Ramazan'da Niyet ve Alışkanlık Olarak Yapılanlar | Ramazan ve Gelenek | 3. Kısım
Niyetlerde Genel Çerçeve
Niyet, amelin ruhudur ve bu nedenle kirletilmemeli, bulandırılmamalı, sürekli temiz ve duru tutulmaya çalışılmalıdır.
“Ameller, niyetlere göre değer kazanır. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kim elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti hicret ettiği şeye göre değerlenir.”1 hadis-i şerifini hepimiz biliriz. Bu hadisin söyleniş sebebi olarak şöyle bir hadise aktarılır:
Mekke’de yaşayan ancak adı kaynaklarda zikredilmeyen (bu da ayrı bir incelik örneğidir) bir sahabi Ümmü Kays isimli bir kadınla evlenmek niyetindedir. Bu kadın da Hicret emri geldikten sonra Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahabinin evlilik teklifini de ancak Medine’ye hicret şartıyla kabul edeceğini bildirir. Erkek sahabinin ise aslında hicret niyeti olmadığı söylenir. Sonuçta bu erkek sahabi Ümmü Kays’ın şartını kabul eder ve Medine’ye hicret eder. Bu olayı öğrenen sahabiler de o zata Ümmü Kays için hicret ettiği düşüncesiyle “Ümmü Kays’ın muhaciri” lakabını verirler.2
Efendimiz (sas) Mekke’deki müminlere bir hicret daveti yapmıştır. Bu sahabi ise belki ailesi onu koruduğu, kendisinin zulme uğramayacağını düşündüğü belki de ticareti yolunda gittiği için Mekke’den ayrılmayı düşünmemektedir. Evlenmeyi düşündüğü hanım sahabi ise “Seninle ancak Medine’ye hicret edersen evlenirim.” şartını öne sürmüştür. Erkek sahabi de Ümmü Kays’ın bu şartını kabul ederek Medine’ye hicret etmiştir. Efendimiz (sas) de bu noktada hicretin Allah rızası için olması hâlinde sevabını Allah’ın vereceğini, başka niyetler için olması hâlinde ise hicret ibadetinin ona göre değerlendirileceğini beyan buyurmuştur.
Bu sahabi sonuçta mümin olarak hicret etmiştir ve hicretinden sonra Efendimiz (sas) ile beraber cemaatlere katılmış, muhtemelen savaşlara da iştirak etmiştir. Dolayısıyla İslam toplumuna pozitif katkısı olmuştur. Ancak onun hicretini belirleyen genel çerçeve evlilik olmuştur.
Burada “genel çerçeve” kavramına dikkat etmek gerekir. Bu insan, evlilik teklif ettiği kadın örneğin “Ben Roma topraklarına taşınmayı düşünüyorum. Sen de benimle gelirsen o zaman evlenirim.” deseydi muhtemelen buna hayır diyecekti. Bu durumda hicret ettiği yerde Efendimiz’in (sas) ve diğer müminlerin bulunması onun hicret şartına “Evet!” demesini kolaylaştıran bir sebep olmuştur. Dolayısıyla o zatın hicretinin bütünüyle imanından, Efendimiz’in ve müminlerin de orada bulunması gibi durumlardan bağımsız olduğunu, kararını bu etkenleri gözetmeden verdiğini söyleyemeyiz. Ancak buna rağmen temel eksen evlilik olduğu için kendisi bir günaha girmemiş olmakla beraber hicret sevabını alamamıştır diyebiliriz.
Bu durum diğer ibadetlerimiz için de geçerlidir. Eğer insanın oruç tutmasında başkalarının ne diyeceği gibi düşünceler, aileye ve yakın çevreye uyma gibi faktörler etkili ise o kişi oruç ibadetinden tam sevap alamayacak demektir.
Bununla birlikte bahsi geçen sahabiye “Hicret etme.” denilemeyeceği gibi böyle insanlara da “Oruç tutma.” denilmez, denilmemelidir. Çünkü sonuçta Ramazan orucu farzdır. Bu insanlara (belki hepimize ve kendi kendimize) niyetlerini-niyetlerimizi bir kere daha kontrol etmek gerektiği söylenebilir.
Bir insana sadece meşru mazeret hâllerinde oruç tutmaması söylenebilir. Yukarıda zikredilen hadisler ve Efendimiz’in (sas) iftardan önce orucunu açtığı durumlar gözetilince insanı gerçekten zorlayacak bir hastalık, ciddi sıkıntıya sokacak bir yolculuk, kendisine ve başkalarına gerçekten zarar verdirecek önemli durumlar ve şartlarda asıl tavsiye orucu tutmamak üzerinedir.
Mekaniklere Dikkat!
Dolayısıyla, Ramazan orucu konusundaki mekanik hisleri; “Herkesle beraber ben de tutayım.”, “Tutmazsam veya tutmadığımı gösterirsem başkaları kınar.”, “Ramazan’ın içinde eksiksiz tutayım da Ramazan dışında ayrıca telaş olmasın.” gibi düşünceler insanın tercihini etkilememeli, insan oruç tutup tutmama konusundaki tercihini bu tip mekanik duygu ve düşüncelere kapılmadan yapmalıdır.
Önemli Bir Dipnot: Niyetler veya motivasyonlar, mekanik duygu ve düşünceler için verilen örnekler hakkında şöyle bir itiraz gelebilir: “Ramazan dışında oruç tutmak zordur. Ramazan’da herkes tutarken tutmak ise daha kolaydır. O hâlde “Herkes tutarken ben de tutayım.” diye düşünmek ihlası neden zedelesin?”
Evet, Ramazan içinde herkesle birlikte oruç tutmanın kolay bir yönü vardır. Günlük yaşamın Ramazan orucuna göre şekillenmesi bu kolaylığın en önemli sebebidir. Ancak günlük yaşamın tamamını, yani Ramazan dışındaki 11 ayı kaza oruçlarına göre şekillendirmek mümkün olmasa da kaza oruçları için önceden belli bir zaman dilimi ayarlamak, bunu gerekirse bir aile geleneği hâline getirmek mümkündür. Böylece dış veya çevresel şartlar da oruca hazır hâle gelebilecektir. Hatta günlerin kısa olduğu kış dönemi de seçilebilir.
Bir insanın bireysel hayatında yahut ailesinde ve yakın çevresinde Ramazan dışında nafile oruç tutma kültürü hiç yoksa Ramazan orucunu diğer aylarda kaza etmek gerçekten zor olacaktır. Bu doğrudur. Ancak bu zorluğu gidermenin yolu her halükârda Ramazan’ın içinde zoraki olarak oruç tutmak olmasa gerektir. Çünkü oruç tutmamanın tutmaktan daha iyi olacağı, şeriatın bu yönde tavsiyede bulunduğu durumlarda orucu ısrarla tutmaya çalışmak yerine yıl içinde önceden düşünerek ve planlayarak kazaları tutmak daha doğru olacaktır. Ramazan içindeki toplumsal eğilimlerin, aileyle ve yakın arkadaşlarla, akrabalarla birlikte iftar yapmanın şevkli ve zevkli bir yönü olsa da bu durum orucun hakikatte bir “ibadet” olduğunu unutturmamalı, şeriatın verdiği izinler ve tavsiyeler toplumsal eğilimlere feda edilmemeli, başkalarının kınamaları dikkate alınmamalıdır.
Allah Teala’dan bizleri, oruçlarımızı ve bütün ibadetlerimizi sadece emredildiği için yapan, hiçbir şeyi bunun önüne geçirmeyen, bununla eşitlemeyen kullarından eylemesini diler ve dileniriz.
1 ) Buhari, Bedi’ül-vahy, 1; Müslim, İmaret, 155
2 ) Taberani, Mucemu’l Kebir, c. 9, s. 103; İmam Nevevi, Müslim Şerhi, c. 13, s. 55; Aynî, Umdetu’l Kârî (Buhari şerhi), c. 1, s. 28; İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bârî (Buhari şerhi), c. 1, s. 10