Sevdiğimiz kişiye bakmak günah mıdır?
Soru: Karşı cinse duyulan ilgi, sevgi yüzünden ona bakmakta, o hisleri ona belirtmekte bir günah var mıdır? Buradaki bakış göz zinasına girer mi?
Cevap: Meselenin birden fazla yönü ve boyutu vardır. Bu nedenle tek yönlü bir cevap vermek doğru olmayacaktır.
Ayrıca bu konuda İslami prensiplerden vazgeçmeyen ancak realiteyi de gözeten, her ikisi arasında bir çatışma olması gerektiğini düşünmeyen makul bir noktayı korumak gerekir. Gerçi bu şekilde davranılınca her iki uç noktanın temsilcileri de memnun olmayabileceklerdir ancak hakkın hatırı her şeyin üzerindedir.
Birincisi: Soruda kastedilen bakış bir erkeğin bir kadına erkeksi dürtülerle bakması ise bu elbette caiz değildir. Bu konudaki ilke nettir; erkeğin namahremi, yabancısı olduğu bir kadına somut bir gereklilik veya zaruret dışında özellikle bakması, onu izlemesi, bakarken dalması hangi hislerle olursa olsun caiz değildir. Bakılan yerin yüz veya eller gibi görülmesi caiz olan yerler olması da bakılan kişinin tesettürlü olup olmaması da durumu değiştirmemektedir. Elbette aynı durum kadınların erkeğe bakması konusunda da geçerlidir.
İkincisi: İnsan bazı durumlarda bir an merakına yenilebilir, merak dürtüsüyle şöyle bir bakabilir ancak bu durumda da bakışın devam ettirilmesi veya bakışa farklı dürtülerin karışması hâlinde yine haram olan bir durum oluşacaktır. Bakılan kişinin tesettürlü olması halinde de şüpheli, sakıncalı, en azından mekruh durumlara girilmiş olacaktır. Bu noktada bakışın harama evrilmesi de çok kolay ve hızlı olabilir.
Üçüncüsü: Salt hoşlanma duygusundan öte evlilik niyeti veya düşüncesi bu konuda belirleyici bir faktördür. Evlenme konusunda gerçek bir niyetin varlığı durumunda bir erkeğin bir kadına veya bir kadının bir erkeğe bakmasında, bu insanların birbirleriyle görüşmelerinde, duygu ve düşüncelerini birbirlerine ifade etmelerinde bir sakınca yoktur. Ancak bu bakış ve konuşmaların da evlilik öncesinde tabii ki belirli sınırları olacaktır.
Mesela karşılıklı beğenme durumunun olduğu bir yerde birisine gidip “Ben seni beğeniyorum, seninle evlenmek istiyorum.” gibi sözleri söylemekte bir mahsur yoktur. Aksi hâlde insanlar birbirlerinin niyetlerini bilemeyeceklerdir.
Böyle bir durumda karşı taraf da “Bir şans vereyim.” diyebilir. Çift tamamen yalnız kalmayacakları bir ortamda karşılıklı konuşabilirler. Kişiler birbirlerini tanımaya çalışabilirler. Böyle durumlarda karşılıklı olarak yüze bakıyor olmanın veya adım adım gelişen bir hoşlanma duygusunun mücerret manada bir haramlığı vardır denilemez. Zaten bu tür bakmalar ve duygular böyle konuşmalarda ve tanışmalarda ortaya çıkacak şeylerdir.
Ancak burada flörtten veya benzeri etkileşimlerden bahsediyor değiliz. Çünkü ortada her şeyden önce karşılıklı olarak evlenme veya evlenme niyetiyle tanışma, görüşme gibi bir durum vardır. Bu niyetler karşılıklı olarak beyan edilmiştir. Bu aşamada elbette konuşulacak, görüşülecek ve birbirine nazar edilecektir. Bu görüşmelerin de örfümüzdeki yöntemi genellikle ya kafe-restoran gibi yakın mesafede arkadaşların da bulunabileceği bir mekandır veya ailelerin de olacağı bir ev ortamıdır. Sonuçta kişilerin tamamen yalnız kalmayacakları bir ortam olması önemlidir. Böyle bir durumda elbette görüşen insanlar birbirlerine evlenme niyeti veya ihtimaliyle bakacaklar, kendi hislerini de bu minvalde belirleyecekler veya yoklayacaklardır. Buna haram demek mümkün değildir.
Ancak bundan farklı olarak insan nikah niyeti veya beyanının kesinleşmediği bir durumda da karşı cinse nazar edebilir, bakabilir hatta dalıp gidebilir. Bu durumdaki bakışın ve bakış sonucu oluşacak duygu ve düşüncelerin caiz olmadığını ifade edebiliriz.
Unutulmaması gereken bir nokta da şudur ki; gönüllerde ve zihinlerde iki taraf birbirlerini onayladıklarını, tercih ettiklerini, istediklerini biliyor olduktan sonra bu insanların haram olana girmemeleri zordur. Bu bağlamda hoşlanırken bakmak veya konuşmak caiz mi gibi bir soruya karşı bunun caiz bir yönünün olduğunu söylemek gerekecektir. Ancak diğer taraftan bu durum resmen mayınlı tarlada yürümek gibidir. Bu iki yön bir arada değerlendirilmelidir.
Dördüncüsü: Aslında bu konularda söylenen sözler ve tavsiye edilen davranışlar bazen anlaşılmayacak, bazen yanlış anlaşılacak, bazen tuhaf karşılanabilecektir. Çünkü bu konular toplumumuzda iki uç nokta arasında gidip gelinen konulardandır. Örneğin birileri; “İki insan evlenmek istiyorsa beraber bir eve çıksın. Tamamen evliymiş gibi bir iki sene yaşasın. Hala evlenme arzuları devam ediyorsa evlensinler.” diyebilmektedir. Bu tür insanlara bakışı sınırlandırma, duygu ve düşünce kontrolü gibi anlatımlar oldukça abes gelecektir.
Diğer tarafta ise birbirlerini sadece kız isteme merasiminde hatta sadece nikah esnasında görebilen bir kültür de vardır. Bu kültürü benimseyenler de evlenecek iki insanın evlenmeden önce birbirlerini belli sınırlar dahilinde görmelerini, birbirleriyle konuşmalarını bile makul bulmamaktadır.
Bu noktada İslami prensipleri korumak ve realiteyi ihmal etmemek önemlidir. Realite ve İslami prensipler birbirleriyle çatışan hususlar değildir. Mesele ifrat ve tefrit arasında denge durumudur.
Beşincisi: Bir başka pratik durum da şudur: Uzamış nişanlılıklar bazen günaha girme bağlamında oldukça riskli bir durum oluşturmaktadır. İnsanlar karşılıklı olarak evlenme niyetini ifade etmişler, bu konuda anlaşmışlar, nişanlanmışlardır ancak birinin okulunun bitmesi, diğerinin askerliği gibi hususlar araya girmiş ve nişanlılık uzamış olabilir. Nişanlılık din temelli değil, kültür temelli bir uygulamadır. Bu nişanlılığın caiz olmadığını anlamına gelmez. Fakat nişanlılığın dinen ekstra hiçbir izin ortaya koymadığını da unutmamak gerekir.
Aslında “evlilik” kurumunun hakikati iki tarafın birbirini hayatlarını birleştirmek için uygun bulmalarıdır. İki yetişkin insan birbirini uygun bulunca ve karşılıklı olarak niyet ve irade beyanları gerçekleşince aslında nikahın esası da gerçekleşmiş olur. Ancak bu durum hukuki olarak bu iki insanın artık karı koca oldukları anlamına da gelmez. Bir zulüm doğmaması, başka açılardan günaha girilmemesi için bu evliliğe insanların da şahit olması, evliliğin ilan edilmesi gibi hususlar hem dinen hem hukuken önemli kaidelerdir.
Nikahta karşılıklı rızaya ek olarak bu nikahı şahitler huzurunda ikrar etme son derece önemli ve lazım bir kaidedir. Ailelerin tanışması ve resmi nikah kaydının yapılması da diğer önemli kaidelerdir. Bunlar yapılmadığı takdirde iki taraf arasındaki ilişkiler derecesine göre harama kadar gidebilecektir. Hatta durum ve şart itibariyle bu insanların bir arada yaşamaları zina sayılabilecektir veya zinanın bir alt noktası gibi değerlendirilebilecektir. Dolayısıyla tanışma ve nişanlılık gibi durumları uzatmak risklidir.
Altıncısı: Diğer yandan insanların birbirlerini tanımaları için en az birkaç aya ihtiyaç bulunduğunu, evlilik niyetindeki kişilerin birbirleriyle en az birkaç ay görüşmeleri gerektiğini, aksi hâlde insanların birbirlerini tanımalarının imkânsız olduğunu, bunun da ileride gerçekleşmesi muhtemel evlilik birliği için riskli olacağını düşünenler olabilir. Evet, bu bir risktir. Ancak evlilik öncesi uzun süre devam eden ve sınırların korunamayabileceği durumlar da risklidir. Üstelik çoğu durumda insanların birbirlerini tanımaları için aylar gerekmeyebilir. Bir insanı tanımanın doğruluk değeri yüksek teknikleri bilinip uygulanınca iddia edilen aylar sürecek uzun sürelere de ihtiyaç olmadığı anlaşılacaktır.
Yedincisi: Erkek için de kadın için de bu konuda nazar ve niyet temel faktördür. Erkeklerin ve kadınların okul, işyeri gibi ortamlarda fazlasıyla iç içe olduğu günümüz şartlarında; karşılıklı ilişkilerin de birbirlerine bakıp birbirleriyle konuşmaların da bıçak gibi tamamen kesilmesi ve bu yönde telkinlerde bulunulması gerçekçi olmayacaktır. “Hiçbir durumda bakma ve konuşma!” diyebilmek ve böyle bir tavsiyenin anlamlı olabilmesi için toplumsal şartların kökünden değişmesi gerekecektir ki bu mümkün değildir. Elbette zaruret olmadıkça evinden dışarıya çıkmayan, çıkınca da bakışlarını kendi ayak ucundan ayırmayan kadın ve erkekler vardır. Allah Teala herkesin kalbini ve amelini en iyi bilendir. Genel manada ise kadın-erkek ilişkilerinin oluşturduğu kaotik durum karşısında asıl mesele erkeklerin de kadınların da bu durumda varlıklarını bir Müslüman, bir mümin olarak koruyabilmeleridir. Bu konudaki ölçü de daha çok duygu ve düşüncelerine, eğilimlerine ve davranışlarına karşı dürüst olabilen, kendilerine yalan söylemeyen kişilerin kendileri tarafından konulabilecektir.
Bu konuda realite oldukça güçlüdür. Bu durum karşısında geleneksel fıkıh kitaplarımızda da zaruret ve ihtiyaç hâllerinde erkek ve kadınların birbirleriyle konuşmaları, birbirlerine bakmaları mübah görülmüştür. Ayrıca bu gibi durumlar “nikah muameleleri, alışveriş, icar, borç alıp verme, şahitlik, eğitim, tababet, hasta kadının veya erkeğin bakım hizmetleri, boğulma ve yangın gibi durumlarda kalanları kurtarma gibi zaruret hâlleri” şeklinde listelenmiş, listedeki her durum için ayrı ayrı konuşma ve bakma miktarları ve şartları belirlenmeye çalışılmıştır. Ancak aslında İslam özellikle toplumsal ilişkilerde bu tip formel listeler üzerinden yaşanabilecek, bu listelerin tam olarak uygulanabileceği bir din değildir. Çünkü toplumsal ilişkiler dinamik ilişkilerdir. Statik listeler üzerinden sürdürülmez. Diğer yandan kadın-erkek ilişkileri dediğimiz zaman sadece cinsiyet üzerinden sürdürülen bir ilişki türünü kastetmeyiz. Bu ilişkiler aynı zamanda hasta-doktor, hasta-hasta, doktor-doktor ilişkilerini de hoca-öğrenci, hoca-hoca, öğrenci-öğrenci ilişkilerini de kapsar ve bu ilişkileri kurup devam ettirenler her şeyden önce birer insandır. İnsanların çoğu hayatlarını yaşarken genel prensiplere dikkat etseler de yaşadıkları her an, attıkları her adım için ayrı ayrı prensipler geliştirmezler.
Dolayısıyla bu konuda Allah ve Rasulü’nün (sas) sözlerini ciddiye almak, Kur’an ve sünnette belirlenen çerçeveyi sağlam tutmak, o çerçeve içerisinde beşerî ilişkileri devam ettirmek gerekir.
Diğer yandan; hoşlanmak ve beğenmek gibi hislerin kendi başlarına bir anlamlarının olmadığı, evlilik niyeti ve düşüncesi olmadıkça bu hislerin yönlendiriciliğine kapılmanın insanı harama ve günaha açık hale getireceği, evlilik niyeti ve düşüncesi çerçevesinde geliştirilen beşerî ilişkilerin de belirli sınırları olduğu açıktır.