine kuruludur.
İnsanların büyük çoğunluğu;
-Belli şeyleri farklı tarzlarda yaparak para kazanabilir,
-Şimdiki olduklarından daha sağlıklı olabilir,
-Yaşadığı yeri daha iyi bir yer haline getirebilir,
-Eşleriyle daha iyi geçinebilir,
-Daha iyi anne-baba olabilir.
-Her konuda daha iyi olabilirler.
Bu bağlamda bir insan bir şey öğrenerek veya öğrendiğini tatbik ederek daha iyi biri haline gelebilir. Dolayısıyla aslında okunulan herhangi bir kitap veya yazı insanı daha iyi bir yönde değiştirebilir ve geliştirebilir. Ancak biz temelde bu inanışı kaybetmiş gibiyiz. Bu nedenle de mesela bir mühendislik öğrencisi, bir mühendislik kitabını “Ben bu kitaptakileri öğrenirsem daha iyi ve daha sağlam bir bina yaparım.” şeklinde bir bakış açısı ve motivasyonuyla değil de daha çok “Ben bu kitaptakileri öğrenirsem sınavı geçerim, sınavı geçersem diplomayı alırım, diplomayı alırsam bir yerde inşaat mühendisi olarak çalışabilirim, iyi bir maaşım olur.” niyeti ve motivasyonuyla okumaya döner ve dönecektir. Bu da bilginin lokal kalmasına, gerçek hayatımıza nüfuz edip bizi değiştirmede etkisiz kalmasına neden olur ve olacaktır.
Aynı durum, eserlerini, hayatımızı daha iyi bir hayat yapmaya vesile olması için okumamız gereken zatların eserleri için de geçerli olacaktır. Bir insan İhya’yı, Mesnevi’yi, Mektubat’ı, Risale-i Nur’u “Ben bu kitaptakileri öğrenirsem daha iyi bir insan, daha iyi bir Müslüman olabilirim. Kur’an’ı ve hadisleri daha iyi anlar, onları hayatıma daha iyi tatbik edebilirim.” düşüncesi, bakış açısı ve motivasyonuyla okumazsa zamanla okunanları kendisinin grup içinde onaylanan ve saygı duyulan bir insan olması niyetine ve motivasyonuna dönüşecektir. Bundan da Allah’a sığınırız.
1 ) Evet. “Gelir arttıkça normal mallara talep artar” cümlesi, bu cümlenin zihne kodlanması ve bir kitap cümlesi olarak anlaşılması başkadır, gerçek piyasada gerçek bir insanın gelirinin artmasıyla, ihtiyacını karşılamak için normal mallara karşı ilgisinin ve talebinin artması, o artan gelirle giderek daha fazla normal mal satın alması başkadır. Yine evet, “Kur’an, insana hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikirdir” cümlesi, bu cümlenin zihne kodlanması ve bir kitap cümlesi olarak anlaşılması başkadır, Kur’an’daki dua eğitimi, başımıza gelen olaylardaki hikmetlerle ilgili ayetleri, ibadetimize derinlik kazandıracak hususları, zikir adına hayatımıza katacağı zenginlikleri, fikir dünyamızı baştan inşa etme, değilse onarma ve gerekiyorsa yıkıp yeniden yapma konusundaki yöntemi ve uygulamaları, nihayet bütün bunlarla ilgili ayetleri bulmak, okumak, anlamak, bilmek ve uygulamak başkadır.