25 dk.
01 Ağustos 2022
Peygamberimizi(sav) rüyada görmek ve rüyayla haber almak | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Peygamberimizi(sav) rüyada görmek ve rüyayla haber almak | Tek Parça

Soru: Bazı insanlar Efendimiz’i (sav) rüyada gördüklerini söylüyorlar ve bu rüyalardan hareketle çeşitli yorumlar yapılıyor. Hatta kimi zaman bu rüyalardan belli haberlerin alındığı da iddia ediliyor. O iddiaların gerçeğe dönüşmemesiyse insanların maneviyata dair var olan güvenlerini sarsabiliyor. Bu rüyaların veya yorumların değerlendirilmesi nasıl olmalıdır? 
 

Cevap: İnsanlar, kendileri üzerinde ciddi bir şekilde çalışıp varlık seviyelerini artırmadıkça, ayet de olsa hadis de olsa rüya da olsa her şeyi kendilerine göre yorumlarlar. Hatta bu yorumlardan kendi çıkardıkları anlamların Allah ve Rasulü’nün (sav) asıl kastettiği anlamlar olduğunu iddia ederler. Başka alternatifleri de pek düşünmez ve hesaba katmazlar. Zaten İslam’la ilgili soruların ve sorunların, insanların zihnini meşgul eden problemlerin önemli bir kısmı da bu eğilimden kaynaklanır. Kalan kısmı da taklit, aktarma gibi nedenlerden kaynaklanan sorunlardır.

 

Örneğin Ortaçağda yaşamış bir insan; kadınlara dair herhangi bir hadisle ilgili, kendi kafasında oluşturduğu anlamı, kendi kültürü ve kendi çevresinin anladığı-anlayacağı tarzda ifade edip anlatmış olabilir. Aradan zaman geçince de bu insan İslam dünyasının klasik ve büyük alimlerinden birisi olarak kabul edilmiş olabilir. Ortaçağı da geçelim ve bugünü, şimdiki zamanımızı düşünelim. Televizyonlarda, internet sitelerinde, farklı mecralarda onlarca din bilginini veya ulema sınıfından, ilahiyat camiasından insanları görüyoruz. Bunların bir kısmı gelenekselci, bir kısmı modernist, bir kısmı sadece aktarmacı, bir kısmı aykırı veya muhalif, bir kısmı resmî din anlayışıyla uyumlu… Bu insanların kaçının görüşlerine katılıyor kaçının görüşlerine katılmıyorsunuz? Cevabınız ne olursa olsun bu insanlar 200 yıl kadar sonra "geçmiş ulema" olarak adlandırılacak isimlerdir. Bir kısmının takipçileri olacak bir kısmının olmayacaktır. Bir kısmının eserleri elden ele dolaşıyor ve kaynak kitap olarak görülüyor olacak, bir kısmının eserleri ise unutulup gidecektir. Unutmamalı ki bugün, bu insanların bir kısmının görüşlerini makul, bir kısmının görüşlerini de abes karşılarız. Hatta içlerinden herhangi birisinin bazı görüşlerine katılır bazı görüşlerine katılmayız. Herkesin her konuda tamamen haklı veya her konuda tamamen haksız olması mümkün değildir. 

 

Bu durum miladi 1200’lü seneler için de geçerlidir. O dönem için bazı görüşleri makul, bazı görüşleri makul olmayan alimler dini meseleler hakkında birtakım yorumlarda ve içtihatlarda bulunmuşlar, kimisi kitaplar yazmış, kimisi talebe yetiştirmiştir. Ancak yaşadıkları dönemde de kendilerini makul bulanlar olduğu gibi makul bulmayıp muhalefet edenler olmuştur. Yine bu insanlar, sizler o çağda yaşamış olsaydınız bazılarına şiddetle muhalefet edeceğiniz, bazılarını abesiyetle suçlayacağınız, bazılarını da farklı açılardan problemli görebileceğiniz insanlardır. Ancak aradan geçen yüzyıllar bu insanların söylediklerinin dinin kendisi gibi algılanmasına neden olmuştur. Muhtemelen 200-300 yıl sonra da bugünkü ulemanın söyledikleri büyük çoğunluk tarafından yine dinin kendisi olarak algılanacaktır.

 

Bu problemin yüzyıllardır sürüp gitmesinin iki temel nedeni vardır:

 

Birincisi; o insanların yorumlarını düşünmeden, kritik etmeden ve gerektiğinde şerh düşmeden olduğu gibi nakletmek...

 

İkincisi; o insanların her birini yanlışsız, her söyledikleri doğru olan kutsal kişiler gibi algılamak...

 

"Konu nedeniyle metni kutsal saymak" hatası önemli bir hatadır. Bir metin Allah ve Rasulü’nden bahsedebilir. Ayetleri ve hadisleri yorumlayabilir. Peygamberlerin, sahabelerin ve büyük ulema ile maneviyat büyüklerinin hayatlarını anlatabilir. Ancak kutsal olan Allah ve Rasulü’nden bahseden metnin kendisi değil, Allah ve Rasulü’nün kendisidir. "Konu nedeniyle metni kutsal saymak" dediğimiz yaygın hatayı her birimiz bir yerlerde gözlemlemişizdir. Anadolu’da üzerinde Arapça yazı bulunan her kağıdı mübarek görmek gibi yaygın bir eğilim vardır. Tütün sarmak için kullanılan ve Irak, Suriye gibi Arapça konuşulan yerlerden gelen kağıtların tomarları veya kapakları üzerindeki Arapça yazılar nedeniyle o kağıtlara dini bir hissiyatla hürmet eden insanları görmüşsünüzdür. Din hakkında her konuşulanı ve her yazılanı mübarek, kutsal ve saygıdeğer olarak görmek de buna benzer bir abesliktir. 

 

Bu duygusal veya romantik hatta trajikomik yaklaşımın en acı sonucu ise, her yazılanı ve her konuşulanı mutlak doğru kabul etmektir. Hâl böyle olunca da herhangi bir ayet veya hadisi kendince yorumlayan, kendi bilgisi, ufku ve bakış açısı çerçevesinde anlatmaya çalışan (dolayısıyla eksik ve yanlış yönleri bulunması neredeyse muhakkak olan) bir zatın bu kişisel yorum ve anlayışını İslam’a mal etmek de yaygın bir hata haline gelmektedir. 

 

Diğer taraftan Nietzsche’nin “Kadına mı gidiyorsun? Kırbacı unutma.”(1) sözünü alıp da "Batı dünyası kadın düşmanıdır." gibi bir çıkarımda bulunmak ne kadar abes ise, 1400 senelik İslam tarihinde de kadınlar hakkında yanlış ve abes konuşmuş insanların sözlerini alıp "Bu görüş İslam’ın görüşüdür." demek o kadar abes olacaktır. 

 

Unutmayalım; İnsanlar, metinlere yaklaşırken ortalama bir saygı duymak ve metnin ne dediğini anlamaya çalışmak yerine genellikle o metne kendi hazır anlam çerçevelerine göre anlam yüklerler. Sonra da döner, metnin asıl anlamının o olduğunu söylerler. Hatta bu nedenle denilebilir ki; halk arasında, meşhur ulemanın konuşmalarında veya yazılarında kullandıkları hadislerin en az yarısı, aslında Efendimiz’in (sav) söylediği sözler olmadığı gibi, sahih olanların da yarısından fazlası, hadisin asıl manasından farklı hallerde anlaşılmaktadır. Bununla ilgili örnekler daha önceki yazılarımızda mevcuttur. Dileyen o yazılara müracaat edebilir. (2)
 

Asıl konumuza dönelim: Efendimiz (sav) bir hadislerinde; "Beni rüyada gören, gerçekten beni görmüştür, çünkü şeytan benim suretime giremez."(3) buyuruyor. Metin son derece açık ve anlaşılır. Efendimiz (sav) “Şeytan başka bir surete girip de kendisinin peygamber olduğunu iddia edemez.” dememiştir. “Siz hayalinizde bir suret uydurup ona peygamber diyemezsiniz.” de dememiştir. “Siz bir hadis okuyup veya içten bir salavat çekip yahut başka bir nedenle Efendimiz’i (sav) düşünerek uyuduğunuz için belli belirsiz bir şekil veya suret görür de onu peygamber zannetmiş olamazsınız.” da dememiştir. Hadis metni oldukça nettir. "Şeytan benim suretime giremez." buyurulduğu gibi, “Beni rüyada gören” de buyurulmuştur. O’nu rüyada görmek, O’nu rüyada görmektir. Yani Efendimiz’i (sav) olduğu gibi, sureti her nasılsa o şekilde görmek demektir. Dolayısıyla, Efendimiz’in siyer kitaplarında anlatılan suretine, şemailine birebir uygun görmelerin dışındaki görmelerin hiçbirisi için “Bu, Efendimizdir ve bu rüyada görülmüştür.” diyemeyiz. Bu gerçek, insanlara özellikle de ilgili rüyaları görenlere ağır geleceği ve insanlar da hayal kurmayı seveceği için o hadisi farklı yorumlayanlar olabilir. Efendimiz’in (sav) görüldüğüne dair bir hayal veya hissiyat da (ki rüyada da hayal ve hissiyatın yansımaları olabilir) rüyada görülenin kesinlikle Efendimiz (sav) olduğu şeklinde değerlendirilebilir ve yorumlanabilir. Ancak Efendimiz’i (sav) kendi suretiyle görme meselesindeki hadis-i şerif ile ilgili rüyalar karşılaştırılınca, aktarılan rüyaların çoğunun hadisteki özelliği taşımadığı anlaşılacaktır. 

 

Diğer taraftan sakallı-sarıklı bir zatı rüyada görünce “Bu illa Efendimiz olmalıdır.” diye düşünmenin veya görülen kişinin Efendimiz (sav) olduğunu hissetmenin veya zannetmenin özel bir anlamı da yoktur.

 

Ayrıca, insanlar bu hadis-i şerif metnini alıp “Madem şeytan, Efendimiz’in suretine giremiyor. O halde sahabe efendilerimizin veya evliya ve ulemanın suretine de giremez.” şeklinde düşünebilmektedirler. Dolayısıyla rüyada evliya ve ulemanın büyüklerini görmek de o zatları aynen görmüş gibi değerlendirilebilmektedir. Fakat Efendimiz’in (sav) hadis-i şeriflerinde "Şeytan benim suretime giremez." ifadesi de açıktır ve Efendimiz “Şeytan benim suretime giremediği gibi ehl-i beytimin suretine de giremez, benim yolumdan gidenlerin suretine de giremez.” gibi bir beyanda bulunmamıştır. O halde şeytanın evliya veya ulemanın suretine giremeyeceğini söyleyemeyiz. Hatta şeytanın, o zatların suretine girerek rüyada görülmesi mümkündür de diyebiliriz. Hatta başka peygamberlerin suretine girebildiği de söylenebilir ancak nübüvvet, özel bir hususiyet olduğu için hadisteki ibareyi "Şeytan peygamberlerin suretine giremez." şeklinde Nebiler için genellemenin bir mahzuru olmayabilir. Ancak tekrar edelim ki hadiste; “Şeytan, ashabımın, evliyaların, ulemanın suretine giremez.” denilmemektedir.

 

Konunun farklı bir yönüne temas etmek gerekirse, Kur’an’da bize aktarılan birkaç tane rüya vakası görürüz. Örneğin Hz. Yusuf’un (as) rüyası(4), Hz. Yusuf dönemindeki Mısır kralının rüyası(5), Hz. İbrahim’in rüyası(6) veya bizzat Efendimiz’in (sav) rüyası...(7) Kur’an’da bu rüyaların tamamının tabire muhtaç olduklarını görürüz. Yani rüyayı Efendimiz (sav) de görse, Hz. Yusuf (as) veya Hz. İbrahim (as) görse, Hz. Yusuf’un zindan arkadaşları veya o dönemdeki Mısır kralı da görse bu durum değişmemektedir. Hz. Yusuf’un küçüklüğünde gördüğü rüyayı babası Hz. Yakup’un (as) bir nebi ferasetiyle doğru tabir ettiğini ve yine Hz. Yusuf’un (as), Mısır kralının gördüğü rüyayı yine aynı ferasetle doğru tabir ettiğini yine Kur’an’dan biliyoruz. Ancak Hz. İbrahim’in (as), oğlu Hz. İshak veya Hz. İsmail’i (bu konudaki tartışmaya şimdilik girmiyoruz) kurban etmesiyle ilgili rüyası o kadar net değildir. Hz. İbrahim (as) çok büyük bir zat, çok büyük bir peygamberdir. Efendimiz’in (sav) namazların sonunda bize öğrettiği şekliyle her oturuşta kendisine salat ve selam getirdiğimiz bir zattır. Kur’an’da da tebliğ metodu olarak inkarcılara veya inatçılara karşı aklî yöntemler ve argümanlar geliştiren, böylece peygamber fetanetini gösteren, hatta akıl ve mantık yönüyle de diğer pek çok peygamberin önüne geçen bir zattır. Ama o büyük zat da peygamber olduğu halde rüyasında gördüğü konuyu yanlış olarak ve oğlunu kesmek şeklinde yorumlamıştır. Bunu bize Kur’an söylemektedir, değilse kendi aklımızla o zata -haşa- bir eksiklik atfediyor değiliz. Kur’an’da “Rüyanı gerçek yaptın.”(8) buyrulmaktadır. İbn-i Arabi hazretleri de Füsus’unda Hz. İbrahim’in rüyasını neden rüyada gördüğünün aynısını tatbik etmek istediğiyle ilgili bazı yorumlarda bulunur. Füsus’u şerh eden Avni Konuk da (ra) Hz. İbrahim’in rüyasını "keşf-i mücerred" (kişinin kendi hayalleri karışmadan gelen saf keşif) olarak addettiğini, böylece maddi alemde de rüyanın aynısını tatbik etmeye çalıştığını söyler.(9) Geleneksel yorumlarda ise Hz. İbrahim’in (as) rüyasında bizzat Allah-u Teala’nın oğlunu kurban etmesini emrettiği, Hz. İbrahim’in de tam bir teslimiyetle bu emre itaat ettiği ve tam emri yerine getireceği sırada imtihanı kazandığı için Allah-u Teala’nın koç gönderdiği söylenir. Halbuki Allah-u Teala’nın imtihanı bu şekilde gerçekleşmez. Yani Allah-u Teala önce açık ve net bir emirde bulunup sonra o emrin yerine getirileceğini anlayınca (ki burada da bir şeyi sonradan anlama gibi bir eksiklik atfedilmektedir ki Allah-u Teala'ya böyle bir şeyi atfetmekten yine Allah’a sığınırız) emri değiştirmez veya iptal etmez. Sonuçta anlaşılmaktadır ki, Hz. İbrahim (as) gibi aklî kabiliyet açısından peygamberler arasında müstesna bir konumu olan bir peygamber dahi rüyasında gördüğü bir şeyi yanlış yorumlayabilmekte veya tevil edebilmektedir.

 

Son tahlilde, Efendimiz’i (sav) rüyada aynen görmek de tabire muhtaç bir durumdur. Çünkü Efendimiz’in (sav) rüyaları da diğer peygamberlerin rüyaları da her zaman tabire ihtiyaç duymuştur. Tabirlerin ise her zaman doğru olmaları ilahi bir garanti altında değildir. Bu da bizi, Efendimiz’in (sav) görüldüğü söylenen rüyaların pek çoğuna itibar edilmemeli sonucuna götürmektedir. Elbette ki Efendimiz’in (sav) bizzat görüldüğü ve içinde önemli manaların da bulunduğu rüyalar olmuştur ve olacaktır. Ancak yazının başında da dikkat çekildiği gibi; bu konuda kendileri üzerinde ciddi bir şekilde çalışıp varlık seviyelerini artırmamış kişilerin (ki insanların çoğunluğu böyledir) kendi rüyalarıyla ilgili yorumları, kendi yorumlarıdır. Kendi kişisel yorumları da kendi bilgileri, görgüleri, ufukları kadardır ve bu kişilerin söyledikleri veya anladıkları, Allah ve Rasulü’nün (rüyada veya herkesin ulaşabileceği mevcut metinlerde, yani ayet ve hadislerde) asıl kastettikleri şeyler olmayabilir, hatta olmama ihtimali daha yüksektir.

 

Bir başka önemli husus: Efendimiz’i (sav) bırakın rüyada görmeyi, gerçek hayatta, yakazaten, kanlı canlı bizzat görseniz dahi Efendimiz’in bu varlığı O’nun velayetiyle ve bir cins keramet olacaktır. Bu nedenle de bu görme esnasında görülecek şeyler ve söylenecek olanlar, Efendimiz’in peygamberliği döneminde söylediklerinin hiçbirini nakzedemez. Yani mesela Efendimiz (sav) yakazaten görüldüğü bir esnada “Namaz bundan sonra 4 vakittir.” dese bu geçerli olmaz. Çünkü velayeten söylenenler nübüvveten söylenenleri ortadan kaldırmaz.

 

Evet, insanların çoğu Efendimiz’i (sav) değil Efendimiz zannettikleri kişileri görürler. Bunun yanında yine çoğu insan olayları değerlendirirken kendi nazarlarıyla, kendi bakış açılarıyla ve kendi hayalleriyle değerlendirirler. Örneğin, her ikisiyle de samimi olduğunuz iki ticari ortak veya iki eş arasındaki bir tartışmadan sonra bu kişilerin her ikisini de dinlerseniz olayları nasıl kendilerine göre ve kendi açılarından değerlendirdiklerini, her ikisinin de farklı yorumlarda bulunduklarını hayretle görürsünüz veya görmüşsünüzdür. Her iki tarafın da kendi beklentileri, hayalleri, karşı taraftan şikayetleri, söylenenleri yorumlamaları farklı farklıdır. Bu nedenle diğer tüm maddeler doğru olsa da rüyayı gören kişi böyle bir nazar engeline sahip değilse, yani olayları yorumlamada kendi kişisel bakış açısını ve ufkunu aşamamış ise, gördüklerini de kendi bakış açısına, kendi algı dünyasına, kendi ufkuna göre yorumlayacaktır. 

 

Örneğin, dünya şartları içerisinde bir süredir çeşitli sıkıntılar altında yaşayan birisi rüyasında veya yakazaten Efendimiz’i (sav) (veya sevdiği bir insanı) görse ve Efendimiz rüyasında ona "Senin sıkıntın 3 sene içinde bitecek." dese, o zat, aceleci, sorunların hemen bitmesini isteyen birisi ise o 3 seneyi 3 ay olarak anlayacak, öyle duyacaktır ve o şekilde yorumlayacak bir şeyler mutlaka bulacaktır.

 

Ya da örneğin bir Kur’an kursu hocası bir yandan bir grup talebeye Kur’an dersi vermektedir. Diğer yandan da zihni dünyası siyasetle ve dünyevi sorunlarla aşırı meşguldür. Rüyasında Efendimiz (sav) gelip dese ki “Bu çocuklar 2 yıl içinde gayet verimli bir hale gelecekler...” Bu sözler aslında o Kur’an kursu hocasının ders okuttuğu talebelerinin 2 yıl içinde namaz kalitelerinin artacağı, infak şuuruna erişecekleri, onlara dua kapılarının açılacağı gibi anlamlara gelmektedir ancak o zat, siyasetle ve dünyevi gündemle meşgul olan zihniyle bu sözleri “Ülke 2 sene içinde kurtulacak, krizler 2 sene içinde bitecek.” şeklinde anlayacaktır.

Buraya kadar anlattıklarımızla Efendimiz’i (sav) rüyada veya yakazaten görüp de ondan bir mesaj veya motivasyon almayı imkansız gibi gösterdiğimiz düşünülebilir. Evet, imkansız diyemesek de bu ihtimalin çok yüksek olmadığını ifade edebiliriz.

 

Ancak insanların bu konularda ciddi bir eğilime sahip oldukları da görülmektedir. Peki bu eğilim nereden kaynaklanmaktadır?

 

Bir tür olarak insanoğlu veya insanlık, kendini aşırı kıymetli görüyor. Bu nedenle Allah-u Teala ile direkt, çok az aşamalı, hatta doğrudan iletişim hattı sahibi olmak istiyor. Bu, onun aceleciliği, tembelliği ve kibriyle ilgilidir. Yani insan, kendini aşırı değerli görmekle kibirlidir. Sorunların bir an evvel bitmesini istemekle acelecidir. Sorunların giderilmesi için ortaya ciddi bir gayret koyma yerine yukarıdan bir müdahaleyle o sorunların giderilmesini beklemekle de tembeldir. 

 

Allah-u Teala ile doğrudan irtibat kurmak ancak Hz. Musa (as) ve Efendimiz (sav) gibi nebiler için mümkündür. Bildiğiniz gibi Hz. Musa (as) Allah-u Teala ile (mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde) doğrudan konuşmuş(10), Efendimiz (sav) de miraçta Allah-u Teala ile yine mahiyetini bilmediğimiz bir şekilde görüşmüştür(11). Evet, bu dünyada Allah-u Teala’yı duymak için Hz. Musa olmanız, Allah-u Teala ile görüşmek için Efendimiz (sav) olmanız gerekir. Onlar için dahi her an bu duyuş ve görüş sürekli olmamıştır. Evet, onlar her an ihsan şuuruyla yaşamışlardır ancak her an Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmek ve hatta bu şuurla yaşamak başka bir şeydir, Allah-u Teala’yı bizzat görmek veya duymak başka bir şeydir. 

 

Allah-u Teala rahmeti ve kudretiyle bize çok yakın olsa da biz ona çok uzağız. Bizim onunla doğrudan bağlantı kurma şansımız hiç yok. Bu bağlamda bizlere bu şekilde bir bilgi de hiçbir zaman gelmeyecektir. 

 

Hiç mi gelmeyecek? 

 

Ta en baştan, yani doğuştan bazı manevi kabiliyetler ile yüklü yaratılmışsanız, uzun dönemde de çok doğru bir eğitim, yeme-içme-konuşma egzersizleri ve çok doğru ibadetlerle belli bir seviyeye ulaşabilirsiniz. Bu manada bir cins bir yönlendirmeye ulaşabilirsiniz. Bu konuda bir kudsi hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kim benim bir velî kuluma (dostuma) düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim. Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevimli bir şeyle bana yaklaşamaz. Kulum tatavvu ile de bana yaklaşmaya devam eder. Ta ki ben onu severim. Artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse muhakkak ona veririm. Bana sığınırsa muhakkak onu korur ve kollarım.”(12)
 

Kudsi hadisteki farzlar ibaresi, bir insanın üzerine bizzat terettüp eden vazifeleri yerine getirmeyi ifade etmektedir. Bu, sadece farz namazlardan veya farz olan oruç, zekat ve hac gibi ibadetlerden ibaret değildir. Örneğin bir insan muhtaç biriyle karşılaşınca, kendi imkanı el veriyorsa o muhtaca yardım etmesi farzdır. Yani yardım etmek, onun üzerine bizzat terettüp eden bir vazifedir. Yine bir Müslüman, yoksul veya durumu çok da iyi olmayan bir öğrenciye ders anlatmak ile de vazifeli olabilir. Dini konuda da, dünyevi bir konuda da olsa cevap arayan ve bir cevaba ihtiyacı olan birisine o konuyu anlatmak da bir kişinin üzerine farz olabilir. İnsanı Allah’a en çok yaklaştıracak şeyler, farz ibadetlerle birlikte üzerine bunun gibi bizzat terettüp eden vazifelerini yerine getirmesidir. Tatavvu ise, isteyerek, içinden gelerek yapmak anlamına gelen bir kelimedir. Burada, bizzat vazifesi olan şeyler dışında o alan da daha da ilerlemek için yapılan şeyler ifade edilmektedir. Bunlar da nafile namazlar ve oruçlar, umreler ve sadakalar gibi ibadetlerin yanı sıra, kişiye bizzat terettüp eden vazifelere ek olarak yapığı iyi işlerdir. Kişi böyle davrana davrana sonuçta Allah o kişinin gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olacağını ifade buyurmaktadır. Yani Allah o kişiye doğru işler yaptıracak, olayları doğru değerlendirme yeteneği kazanacaktır.

 

Bu bağlamda doğru bilgi rüya veya başka yollarla kulağınıza doğrudan fısıldanmasa da, bunların yönlendirmesiyle doğru çizgide kalmanız sağlanabilir. Ancak bu durum da istisnaidir. Herkese nasip olmadığı gibi nasip olanlara da hayatlarının her anında, kesintisiz ve mutlak bir şekilde nasip olmuş değildir. İmam Azam, İmam Rabbani, Muhyiddin Arabi, İmam Gazali, Bediüzzaman gibi isimler herkes tarafından bilinir. Bu insanlar, farzları, nafileleri, tebliğleri, dua ve zikirleri ile ömürleri boyunca ciddi çaba sarf etmiş ve Allah-u Teala’ya epey yaklaşmış insanlardır. Ancak yine de görüyoruz ki İmam Azam’ın bazı fetvalarını kendi talebeleri düzeltebiliyor, hatta bazı fetvalarını bir süre sonra kendisi düzeltebiliyordur. Bazı fetvalarındaki bazı hataları da vefatından sonra düzeltilmiştir. Diğer yandan İmam Rabbani, Muhyiddin Arabi’ye bir konuda muhalefet edebiliyor, "Bu konuda o söylenenler yanlıştır, doğrusu şudur." diyebiliyor. Bediüzzaman da İmam Rabbani’nin bir düşüncesine muhalefet edip kendi düşüncesini sunabiliyor. 

 

İmam Azam ve diğer büyükler için Allah’a bu kadar yakın olmalarına rağmen bunları görüyor ve okuyoruz. Dolayısıyla bu büyük insanların dahi her yaptıkları, her söyledikleri her zaman doğru olmayabiliyor. Bu durumda kudsi hadis yanlış mı olacaktır? Hayır, asla! Burada bir insanın doğru söyleme, doğru düşünme, doğru yapma kapasitesi % 50 ise % 70’e, % 90’a çıkma gibi bir durum söz konusudur. Ancak % 100 gibi bir mükemmellik söz konusu olmayabilmektedir.

 

Evet, bazı insanlar istiyor ki; Allah ile direkt bağı olsun ya da mümkün olduğunca az aşamalı bir irtibat kurabilsin. İnsanlar doğrudan Allah’tan bilgi aldıklarını söylemeyebilirler ama bu durumda da araya Peygamberi koyarlar, bazı maneviyat büyüklerini koyarlar, şeyhlerini koyarlar. Bu durumun en düşük hali de “Ben bir dua okudum yattım. İşin doğrusu bana söylendi.” gibi iddialardır. Hayır, bu mesele bu şekilde gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmeyecektir. 

 

Açıkçası bizlerin Allah-u Teala’dan bu şekilde bilgi alma yollarımız büyük ölçüde kapalıdır. Üstelik çoğu durumda sımsıkı kapalıdır. Bizler çok küçük insanlarız. Hayatımızın bir döneminde harama bakmak, bir bahçeden izinsiz meyve yemek, lisede bir dönem namazı terk etmiş olmak, arada bir basit meselelerde de olsa yalan söylemek, bilinçli ya da bilinçsiz dedikodular, gıybetler, arkadan çekiştirmeler, küçümsemeler gibi günahlarımız yüzünden çoğumuzun bazı latifeleri ölmüş durumdadır. Bu, iyi bir Müslüman olamayacağımız anlamına gelmez. Tövbe edebiliriz, başımıza gelen büyük-küçük musibetlerle bu günahlarımız temizlenebilir ve hatta seyyiatımız hasenata dönüştürülebilir. Ancak mesela bir insan lise çağındaki bazı hatalarıyla önemli bir üniversiteyi kazanma fırsatını kaçırmış olabilir. Ortaokuldaki bir hatasıyla pilot olma fırsatını tepmiş olabilir. Aynen öyle de hayatımızın bir dönemindeki hatalarımız veya günahlarımız nedeniyle Allah-u Teala’ya şimdiki olduğundan daha fazla olabileceği şekliyle yaklaşma yollarından ve fırsatlarından bazılarını (ki bunlar büyük fırsatlardır) kaçırmış olabiliriz. Bu, haksızlık değildir. Hayat böyledir.

 

Bu gerçeklerin içerisinde, bazı insanlara "Hakikati rüyanızda göreceksiniz." gibi bir vaat veya garanti verilmediği halde; insanların “Rüyada gördüm, yeşil bir şey gördüm demek ki hayırlı, kırmızı bir şey gördüm, demek ki kötü.” gibi iddialarda bulunduklarını, yani Allah’ın kendilerine doğrudan bilgi verdiklerini iddia ettiklerini görürsünüz. Bunlara itibar etmek doğru değildir.

 

Gerçi duayla, tebliğle, oruçla, zikirle çok ama çok ilgilenirseniz o yolu bir yere kadar açmak mümkündür. Ama çok, çok, çok zordur. Tam şu anda “Ben Harvard’da doktora yapmaya karar verdim.” dedikten sonra Harvard’da doktora yapmak kadar zordur. 
 

Aslında insanların böyle bir bağ kurmak istemeleri bir yönüyle güzeldir çünkü Allah’a yakın olmayı istemek güzeldir. Ancak “Ben ona ulaştım, ondan bilgi aldım.” demek güzel değildir.

Bir insan, bir süre, kendi dönemine ait bilgileri edindikten sonra ayet ve hadisler üzerinde çalışırsa, ciddi bir gayretle Kur’an ve hadis okursa Allah ve Resulünün kendisinden ne istediğini öğrenebilir. Öncelikle kendi döneminin sistematiğini ve bilgisini edinmek önemlidir. Bu bir zamansal sıralama değildir. Yani önce kendi yaşadığınız döneme ve çevreye ilişkin sayısal, sözel, toplumsal bilgileri öğrenin, sonra ayetleri ve hadisleri okuyun demek değildir. Bu, bir mantık sıralamasıdır. Yani kendi döneminizde insanların, bireylerin, toplumların ve toplumsal kurumların, ekonominin, kültürün, toplumsal ilişkilerin, eğitimin, medyanın, eğlence anlayışı ve uygulamalarının ve bütün bunların oluşturduğu ‘dönem bilgisi’nin öğrenilmesinden ve anlaşılmasından sonra kendi döneminizin farkına varabilir ve o dönemdeki işleyişe vâkıf olabilirsiniz. Daha sonra da ayet ve hadisler üzerine çalışarak Allah ve Resulünden bilgi almış olur, bu bilgilerle kendi döneminizde nasıl davranmanız, neler yapmanız gerektiğinin de farkına daha iyi varabilirsiniz. Mesela yaşadığınız dönemde ve çevrede bankacılık sistemini iyi bilmezseniz, birkaç ayet ve hadisten yola çıkarak ekonomik bir konuda fetva vermeye kalkarsanız, eninde sonunda saçmalamış olursunuz. Ancak döneminizin ticaret anlayışını ve uygulamalarını, vergi ve bankacılık sistemini iyi bilen birisi olarak ekonomik konulardaki ayet ve hadisleri doğru ve daha iyi anlama olasılığınız yükselecektir. İmam Azam böyle bir imamdı. Kendi döneminin iyi bir ticaret erbabıydı ve o kimliği içerisinde ayet ve hadisleri çok iyi çalışarak İmam Azam olabilmişti. 

Ancak insanların çoğu böyle bir bilgi alma yolunu yanlış uygulamalarla heba ederler. Mesela sıradan bir internet yazısında rast gele araya alınmış bir hadisi okuyarak “Ben hadiste gördüm, bu işin aslı buymuş.” diyebilirler ve böylece kendilerine göre bir hükme varırlar. Hayır, hadis böyle öğrenilmez, hüküm de böyle çıkarılmaz. 

 

Evet, ayet ve hadislerden Allah ve Rasulünün muradını öğrenebilirsiniz. Bu bilgilere ulaşabilirsiniz. Bu görece kolaydır. Yurtdışında fizik doktorası yapmak veya Türkiye’de böyle bir durum için harcanan zaman kadar zaman ve emek harcayarak bu bilgilere ulaşabilirsiniz. Yol açıktır.

 

Diğer taraftan belli bir mizaca sahip olan insanlar da hayalle gerçeği karıştırabilmektedirler. Bu insanlar belli konularda bir şeyler söylerken aslında yalan söylemiş olmazlar ancak söyledikleri şeyler tamamen hayal ürünüdür. Onlar, bu hayali gerçek olarak bilmekte ve öyle anlatmaktadırlar. Örneğin bir insan kendisine uzaylıların geldiğini ve bazı mesajlar verdiklerini söyleyebilir. Bu insan yalan söylememektedir ama olmayan bir şeyi gerçek olarak aktarmaktadır. Bazı insanlar da kendisine Efendimiz’in (sav) geldiğini, bazı uyarılarda bulunduğunu, kendisine bazı görevler verdiğini söyleyebilir. Bu tip vakalar da uzaylıları görüp onlarla konuştuğunu iddia eden bir insanın iddiası gibidir. 

 

Bunun ayırdına varmak için biraz dikkat yeterli olacaktır. Bu tip insanlar her zaman zaten bilinen şeyleri söylerler. Uzaylıları gördüğünü söyleyen bir insan uzaylıların kendisine “Çevreye zarar vermeyin, sonunuz kötü olacak.” gibi bir mesaj verdiğini söyler. Efendimiz’in (sav) kendisine göründüğünü iddia eden bir kişi de Efendimiz’in tesettüre dikkat edilmesi gerektiğini aktarır. Bunların her ikisi de zaten bilinen şeylerdir. Uzaylılar bu insana bizim tarafımızdan bilinmeyen bir denklemi yazdırsa ve bu denklemin doğruluğunu, işlevsel olduğunu anlayabilsek o zaman o insanı ciddiye almamız gerekecekti. Ya da Efendimiz (sav) bize normalde ulaşamayacağımız ama sonra kontrol edince anlayabileceğimiz bir bilgi yahut açık bir tarih verse o zaman iddia sahibini dikkate almamız gerekecekti.

 

Bir başka husus da insanların iddialarını süsleme meyliyle ilgilidir. Rüyalarla ilgili anlatılarda rüya sahiplerinin kendi gördüklerini biraz süsleme, görülenlere kendilerinden bir şeyler ekleme gibi özelliklerini biraz dikkatle fark edebilirsiniz. İdeal açıdan bunlar yalandır ama kötü niyet olmaması nedeniyle bazılarınca görmezden gelinebilir.

 

Soru: Bazı dualar, kişiyi rüyada Efendimiz’i (sav) görmeye yaklaştırabilir mi?

 

Cevap: Bu işe yarayan özel bir dua yoktur. Rüyada Efendimiz’i (sav) görmek daha çok kalp temizliği veya saflık diyebileceğimiz özellikle ilgilidir diyebiliriz. Haramlardan hakikaten kaçan, harama bakmayan veya aklî melekelerini sadece gündelik yaşam pratikleri ve günlük ibadetleri dışında bir şeyler için kullanmaya gerek görmeyen safiyane insanlar Efendimiz’i rüyalarında daha çok görürler. Aklı başında, ilimde derinleşme çabasında olan, zekası ve bilgisi ile bir şeyler yapmaya çalışan ulema ve benzeri kişilerin pek rüya anlattıklarını görmezsiniz ya da çok az görürsünüz. 

 

Soru: Ahirzamanda rüyaların mübeşşirat olacağı şeklindeki hadis rüyalar konusunda ne gibi mesajlar vermektedir?

 

Cevap: Soruda geçtiği gibi Efendimiz (sav) bir hadislerinde “Benden sonra, peygamberlikten sadece mübeşşirat (müjdeciler) kalacaktır!” buyurmuş, bunun üzerine yanındaki sahabe mübeşşiratın ne olduğunu sormuşlardır. Efendimiz de “Salih rüyadır!” cevabını vermiştir.(13) Yanındakiler: "Mübeşşirat da nedir?" dediler, "Salih rüyadır!" diye cevap verdi." Muvatta’da ise “Salih rüyayı salih kişi görür veya ona gösterilir.” şeklinde bir ibare de vardır. 

 

Mübeşşirat, doğru bilinen bir konuda müjdelenmek demektir. İnsanların dönem dönem böylesi müjdelere ihtiyacı olabilir hatta olur. Örneğin bir insan bireysel olarak herhangi bir şekilde zulme uğramıştır ve sabretmekle birlikte duaya da devam etmektedir. Rüyasında Efendimiz (sav) gelip de ‘Allah seninle beraberdir’ dese, bu açık bir mübeşşirat örneğidir. Zaten Kur’an’da Allah’ın sabredenlerle birlikte olduğu beyan edilmiştir(14). Burada da doğruluğu zaten bilinen bir konuda o mazlum kişinin ihtiyacı olan mübeşşirat rüya aracılığıyla sağlanmış olur.

 

Bu yazıda anlatılanlar pek çok okuyucuya zor gelebilir. Bir çok kişinin zihin konforunu bozmuş olabilir. Ancak zamanla ve hayat tecrübesi kazandıkça insanların öncelikle kendilerine olan hayranlıkları, sonra motive edilme ve dışarıdan ümitlendirecek malzemeler arama ihtiyacı, sonra da tembellikleri kırıldıkça bu anlatılanların daha anlaşılır hale gelmesini bekleyebiliriz.

 

Allah-u Teala'dan ayet ve hadisleri sözün sahibinin hakiki maksadı üzerine doğru bir biçimde anlayanlardan olmamızı nasip etmesini dileriz. Amin.

 


1 ) Friedrich Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, çev. A. Turan Oflazoğlu, Cem Yayınevi.

2 ) https://kurantime.com/hadisleri-dogru-anlamak-ve-yorumlamak-tek-parca

3 ) Buhari, Tabir, 10, Müslim, Rüya 10

4 ) Yusuf, 4

5 ) Yusuf, 43

6 ) Saffat, 102

7 ) Fetih, 27

8 ) Saffat, 105

9 ) Fususu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi, Muhyiddin Arabi. Tercüme ve Şerh: Ahmed Avni Konuk. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. 1. Cilt. 441, 442.
10 ) Nisa, 164; Araf, 143, 144

11 ) İsra, 1; Necm, 1,18; Buhari, Salat, 1, Rikak, 51, Bediü’l-Hak 6, Enbiya 22; Müslim, Zühd, 93, İman, 264, Tirmizi, Tefsir, 94

12 ) Buhari, Rikak, 38

13 ) Buhari, Tabir 5; Muvatta, Rüya 3; Ebu Davud, Edeb 96

14 ) Bakara, 153