4 dk.
27 Ekim 2022
Peygamberimiz'in (sav) söz ve tavırlarına karşı duygusal yaklaşımlar mı yoksa mantıki yaklaşımlar mı sergilememiz gerekir?-gorsel
Youtube Banner

Peygamberimiz'in (sav) söz ve tavırlarına karşı duygusal yaklaşımlar mı yoksa mantıki yaklaşımlar mı sergilememiz gerekir?

Soru: Hz. Ömer (ra) gibi zihinsel melekelerinin gelişmişliği ve mantıklı kararlarıyla bilinen birisinin Efendimiz’in (sav) kendi eliyle yerleştirdiği bir oluğu bilmeden kaldırması nedeniyle pişman olup yerine yeniden taktırması hadisesini biliyoruz. Bu hadiseden çıkarabileceğimiz dersler var mıdır? Allah Resulü'nün (sav) söz ve tavırlarına karşı böyle duygusal denebilecek yaklaşımlar mı mantıki yaklaşımlar mı sergilememiz gerekir?
 

Cevap: Hz. Ebu Bekir (ra), Hz. Osman (ra), Hz. Ömer (ra) ve Hz. Ali (ra) gibi zatlar Efendimiz’e (sav) karşı cidden çok ciddi bir bağlılık ve sadakat içinde olan zatlardır. Bu bağlılık ve sadakati seküler bir zihinle okuyup değerlendiren birisi onların bu tavırlarına romantik bile diyebilir. Örneğin Efendimiz’in (sav) hutbe vermesi için hicretin 7 veya 8. senesinde ılgın ağacından, iki basamaklı ve bir de oturma yerinden ibaret olan bir minber yapılmıştır. Hz. Ebu Bekir halife olunca Efendimiz’e (sav) hürmeti nedeniyle minberin ikinci basamağında hutbe vermiş, Hz. Ömer birinci basamağı, Hz. Osman da hilafetinin ilk altı yılında birinci basamağı, ardından oturma yerini kullanmıştır.1

 

Efendimiz’in (sav) hutbelerini irad buyurduğu minber elbette ki kendi başına kıymetli bir nesne değildir. O minberde hutbe vermenin sevap olduğunu belirten bir ayet veya hadis de yoktur. Ancak Efendimiz’e (sav) duyulan bağlılık ve sadakat sadece zihinsel veya fiziksel bir şey değildir. Duygusal yönü de olan bir durumdur. Bu üç büyük sahabinin davranışları da meselenin bu yönüyle ilgilidir. 

 

Diğer taraftan bu zatların hükümleri tam doğru değerlendirebilme adına normal bir insanı şaşırtacak kadar net davrandıklarını da görürüz. Örneğin Efendimiz vefatından hemen önce Suriye bölgesindeki Roma kuvvetlerinin üzerine göndermek için Üsame b. Zeyd komutasında bir ordu hazırlatmıştır. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük sahabileri de onun emri altına vermiştir. Ordu Medine’nin biraz dışında karargahını kurmuş harekat emri beklerken Efendimiz (sav) vefat etmiştir. Bu sırada bazı Arap kabileleri Medine’deki merkezi otoriteye isyan etmişlerdir. Bazıları bu isyanlar nedeniyle Medine’nin saldırı riski altında olduğunu belirterek Hz. Ebu Bekir’den ordunun Suriye’ye gönderilmemesini isterler ancak Hz. Ebu Bekir Rasulullah’ın hazırladığı orduyu geri çeviremeyeceğini, onun kararını yerine getireceğini söyler. Hatta Hz. Usame; Hz. Ömer’i Hz. Ebu Bekir’e göndererek ordu içinde kendi komutanlığından rahatsız olanların bulunduğunu ve bu nedenle Medine’ye dönmek istediğini belirtir. Hz. Ebu Bekir de yine Allah Resulü'nün (sav) kumandan tayin ettiği birini görevden almayacağını söyleyerek karargahın olduğu yere bizzat gider. Hz. Üsame at üstünde, Hz. Ebu Bekir de onun yanında yaya bir vaziyette bir müddet yürürler ve insanlar bu tabloyu görür. 2

 

Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde Hz. Ömer’in (ra) önerisiyle Kur’an’ın derlenip bir kitap haline getirilmesi fikrine de Hz. Ebu Bekir (ra) başlarda “Resulullah`ın (sav) yapmadığı bir şeyi nasıl yaparım?” diyerek çekimser bakmıştır. Daha sonra bu işin lüzumuna kalben ikna olduktan sonra bu işle görevlendirdiği Hz. Zeyd bin Sabit (ra) de başlangıçta aynı tepkiyi vermiştir.3 Ancak sonra bilindiği gibi Kur’an ayetleri hafızların zihinlerinden, üzerine yazıldığı nesnelerden toplanarak bir araya getirilmiş ve kitaplaştırılmıştır.

 

Demek ki bu zatlar Efendimiz’in (sav) yaptığı işlere hem mutlak bir şekilde riayet etmekteydiler hem de değiştirilmesi ve geliştirilmesi gereken şeylere karşı da herhangi bir tepkiye, duygusal bir engele takılmadan harekete geçmekteydiler. Bu da Kur’an ve sünnetin zamanın ve zeminin değişen şartlarına karşı canlı kalması, hayata hayat olmaları açısından devamlılıklarının sağlanması adına oldukça önemlidir.

 


1 ) DİA, cilt 30, s. 103-106

2 ) DİA, cilt 42, s. 361-363

3 ) Buhari, Fedâilu’l-Kur’ân, 3, 4