Nazar ve nazar boncuğu
Soru: Nazar boncuğu takmak caiz midir? Nazar boncuğunun nazar edenin gözünden çıkan ışınların etkisiz hâle gelmesine yaradığı söyleniyor. Nazar boncuğu nazardan korur mu?
Cevap: Pek çok kültürde olduğu gibi cahiliye dönemi Arap kültüründe de nazar kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Bu dönemin Arapları nazardan korunmak için çocuklara siyah boncuk, atlara beyaz boncuk, yetişkin insanlara da katır boncuğu denilen bir boncuk türü takarlardı. Eski fıkıh alimlerimizden bazıları da cahiliye Araplarının bu boncukların bizzat kendilerinin nazarı uzaklaştırdığına inandıklarını kaydetmektedirler. Bu alimlerimize göre İslam, o boncuklarda nazarı önleyen bir güç olduğu inancını yasaklamıştır. Ancak bu boncukların veya başka objelerin bizzat kendilerinde bir güç olduğuna inanmadan onların kullanılmaları kimilerince caiz görülmüştür. Örneğin Hanefi fıkıhçılarından İbn Abidin bir tarlaya nazar değmemesi için o tarlaya korkuluk veya hayvan kafası konulabileceğini, tarlaya hasetle bakanların önce o kuru kafaları göreceğini, sonra tarlaya nazar edeceklerini, nazarların ilk önce kuru kafalara isabet etmesi nedeniyle de tarlaya bir zarar vermeyeceğini söylemiştir.1
Ancak meselenin bu kadar basit olmadığı, doğru ve yanlış yönlerinin de olduğu ifade edilebilir.
Geçmişte de günümüzde de bir yandan Müslüman olup, yani hayır ve şerrin Allah’ın takdiri ve yaratmasıyla olduğuna inanıp diğer yandan nazar boncuğu, şifalı taşlar veya şans getirmesi beklenen objeleri kullananların neredeyse hepsi bu objelerin kendilerinde bir güç olduğuna inanmadıklarını, onları sadece vesile olmaları niyetiyle kullandıklarını söyleyeceklerdir.
Diğer yandan Efendimiz'in (sas) “Kim (nazardan ve diğer musibetlerden korunma amacıyla) bir şey takarsa ona (taktığı şeye) havale edilir.”2 gibi hadisleri de meselenin riskli ve dezavantajlı yönlerini göstermektedir.
Elimizde bu veriler varken böyle bir durumda tek yönlü düşünmek doğru olmayacaktır. Örneğin Hıdırellez şenliğinde bir insanın bir kağıda istediği araba markasını yazıp bir ağacın altına gömmesi veya akarsuya atması sonucunda bir sene içinde o arabaya sahip olacağını ümit etmesini ele alalım. Bu insana yaptığı işin şirk olduğu söylenince “Neden şirk olsun? Ben ağaçtan veya sudan istemiyorum, Allah’tan istiyorum, arabayı verecek olanın Allah olduğunu biliyorum. O yazıyı gömmek veya suya atmak ise Allah’tan istememin sadece bir yöntemidir.” dese bu insana açık bir şekilde kafir veya müşrik denilemez. Çünkü tekfir ciddi bir meseledir. Hukuki sonuçları vardır. Tevilin mümkün olduğu yerlerde ise tekfir mümkün değildir. Örneğin birisi bir arzusuna ulaşmak için bir türbede kurban kesse o insana bunu neden yaptığı sorulmalıdır. Alınacak cevap “Ben istediğimi Allah’tan istiyorum, bu yaptığım sadece vesiledir.” dese onun küfrüne veya şirkine hüküm verilemez. Ancak o insan “Bu kurbanı burada yatan zat adına kestim istediğimi de o zattan istedim, Allah’tan istemedim.” gibi açık bir küfür veya şirk beyanında bulunursa o zaman başkadır.
Aynı şekilde nazar boncuğunun nazarı uzaklaştıran bir güce sahip olduğuna inanmayan ama teknik olarak nazarın engellenmesinde fonksiyonel bir faydası olduğunu düşünerek takan insana müşrik denilemez.
Nazar ve Gözden Çıkan Işınlar(!)
Bir insan nazar ettiği zaman onun gözünden çıkan bir ışın yoktur. Bu yanlış bilgi antik Yunan dönemi filozoflarından Plutarkhos’a dayanmaktadır ve ondan İslam dünyasının bazı filozof ve bilginlerine de sirayet etmiştir. İbn Sina gibi eski bilginlerimizde de bu tip açıklamalara rastlanabilir. Bu açıklamalar görme yetisinin insan gözünden çıkan bir ışına dayandığı şeklindeki temel varsayıma dayanır. Ancak fiziğin ve biyolojinin ilerlemesiyle görme olayının bu şekilde gerçekleşmediği zaten anlaşılmıştır.
Ayrıca manevi meselelere karşı maddenin herhangi bir engel teşkil etmeyeceği de malumdur. Cinlerin geçişine engel olmak için betondan duvar örmek işe yaramayacağı gibi sağlam kalelerde korunmak da Azrail’in (as) gelmesine mâni olamayacaktır. Nazar da metafizik bir konudur. Dolayısıyla nazardan korunmak için taş ve boncuk gibi nesnelerin herhangi bir faydası yoktur.
Nazardan Korunmak İçin
İnsanlar nazardan korunmak için tarihin eski dönemlerinden bu yana farklı teknikler uygulamaya çalışmışlardır. Kimileri ekinleri gösterişli olan tarlasına nazar değmesin diye ölmüş hayvanların kafataslarını asmış, kimileri güzel ve sevimli çocuklarını korumak için onların yüzüne is sürmüş, kimileri de sevdiklerine kendi nazarının değmemesi için kendi gözlerini çıkaracak kadar ileriye gidebilmişlerdir. İslam öncesi Türk tarihinden antik Mısır ve Yunan uygarlıklarına, pagan İrlanda kültüründen Orta Asya medeniyetlerine kadar dünyanın her yerinde bu tür uygulamalara rastlamak mümkündür.
Efendimiz (sas) ise nazardan korunmanın en önemli yolu ve vesilesi olarak duayı öne çıkarmıştır. Abdullah bin Abbas (ra) hazretlerinin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Efendimiz (sas) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i Allah Teala’ya sığındırarak şu duayı okumuştur: “Eûzü bi kelimêtillâhit-têmmeti min külli şeytânin ve hêmmetin ve min külli aynin lêmmetin.” (Her türlü şeytandan, zehirli haşerattan ve kem gözden Allah’ın tastamam kelimelerine sığınırım.) Daha sonra Efendimiz (sas) “Babanız İbrahim de oğulları İsmail ile İshak’ı bu dua ile Allah’a sığındırırdı.” demiştir. 3
Yine cinlerin ve insanların nazarlarından korunma adına Felak ve Nas surelerini okuduğu da rivayetler arasındadır.4
İnsanlar çoğunlukla kendisine nazar değmemesi için dua ederler. Ancak Efendimiz (sas) insanlara kendi nazarının başkasına değmemesi için de dua etmeyi öğretmiştir. Bunun da en güzel yolu insanın hoşuna giden bir şey karşısında “Bârekallahü Fîke” (Allah seni mübarek kılsın) veya “Mâşaallâh” (Allah’ın dilemesi ile olmuştur) veya “Mâşaallah ve lâ kuvvete illa billâh” (Allah dilemiş de olmuş, kuvvet sadece Allah’a aittir.) denilmesidir. Bu dua ifadeleri de hoşa giden şeye karşı insanın haset duygusunu baskılamakta, meseleyi Allah Teala’ya yönlendirmekte ve nazarın kötü sonuçlarının yok edilmesinde çok önemlidir.
Dolayısıyla “nazardan korunmak” denilince hem kendisine nazar değmesinden korunmak hem de kendi nazarından başkalarını korumak adına yapılabilecek şeyler vardır. Birinci kesim yani kendisine değebilecek nazarlardan korunmak için yukarıda bahsedilen Efendimiz’in (sas) beyan buyurduğu dualar son derece tesirli bir koruma kalkanı oluşturmaktadır. Başkalarını kendi nazarından korumak için de hoşa giden nesnelere, kişilere veya olaylara karşı “Maşaallah” “Bârekallahü Fîke” ve “Mâşaallah ve lâ kuvvete illa billâh” kelimelerini zikretmek ve bu kelimelerin anlamlarını benimseyerek, şuurlu bir şekilde okumak önemlidir. Çünkü bunlar da sonuçta bir duadır.
Duanın dışında Efendimiz’in (sas) nazardan korunmak için tavsiye ettiği başkaca bir yol veya yöntem bilmiyoruz. Ancak kaynaklarda Hz. Osman’ın (ra) çenesinde gamze bulunan bir çocuğa nazar değmesinden çekinerek “Çenesindeki gamzeyi siyaha boyayın.” dediği şeklinde bir kayıt yer almaktadır. Bu kaydın sıhhatinden emin olamadığımız için onu delil olarak ele alamayız. Ancak ayet ve hadislerde yasaklanmayan, hatta ayet ve hadislerin anlam içeriklerinden çıkarılabilecek bir korunma türü olarak güzelliklerin başkalarının kıskançlığını çekecek ölçüde sergilenmemesi gibi bir korunma yönteminden söz edilebilir.
Nazar çekebilecek güzelliklerin makul ölçülerde saklanması, en azından bir gösteriş unsuru hâline getirilmemesi, yerli yersiz ifşa edilmemesi başka bir şeydir, o güzelliğin çirkinleştirilmesi başka bir şeydir. Ayet ve hadislerde nazar değmesinden korkulan bir güzelliğin çirkinleştirilmesine dair bir beyan yoktur. Ancak Hz. Yakup’un (as) Hz. Yusuf’a (as) gördüğü rüyayı kardeşlerine anlatmamasını tavsiye etmesinden hareketle 5 başkalarının nazar veya başkaca fiziksel zarar verebilecek davranışlarından çekinmek ile bu davranışlara ve nazara karşı korunmak için nazara sebebiyet verebileceği düşünülen güzelliklerin makul ölçülerde korunması akla aykırı değildir.
1 ) İbn Abidin, Reddül Muhtar, c. 6, s. 364
2 ) İbn Hanbel, Müsned, IV, 210
3 ) Buhari, Ehadisü’l-Enbiya, 10
4 ) İbn Mace, Tıp, 33
5 ) Yusuf, 5