Peygamberler Mağlup Olur mu?
Soru: Mücadele sûresinde Allah “Elbette ben ve elçilerim galip geleceğiz.” demişken Hz. Nuh niçin “Rabbim, ben mağlup oldum. Yardım et!” diyor?
Cevap: Mücadele sûresinin ilgili ayeti şu şekildedir; “Allah şöyle yazmıştır: Celalim hakkı için, Ben ve rasullerim galip gelecek… Şüphesiz ki Allah kâmil kuvvet sahibidir ve mutlak galiptir.”1
Hz. Nuh’un kavmi de Hz. Nuh’u (as) yalanlamış, yıllarca Onu ve Ona inananları baskı altında tutmuş, sonunda Hz. Nuh Rabbine “Rabbim! Ben mağlup oldum. Artık Sen bana yardım et!”2 diye dua etmiştir. Ancak ayetin devamı “Biz de göğün kapılarını dökülürcesine yağan bir yağmurla açtık. Yerden de sular fışkırttık; derken sular önceden belirlenmiş bir iş için birleşti.”3 şeklinde devam etmektedir.
Bu meselenin birkaç noktası vardır:
Birincisi: Olayın sonunda Hz. Nuh (as) Allah Teala’nın “Ben ve rasullerim galip gelecek…” yazgısına uygun olarak galip gelmiş, Hz. Nuh’un kavminden inananlar hariç kimse sağ kalmamıştır. Hz. Nuh’un hakikat, delil, masumiyet ve makuliyet noktasındaki zaten var olan manevi, daha doğrusu hakiki galibiyeti zahiren de tescillenmiş, Hz. Nuh ve inananlar tufandan sağ salim kurtulmuşlar, kendilerini önceden galip zanneden güruh ise bir türlü anlayamadıkları hak ve hakikat noktasındaki mağlubiyetlerini helak olmak suretiyle tam olarak anlamışlardır.
İkincisi: Klasik tefsirlerimizde peygamberlerin galibiyeti iki şekilde açıklanmıştır. Bunlardan birincisi peygamberlerin hüccet/delil bakımından galibiyetleri, ikincisi de kılıç bakımından galibiyetleridir. Yani peygamberlerin Allah’ın varlığı ve birliği, ahiret, nübüvvet konularında kavimlerine getirdikleri hakikatler, o hakikatlerin gerçekliği ve hak olmaları, bu hakikati destekleyecek aklî deliller ve mucizeler açısından peygamberler kendilerini inkâr edenlerin öne sürdükleri argümanlara karşı her zaman galip olmuşlardır. Bu nedenle bir peygambere kavmi inansın veya inanmasın o peygamberin getirdiği vahiy veya nübüvvet iddiası inkâr iddiasına karşı her zaman galiptir ve üstündür. Diğer yandan Fahreddin Razi’nin de çok güzel bir şekilde ifade gibi; “Bazı peygamberler hüccet ile galibiyete kılıç ile galibiyeti eklemişlerdir, bazıları ise böyle olmamıştır.”4 Buradaki kılıç ile galibiyeti illaki silahlı mücadele sonucu kazanılan galibiyet değil, genel olarak hakimiyet kurma şeklinde anlamak daha doğru olacaktır. Bu durumda Hz. Nuh’un (as) kavmine karşı hem hüccet ile hem kılıç veya maddi mücadele sonucu galip geldiğini söylemek mümkündür. Süreç henüz bitmemişken veya filmin bitmesine yakın bir sahnede Hz. Nuh’un (as) “Ben mağlup oldum.” demesi o anki durumuyla ve kendi hisleriyle ilgili olup meselenin bütünü hakkında verilebilecek bir hükme dayanak oluşturmaz.
Üçüncüsü: İnsanlar bu gibi konularda hatayı, bu dünya hayatını iki saatlik bir filmin tek bir heyecanlı sahnesi gibi gördükleri için yapmaktadırlar. Halbuki film tek bir sahneden veya tek bir kareden oluşmadığı gibi bu dünya hayatından da ibaret değildir.
Örneğin Uhud’un sonlarına doğru yaşanan göreceli mağlubiyet ve Huneyn’in başlarında karşılaşılan kısmî bozgun yahut on senelik Mekke döneminde çekilen sıkıntılar bize açıkça göstermektedir ki; galibiyet, insanların görmek ve hissetmek istedikleri gibi küllî, yüzde yüz, her anı kapsayıcı olmak zorunda değildir. Ancak insanlar her sahneyi kendi arzu ve heveslerine hitap eder bir şekilde görmek, bir filmin veya dizinin en sevdikleri sahnesini yaşar gibi yaşamak istedikleri için Mekke’deki işkenceler ve baskılar, Uhud ve Huneyn’deki kısmî bozgunlar, Hudeybiye’de zahiren taviz vermeler gibi sahnelere bakarak bunları bir sürecin parçaları gibi değil tek sahnelik bir film gibi algılamaya daha eğilimli olabilmektedirler. Ancak tarihin o döneminde yaşanan sürecin sonunda Mekke’nin fethi ve art arda galibiyetler de yaşanmıştır ve bunlar da filmin sahnelerinden en parlakları olsa da sadece bir sahnesidirler.
Hz. Musab’ın (ra) filmi veya sahnesi İslam'ın kazandığı zaferlerden daha önce bitmiştir. Hz. Hamza’nın (ra) ve Uhud şehitlerinin filmleri de daha önce bitmiştir. Bu büyük sahabilerin hiçbirisi ne Mekke’nin fethini ne Arabistan’ın topluca Kur’an’a teslim oluşunu, ne İran’ın, Suriye’nin ve Irak’ın fethini görememişlerdir. Hz. Ömer’in (ra) ve Hz. Ali’nin (ra) filmleri daha sonra bitmiştir. Hz. Hasan (ra) ve Hz. Hüseyin (ra) ayrı bir filmin kahramanlarıdır. Eyyubiler, Gazneliler, Selçuklular, Osmanlılar ve nihayet biz ayrı bir filmde veya aynı filmin kendimize ayrılan sahnelerinde ayrı ayrı yer alıyoruz. Kıyamete kadar sürecek bu yolculukta nesiller üst üste çakıştığı için bir önceki nesil dönerken biz gidiyor oluyoruz ve her neslin kendi yenilgisini yaşaması gerektiği gibi bizim de kendi mağlubiyetlerimizin tadına bakmamız gerekiyor. Nihayetinde bu yolda yenilgi yaşanmadan çizgi film bile olmayacağı için bir filmin içinde yer almak isteyenlere o mağlubiyetler az veya çok yaşatılıyor.
Dördüncüsü: Galebe demek esas olarak “Üstüne hükmünü geçirmek, karşı tarafın sizin karşınızda çaresiz kalması.” demektir. Bunun ise siyasi, ekonomik veya askerî yönleri olduğu gibi kültürel ve dini boyutları da vardır. Örneğin Moğollar yıllarca Türkistan’dan başlayarak Anadolu içlerine kadar Türk kavimleri üzerinde yıkıcı bir hakimiyet kurmuşlardır. Türklerin yaşadığı bu askerî mağlubiyet beraberinde toplumsal çözülmeyi de getirmiştir. Ancak Moğollar bütün güçlerine ve askerî galibiyetlerine rağmen örneğin Ahmet Yesevî ile (ra) veya Yesevilerle, Mevlâna ile (ra) veya Mevlevilerle baş edememiştir. Çünkü o noktadaki galibiyet farklı değişkenlere tabidir ve Moğolların böyle bir gücü, imanı, zekâsı, becerisi yoktur. Askerî ve siyasi alandaki yaşanan mağlubiyetleri “Horasan Erenleri” yahut Ahmet Yesevi ve Mevlâna Hazretlerinin talebeleri toplumda iman, tevekkül, cihad-ceht, ahiret motivasyonlarıyla galibiyete çevirmiş, nihayetinde bir süre sonra Moğol kültürünün hiçbir izi kalmamasına rağmen Müslüman Türk kültürü bütün canlılığıyla ayakta kalmış, yaşamaya devam etmiştir. Hatta 14. yüzyılın başlarından itibaren Moğollar’ın önemli bir bölümü de Müslüman olmuştur.
Bu bakımdan da bir hadisenin tek bir yönüne bakıp mutlak galibiyet veya mağlubiyet hükümleri verilmemelidir. Üstelik bu konularda kişisel duyguların, negatif hislerin neredeyse hiçbir önemi yoktur. Çünkü bir olayın birden fazla yönü olduğu gibi geçmişe, yakın ve uzak geleceğe bakan yönleri de vardır. Uzak geleceğin en uzağını ahiret oluşturur ve denkleme ahiret dahil edildiğinde zaten peygamberlerin ve onların yolunda yürüyenlerin mağlup olmaları düşünülemez.
Beşincisi: Kur’an ayetlerinin amacı çoğu zaman bilgi vermek değildir. İnsanın iç dünyasının derinliklerine veya duygu-akıl bütününe manevi bir sinyal iletmek, bir mana, bir şuur ulaştırmaktır.
Örneğin; “Allah zengindir, siz ise fakirsiniz.”5 ayetinin amacı insanlara kendilerini Allah’tan daha zengin hissetmemelerini öğretmek değildir. İnanan her insan zaten ne kadar zengin olursa olsun Allah’tan zengin olamayacağını bilir. Bu nedenle ayet, zekât ve sadakada cimri davranan Müslümanlardan “Ben kendimi Allah’tan zengin biliyordum, demek ki değilmişim.” gibi bir cevap beklememektedir. Ayetin amacı, infakta cimri davrananlara hadlerini bildirmek, ellerindeki mal mülkün hakikatte kendilerine ait olmadığını hatırlatmaktır.
Benzer şekilde, Allah Teala mutlak galiptir. Bu gerçek apaçıktır ve didaktik bir bilgi olarak öğrenmemiz için Kur’an’da, Tevrat’ta veya İncil’de yazmasına bile gerek yoktur. Tanrı inancına sahip her insan kendi Tanrısının da veya Allah Teala’nın da mağlup edilemeyeceğini zaten a priori bir bilgi olarak benimsemiştir. Allah Teala’nın mağlup olması zaten teknik olarak da tanım olarak da mümkün değildir. Hele ki “Allah böyle yazdı.” ibaresini “Önceden böyle değildi de Allah bu konuda böyle olacağına karar verdikten sonra böyle oldu.” şeklinde anlamak olağanüstü bir mantık hatası olacaktır.
Dolayısıyla Kur’an bu ayette “Göreceksiniz! İşin sonunda hepinizi alt edeceğim!” manasına gelebilecek bir mesaj vermemektedir. Bu nedenle “Ama Nuh burada mağlup olduğunu söylüyor?” şeklinde bir soru yöneltmek abes olacaktır. O hâlde bu ayeti okuyunca aklına böylesi tasavvurlar gelen kişilerin Kur’an’ın ilahi hitap özelliklerini düşünüp anlamaları ve Kur’an’ı buna göre okumaları daha verimli olacaktır.
Allah’ın mutlak galip olduğu ve mağlup edilemeyeceği açıktır ancak Allah Teala bu hakikati anlatırken kendisinin yanına Resulleri de dahil etmiştir. Bunun nedenlerinden biri ise esasen Peygamberlere iltifattır. Tabiri caizse peygamberlerin Allah Teala’nın yakınları olduğunu belirtmektir.
Bu da aynen “Allah ve melekleri O Nebîye salat ederler…”6 ayetinde olduğu gibidir. Yani Efendimiz’e (sas) salat etme noktasında Allah Teala’nın salatı tek başına yeterli iken Allah Teala Efendimiz’in kıymetini gösterme adına meleklerin de salatını zikretmiş ve bizden de salat etmemizi istemiştir. Benzer şekilde Allah Teala’nın galip olması zaten tek başına mutlak bir hakikat ve yeterli bir realite iken Peygamberlerin de Allah’ın galibiyetine ortak edilmeleri peygamberlere bir iltifat ve Allah katındaki kıymetlerini başkalarına göstermek içindir.
Cenab-ı Allah'ın bir cins yakınları olan peygamberlere sebepler planında karşı çıkmak, onlara savaş açmak hatta onları öldürmek mümkündür. Dünyevi kanunlar açısından kafirler veya her seviyeden hatta her dinden hakikate düşman olanlar peygamberlere yahut peygamber varislerine savaş açabilirler. Onları mağlup edebilirler, sürebilirler, hapsedebilirler, öldürebilirler. Ancak Allah Teala bütün bu mümkünlere karşı buyurmaktadır ki; “Her iş eninde sonunda Bana dönecektir ve hükmü ben vereceğim. Asıl galip Benim ve ben hükmümü kendi görevlendirdiğim insanlar aleyhinde kullanacak değilim! Bu nedenle dikkat edin, hakikate karşı saygılı olun, Benden korkun!”
Sonuç olarak; Allah Teala’nın mutlak galibiyeti yanında Peygamberlerin galibiyetini, Peygamberlerin tevhid mücadelesi verirlerken işlerinin her zaman yolunda gitmesi, karşılarına hiçbir engel çıkmaması veya çıkan engelleri olağanüstü bir kolaylıkla aşmaları, savaş dahil her mücadeleden galip ayrılmaları şeklinde anlamak zaten Allah Teala’nın dünyanın işleyişine dair koyduğu kanunlara da imtihan sırrına da aykırı olacaktır. Sırf bu nedenle bile Peygamberlerin yahut onların yolundan gittiklerini düşünenlerin türlü ezalara katlanmaları, ümitsizlik noktasına yaklaşacak kadar bunalmaları, bazen dünyevi ölçülere göre apaçık mağlup olmaları mümkündür ve vakidir. Önemli olan bu tip -geleneksel tabire göre- kılıçla veya maddi güç uygulama sonucu yaşanan yenilgiler karşısında kendi hüccetlerini yani hakikatlerini feda etmemek, hakikat noktasında da yenilmiş sayılmamaktır.
Allah Teala’dan bizleri ve bütün müminleri, bazen nebilerine dahi yaşattığı yenilgi duygusu karşısında umutsuzluğa kapılmaktan muhafaza etmesini diler ve dileniriz.
1 ) Mücadele, 21
2 ) Kamer, 10
3 ) Kamer, 11-12
4 ) Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c. 21, s. 390
5 ) Muhammed, 38
6 ) Ahzab, 56