Mut'a Nikahı | 2. Kısım
Öncelikle nikah hakkındaki ayetlerin Mekke döneminde indirildiği bilgisi yanlıştır. Örneğin; “Zina eden erkek ancak zinakâr veya müşrik bir kadınla evlenir, zina eden kadınla da ancak zinakâr veya müşrik bir erkek evlenir. Bu müminlere haram kılınmıştır.”1 ayeti veya “Ey iman edenler! Mü’min kadınlarla nikâh akdi yapıp, henüz cinsî münâsebete girmeden kendilerini boşarsanız, bu durumda bir başkasıyla evlenebilmeleri için onlardan süre beklemelerini istemeye hakkınız yoktur. Yalnız onları gönül alacak bir kısım hediye ve yardımlarla memnun edin ve güzellikle boşayın.”2 gibi evlilik ve boşanma hakkındaki ayetler Medine’de indirilmiştir. Nikahın ahkam kısmıyla ilgili Mekke döneminde indirilmiş bir ayet yoktur. Dolayısıyla “Nisa suresi 24. ayet Medine’de indirilmiştir, nikahla ilgili diğer ayetler Mekke’de indirilmiştir, Nisa 24’ün nesh edilmesi imkansızdır.” yaklaşımı da yanlıştır.
Kur’an’da “mut’a nikahı” şeklinde bir kavram geçmemektedir. Mut’a kelimesinin geçtiği Nisa suresi 24. ayetteki kelime ise terim anlamıyla değil sözlük anlamıyla kullanılmıştır ve muta nikahıyla ilgili değildir.
Diğer yandan mut’a nikahı nikahın alt dallarından olan nikahın şartlarıyla ilgili bir husustur. Kur’an’da ise nikahın zamanı, süresi, sıhhat şartları gibi ayrıntılara zaten yer verilmemektedir. Nikahın çerçevesi, kiminle nikah kıyılıp kıyılamayacağı gibi genel hükümler ile boşanmaya dair bazı hükümler Kur’an’da vardır ancak nikahın sıhhat şartları, evlilik akdinin zamanla sınırlanıp sınırlanmayacağı, hangi hususların nikahı fasit veya batıl kılacağı gibi ayrıntılar Kur’an’da tek tek sayılmamıştır.
İbn-i Abbas’ın Mut’a Görüşü
İmamiye Şiasının bazı kaynaklarında Abdullah bin Abbas’ın (ra) mut’a nikahına cevaz verdiği şeklinde ifadeler vardır. Benzer ifadeler Sünnilerin itibar ettiği hadis kaynaklarında da geçmektedir.
Şiilerin iddiasına göre Hz. Abdullah bin Abbas (ra) mut’a nikahını savunmuş ve ömrünün sonuna kadar bu görüşünden geri dönmemiştir. Ancak sünnî kaynaklarda İbn-i Abbas’ın bir dönem için bu görüşü savunduğu fakat sonradan bu görüşünden rücu ettiği, vazgeçtiği belirtilmektedir. Nitekim Tirmizi’deki bir rivayette İbn-i Abbas şöyle der: “Geçici nikkah İslam’ın başlangıcında vardı. Bir erkek tanıdığı bulunmayan bir memlekete gidince orada kalacağı kadar bir süre içerisinde bir kadınla evlenirdi. O kadın da o erkeğin eşyalarını muhafaza eder ve gerekli hizmetlerini yapardı. Mü’minun suresi 6. ayeti olan “Ancak ailelerine ve elleri altındaki cariyelere…” ayeti nazil olunca bu tür nikah kaldırılmış oldu.”3
Bazı rivayetlerde de İbn-i Abbas’ın sadece zor durumda olanlar için mut’ayı caiz kabul ettiği belirtilir ki “o (mut’a) ölü eti yemek gibidir. Sadece muztar (zor durumda kalan) için caizdir.” dediği belirtilir.4
Yine bazı rivayetlere göre sahabe, Abdullah bin Abbas’ın (ra) mut’aya cevaz veren görüşünün şâz (kural dışı) ve sadece kendisine ait bir görüş olduğunu belirterek reddetmişlerdir.5 Müslim’in bir rivayetinde mut’aya cevaz veren İbn-i Abbas’a (ra) Hz. Ali itiraz ederek “Ağır ol ey İbn-i Abbas! Çünkü Rasulullah (asm) Hayber günü hem mut’ayı hem de ehlî (evcil) eşek etini yemeyi yasaklamıştır.”6 der. Abdullah bin Zübeyir de İbn-i Abbas’a bu konuda muhalefet eden büyük sahabilerdendir.
Yine Abdullah bin Ömer’e (ra) bir adam gelerek mut’a nikahının hükmünü sorar. İbn-i Ömer de “Haram” deyince soru sahibi İbn-i Abbas’ın caiz gördüğünü söyler. Bunun üzerine İbn-i Ömer “Allah’a yemin olsun, herkes bilir ki Rasulullah Hayber gazvesi sırasında onu haram etti. Biz artık zanilerden (zina edenlerden) değiliz.” der. Bir başka rivayette de “Sübhanallah! İbn-i Abbas’ın böyle bir fetva vereceğini zannetmiyorum.” deyince etrafındakiler İbn-i Abbas’ın cevaz verdiği konusunda ısrar ederler. Bunun üzerine İbn-i Ömer “Rasulullah hayatta iken İbn-i Abbas küçük bir çocuktu. Rasulullah onu (mut’ayı) bize yasakladı. Biz artık zanilerden değiliz.”7 der.
Rivayetlerin bütününden anlaşıldığı kadarıyla İbn-i Abbas’ın mut’aya cevaz veren görüşünden döndüğü anlaşılmaktadır ancak İbn-i Abbas’ın (ra) bu görüşünden dönmemiş olduğu varsayılsa bile bu konuda Hz. Ali (ra), Hz. Abdullah bin Ömer (ra), Hz. Abdullah bin Zübeyr (ra) gibi sahabilerin karşısında yalnız kaldığı görülmektedir. Bu durumda İbn-i Abbas’ın görüşünü delil kabul edip o görüşle amel etmek doğru olmayacaktır.
Diğer yandan örneğin Abdullah bin Mesud (ra) alim bir sahabidir. Efendimiz (sas) Kur’an’ı kendisinden öğrenilmesi gereken kişiler arasında Abdullah bin Mesud’un ismini de zikretmiş,8 Kur’an’ı ilk indirildiği hâliyle okumak isteyenin Abdullah bin Mesud’un okuyuşuyla okumasını tavsiye buyurmuştur.9 Ancak aynı İbn-i Mesud, Felak ve Nas surelerini Kur’an’dan saymamış, kendi mushafına almamış, onları Efendimiz’in (sas) öğrettiği dualardan birer dua olarak değerlendirmiştir. Ancak sahabenin de icmasıyla Felak ve Nas surelerinin Kur’an’dan birer sure olduğu bilinmektedir ki bu nedenle Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında toplanan Kur’an mushafında Felak ve Nas sureleri de yer almaktadır. Demek ki sahabi de olsa, alim de olsa bir insanın bir veya birkaç konuda yanlış düşünmesi, hatalı bir görüşe sahip olması mümkündür. Dolayısıyla mut’a nikahının haram olduğuna dair elimizde çok net ve açık bilgiler var iken sadece Hz. Abdullah bin Abbas’ın (ra) caiz görmesi (ki onun caiz görüp görmediği de tartışmalıdır) meselenin hükmünü değiştirecek bir delil oluşturmamaktadır.
Şia’nın Konuya Bakışı
Şia’nın İmamiye kolu veya Caferi mezhebinin konuya bakışında açıkçası bazı çelişkiler vardır. Örneğin İmamiye Şiası mut’a nikahı ve evcil eşek etinin haram kılındığı Hayber hadisini sahih kabul eder ve bu hadise kendi hadis kaynaklarında da yer verir.10 Hatta mut’anın haram olduğuna dair Hz. Ali’nin (ra) bizzat kendi beyanları da Şia kaynaklarında yer almaktadır.11 Ancak bu hadisleri ve beyanları eserlerine alan Şii müellif Ebu Cafer et-Tusi “Bu rivayeti takiyyeye hamlederiz.” diyerek Hz. Ali’nin takiyye yaptığını iddia eder, hadisi de şâz (kural dışı) olarak görür.
Yine İmamiye Şiasının bazı fetvalarında “Mut’a, onu bilene helal, bilmeyene haramdır.”12 şeklinde beyanlara rastlamak mümkündür. Nitekim son dönem Caferi literatüründe de “Ehl-i Sünnet’in kafasında canlandırıp şiddetle reddettiği “müt’a nikâhı” ile İmâmiyye Şîası’nın cevaz verdiği “müt’a nikâhı” birçok açıdan birbirlerine yabancıdır. Aralarında derin farklar vardır.”13 şeklinde bir ayrıma gidilmeye çalışıldığı görülmektedir. İddiaya göre ehl-i sünnetin anladığı mut’a nikahı; şehveti tatmin için başvurulan süreli bir haz aracıdır ve bu uygulamada talak ile miras yoktur. Çocuğun nesebinin sabit olmaması, süre bittiğinde kadının iddet beklememesi ve yeni bir başka erkekle hemen bir araya gelip nikahlanabileceği bir uygulamadır. Ancak Caferi mezhebinin veya İmamiye Şia’sının da bu uygulamaya karşı çıktığı ve bunu haram saydığı iddia edilmektedir. İddiaya göre İmamiye Şia’sının mut’a anlayışında normal nikahtan farklı olarak birkaç unsur daha vardır. Onlar da mehirden ayrı bir ücret belirlenmesi, şahit şartı aranmaması, miras hükümlerinin oluşmaması, nikah süresinin belirlenmesidir. Bunların dışında yapılan uygulamanın nikaha benzer yanları Sünnilerdeki gibidir. Ayrıca tarafların mut’a ile ilgili bütün hükümleri ve hukuki düzenlemeleri bilmeleri gerektiği, aksi halde onlara mut’a izni verilmeyeceği de belirtilir.
Ancak bütün bunların hiçbirisi mut’ayı sahih bir nikah hâline getirmemektedir. Sonuçta mut’a nikahının normal nikah gibi nesil emniyetini, evlilerin izzet ve iffetlerini korumaktan, nikahın ruhuna uygun bir aile ortamını sağlamaktan uzak olduğu açıktır.
Bunun açık bir delili bazı Şii kaynaklarında ailesine utanç kaynağı olması sebebiyle bekar kızlar ile babalarının izni olmadan mut’a nikahı kıyılmasına cevaz verilmemesidir.14 Ancak farklı Şia kaynaklarında ise buna izin verildiği görülmektedir.15
Yine Şia’nın en temel hadis kaynaklarından olan İstibsar’da Ebu Abdullah’a nispet edilen “Mümin kadınla mut’a yapma! Onu zelil eder, zillete düşürürsün!” şeklinde bir rivayet vardır. Eserin müellifi Tusî bu rivayeti “kadının asil bir aileden olması durumunda” diyerek tevil eder ve rivayeti mürsel görür.16
Son tahlilde Şii alimlerin bu konuda kendi aralarında bile ortalama bir tutarlılığa sahip olmadıkları görülmektedir. Bu tutarsızlık farklı görüşlere sahip olmaktaki masumiyet değildir. İnsanlar veya alimler bir konuda farklı düşünebilirler. Ancak burada söz konusu olan, kendi kaynaklarında dahi mut’anın açıkça haram ve insan onuruyla bağdaşmayan bir uygulama olduğuna dair rivayetler olmasına rağmen Şii müelliflerin bazılarının bu hakikati kendi yorumlarıyla perdelemeye çalışmalarıdır.
Ömer Buğzu
Bu durumun en önemli nedenlerinden birisinin Şia’nın Hz. Ömer’e (ra) ve pek çok sahabiye beslediği tarihsel kin olduğu söylenebilir. Şia’nın dört temel kaynağından birisi olan Küleyni’nin el-Kafi isimli eserindeki bir rivayet bu durumun tarihsel köklerini açığa çıkarmaktadır.
Rivayete göre Kureyşli bir erkek şöyle bir olay anlatır: “Amcamın kızının çok malı vardı. Bana (mut’a için) haber göndererek; “Bilirsin, benimle evlenmek isteyen çok erkek var. Ben onlarla evlenmedim. Ben sana erkeklere olan düşkünlüğüm için talip değilim. Ancak bana bir haber ulaştı ki mut’ayı Allah kitabında helal kılmış, Rasulü de sünnetinde beyan etmiştir. Fakat Züfer (Hz. Ömer (ra) kast ediliyor) mut’ayı haram etmiş. Ben de arşın üzerinde Aziz ve Celil olan Allah’a itaat etmek, Rasulüne itaat etmek, Züfer’e de isyan etmek istedim. Benimle mut’a nikahı yap!” dedi. Ben de “Ebu Cafer’e (İmam Muhammed Bâqır) gidip onunla istişare edeyim.” dedim. Sonra gidip Ebu Cafer’e haber verdim. Bana; “Yap! Allah ikinize de rahmet etsin!” dedi.17
Hz. Ömer’in (ra) oğlu Abdullah bin Ömer’den (ra) hadis alacak kadar ona güvenen, ehl-i sünnet ilim çevresinin de kendisini güvenilir bir ravi olarak gördüğü, ehl-i beyt içinde günahı şirk kabul eden, rec’ata (kıyametten önce ehl-i beyt imamlarının dirilip dünyaya döneceğine) inanan kimsenin bulunmadığını söyleyen, Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer’i (ra) sevdiğini söyleyip onları hidayet imamları olarak kabul eden, Hz. Hüseyin’in (ra) intikamını alma bahanesiyle başkaldıran Muhtar es-Sekafi’yi yalancılıkla itham eden18 İmam Muhammed Bâkır (ra) Hazretlerinin Hz. Ömer’e (ra) böylesine abes bir muhalefette bulunmayacağı, hadislerde ve sahabe icmasıyla açıkça haram olduğu belirtilen mut’a nikahını caiz görmeyeceği açıktır. Dolayısıyla Küleyni’nin rivayetinin ciddiye alınır bir tarafı yoktur. Ancak bu rivayetin gösterdiği gerçek şudur ki: Bazı Şii müellifler Hz. Ömer’e (ra) ve sahabeye duydukları tarihsel kin ve mezhep taassubu ile ehl-i beytin yüce isimlerini de kullanmaktan çekinmemişlerdir.
Hatta bazı Şii alimler bu konuda ehl-i sünnete ve Hz. Ömer’e muhalefeti öyle bir noktaya taşımışlardır ki insan doğasına da ayet ve hadislere de aykırılığı apaçık ortada olan, Allah Rasulü’nün de (sas) hayatta iken bilfiil yasakladığı mut’a için “Mümin, mut’a yapmadıkça kemale ermez.”19 diyecek kadar aşırıya varabilmişlerdir.
Sonuç
Mut’a nikahı esas itibariyle değişik kültürlerde farklı biçimlerde var olan ve geçici süreliğine yapılan bir evlilik türüdür. İslam’dan önce cahiliye Arap toplumunda da var olan bu evlilik türüne İslam’ın başlangıcında bir süreliğine izin verilmiş ancak Efendimiz (sas) hayatta iken kıyamete kadar yasaklanmış ve haram olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Efendimiz’in bu yasağından haberdar olmayan bazı Müslümanların bu nikah türünü devam ettirmeleri üzerine Hz. Ömer (ra), Efendimiz’in (sas) koyduğu bu yasağı sert bir uyarıyla tekrar hatırlatmış ve mut’a uygulayanlara ceza verileceğini belirtmiştir. Hz. Ömer’in bu uyarısına da tek bir sahabi bile itiraz etmemiş, böylece mut’anın haram olduğu konusunda bir icma (görüş birliği) oluşmuştur.
Şia’dan bir grup ise Hz. Ömer’e (ra) olan muhalefetlerini aşırıya götürmeleri nedeniyle mut’aya helal kılıfı giydirmiş hatta daha da ileriye giderek mut’ayı bir ibadet gibi gösterebilmişlerdir.
Nikah denilen şey sözleşme esnasında süreyle kısıtlanamaz. Böyle bir kısıtlama varsa yapılan şeye nikah denilemez. Nitekim Hz. Ömer (ra) de böyle bir uygulamayı nikah değil zina olarak görmüştür ki mut’a yapanları recm edeceğini sert bir şekilde vurgulamıştır. Dolayısıyla Müslüman olup da daha en başta karşılıklı anlaşma safhasında belirli bir süre ile sınırlanmış bir anlaşmaya nikah demek mümkün değildir. Nikahın esası, sonsuz ufuklu olmasıdır. Evlenilen kişiyle sınırlı bir süre değil, en azından niyet olarak sürekli evli kalmayı düşünmektir. Bir insanın evlenirken “Bu evleneceğim kişi için çok geçimsiz, huysuz diyorlar ancak ben gene de evleneyim, çok huysuzluk ederse boşanırım.” gibi bir düşünceye sahip olması nikahı tek başına iptal etmez. Bu, insanın iç dünyasında sakladığı bir düşüncedir. Ancak karşılıklı sözleşme veya anlaşma esnasında “Dört kere huysuzluk çıkarırsan seninle boşanırım.” veya “Evlenmeyi kabul ediyorum ancak üst üste altı akşam eve geç gelirsen boşanırım.” şeklinde ifadelerle bir nikahın olmayacağı açıktır.
İnsan genel iffet kavramı veya nesli koruma anlayışı içinde olması gereken bir nikaha süre tayin ederse bu şeye nikah deme şansı bulunmamaktadır.
1 ) Nur, 3
2 ) Ahzab, 49
3 ) Tirmizi, c. 1, 1122 nolu hadis
4 ) Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 9, s. 56
5 ) Vehbe Zuhayli, a.g.e., c. 9, s. 56
6 ) Müslim, Nikah, 31
7 ) Mecmau’z-Zevaid, c. 7, s. 428
8 ) Buhari, FedailusSahabe, 27; Müslim, FedailusSahabe, 116
9 ) Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 211
10 ) et-Tehzib, c. 7, s. 251
11 ) Tusi, el-İstibsar, c. 3, s. 142
12 ) Şeyh Saduk el-Kummi, Men La Yahduruhu’l Fakih, c. 3, s. 292
13 ) Abdülkadir Çuhacıoğlu, Kitap ve Sünnet Işığında Müt’a Nikahı, Erişim adresi: https://www.caferilik.com/pdf/Muta%20Nikahi-www.caferilik.com.pdf
14 ) Kuleynî,Furû, c. 5, s. 393
15 ) Tusî,Istibsâr, c. 3, s. 145
16 ) Tusî, Istibsâr, c. 3, s. 143
17 ) Kuleynî, el-Kafi’nin Furû'mîne’l-Ahkâm kısmı, c. 5, s. 465.
18 ) İbn Sâd, Tabakat, c. 2, s. 20; Zehebi, Alamün-Nübela, c. 4, s. 401
19 ) Şeyh Saduk el-Kummi, MenlaYahdarahu'l-Fakîh, c. 3, s. 297