12 dk.
12 Ocak 2023
Kibir, suizan ve kınama | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Kibir, suizan ve kınama | 2. Kısım

Suizan Etmeyi ve Kınamayı Azaltmanın Yolları

 

Suizan etmeyi ve kınamayı azaltmak için yapılabilecek şeyler başlangıçta zor gelebilir ve hazmedilmesi zor görünebilir. Ancak bunları gerçekleştirebilmek insanlar için gerçekten çok rahatlatıcı olacak, çok önemli lütuflara kapı açabilecek, insanlara huzur ve mutluluk verecektir.

 

Birincisi: “Benim vazifem değil.” gerçeğinin anlaşılması ve kabul edilmesi çok önemlidir. İnsanların öğretmen, savcı, polis, gazeteci, avukat, eğitim koçu veya kalite kontrol uzmanı gibi meslekleri olabilir. Bu mesleklerin doğaları gereği bir öğretmen öğrencisinin kusurlarıyla ilgilenecek, savcı suçu ortaya çıkarmak amacıyla insanları sorgulayacak, polis suçluyu bulabilmek için delilleri tespit edip toplayacak, ilkelerine bağlı bir gazeteci kamuyu ilgilendiren önemli bir haberin peşinde koşarken insanların davranışlarını ve ilişkilerini inceleyecek, avukat kendi uhdesindeki davası için insanlar arasından tanıklar arayıp bilgi ve belgelerin peşinde koşacak, eğitim koçu sorumlu olduğu öğrencinin derslerinde daha başarılı olabilmesi için onun tembelliğini telafi etmek adına çabalayacak, kalite kontrol uzmanı incelediği ürünlerde kalitesizlik yahut sahtecilik gibi olumsuzlukların olup olmadığını özellikle inceleyecektir. Bu gibi durumlarda elbette bir kusur ihtimali varsa araştırılacak, onun üzerine gidilecektir. Hatta bu meslek sahiplerinin bu durumlar için sadece hüsnü zanla hareket etmeleri yerine göre uygun olmayabilir bile, suizanna da ölçülü bir şekilde açık bulunmaları gerekebilir.

 

Ancak insanlar bir konu hakkında vazifeli olmamalarına rağmen o konuya dair yorum yapacaklarsa “Kişinin üzerine vazife olmayan şeyleri, malayaniyi terk etmesi İslam’ının getirdiği güzelliklerdendir.”1 hadisini serlevha etmelidirler.  İnsanların çoğu kendi üzerine vazife olmayan meselelerle ilgilenmeyi sevebilir. Ancak bu tip meselelerle zihnen ve fiilen uğraşarak geçirdikleri zamanlar vakit israfıdır. Bu uğraşları onlara bir sevap kazandırmayacak, aksine günaha girmelerini fazlasıyla kolaylaştıracaktır. Hatta kişinin vazifesi olmayan şeylerle, abes meşguliyetlerle uğraşıp zaman harcaması en azından mekruhtur denilebilir.

 

Bu nedenle bir insan kendisini ilgilendirmeyen meseleler hakkında rahatlıkla “Bana ne?” diyebilmeli; o konuya vakit ayırmayı ve o konuda yorum yapmayı kendisine yakıştıramayacağı bir davranış olarak görmelidir. Bu anlayış ve davranışın Kur’an’daki temeli zaten “Aleykum Enfüsekum” – “Siz kendinize bakın!”2 ayetidir.

 

Kur’an’da böyle bir uyarı bulunması, Efendimiz’in de (sas) bu konuda tavsiyede bulunması bizlerin insan olarak bu konuda ciddiye almamız gereken bir eğilimimiz olduğunu, bizi ilgilendirmeyen şeylerle, malayaniyatla uğraşmanın, başkalarını kınamanın bize çok tatlı geldiğini, ancak bu eğilimle mücadele etmemiz gerektiğini gösterir. Bu mücadele aslında kolaydır. Çünkü öncelikle insanın kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ilgilenmemesi makul olandır. Bunun aksi akıl dışıdır. Ancak şeytan ve içimizdeki nefs-i emmare gibi mekanizmalar “Hayır. Şu an ilgilendiğim şey beni ilgilendirmeyen bir mesele değildir. Ben o meseleyle ilgilenerek kendimi ve çevremi o meselenin kötülüğünden korumaya çalışıyorum.” gibi yalan ve saptırıcı fısıltılar üretebilecektir. Bu vesveselere karşı da uyanık olmak güzeldir.

 

İkincisi: “Bu konuda yeterli bilgim yok.” diyebilmek de insanların başkalarını kınamayı ve suizanda bulunmayı azaltmada işlerine yarayabilecek önemli bir husustur.

 

Evet! Bizler insan olarak bir başka insanın herhangi bir sözünün veya davranışının bilgisine bir parça sahip olabiliriz. Bazı insanlar, bazı sözler ve davranışlar hakkında bazı bilgilerimiz vardır. Ancak bir insanın belli bir davranışının öncesini ve sonrasını, o davranışın o insanın iç ve dış dünyasıyla ilgisini, hangi nedenlerin insanı o davranışa ve söze ittiğini çoğu zaman yeterince bilmeyiz. Hatta suizanda bulunduğumuz veya kınadığımız insanların iç dünyalarını genellikle hiç bilmeyiz.

 

Örneğin bir yerde kendi çocuğuna üç tane tokat atan bir babayı görürüz ve adamın bu yaptığının ne kadar kötü bir davranış olduğuna hükmeder, adamı kınar, adam hakkında suizanda bulunuruz. 

 

Evet, şiddet kötüdür, kendi çocuğuna şiddet uygulamak daha kötüdür. Bunun onaylanabilecek, mazur görülebilecek bir tarafı da yoktur. Burada mesele adamın çocuğuna şiddet uygulamasının iyi ve kötü olması değildir. Burada asıl mesele bizim o adamı bu hareketi nedeniyle bir bütün olarak, bütün özellikleri itibariyle tamamen kötülememizdir. Meslea bu adam kendi çocukluğunda fazlasıyla şiddet görmüş birisi olabilir. O anda örneğin beş on tokat atabilecekken iki üç tokat attıktan sonra Allah’ı ve ahireti hatırlayıp tokat atmaktan vazgeçmişse bu vazgeçme nedeniyle sevap kazanmış da olabilir. Hatta bundan sonraki hayatında çocuğuna bir daha asla şiddet uygulamayan, çocuğunun yetişmesinde daha olumlu etkilerde bulunan bir baba hâline de gelebilir. Bizler ise böyle bir durumda karşımızdaki kişiyi kınayarak sadece belli bir zaman dilimindeki birkaç saniyelik bir davranışa bakarak o adamın bütün hayatı ve özellikleri hakkında geçmişi ve geleceği hesaba katmadan hüküm vermişizdir. Evet, adamın çocuğuna üç tane tokat atmasının kötülüğü sabittir ancak davranışın öncesi ve sonrası, içsel ve dışsal belirleyicileri vardır. Bu nedenle en azından bir davranış veya söz için hüküm vermede, kınamada, suizan etmede sınırlandırıcı etkenleri hesaba katmak gerekecektir. Çünkü bir kişi hakkında toptancı bir hüküm vermek başkadır, o kişinin belli bir anda bazı etkilerle yaptığı belli bir davranışı başkadır. Dolayısıyla bir kişi hakkında toptancı bir hüküm vermek için o kişinin bütün hayatını, yetişme şartlarını, iç dünyasının bütün özelliklerini, duygu ve düşünce dünyasının haritasını, mizacını, bilgi birikimini, ahlâki özelliklerini, niyetini, maddi ve manevi özelliklerinin tümünü, o kişinin Allah katındaki değerini, konumunu ve benzeri daha pek çok şeyi bilmek gerekecektir. Böyle bir ilim ise bizde yoktur ve olmayacaktır.

 

Kınadığımız veya kötülediğimiz bir insanın Allah katındaki konumu ve değeri özellikle üzerinde durulmayı hak etmektedir. Bir Müslümanda veya herhangi bir insanda bulunan tek bir kötü özellik ve tek bir davranış nedeniyle onu toptan kötülemek, kınamak, o insanın bildiğimiz veya bilmediğimiz bütün özelliklerini ve sair davranışlarını da mahkum etmek demektir. Bu da “Hiçbir günahkar, suçlu kişi bir başkasının günahıyla, suçuyla suçlanamaz, günahkarın suçu masuma yüklenemez.”3 ayetine doğrudan muhalefet anlamına gelir. Çünkü kişiler arasında değerlendirme yaparken bireysel bir suçun genelleştirilmesi caiz olmadığı gibi bireysel bir değerlendirmede de bir bireyin herhangi bir kötü özelliği ve davranışının suçunu diğer özellikleri ve davranışlarına yüklemek caiz değildir. Bu durum özellikle kınadığımız, kötülediğimiz bir insanın Allah katındaki konumu ve değeri açısından düşünülünce bizim için daha riskli bir hâle gelmektedir. Çünkü bir yanlışını gördüğümüz insanın tevbesini görmemiş olabiliriz. O yanlışına kefaret olacak bir amelini veya başına gelen bir musibeti bilmiyor olabiliriz. 
 

Bu bağlamda, kişileri kınamakla sıfatları kınamak, kişileri kötülemekle kötü özellikleri kötülemek arasındaki ayrım daha bir önem kazanmaktadır. Bu da kötü, yanlış, çirkin davranışları kişiselleştirmemeyi gerektirir.

 

Üçüncüsü: “Benim haddime mi düşmüş?” diyebilmek, her ne kadar önceki iki maddeden daha sert olsa da, insana daha zor gelse de son derece önemlidir.

 

Evet! Nihayetinde kınadığımız, kötülediğimiz ve hakkında suizan ettiğimiz insanların tamamı Allah’ın kullarıdır. Allah Teala’nın onlar için belli takdiratı vardır. Rızıklarını Allah vermektedir, hayatlarını Allah devam ettirmektedir. Zamanı gelince bizim gibi onlar da ölecekler ve hesaba çekileceklerdir. 

 

Hesap görücü olarak Allah yeter”4 hakikati ortadayken ben kimim ki birileri hakkında onların hesabını görür gibi bir değerlendirmede bulunayım?

 

Böyle yaparak yani başkalarını kınayıp kötüleyerek öyle büyük bir mülke izinsiz girmiş oluyorum ki…

 

Bazı filmlerde görmüşüzdür veya günlük hayatta da başımıza gelmiştir: Bir başkası hakkında olumsuz bir şey söyleyecekken veya o kişiye yönelik olumsuz bir davranışta bulunacakken o kişi hakkında “Dikkatli ol! Onun arkasında mafya vardır.”, “Dikkatli ol! O falanca işadamının, filanca siyasetçinin yakınıdır.” gibi bir uyarı alsak kendimizi geri çekeriz. Çünkü arkasında sağlam birisi vardır ve yaptığımız olumsuz davranışın, söyleyeceğimiz olumsuz bir sözün karşılığını olumsuz olarak görmekten korkarız.

 

Benzer şekilde, Allah Teala da her kulunun her yaptığından razı değildir. Ama bütün insanlar sonuçta O'nun kullarıdır. Dolayısıyla O'nun kulları hakkında yargıda bulunmak da en az yukarıdaki örnekte olduğu kadar risklidir. En az o kadar risklidir çünkü örnekteki insanları kınamak veya onlara olumsuz yaklaşmak sadece fiiliyata geçtiğimizde bilinebilecek bir şeydir ancak başka insanlar hakkındaki olumsuz duygu ve düşüncelerimiz daha içimizde bir duygu ve düşünce hâlinde iken bile Allah Teala tarafından bilinmektedir.

 

Sonuçta bir insan, bir başka insana karşı olumsuz duygu ve düşünceler besleyebilir. Anlık öfke, anlık üzüntü, anlık sevinç veya gereksiz hayaller, kuruntular sonucu saçma ve abes değerlendirmelerde de bulunabilir. Halbuki insan insafla “Kendine bak!” deyip kendine baksa, “Yeterli bilgim yok.” deyip bilgisizlik üzerine hüküm vermekten çekinse, “Ben kimim ki?” deyip haddini bilse suizannın, başkalarını kınamanın ve kötülemenin olumsuz etkilerinden büyük oranda kurtulabilecektir.

 

Dördüncüsü: Başkaları hakkında verilen bir hükümde yanılmanın farklı ölçülerde cezaları vardır. 

 

Örneğin Efendimiz (sas) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Bir adam din kardeşine, ey kâfir derse, bu söz ikisinden birine döner. Eğer böyle denilen kişi söylenildiği gibi ise söz doğrudur; yerini bulmuş olur. Aksi takdirde bu söz söyleyene geri döner.”5

 

Bu hadis-i şerifi daha çok bir müslümanı tekfir etmenin ne kadar riskli bir şey olduğu bağlamında biliriz. Ancak mesele sadece tekfir etmekten veya bir başkasına kafir demekten ibaret değildir. Hatta bu hadis-i şerifin farklı versiyonlarında “Allah’ın düşmanı demesin.”, “Fasık demesin.” ibareleri de mevcuttur.

 

Hadisin farklı çağrışımları, farklı yorumları bir yana, konumuz itibariyle anlamamız gereken şudur ki: Bir insanı tekfir etmekle veya ona “Fasık, Allah’ın düşmanı” gibi yakıştırmalarda bulunmakla çok büyük bir risk almışız demektir. Bunu yapan durup dururken mayın tarlasına girmiş demektir.

 

Yine aynı konuda bir hadis de şöyledir: “İsrailoğulları arasında birbirine zıt maksat güden iki kişi vardı: Biri günahkardı diğeri de ibadette gayret gösteriyordu. Abid olan diğerine günah işlerken rastlardı da: “Vazgeç!” derdi. Bir gün, yine onu günah üzerinde yakaladı. Yine, “Vazgeç.” dedi. Öbürü: “Beni Allah'la başbaşa bırak. Sen benim başıma müfettiş misin?” dedi. Öbürü: “Vallahi Allah seni mağfiret etmez.”, veya: “Allah seni cennetine koymaz!” dedi. Bunun üzerine Allah ikisinin de ruhlarını kabzetti. Bunlar Rabbülaleminin huzurunda bir araya geldiler. Allah Teala ibadette gayret edene: “Sen benim elimdekine kadir misin?” dedi. Günahkara da dönerek: “Git, rahmetimle cennete gir!” buyurdu. Diğeri için de: “Bunu ateşe götürün.” diye emretti.”6

 

Bu hadis de bir başka insan hakkında kesin bir hüküm vermenin riskine işaret etmektedir.

Elbette bir insana “kafir” demekle bir insan hakkında “Yalancıdır, pis bir adamdır, dağınık ve uykucu biridir, cimridir, müsriftir, ihmalkardır, kabadır.” gibi daha hafif kınayıcı sözler söylemek aynı derecede değildir. Ancak sonuçta her kınama bir risktir. Kafir olmayan kişiye kafir ithamında bulunmak, ithamı yapana dönecektir. Diğer kınamalar da kendi derecelerine ve durumlarına göre kınayıcılara dönecektir.
 

Beşincisi: Bizler insan olarak kendimize yönelik suçlamalarda kendimizi savunmaya, suçumuzu kabul ettiğimizde de hafifletici nedenler aramaya, mazeret bulmaya meyilliyizdir. Trafikte hızlı araba kullanmakla suçlanınca “Hastaneye yetişmeye çalışıyorum.” diyebiliriz. Sınavdan kötü not alınca mazeret üretmeyen öğrenci, işe geç kalınca kendini savunmayan çalışan yok gibidir. Aslında başkalarının bizim hatalarımıza, kusurlarımıza, eksikliklerimize, ihmallerimize şefkatle ve anlayışla yaklaşmalarını istiyoruzdur. Bu anlayışı görmeyince ve suçlanınca üzülürüz.

 

Benzer şekilde başkalarını kınadığımızda ise onları kınamaya neden olan davranışa ve söze iten nedenleri, mazeretleri ve hafifletici sebepleri göz ardı ederiz. Kendimize karşı beklediğimiz şefkati ve anlayışı başkalarından esirgeriz. 

 

Halbuki “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” buyuran bir Peygamberimiz (sas) vardır.

 

O hâlde kendimize yönelik eleştirileri, suçlamaları, suizanları nasıl karşılıyorsak başkalarını kınama ve suçlama, eleştirme, onlar hakkında suizanda bulunma durumlarında da onların aynı şekilde karşılayacaklarını, aynı duyguları hissedeceklerini hatırlamamız gerekecektir.

 

Suçladığımız, kınadığımız, eleştirdiğimiz ve suizanda bulunduğumuz her insan bizim gibi bir insandır. Onlar da bizim gibi Allah’ın kullarıdır. Bizi onlardan daha üstün, daha kıymetli yapan herhangi bir şey de yoktur ki kendimiz kınanınca karşı çıkalım da onları kınayınca biz haklı olalım!

 

Allah Teala’dan kendimizi insanlardan bir insan olarak görmeyi, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemeyi ve kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkalarına yapmama ahlakını nasip etmesini diler ve dileniriz.


 



 

1 ) Tirmizi, Zühd, 11; İbni Mace, Fiten, 12; Müsned, I/201

2 ) Ey iman edenler! Siz kendinize, kendinizi ıslah etmeye, düzeltmeye bakın! Siz doğru yol üzere olduktan sonra doğru yoldan sapanlar size bir zarar veremez. Hepiniz dönüp dolaşıp Allah’ın huzurunda toplanacaksınız ve O da yaptıklarınızı size bildirecek, bir bir sayacak ve karşılığını verecektir. (Maide, 105)

3 ) Fatır, 18; Necm, 38

4 ) Ahzab, 39

5 ) Buhari, Edep, 73; Müslim, İman, 111; Tirmizi, İman, 16

6 ) Ebu Davud, Edeb 51