6 dk.
31 Aralık 2023
Salat-ü Selam her durumda kabul edilen bir dua türü müdür? | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Salat-ü Selam her durumda kabul edilen bir dua türü müdür? | 2. Kısım

Bir Dua Olarak Salavat’ın Kabulü
 

Efendimiz’e (sas) salat ü selam okumanın bize bakan yönüyle makbul bir dua olması, her dua için geçerli kabul şartlarına bağlıdır.

 

Bu bağlamda dua ile ilgili olarak şu hususları hatırlamak faydalı olacaktır:

 

Dua arzu ve korkularımızı, elde etmek ve kaçınmak istediklerimizi Allah Teala’ya sözlü olarak arz etmemizdir. Bu arz etmenin sesli veya sessiz olması, yani dil ile ifade edilmesiyle içten ifade edilmesi arasında bir fark yoktur. Buradaki ayırıcı husus, istenilen veya kaçınılan hususun Allah’a arz edilmesi, Ona teveccüh edilmesidir. Dolayısıyla bir isteği bizzat şuurlu bir biçimde Allah’a yönelerek ve Allah’a hitap ederek istemedikçe dua etmiş olmayız. Allah şüphesiz ki kalplerde olanları da bilir ancak Allah’a yönelme yoksa kalpten geçenler dua olmuş olmaz.

 

Bu bağlamda bir talebin veya kaçınılan bir şeyin dua olmuş olması için; samimi teveccüh ve şuur olmazsa olmazdır. Samimi teveccüh; Allah Teala’ya kalben, gönülden, ihlaslı bir şekilde yönelmek demektir. Şuur ise hem dua edilen hususun farkında olunması yani ne istediğinin bilinmesi hem de istenilen makamın sonsuz ilim, sonsuz irade ve sonsuz kudretinin az da olsa farkında olunması, kendi acz ve fakrının da bilinmesi demektir.

 

Burada dikkat edilmesi gereken, ihlas, teveccüh ve şuurun mükemmel olması değil, az da olsa var olması yahut her dua edenin kendi gücü ölçüsünde var olması gerektiğidir.

 

Bu açıklamalardan sonra şunu söyleyebiliriz ki; bir insan herhangi bir işle meşgulken anlamını tam düşünmeden “Estağfirullah” dese, bu zikre devam etse bu tamamen faydasız olmaz. Kendisinin kusurlu bir kul, Allah’ın da affedici olduğu şuuru az da olsa o insanın bu zikirden faydalanması adına yeterli olur. Tam konsantre hâlinde bu zikrin faydası daha fazla olur. Anlamını zihnen düşünüp kalben hissedip okusa çok daha fazla istifade eder.

 

Aynı durum salavat için de geçerlidir. Bir insan başka işlerle meşgulken de hatta aklında başka hususlar varken de salat ü selam getirse bunun da faydasını görür. Ancak yine bir insan hakikaten gönlünde gerçek bir yönelmeyle Efendimiz’e (sas) sevgisini ve bağlılığını salavatla ifade etme adına salat ü selam getirmeye başlasa o çerçevede ciddi bir dua sevabı kazanmış olacaktır.

 

Biz bilsek ki dünyanın herhangi bir yerinde bu gece bazı zalimler bazı masumlara sabah güneş doğana kadar zulmedecek. Elimizden de somut hiçbir şey gelmiyor. Oturup “Allah’ım! Bu gece ne olur çabuk geçsin. O masumlar az zarar görsün!” diye dua etsek bu duamız güneşin doğuş saatini erkene aldırmayacaktır ancak o masumların karşılaşacağı 100 birimlik zulmü veya ıstırabı belki 50-60 birime düşürecek, zamanın insan üzerindeki izafi etkisini hafifletecek, belki o zalimlerden bir kısmına çeşitli engeller çıkaracak, bize de dua sevabı kazandıracaktır.

 

Aynı şekilde bir insan az bir şuur, ihlas ve az bir teveccühle de olsa salat ü selam getirse muhakkak faydasını görür ve sevabını kazanır. Şuur, ihlas ve teveccühünü artırma adına göstereceği her içsel gayret istifadesini ve sevabını artıracaktır.

 

Ancak yine bir insan anlamını hiç bilmeden, şuurunu hiç çalıştırmadan, içinde hiçbir teveccüh/yönelim hissetmeden sırf başkaları söylüyor diye ve genel bir alışkanlık, bir akım olduğu için salavat sözcüklerini söylese, böyle bir insan dua etmiş olmadığı gibi salavat getirmiş de olmayacaktır. 

 

Bununla ilgili iki delil vardır:

 

Birincisi, ayette “Münafıklar sana geldiklerinde: “Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Rasulüsün” derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Rasulüsün. (Ancak) Allah, münafıkların (bunu söylerken) kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.”1 buyrulmaktadır. Yani münafıkların söyledikleri cümle kendi anlamı içinde doğrudur, haktır. Ancak onlar bu cümleyi söylerken o manaya inanmamaktadırlar.

 

İkincisi; bir hadiste Efendimiz (sas) kabir ehlinin durumunu anlatırken şöyle buyurur; “Kötü kişi de dehşet ve korku içinde mezarında oturtulur ve kendisine: “Sen hangi dinde idin?” diye sorulur. “Bilmiyorum” diye cevap verir. Sonra ona; “Şu zat kimdir?” diye (Allah Rasulü hakkındaki itikadı ve kanaati) sorulur. O da; “İnsanlar O’nun hakkında bir şeyler söylüyorlardı, ben de onu söyledim.” der.2

 

Elbette her insanın böylesi bir şuursuzluk, samimiyetsizlik ve körü körüne taklitçilikten Allah’a sığınması gerekir.

 

Bu nedenle şuursuzca, manasını hiç bilmeden ve kast etmeden, ne söylediğini dahi tam anlamadan veya ne söylediğinin hiç farkında olmadan, söylediği şeyin ne anlama geldiğini bilmeden, içinde Allah’a karşı hiçbir samimi teveccüh hissetmeden edilen duaların ve dolayısıyla bu şekilde okunan salavatların kişiye herhangi bir fayda sağlayacağını söylemek çok zordur.

 

Farklı Mizaçlar ve İçsel Süreçler

 

Duada ve dolayısıyla salavatlarda esas olanın kişinin kendisine bakan yönü itibariyle ihlası, samimiyeti, şuuru, hisleri ve yönelmesidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır:

 

Bazı insanlar daha duygusal bir mizaca sahiptir ve duygularını daha yoğun, daha belirgin hissedebilirler. Bu insanların Efendimiz’den (sas) bahsedince burunları sızlayabilir, hatta bazıları ağızlarında hoş bir tat hissedebilir.

 

Bazı insanlar ise yine mizaçları itibariyle daha zihinseldir. Herhangi bir duygu durumuna daha zor girerler. Bazılarının ise günlük hayatın koşturmacası içinde herhangi bir duyguyu tam manasıyla hissedecek hâlleri kalmamış olabilir.

 

Okunan duayı veya salavatı hissetmek elbette önemlidir. Bu ikinci durumda sayılan insanlar okuduklarını mümkün olduğunca hissetmeye çalışsalar ancak yine de başaramasalar elbette bu çabaları boşa gitmeyecek, sevabını kazanacaklardır.

 

Akşam evine yorgun argın gelen, zihnini dağıtacak bir şeyler arayan bir insan bir köşeye çekilip Delailü’l-Hayrat veya Deliailü’n-Nur’u açsa (ki ikisi de güzide salavat örnekleriyle dolu derlemelerdir), meallerine de bakarak okusa ve okuduklarını az da olsa hissetmeye çalışsa hiçbir şey hissedemese bile bu gayretinin sevabını alacaktır.

 

Duanın kişiye sağlayacağı fayda, kişinin duaya iç dünyasında ayırdığı yer kadardır. Kişi iç dünyasında bir konsantrasyon, duygusal veya zihinsel derinlik olarak kendi kabiliyetlerine göre ne kadar yer ayırabiliyorsa duadan ve salavatlardan o kadar istifade edecektir. 


 



1 ) Münafikun, 1

2 ) İbn Mace, Zühd, 32; Buhari, Cenaiz, 68; Müslim, Cennet, 70