Ramazan'da Çokça Saldıran Sinsi Bir Düşman: Ucb | Tek Parça
Bu yazıda Ramazan boyunca kazanılan manevi faydaları heba edebilecek sinsi bir düşmandan bahsedeceğiz: Ucb…
Ucb kavramı İslami literatürde bir ahlak terimi olarak “Bir kimsenin hak etmediği bir mertebeyi kendinde vehmetmesi” veya “Kişinin hak etmemiş olduğu bir rütbeyi hak etmiş sayması”1 olarak tarif edilir. Ancak bu tanımlar daha çok ucbun kendisi değil sonucuyla ilgilidir. Ucbun tanım olarak asıl anlamı; kişinin kendinde gördüğü bir şeyi beğenmesi, bu beğenme hissi nedeniyle kendini değerli veya kuvvetli görmesi ve o konudaki işini yahut işlerinin sonucunu garanti saymasıdır.
Bu garanti sayma meselesi nedeniyle Kur’an’da Huneyn savaşına katılanların bir kısmı için şöyle buyrulur; “Allah birçok yerde, bu arada Huneyn Savaşı’nda gerçekten size yardım etmiştir. O gün çokluğunuz sizi ucba düşürmüş, fakat bunun size hiçbir yararı olmamıştı; o yer geniş olmasına rağmen size dar gelmiş, nihayet geriye çekilmeye başlamıştınız.”2 Çünkü Huneyn savaşına katılan sahabilerin bir kısmı sayılarının çokluğunu, 12.000 kişilik bir orduya sahip olmayı beğenmişlerdi. Bu beğenme hissi ucb olarak tarif edilir. Bu his nedeniyle de bazı sahabiler savaşı daha kazanmadan kazanmış kabul etmiş, zaferi garanti saymışlardır.
Ramazan ve Ucb
Ramazan’daki oruç ibadeti insan bünyesini zorladığı için zor bir ibadettir. Diğer taraftan, mukabeleler, hatimli veya hatimsiz teravihler, evrad ü ezkarlar ve dualar, infakta bulunma gibi salih ameller açısından da avantajlı bir aydır. Bu bağlamda meselenin bu yönünü ikiye ayırabiliriz:
Birincisi: Gerçekten de Ramazan’da şeytanların azgın ve inatçı olan büyükleri bağlanır, etkisiz hâle getirilir.3 Bunların bütün güçleriyle ortaya çıkarmaya çalıştıkları bazı problemler Ramazan’da daha rahat çözülebilmektedir. Bu gerçeği bu meselelerde az bir hassasiyet geliştirip biraz dikkatlice bakanlar fark edebileceklerdir. Ancak şeytanların küçükleri veya orta boyluları, bağlananlardan daha az zarar verebilecek olanları bağlanmamaktadır.
İkincisi: Ramazan ayının başı ve sonu bellidir. Bu mübarek ay bazen yirmi dokuz bazen otuz gün sürmektedir. O ay içerisinde neler yapılması gerektiği de hem dindar insanların bilinçaltlarında yerleşmiştir hem de toplumsal çevre o ayda yapılması gerekenlere uygun bir vaziyet alabilmektedir. Orucun günün hangi aralığında tutulacağı yahut teravihin ne zaman kılınacağı belli olduğu gibi mukabele programlarının zamanı da bellidir. Ayrıca insanlar bu ayda kendilerine özel okuma, ibadet veya dua zamanları da oluşturabilmekte, kimileri teravihleri evlerinde kılmakta, kimileri bireysel hatim yapmaktadır. Bu programlar diğer insanlar tarafından genellikle hoş karşılanmakta, başka işlere engel olsa bile mazur görülebilmektedir. Başka aylarda yapılması fazladan gayret ve irade isteyen pek çok nafile ibadet bu ayda daha kolay yerine getirilebilmektedir. Sosyal çevre de buna izin vermektedir. Bu ve benzeri nedenlerle Ramazan’da zihinler iyiliğe, güzel ahlaka, ibadete daha kolay odaklanabilmektedir.
Mesele bununla bitmemektedir. Çünkü bu anlatılanlar yanında insanların bireysel, ailevi, iş, okul ve diğer çevre şartları yıldan yıla değişebilmektedir. Dolayısıyla sağlık şartları değişebildiği gibi takva içinde bulunma durumları da yıldan yıla değişebilir. Bir insan lise yıllarında daha muttaki, günahlardan daha çok sakınır iken üniversitede dinden uzak yaşayan bir çevre içinde bulunabilir. Yahut lise ve üniversite yıllarında muttaki, dindar bir insan iken çalışma hayatına atılınca daha seküler, dinden daha uzak bir çevrenin içinde bulunuyor olabilir, bu da kendisinin dini hassasiyetlerini, takva durumunu etkileyebilir.
Değişebilen Durumlar
Ramazan’da gerçekleştirdiğimiz oruç ve diğer ibadetlerimiz ve salih amellerimiz de yıldan yıla farklı seviyelerde, farklı kalitelerde olabilir. Bir Ramazan daha kolay oruç tutar, diğer Ramazan meşru nedenlerle tutamayabiliriz. Bir Ramazan’da hatimli bir teravihe devam edip tamamlamış iken diğer Ramazan’da kendi evimizde 8 rekatlık teravihi zar zor kılmış olabiliriz.
Bu dağınıklık veya dalgalı durumların insanı getirebileceği şöyle bir hâl vardır: Evet, Ramazan’ın salih ameller konusunda kolaylaştırıcı bir yönü olduğu gibi bazı zorlukları da mevcuttur. Hakikaten yatsıdan sonra 20 rekât nafile namaz kılmak her insan için kolay olmayabilir. Gün de 10 saatten fazla aç susuz kalmak da herkes için aynı kolaylıkta olmayacaktır. Bu ve benzeri zorluklar nedeniyle insanlar zihinlerinde Ramazan’a dair bazı meseleleri “başarı” veya “başarısızlık” olarak kodlayabilirler. Özellikle örneğin iki sene önceki iş ortamındaki imtihanlar nedeniyle Ramazan oruçlarını tam tutamamış, sonraki sene de sağlık sorunları nedeniyle tutamamış bir insan bu senenin Ramazan oruçları için “Acaba bu yıl tutabilecek miyim?” şeklinde bir cins endişeye kapılabilir. Yahut geçen sene teravihleri aksatan ancak bu sene aksatmamak isteyen, geçen sene hatmi yarıda kalan ancak bu sene hatmini tamamlamak isteyen bir insan da benzeri bir durumun içine girebilir. Böylece bu insanda bir hedefe kilitlenme durumu oluşacak, kendisini hedefini gerçekleştirmek zorunda hissedecektir. Böyle bakınca da hedefini gerçekleştirince kendini başarılı hissedecek ve başardığını görünce zihnindeki kendine ait resimler hızlı bir şekilde değişebilecektir. Kendisini “Bu ibadeti başarabilecek miyim başaramayacak mıyım?” moduna aldıktan sonra başardığını görünce “Elhamdülillah! Dişimi sıktım, başkaları gibi olmadım, on saatten fazla aç kaldım ve şimdi iftar ediyorum.” diyebilecek ve hedeflediği bir şeyi başardığı için bir anda oluşturduğu hayali resimlerle kendisini değerli görecek ve ucba düşebilecektir.
Değişen Resimler
İnsanların kendilerine dair oluşturdukları resimler anlık değişebilen bir özelliğe sahiptir. Bu anlık değişme özelliğine şu örneği verebiliriz: Bir insan karlı karlı bir havada, çok da iyi olmayan ayakkabılarıyla yürümektedir. Karşısına eğimli bir yol, bir kaldırım çıkar. O yol da karlı ve buzludur. Kayıp düşmemek için kollarını iki yana açarak ve kendini de kasarak yürümeye devam eder yahut bir duvara tutunarak ama yine düşmemek adına kendini kasarak, bazen eğilerek, bazen her adımına dikkat ederek, bacakları da titreyerek eğimli yoldan aşağıya doğru inmeye başlar. Karlı ve buzlu yokuşun bittiği yerde kaymayacağından emin olduğu kuru bir zemine denk gelir. O zemine ayak basınca vücudun gerilimi, kendini kasması bir anda biter ve insan rahatlayıverir.
Benzer şekilde; bir faturasının son ödeme tarihi yaklaşmış bir insan düşünelim. Bu insanın parası yoktur ve faturayı ödeyemezse interneti yahut elektriği, doğalgazı kesilecektir. Bu durumda bu insan stres ve gerginlik içinde olacaktır. Belki iştahı da kaçacaktır. Geçmiş günlerde parasını boşa harcadığı yerleri düşünüp kendi kendine pişmanlık ve öfke duyguları da üretecektir. Tam o esnada bir telefon gelip kendisine yüklü miktarda borçlu olan birisi borcunu ödeyeceğini söylerse az önce faturasını nasıl ödeyeceğini gerginlik içinde kıvranarak düşünen bu insan bir anda rahatlar ve hatta o rahatlıkla hesabına henüz para yatmamış olmasına rağmen arkadaşlarına yemek ısmarlamaya bile kalkışabilir.
İşte aynı şekilde Ramazan’dan önce Ramazan’a dair ibadet fikirleri olan, Ramazan’ın normal prosedüründe yer alan ibadetlere dair başarıp başaramama şüphesi barındıran hedefleri olan bir insan Ramazan’ın ilk günü veya günlerinde orucunu tuttuğunda “Başardım!” gibi bir hisse kapılabilir. Bu hisle kendini farklı hissetmeye başlayabilir ve kendine dair resimleri de bir anda değişebilir. Bazılarında bu durum ilk gün oruç tutunca olur. Bazılarında örneğin on beşinci günde “Ramazan’ın yarısını tam tuttum. Demek başarabiliyormuşum.” demek suretiyle olur. Yahut on, on beş gün hatimli teravihe devam eden bir insan “Bir gün bile hatimli teravihi kaçırmadım.” diye aynı hisse kapılabilir. İnfakta bulunan bir insan “Elhamdülillah, bu Ramazan’da muhtaçlara biraz para verebildim.” diyebilir. Burada önemli olan ibadetin türü veya zaman aralığı değildir. Mesele bir olayın zorluğuna rağmen başarılması, kendini başarı için motive etmesi ve sonuçta bu başarının kendine dair bir resim değişikliğini beraberinde getirebilmesidir.
Bununla ilgili çevremizde bazı olaylara da şahit olmuş olabiliriz. Örneğin topluluk içinde harama bakmama konusunda görülür biçimde dikkatli olan, bu konuda başkalarından daha hassas olduğu fark edilebilen bir genç kendisine “Sen harama bakmama konusunda epey dikkatlisin Maşallah.” denildiğinde ucb içinde “Evet öyleyim.” des,e bir süre sonra bu konuda o güne kadar olduğundan daha farklı şekillerle imtihan edilir ve bu imtihanı kaybedebilir. Çünkü bu noktada harama bakmama hassasiyetini kendinden bilip beğenmiştir ve bu beğenme hissi nedeniyle kendini değerli ve güçlü saymış, bu konuda artık hiçbir zaman harama bakmayacağı yönünde kendini yersiz bir garanti altında saymıştır. Yine ucb hisleri içinde “Evet, ben harama bakmayan birisiyim.” diyen ve bu konuda kendini garantide gören bir insan bu konuda daha önceki “Ben harama bakabilecek birisiyim. Bu da benim imanıma, hafızama zarar verecek, boşuna enerji harcamama neden olacak. Ancak bakmazsam Allah imanın lezzetini bana tattıracak. O hâlde bu konuda dikkatli olayım. Aman ayağım kaymasın.” düşüncelerinin kendisine verdiği gerilimi de üzerinden atmış olacaktır. Bu nedenle de bu iddialı cümleyi kurar kurmaz kendisinde yeni bir hâl oluşacaktır.
“Ben Oldum!” Hissi
Harama bakma konusunda olduğu gibi herhangi bir konuda da kendini başarmış gören insan artık bir nevi “Ben oldum!” moduna girecektir. Bu his oluşunca da o konudaki birikimin tamamı kaybolmuş olacaktır. Çünkü buzlu yolda vücudunu kasarak ve dikkatli bir endişe ile yürüyen adamın kuru zemine ayak basınca vücudunun gerginliğinin geçmesi gibi manevi konularda da dikkatli olan ve metafizik bir gerilim ile birlikte yaşayan insanın da o metafizik gerilimi veya dikkati çözülmüş demektir. Bununla birlikte yol hâlen buzludur ve insanın emanetinin alınıp kabre gireceği vakte kadar da buzlu kalmaya devam edecektir. Metafizik gerilim çözülünce insanın kayması daha kolay olacaktır.
Ramazan’daki oruç ve sair nafile ibadetleri başarmış olma hissi konusunda da benzer süreçler yaşanabilir.
Ramazan’da orucu, teravihi ve sair nafile ibadetleri yıllardır periyodik bir hâlde, aksatmadan yerine getiren insanlarda bu durumların olması pek beklenmez. Bahsettiğimiz durumlar daha çok Ramazan konusunda bazı yeni planlar yapan, daha önce yapamadığı ibadetleri yapma konusunda başarılması gereken hedefler koyan insanlar içindir. Çünkü yıldan yıla değişebilen yaşam şartları insanları böylesi hedefler koymaya ve o hedefleri başarma yönünde bir motivasyonun içine dahil etmiş olabilmektedir.
Bir alt başlık olarak şunu da belirtelim: İnsanların kendilerine ait resimleri meselesinde bazı insanların spora başlayıp tam oturttuklarını düşündükleri anda devam edemediklerini, ders çalışma programı yapanların da tam meseleyi oturttuklarını, bir istikrar yakaladıklarını düşündükleri anda kaybettiklerini çok defa duymuşsunuzdur. Bunlarda da daha önceden “Acaba yapabilecek miyim? Başarabilecek miyim?” düşüncesiyle planlanmış bir işe başlama, “Ben normalde bunu yapamayan birisiyim ama çalışmalıyım.” hisleriyle programlı işlere başlayıp devam ederken bir yerden sonra “Evet, ben artık yapabilen bir insanım.” denilip bunu başkalarına da ifade ettiğiniz an içinizdeki devreler başka bir duruma formatlanacaktır. Kendinizi yapabiliyor hissettiğiniz için o konuya yönelik dikkatiniz, motivasyonununuz ve hatta şevkiniz azalır.
Ancak belli bir mizaç tipindeki insanlar yapıp yapmamaya karşı bu şekilde tepki göstermezler. Onlar zaten belirli aksiyonları düzenli şekilde yerine getirmeye içsel olarak programlanmışlardır. Bunlar da insanların sadece az bir kısmını oluştururlar. Benzer şekilde salih amelleri işleme konusunda da belli bir mizaçtaki insanlar bu konuda daha hafif imtihan edilirler veya bu imtihandan daha rahat kurtulurlar. Ucb veya “Ben oruçlarını sürekli tutan bir insanım.” böbürlenmesi onlara bu açıdan pek zarar vermese de farklı açılardan zarar verir.
İnsan Hayatında Birbirine Bağlı Denklemler
Ramazan ve Ramazan’la ilgili ibadetler özelinde şöyle bir zahmet daha vardır: Bir insanın hayatının bazı parçaları o kişideki tevazuya, haddini bilmeye, alttan alma hâline, şefkate veya genel olarak “amatör ruh” şeklinde tabir edilebilecek temiz yönlere vabeste olur. Örneğin bir insan genel olarak kendini iyi birisi olarak bilmez ve bu nedenle kendisine bir vakıfta bir vazife verilmiş olabilir. Bu insanın bu temiz hâline binaen de Allah Teala o vakfın işlerine bereket lütfeder. Yahut kendisinde ucb hisleri olmayan, ibadetlerini yapmaya çalışmasına rağmen kendinde ibadet konusunda pek çok eksiklikler görmesi nedeniyle Allah o insana ekstra şefkat bahşetmiştir. Bu şefkatle de çevresindeki yaşlılara, çocuklara, hastalara çokça şefkatli davranmaktadır. Bu hâli nedeniyle de maddi berekete mazhar olmuştur.
İnsan hayatında birbirine bu şekilde bağlı denklemler vardır. Diğer yandan bu insana Ramazan orucu gibi nedenlerle “Ben yaptım, ben tuttum, ben yapabilen bir insanım. Çevremdeki insanlar oruç tutmuyor, ben tutuyorum. Çevremdekiler teravih kılmıyor, ben kılıyorum.” tarzı bir beğenme, kendini değerli görme hâli gelirse o tevazu silineceği için o tevazuya binaen ona bahşedilmiş lütuflar, şefkatli olma gibi özellikler kaybolabilecektir. Bunun devamı olarak da birbirine bağlı başka zincirleme reaksiyonlar şeklinde farklı kazanımlarını da yitirebilir.
Ucb Tuzağı
Ucb veya “Ben oldum!” hissi küçük veya büyük, hafif veya yoğun, az veya çok, hayatımızın tamamında, bir köşede hazır bekleyen bir imtihandır.
Bu hâl zaten hayatımızın her noktasını etkileyebilir. Bir ders çalışma programına başlayıp bir yerden sonra programa devam edememe, bir diyete başlayıp bir süre sonra bırakma, kötü alışkanlıklardan birini bir süre bırakıp sonra yeniden başlama gibi haller hayatımızın her anında olmuştur veya olabilir.
Ramazan, Allah’ın rızasına kavuşmak için ekstradan avantajlı bir durumdur. İnsanlar da hakikaten bu ayda ibadetleri, salih amelleri mümkün olduğunca ciddi ve samimi bir şekilde yapmaya çalışırlar. Bu ayda bazı fiziksel zorluklarla beraber bazı ekstra kolaylıkların da olmasına ve bu kolaylıklar içinde Allah’ın rızasını, affını ve gufranını kazanmak daha kolay olmasına rağmen ucba düşüp kaybedebilme ihtimali olduğu unutulmamalıdır.
Hakikaten Allah katında ekstra kıymet kazanmanın, geçmiş senelerin günahlarını affettirmenin, Allah’a karşı daha müttaki bir kul olmanın mümkün olabileceği, bütün bunları kazanmanın kolaylaştırıldığı bir dönemde insan kalbine dikkat etmelidir.
İnsan gerekirse iftarlardan sonra, o günün teravih namazını kılıp bitirince veya aralarda, hatim yapıyorsa okuduğu cüzlerin sonunda, bir evrad takip ediyorsa o günün evradını tamamladıktan sonra, diğer aylarda olduğundan daha fazla infakta bulunuyorsa verdiği bir sadakadan hemen sonra kendini yoklamalıdır. Bazen birkaç dakikalık kısa aralıklar vererek kendini gözlemlemelidir. Bu gözlemlerde kalbinden geçen düşüncelere dikkat etmelidir.
Bu gözlem veya kontrol anlarında bir taraftan;
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ
“Rabbenâ lâ tuziġ kulûbenâ ba’de iż hedeytenâ veheb lenâ min ledunke rahmeten. İnneke ente-l Vehhâb.”
“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten, doğru olana ulaştırdıktan sonra kalplerimizi tekrar eğriltme, duygu ve düşüncelerimizin sapmasına izin verme ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz ki bağışı, lütfu sonsuz bollukta olan Vehhâb ancak Sensin!”1
duasını tekrarlamalı. Diğer yandan;
اَللّٰهُمَّ اَجِرْنَا مِنَ الرِّيَاءِ وَ السُّمْعَةِ وَ الْعُجُبِ وَ الْفَخْرِ
“Allâhümme ecirnâ mine'r-riyâi ve's-sum’âti ve'l-ucubi ve'l-fâhr”
“Allah’ım! Bizi riyadan (faziletinin ve salih amellerinin görünmesini isteme duygusu), süm’adan (faziletinin ve salih amellerinin duyulması, başkalarının da işitmesi, haberdar olmasını isteme duygusu), ucb ve fahrdan (gururdan, kibirden) koru!”
duasını hatırladıkça tekrar edebilmelidir.
Bir taraftan; “Allah’ım! Her ne başarıyorsam bu ancak Senin nimetin, lütfun ve iznin ile olmuştur. Ne olur Sana ibadet edebilme nimetini benden alma! Beni kendime bırakma!” diye yakarmalı, bir taraftan da;
يا حَـيُّ يا قَيّـومُ بِـرَحْمَـتِكِ أَسْتَـغـيث ، أَصْلِـحْ لي شَـأْنـي كُلَّـه ، وَلا تَكِلـني إِلى نَفْـسي طَـرْفَةَ عَـين
“Yâ Hayyu yâ Kayyûm. Birahmetike esteğisü. Eslıhlî şe'nî Küllehû ve lâ tekilnî ilâ nefsî tarfete aynin”
“Ya Hayy Ya Kayyûm. Rahmetinden istiyorum, ocağına düştüm. Benim her halimi ıslah eyle. Bütün hal ve hareketlerimi düzelt. Beni nefsimle bir göz kırpma anı kadar bile baş başa bırakma.”2
şeklindeki Peygamber duasına da sarılmalı ve ne yapıp edip ucba düşme tehlikesine karşı gerekli manevi önlemleri almalıdır.
Tabii ki duygu ve düşüncelerini yukarıda zikredilen ayet, hadis ve dualardaki ana fikre göre yeniden kontrol etmeli, o ibarelerdeki temel düşünceyi iyi kavramalı ve kendini bu düşünceye alıştırmalıdır. Böylece insan benliğinde var olan kendine hayran olma, kendini iyi görme, kusurlarını küçük görme ve kendini yeterli bulma hislerinden korunmak çok önemlidir.
Kayma Noktaları
Ramazan boyunca yürüdüğümüz yol üzerinde bazı kayma noktaları vardır. Bu noktalarda ayağımızı kaydırmak için bekleyen şeytanlar kadar nefsimizin veya benliğimizin de bazı özelliklerinin kaymamıza neden olabileceği unutulmamalıdır.
Benliğimizde var olan kendine hayran olma, kendini iyi, salih bir kul olarak görme, kendi sevaplarını çok günahlarını az zannetme, kendini yeterli bulma hislerinin sevk edebileceği hallerden, o haller nedeniyle kendimize ait zihnimizdeki resimlerin aniden değişmesi tehlikesinden korunmak lazımdır.
Öyle ki bir insanın bir iftardan sonra davranışları tamamen değişebilir. İnsan bunu fark etmeyebilir. Bu değişim başkalarının da dikkatinden kaçmış olabilir. Ancak şuur meselelerine hâkim olan, başka insanlarla ilgilenen kimileri bu değişimlere karşı biraz daha hassas olabilir. Bu bağlamda kişinin iftar öncesi ve iftar sonrası bazı davranışları, hatta ses tonu yahut bazı davranışları hatırlaması bile kendini beğenmeyle, kendine ait bir resmin değişmesiyle beklenmedik bir anda ortaya çıkabilecek “Ben oldum!” hissiyle sonuçlanabilir. Böylece -Allah korusun- pek çok kazanım kaybedilebilir.
Geriye Dönüş ve Telafi İmkanı
İnsanın kendine ait resimlerinin değişmesinin şöyle bir kötü tarafı vardır: Yeni resimler oluşup iç dünyamız formatlandıktan sonra çoğu zaman kendi irademizle onları eski hâline getirme kabiliyetine pek sahip olmayız. Hatta bu konunun üzerinde düşününce başka açıklamalar buluruz. Örneğin, daha önce bir örnek olarak zikredilen vakıf çalışanını düşünelim: Bu zat “Ben vakıfta kendi işimde gücümde çalışıyordum ama Ramazan’dan sonra işler bozuldu ve nedense beni sıkıştırmaya başladılar.” gibi suçu başkasına atan, sorunu kendinde görmeyen bazı savunmalar geliştirebilir. Olayın aslında ne olduğunu anlamadan ve o işlerde asıl bereket sağlayan meseleyi de fark edemeyerek konu ahirette belki yeniden ele alınmak üzere geçip gider.
Bazen de kayma veya kaybetme hâli tamamen içsel olur. Bir insan namazlarını Allah karşısında haşyetle ve “Ben bu namazı kılmalıyım, benim bu namaza ihtiyacım var.” hisleriyle kılmaktadır. Ancak bazen namazlarını kaçırabilmektedir. Derken çabaları sonucu beş vakit namaz kılmaya alışır, namaz hayatında ciddi manada oturmuş olur. “Ben artık namaz kılan bir insanım!” hissine kapılır ve ucba düşer. Sonrasında belki namaz kılmayı terk etmez, beş vakte devam eder. Fakat namaz onun için artık her ezan okununca yerine getirilen bir formaliteye dönüşebilir. Namazdaki haşyeti, huşuyu kaybedebilir.
Eski guguklu saatler vardır. Her saat başı bir mekanizma tetiklenir ve saatin içinden küçük bir kuş figürü kafasını uzatıp ötmeye başlar. Namazdaki huşuyu kaybeden bir insan da aynen her ezan okunuşunda o guguklu saatteki şeklen kuşa benzeyen ama aslında ruhu olmayan kuşun hareket etmesi gibi kalkar, abdestini alır ve formel olarak namazını kılmış olur, yatıp kalkar, secde ve rükû hareketlerini yerine getirir. Fakat bu hareketler namaz olmaktan çok ne kendisine ne de başkasına hayrı olmayan fiziksel hareketlere dönüşmüş olabilir. Böylesi hâllere düşmekten Allah’a sığınırız.
Bize düşen, bizden sadır olan herhangi bir salih amelden, ulaştığımız hayırlı bir halden sonra herhangi bir iltifat, bir olumlayıcı söz karşısında şımarmamak, o salih amelleri ve içinde olduğumuz hayırlı hâlleri kendimizden bilmemek, ucba düşmekten gerçekten korkmak ve o hâlimizi kaybetmemeye çalışmaktır. Sağlığımızı, paramızı, kendimizi korumaya çalıştığımız kadar o içsel hâllerimizi de Allah Teala’ya müteveccih olarak muhafaza etmeye çalışmak son derece önemlidir.
Allah Teala’dan salih amellerimizi ve içinde bulunmayı bizlere lütfettiği hayırlı hâllerimizi kendimizden bilmememizi, o amellerin ve hâllerin bizde adeta emaneten durduğu şuuruna sahip olmamızı, riyadan, süm’adan, ucb ve fahrden bizleri son nefesimize kadar muhafaza buyurmasını diler ve dileniriz.
1 ) S. Şerif Cürcani, Tarifat, Ucb maddesi, s. 150
2 ) Tevbe, 25
3 ) Nesai, Sıyam, 5; İbn Mace, Sıyam, 2
4 ) Âl-i İmran, 8
5 ) Tirmizi, Daavat, 91