10 dk.
27 Nisan 2024
Rum Suresi Mucizesi-gorsel
Youtube Banner

Rum Suresi Mucizesi

Soru: Kur'an-ı Kerim'de Rum suresinde geçtiği ifade edilen bir mucize var. Bu mucize bazı Müslümanlar için gayet açık gibi duruyor. Fakat bu mucize bu kadar açıksa diğer insanlar niçin iman etmiyor? Yakın zamanda Din ve Bilim Üzerine Bir Öz Eleştiri başlıklı videonuzu da seyretmiştim. O videodaki fikirlerinizden hareketle bu meseleye nasıl yaklaştığınızı merak ediyorum. Teşekkür ederim.

 

Cevap: İnsanlar bir metne bakarken o konudaki önceden var olan genel bilgileri veya varsayımları ile bakmaya meyillidir. Birisi için bilgi olan şey bir başkası için varsayım olabilir.

 

Geleneksel kabule göre bahsi geçen olay şu şekilde gelişmiştir: Mekke Devrinde, Rumlar Sasani devletine karşı bir savaşta yenilirler. Bu haber Mekke’ye ulaştığında kendileri de Persler gibi ümmî olan yani ilahi bir kitaba sahip olmayan müşrikler sevinmiş, yenilenler ehl-i kitap olduğu içinse müminler üzülmüştür. Bu sırada Rum suresinin ilk ayetleri nazil olmuştur ve nazil olan ayetlerde; “Elif, Lâm, Mîm! Rumlar (Arapların bulunduğu bölgeye) en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Eninde sonunda emir Allah’ındır. O gün müminler de Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir/sevinç içindedirler. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç ve merhamet sahibidir.”1 buyrulmuştur.

 

Ayette Rumların Perslere galip gelmesinin müminlerin sevinç içinde oldukları yahut sevinecekleri bir günde olacağı belirtilmiştir. Buna göre müminlerin sevindiği başka bir durum olsa gerektir. Bu da klasik tefsirlerimizde genellikle Bedir zaferi olarak belirtilmiştir. Ancak Bedir zaferi olması şart değildir çünkü müminlerin Hendek kuşatmasından kurtulmaları, Hayber’in veya Mekke’nin fethi gibi başkaca sevinç duydukları günler ve olaylar da olmuştur.

 

Diğer yandan bu ayetlerde bizim açımızdan açık bir gaybî haber vardır. Elimizdeki hadisler ve tarihsel verilere göre bu ayetlerin Bedir savaşından önce indiğine inanıyoruz. Ancak Müslüman olmayan birisi bu meseleye bakınca; “Bu ayetler Romalılar Persleri yendiğinde veya Müslümanlar müşriklere karşı zafer kazandığında yazılmıştır.” diyebilir.

 

Bu bağlamda bizim sahip olduğumuz aksiyomlar ile Müslüman olmayanların sahip oldukları aksiyomlar farklı olduğu için bize mucize olarak görünen olay onlar için mucize niteliğinde olmayabilir. Çünkü onların meseleye yaklaşımı, bu yaklaşımı belirleyen ön kabuller ve varsayımlar bizim sahip olduklarımızdan farklıdır. Meselenin bir yönü budur.

 

Bilimsel Kanıt Meselesi

 

Bizler konuyla ilgili nazil olan ayetlerin Romanın zaferinden önce indiğine inanıp meseleyi bu çerçevede değerlendiririz. Ancak dediğimiz gibi bir gayrimüslim veya bir ateist meseleye böyle bakmayabilir. Çünkü bu bilgi bizim kaynaklarımızda kabul edilmiş bir bilgidir.

 

Bu çerçevede şu an sahip olduğumuz verilerle meseleyi bilimsel olarak kanıtlama şansımız bulunmamaktadır. Çünkü o günlerde yaşanan olayları tam olarak tespit edip bize ulaştıran harici bir kaynak yoktur. Sadece Roma-Sasani savaşı yönüyle değil müminlerin durumu, ayetin nüzul senesi hatta ayı gibi detay bilgiler için net bir kaynağa sahip değiliz.  

Asrı saadetle ilgili olarak elimizde bazı yazılı mushaflar vardır. Bu Mushafların örneğin Hicretin ilk otuz senesinde veya Hicretten sonra yazıldığını yahut Hz. Osman (ra) veya dört halife döneminde yazıldığını Karbon 14 yöntemiyle ortalama olarak tespit edebiliyoruz. Bu testler de bazen 20-30 bazen 50 sene gibi aralıklar vermektedir.

 

Kaldı ki bilimsel araştırma yöntemlerine uygun bir şekilde edinilmiş harici bir kanıt olsaydı bile bu kanıt da eleştirilmeksizin kabul edilemezdi. Örneğin bir Persli veya Romalı bir tarihçi bu ayetlerin indiği günden Roma’nın Perslere veya müminlerin müşriklere karşı zaferine kadarki dönemde gün gün kayıtlandırma yapsaydı, bunlar harici bir kayıt olarak kabul edilebilirlerdi. Yine de bu tarz bir kayıt bile tek başına mutlak kanıt olarak kabul görmeyebilirdi. Çünkü tarihî belgeler de iç ve dış tenkitlere tabi tutulur, dikkatli bir sorgulamadan geçirilerek kabul edilebilir. Bu sorgulamalar esnasında da pozitif bilimlerde olduğu gibi tamamen objektif, yansız davranmak gerekse de buna uygun davranılmayabilir. Aksiyomlar, varsayımlar ve ön kabuller işin içine karışabilir.

 

O hâlde elimizde konuyla ilgili sadece Müslümanların yazdığı kaynaklar mevcuttur. Bu da tarihsel araştırma yöntemi açısından tamamen anlamsız değildir. Ancak meseleyi bilimsel kriterlere uygun, kesin bir şekilde kanıtlamak için de yeterli değildir.

 

Kendini Kandırma Etiği

 

İnsanlar hayatlarında hoşa gitmeyen, canlarını sıkan, acı verici ve önyargılarını zedeleyen doğrularla yüzleşmek yerine bazı yollara başvurarak bunları görmezden gelme, yok ve yanlış sayma eğilimine kapılabilirler. Bu durum özellikle ahlaki alanda daha görünür olsa da duygu ve düşünceler için de söz konusudur.

 

Diğer yandan insan her zaman olaylar hakkında sübjektif değerlendirme ve yorumlar yapabilir. Bu yorumlar doğru ve yanlış olabilir. Dolayısıyla her insanda kendini kandırma yahut ikna etme potansiyeli mevcuttur. Bu durum en çok savunma mekanizmalarıyla gözlemlenebilmektedir.

 

Örneğin işten kovulan bazı insanlar “Hayır, ben kovulmadım, istifa ettim.” diyebilir. Kötü alışkanlıklara sahip olan kimileri kullandıkları maddenin bağımlısı olmadıklarını, istedikleri zaman o maddeyi bırakabileceklerini iddia edebilir.

 

Bazı varoluşçu filozoflar kendini kandırma fenomenini şöyle açıklar: İnsan, kendi özgürlüğüyle ve kendini değiştirme olanağıyla karşılaştığında derin bir kaygı yaşar. Bu kaygıdan bir an önce kaçıp kurtulmak için de kötü bir inanç veya sahici olmayan bir varoluş olan kendini kandırma etiğine sığınır.2

 

Bu bağlamda bazı insanlar karşılarında ayın ikiye bölündüğünü, bir insanın elindeki taşların konuştuğunu, birkaç kişiye yetecek bir yemeğin onlarca kişiyi doyurduğunu ve benzeri olağanüstü hadiseleri görseler bile “Ebu Talib’in yetiminin sihri çok güçlüymüş!” deyip geçebilirler ve kendilerini kandırabilirler. Bu nedenle de bir mümin için Efendimiz’in (sas) haklılığının delili olan bazı sözler ve olaylar başkaları için farklı şeyler ifade edebilir.

 

Örneğin Hz. Ömer (ra) içkinin yasaklanması hakkında yasak ayetleri inmeden önce hem dua etmiş hem görüşünü söylemiştir. Bir süre sonra içkinin yasaklandığına ilişkin ayetler nazil olmuştur. Tabii ki bu bir süreçtir. İçki haram kılınmadan önce bazı Müslümanlar içki içerken bazıları içmiyordu. İçki tam olarak yasaklanmadan önce bazı ayetlerle toplum içkiden uzaklaştırılmaya çalışılmış, bir toplumsal zemin hazırlanmıştır. Bu süreçte de içkiyi bırakanlar olmuştu ancak kesin bir yasak olmadığı için kullanmaya devam edenler de vardı. Hz. Ömer (ra) de bu süreçte içkinin bazı zararlarını görmüş ve bu konuda içkinin insanları kötü etkilediğine dair Efendimiz’e (sas) bazı şikayetlerde bulunmuştur. Nihayet; “Ey iman edenler! Şarap, kumar, putlara kurban kesilen sunaklar, fal okları, şeytana ait murdar işlerden başka bir şey değildir. Bunlardan geri durun ki felah bulasınız. Şarap ve kumarla Şeytanın yapmak istediği tek şey, sizin aranıza düşmanlık ve kin salmak, sizi Allah’ı zikretmekten ve namazdan alıkoymaktır. Artık bu habis şeylerden vazgeçtiniz değil mi?”3 ayetleri nazil olur.

 

Biz bu süreci okuyunca Hz. Ömer’in (ra) ilhama açık bir sahabi olduğunu, toplumu çok iyi gözlemlediğini düşünürüz. Hatta bu konuda bazı alimlerin sahih bazılarının hasen garip yani tam sahih değil ancak dini konularda delil olarak kullanılabilecek derecede de olsa sahih sayılabilecek bir hadis olarak gördüğü “Benden sonra peygamber gelecek olsaydı o Ömer olurdu.”4 hadisi meşhurdur.

 

Ancak bir gayrimüslim, bir ateist, bir İslam düşmanı yahut zihni şüphe ve vesveselerle dolu bir insan bu duruma bakıp; “Ömer demek ki peygamber üzerinde etkili bir insanmış. Onun istediği şeyler hemen ayet olarak söylenip yasa hâline gelebiliyormuş.” diyebilir.

 

İnsanların büyük çoğunluğu önce bir şeye inanır, neye inanacağına karar verir, daha sonra okuduklarını ve yeni edindikleri bilgileri o inanç istikametinde yorumlar. Ancak küçük bir azınlık meselelere objektif bakabilir, önceden var olan bilgileriyle yeni edindiği bilgileri gerçekten karşılaştırır, sorgulamalar yapar, hipotezleri sınar ve yeni ufuklara ulaşır.

 

Kendini Kandırmanın Müslümanlardaki Yansıması

 

Bu durum sadece dini konular için değil diğer bilimsel gelişmeler için de geçerlidir. Örneğin bir konuda yeni bir bilimsel geliş olunca ve bu gelişmenin sonuçları bazı Müslümanların daha önceden bir konudaki görüşlerine aykırı olunca özellikle Müslüman okumuş yazmış kesim “Bizim eski kitaplarımızda bu durum yazılıdır ancak demek ki yanlışmış.” demek yerine “Bu konuda bilim yanılmıştır.” demeyi tercih edebilmektedirler. Çünkü o Müslüman okumuş yazmışların bazılıarı örneğin Yusuf suresindeki 11 yıldızdan yola çıkarak “11 tane gezegen vardır, bu da Kur’an’ın mucizesidir.” fikrine hayran olmuş, o fikre sımsıkı yapışmış ve bu düşünceden vazgeçmek istememişlerdir. Ancak bu düşünce yanlıştır ve gezegen sayısı bilimsel gelişmelerle anlaşılmıştır ki on bir değildir. Bu durumda bilimin yanıldığını değil bazı okumuş yazmış Müslüman kesimlerin önceden bir fikre inanmayı seçip daha sonra ayetleri ve bilimsel gelişmeleri o fikir ekseninde okuyup yorumladıklarını söyleyebiliriz.

 

O hâlde denilebilir ki: İnsanlar ortak bir zeminde buluşmadan; duygu, düşünce veya temel değerler noktasında temel aksiyomları tespit edilmiş bir başlangıç noktası oluşturmadan, kavramlar üzerinde uzlaşmadan bir şeyler hakkında konuşunca her zaman zikrettiğimiz sorunlarla karşılaşılacaktır.

 

Örneğin kıraati ve sesi güzel bir hafızdan Kur’an dinleyince birisi “Kur’an’ın musikisi ne güzel!” diyecek, bir başkası “Sonuçta insanlar herhangi bir müzikle duygulanabilir. Bunda ne var ki?” diyebilecektir. Birisi, “Kur’an’ın okunmasında bile ilahi bir etki var.” derken bir başkası “Ortadoğu müzikleri zaten genelde etkileyicidir.” deyip geçebilecektir.

 

Benzer şekilde “Ey cin ve insan topluluğu! Arzın ve semaların herhangi bir kenarından nüfuz etmeye gücünüz yetiyorsa geçin gidin. Ancak ekstra bir güç, bir kudret olmadıkça geçemezsiniz.”5 ayetini kimileri “Uzaya çıkılamaz! Aya çıkma iddiası yalandır!” şeklindeki yanlış inançlarına delil getirmeye çalışabilir, kimileri de bu ayetin uzaya çıkmakla bir ilgisi olmadığını, eğer uzaya çıkmakla illaki bir ilgi kurulacaksa ayette zaten “Ekstra bir güç” ile çıkılabileceğinin belirtildiğini bilir.

 

Benzer şekilde; kimileri Efendimiz (sas) ve müminlerin Mekke’de şiddete başvurmadıklarını, çünkü bu yönde ilahi bir emir olmadığını, ancak Medine’de cihad emrinin geldiğini, Mekke’de böyle bir emir gelmiş olsaydı müminlerin o emre uyabileceklerini, çünkü Mekke döneminde de savaşmayı bilen çok sayıda sahabi olduğunu söylerken kimileri de “Peygamber ve arkadaşları güçsüz iken şiddete başvurmadılar, güçlüyken başvurdular.” diyebilir.

 

Benzer şekilde; sizler kendi hayatınızdan, kendi dünyevi zevklerinizden taviz verip insanlık için bir şeyler yapmaya çalışır, ortaya bazı projeler koyar ve uygularsınız. Bir başkası “Bunlar kandırılmış, hipnoz edilmiş insanlar.” diyebilir. Örnekleri çoğaltabiliriz.

 

Allah Teala’dan önyargılarımızın esiri olmamayı, dini ve ilmî konularda taassuptan uzak kalabilmeyi, hakikati bize olduğu gibi göstermesini diler ve dileniriz.

 


 

1 ) Rum, 1-5

2 ) A. Güçlü, E. Uzun, S. Uzun, Ü. H. Yolsal, Felsefe Sözlüğü, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, s. 809

3 ) Maide, 90-91

4 ) Tirmizi, hadis no: 3686; Müsned, hadis no: 16764

5 ) Rahman, 33