Oruç ve yeme içme alışkanlıkları | 2. Kısım
İlk kısımdaki girişten sonra, başlıktaki kudsi hadiste belirtilen üç ibarenin izahına geçebiliriz. Bu üç ibare:
“Min Ecli”,
“es-Sıyâmu Lî”
“Ve Ene Eczî Bihî” ibareleridir.
“Oruç Benden Dolayı, Benim Uğrumadır”
Kudsi hadisteki üç kelimeyi açalım:
Hadiste yemeyi, içmeyi ve eşine karşı şehveti terk etmenin nedeni olarak öncelikle “Min Ecli” ibaresi kullanılmıştır.
Min Ecli: “Benim nedenimle, benden dolayı” demektir. “Ecli” kelimesi aslında ecel kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Kelime zamanla “onun uğruna, onun hatırına, onun hasebiyle, o niyetle” gibi anlamlar kazanmıştır.
Bu bağlamda “Allah uğruna, Allah nedeniyle, Allah’tan dolayı” veya Allah Teala’nın “Benim uğruma, Benim nedenimle, Benden dolayı” buyurması bizim amellerimizde bir niyeti, kalbî bir yönelişi ifade etmektedir.
İnsan, Allah Teala’nın gerçekten kudretli olduğunu kabul edip o kudretin gazabından korkarak, böyle bir niyet ve yönelişle amel edebilir. Bu kıymetsiz bir şey değildir. Bu yönelmenin başka yönleri de olabilir.
İnsan, Allah Teala’ya ciddi bir hayranlık duyduğu için, onun ulvi ve yüce sıfatlarını bildiği için, o sıfatların sahibi olan Zata duyduğu hayranlıkla Onun emir ve tavsiyelerine uymayı kendiliğinden isteyebilir.
İnsan, Allah sevgisi motivasyonuyla ve buradan hareketle Allah Teala’nın kendisini seveceği bir hâlde bulunmak isteyebilir. Amellerini bu yönelişle, bu motivasyonla da yerine getirebilir.
Allah Teala’nın “Benim uğruma” şeklinde ifade buyurduğu ve bizim de “Allah uğruna” dediğimiz mana bu motivasyonların, yönelişlerin ve anlayışların hepsini birden içinde barındırabilir.
Sonuçta insan gün içinde çok basit bir biçimde çay, çekirdek, tatlı, çorba gibi gıda maddelerini tüketmekle mekanik biçimde ve çoğu zaman adını da koymadan ama sürekli hâlde bir yeme içme faaliyeti içindedir. Bu durum bozulduğunda da canı çok sıkılır. Örneğin kahvaltı yapma alışkanlığı olan insanlar kahvaltı yapmadan evden çıksalar bir daralma hissi yaşarlar. Kahvaltısını işyerinde çay-simit ile yapma alışkanlığı olan bir insan o rutini bozulduğunda aynı daralma hissini yaşar. Çayı veya kahveyi çok seven insanlar çay veya kahve içmek istedikleri zaman bulamadıklarında benzer daralma hislerini yaşarlar. İnsanların yeme içme davranışıyla ilgili mekanikleri çok güçlüdür.
Bu noktada oruç bu mekanikliği kırmaya yarıyor gibidir.
Bu işi yani yeme içme konusundaki rutini kendi iradesiyle bozmak ve bunu sırf Allah Teala istedi ve emretti diye yapmak son derece anlamlıdır. İnsanı Allah yaratmıştır, insanın mahiyetini en iyi Allah Teala bilmektedir ve bunun için insanın yeme içme konusunda yaşadığı zorluğu da bilmektedir. Bu nedenle “Min Ecli” ile bu konunun altını çizmektedir. Bu noktada Allah Teala adeta şöyle buyurmuş olmaktadır: “Ey kullarım! Yeme içmeyi terk etmenizin sizi zorladığını bilmekteyim. Ramazan’ın genel neşesi içinde de olsa, o ayı bir coşkuyla karşılamış olsanız da bu içine girdiğiniz çaba benim içindir. Bu çabanızı görüyorum, biliyorum ve fark etmekteyim!”
“Oruç Benim İçindir”
es-Sıyâmu Lî: “Oruç benim içindir” anlamına gelmektedir.
Bu noktada “Diğer ibadetler Allah Teala için değil mi?” sorusu akla gelebilir. Ancak oruç tutmanın diğer ibadetlerden ayırıcı bir özelliği vardır. Şöyle ki:
Örneğin sadaka vermek de Allah için olmalıdır. Bazen insanların topluca sadaka verdiği veya infakta bulunduğu bir topluluk içinde bir insan ayıplanmamak için gösteriş niyetiyle de sadaka verebilir. Bu mümkündür.
Yahut bir insan başkalarının kendisini namaz kılarken görmelerini istediği için namaz kılabilir.
Yine bir insan, büyüklerinin kendisini Kur’an ve meal okurken görmesini ister ve bunun için Kur’an ve meal okuyabilir.
Diğer yandan bir insan sadaka verince sadaka verdiği muhtaç kişinin sevincini, maddi darlıktan kurtulmasını görür ve kendi içinde de bir neşe, bir ferahlık yaşayabilir.
Namaz kılan bir insan abdest alınca ve namazını bitirince fiziksel, ortopedik bir gevşeme ve ferahlık yaşayabilir.
Kur’an ve meal okuyan bir insan bu alandaki bilgi haznesine yeni bilgiler eklemiş olabilir.
Bu amellerin hepsinde ortaya müspet, pozitif yani eylemsel olarak bir şeyler konulmuş olunur.
Fakat oruç ibadetinde asıl yapılan şey rutin olarak yapılan bir şeyi yapmamaktır. Oruçta, normalde günde birkaç defa tekrarlanan yemek yeme veya çok defa tekrarlanan bir şeyler içme eylemi terk edilmektedir. Dolayısıyla oruçta aslolan, bir şeyi yapmamaktır.
Namaz veya sadaka için de ayet ve hadislerde oruç ibadetine benzer teşvikler ve yönlendirmeler bulunmaktadır. Dolayısıyla aslında her ibadet Allah için, Allah Teala’nın emri olduğu için olmalı ve yerine getirilmelidir. Ancak orucun ekstradan bir kıymeti vardır.
Dışarıdan düz ve yüzeysel bir bakış açısıyla bakıldığında ehl-i dünya için oruç ibadeti anlamsız gelebilir. Gerçi diyet yapma, sağlıklı beslenme gibi konularda bir süreliğine yemek yememe, günün belli vakitlerinde belli oranlarda yiyip içme hatta aralıklı oruç gibi kavramlara ehl-i dünya insanlar da yabancı değildir.
Ancak gün içinde yeme içmeyi tamamen terk etme ve bunun insanların günlük rutinlerinin ve genel alışkanlıklarının tersine olacak şekilde olması insanların mekaniğini kıran bir davranıştır. Üstelik bir şey de içmemek, hiç sıvı almamak bu mekaniğin daha güçlü bir şekilde kırılmasıyla sonuçlanmaktadır.
Bazı insanlar bu mekaniğin kırılmasına zihinsel olarak direnç gösterebilirler. Örneğin “Tamam bir şey yiyip içmeyeyim ancak arada birkaç sigara içebilseydim iyi olurdu.” şeklinde düşüncelere kapılabilirler. Bazen “Günde bir bardak suya izin verilseydi keşke.” gibi düşünceler de oluşabilir.
Bu gibi düşüncelerin oluşması orucun insanın günlük mekanik hayatına ters olması nedeniyledir. Orucu asıl kıymetli yapan da Allahu A’lem budur.
Diğer ümmetlere de oruç farz kılınmıştır. Orucun insanın günlük yeme içme mekaniğine tamamen ters oluşu ve o mekaniği güçlü biçimde kırması nedeniyle diğer ümmetlerin bu ibadeti sadece hayvani gıdaları yememe veya sadece su içmeme ama diğer sıvıları alabilme gibi formatlara soktukları da görülmektedir.
Evet! Oruç ibadeti insanın normal hayatının dışındadır ve insanı normal hayatının dışına çıkartan bir özelliğe sahiptir. Bazen insanlar günlük hayat akışının dışında örneğin bir Ortaçağ mimarisi eseri ziyaret ederler yahut Mevlana, Eyüp Sultan gibi manevi atmosfere sahip mekanlara giderler. Bazen deniz kenarına veya yüksek yaylalara çıkarlar. Bu durumların hepsinde insanlar rutin dünyalarının dışına çıkmış, sıradan akışın tersine bir atmosfere girmiş olurlar. Oruç da bu yönüyle dünya rutininin dışında, insanın bu dünyanın çeperlerini kırarak ortaya koymuş olduğu bir ameldir ancak aslında bir şey yapmadan yapmış olduğu bir ameldir. Bu nedenle Allah Teala “Oruç benim içindir.” buyurmuştur.
“Orucun Ecri Bana Aittir”
Ve Ene Eczî Bihî: “Onun karşılığını, mükafatını doğrudan ben veririm-vereceğim.” demektir.
Bu ifade bizim günlük konuşma kültürümüzdeki “O iş bende!” tabirine benzetilebilir.
Bu vurguda Allah Teala’nın kendisi için olan bir şeyin mükafatını yine kendi ölçüsünde ve kendi kudreti, zenginliği ve cömertliği ölçüsünde vereceği anlaşılmaktadır.
Hadisin devamında “Zaten hasenelerin karşılığı on mislidir.” şeklinde son bir ibare daha vardır. Yani hasen, salih, doğru ve güzel bir amelin şartları yerine getirilmek, doğru ortaya konulmak kaydıyla en alt derece karşılığının on kat olduğu belirtilmiştir. Bu karşılığın yedi yüz kata kadar olabileceğine dair ayetin işareti de vardır.1 Sonuçta hasenelerin karşılıklarına kesin bir üst sınır belirtilmemiştir. Çünkü Allah Teala’nın kudret ve cömertliğinin bir sınırı yoktur.
1 ) Bakara, 261