Sünnet nedir ne değildir? | Sünnet kavramı üzerine | 1.Kısım
Geleneksel Literatür
Sünnet kavramına sözlüklerde verilen anlamlar şunlardır;
-İyi olsun kötü olsun her manada izlenen herhangi bir yol ve yöntem,
-Övgüye değer manada iyi yol ve yöntem,
-Örnek alınan uygulama,
-Örf, adet ve gelenek…
İslami ilimler literatüründe ise fıkıh ve hadis gibi ilimler sünnet kavramını kendilerine özgü bir tanımla ele almışlardır.
Örneğin hadis ilminde sünnet kavramı şu şekilde tanımlanır: Sünnet, Allah Rasulü’nün nübüvvetinden önceki veya sonraki bütün sözleri, fiilleri, takrirleri ve hakkındaki diğer bütün haberlerdir. Bu tanımdaki takrir kavramı Efendimiz’in (sas) bir sahabinin herhangi bir uygulaması karşısında beyanda bulunmamasını, onu bir çeşit susarak onaylamasını ifade eder.
Fıkıh ilminde ise sünnet kavramı; farz veya vacip derecesinde olmayan ancak yine de dinin yapılmasını istediği fiiller olarak tanımlanmıştır. Sünnet kavramı fıkıhta bid’at kavramının zıddı bir anlama gelecek şekilde de kullanılır.
Hanefi uleması sünnet kavramını “dinde izlenen yol” olarak ele almış ve bu yolu Allah Rasulü (sas) ile ashabının yolu biçiminde izah etmişlerdir. Tabii bu tanıma “farz veya vacip olmaksızın” kaydını da ilave etmişlerdir ki bu durumda Hanefilerin genel sünnet tanımı şudur: Sünnet, farz veya vacip olmaksızın, Allah Rasulü ve ashabının dinde takip ettiği yol.
Yine Hanefi fıkhında sünnet kavramı Sünnet-i Hüda ve Sünnet-i Zevaid olarak ikiye ayrılır.
Sünnet-i Hüda, Efendimiz’in farz veya vacip olmadığının anlaşılması için nadiren terk ettiği ibadet türünden fiilleri veya amelleridir. Namazların sünnetleri, abdest alırken ağza ve buruna su verme gibi ameller bu sünnet türündendir.
Sünnet-i Zevaid, Efendimiz’in (sas) bir beşer olması itibariyle gerçekleştirdiği, dini yaşamakla ilgisi olmayan beşerî fiilleridir. Efendimiz’in yeme, içme, giyinme, kişisel bakım, bazı hastalıkların tedavisiyle ilgili tavsiyeleri, kullandığı savaş aletleri, binekleri ve benzeri hususlar bu türdendir.
Sünnetin bu zevaid kısmıyla ilgili İslami ilimlerde yaygın kanaat şudur ki: Bu fiilleri yerine getirmeyen kimse günah işlemiş olmaz. Ancak bu fiilleri Efendimiz’e (sas) bağlılık ve muhabbet hisleriyle yerine getirmeye çalışan kişi sevap kazanmış olur.
Hadisçiler ile fıkıhçıların sünnete bakışları farklı olduğu için hadisçilerin sünnet olarak ele aldığı pek çok husus fıkıhçılar için aslında amelî bir değeri olmayan konulardır. Hadisçiler Efendimiz’den (sas) gelen bütün haberleri ve rivayetleri sünnet kapsamına almışlardır ki bu ele alış tarzında o rivayet ile herhangi bir şer’î hükmün kurulup kurulamayacağına bakmamışlardır. Fıkıh alimleri ise kendisinden fıkhî bir hüküm çıkarılabilecek hadislere odaklanmışlardır.
Kur’an’da sünnet kavramı pek çok ayette kullanılır. Bu kullanımların bir kısmında sünnet; geçmiş ümmetlerin başlarına gelen ve ibret alınacak olay anlamında, bir kısmında onların takip ettiği yollar anlamında kullanılmıştır. Çoğunda Allah Teala’nın icraatında içkin bir şekilde bulunan kanunilik, Allah Teala’nın yaratırken kanunlara göre yaratması anlamında kullanılmıştır.
Hadis-i şeriflerde ise sünnet kelimesi geniş bir biçimde kullanılmıştır. Bu kullanımlarda sünnet kelimesi başlıca;
-Allah Rasulü’nün (sas) bir nebî olarak uyguladığı ve öğrettiği davranışlar,
-Halifelerin uygulamaları,
-İnsanların uygulamaları, tuttukları yol ve yöntemler… anlamlarında kullanılmıştır.
Temel hadis kaynaklarında da “Sünnete ittiba (ittibau’s-sünne)” veya “el-i’tisam bi’s-sünne (sünnete sımsıkı sarılma”) gibi başlıklar bulunur. Bu başlıklarda da sünnet kelimesi, Allah Rasulü’nden (sas) nakledilen hadislere uygun biçimde yaşamaya çalışma, bu uğurda çaba gösterme anlamında kullanılmıştır. Bu da sünnetin hadislerden çıkarsanabileceği varsayımını göstermektedir.
Dini Literatürde Durum
İslami ilimler literatüründe sünnet kelimesinin çok fazla dallanıp budaklandığı görülmektedir. Örneğin öğlen, ikindi ve yatsı namazlarının ilk dört rekatlık bölümlerine de sünnet denilmektedir, namazın kıyamında erkeklerin ellerini göbekleri üzerine bağlamalarına da sünnet denilmektedir. Yemeğe besmele ile başlamak da sünnet olarak adlandırılmaktadır misvak kullanmak da… “Kur’an ve sünnete uymak” tabirinde de sünnet kavramıyla Efendimiz’in (sas) bütün söz ve fiillerini kast etmiş olunmaktadır.
Sonuç olarak “sünnet” kavramı dini literatürde, özellikle de Türkçeye geçmiş hâli ile fıtrat, kültür gibi çok fazla anlama gelir. Bu hâliyle tek başına kavramsal açıdan neyi işaret ettiği tam olarak belli değildir. Zaten bu nedenle dini bir yazıda veya konuşmada “sünnet” kelimesi ile neyin kast edildiği her zaman önceden açıklanmak durumunda kalınmaktadır.
Neye Sünnet Demeliyiz?
Çok geniş bir alanı kapsayan sünnet kelimesinin bu alanını o kelimeyi daha net hale getirmek adına bir parça sınırlamak durumundayız.
Sünnet; Efendimiz’in (sas) yapıldığı zaman kendisinden bir sevap hasıl olacağına dair açık ve net beyanları ile beyan yerine geçen, başka şekilde açıklanamayacak kadar belirgin fiillerine denilir veya denilmelidir.
Genel ilkedir, bir şey ancak açık bir delille hüküm hâline gelir.
Efendimiz (sas) Allah’ın kulu ve Rasulüdür. Allah Teala’nın kulu olması itibariyle bir beşerdir ve nübüvvet vazifesinin yanında her kul gibi kulluk vazifesiyle de görevlidir. Kulluğu ile velayetin zirvesinde, nübüvveti ile de risaletin zirvesindedir. Onun hakiki mahiyetinin kutsiyeti veya nurani şahsiyetinin kemâli zaten malumdur. Ancak O, insanlar içinden seçilmiş bir insandır ki bize hakiki manasıyla rehber olabilsin. Dolayısıyla dünya hayatı itibariyle beşeriyetin tâbi olduğu kanun ve kaidelerle de sınırlı olacaktır.
Diğer yandan O'nun sözleri, fiilleri, davranışları ve özellikleri hadis, siyer ve tarih suretinde bizlere kadar intikal etmiştir. O hâlde Efendimiz’in (sas) sözleri ve fiilleri içinde O'nun beşeriyetinden veya bir kültür içinde doğup büyümesinden kaynaklanan söz ve fiilleri de olacaktır. Dolayısıyla zaman ve mekanla kısıtlı olan söz ve fiilleri de olacaktır.
Bu noktada bir insan “Efendimiz savaşta sadece kılıç, ok ve mızrak kullanmıştı. Bunları kullanmak sünnettir. Başka bir silah kullanmak bidattir.” dese bu sözün ne kadar abes olduğunu herkes kabul edecektir.
Aynı şekilde hiç kimse Efendimiz (sas) döneminde bazı yaralanma vakalarında hasırın yakılıp külünün yaraya bastırılması şeklinde bir tedavinin olduğundan bahisle bu tedavi yönteminin sünnet olduğunu, bunun dışındaki tedavi şekillerinin bidat olduğunu iddia edemez.
Dolayısıyla bizler, Efendimiz’in (sas) yaptığı ancak başkasının yapmadığı bazı fiillerin dini bir boyutunun olmadığını, net bir şekilde o dönemle, o dönemin kültürü veya teknolojisiyle ilgili fiiller olduğunu biliyoruz.
Sünnet Sevabı Nasıl Oluşur?
Efendimiz’in (sas) sadece açık bir beyanıyla herhangi bir fiil hakkında “Bunu yapmanızda sevap vardır.” veya “Bunu terk etmenizde günah vardır.” gibi açık beyanı olan hususlara sünnet denilmelidir. Dolayısıyla hakkında bu şekilde beyan bulunan fiilleri işlemekten bir sünnet sevabı oluşacaktır.
Bu durumun en bariz şekilde dualar veya evrad ü ezkarla ilgili hadislerde olduğunu görürüz.
Örneğin yatsı namazından sonra uyuyup gecenin son üçte birinde ise kalkıp namaz kılmak ve dua etmek farz değildir. Ancak Efendimiz (sas) “Geceleyin öyle bir zaman vardır ki Müslüman bir kimse o zamana rastlar ve Allah’tan dünya ve ahiretle ilgili hayırlı bir şey dilerse, Allah ona dilediğini verir. Bu zaman her gecede vardır.”1 buyurmuştur.
Aynı şekilde “Allah Teâlâ’nın kuluna en yakın olduğu zaman, gecenin son saatleridir. Yapabiliyorsan, o saatte Allah’ı zikredenlerden ol.”2 hadisi de gecenin belli bir saatinde kalkıp namaz kılmanın, dua etmenin veya Kur’an okuyarak o vakti değerlendirmenin faziletinden bahsetmektedir ki bu ameli işleyenlere pek çok hayır, fazilet ve bereketin yanında sünnet sevabı da kazandıracağı açıktır.
Yine Efendimiz (sas); “Bir adam yolda yürürken, yol üzerinde bir diken dalı buldu da onu attı. Allah da ona teşekkür etti ve onu mağfiret buyurdu.”3 buyurmuştur. Aynı şekilde Ebu Berze el-Eslemi (ra) Efendimiz’e (sas) “Ey Allah’ın Rasulü! Bilemiyorum, olur ki siz dünyadan göçersiniz de ben sizden sonraya kalırım. Bana öyle bir azık ver ki Allah bana onunla lütufta bulunsun.” şeklinde bir soru sorarak hayatına ölçü olacak tavsiyeler ister. Efendimiz (sas) de bazı tavsiyelerinin yanında “Yoldan insanlara eziyet veren şeyi kaldır!” buyurur.4
Bu hadiste sahabinin sorduğu soru direkt Allah Teala’nın lütfuna vesile olabilecek bir ameldir. O hâlde cevapta geçecek olan ameller Allah Teala’nın lütfuna vesile olacaktır. Dolayısıyla o ameller farz değil ise sünnet kategorisine dahil edilebilecektir.
Diğer yandan bu hadise bakıp o dönemde insanların yürüdükleri yolların taş, çalı, diken gibi rahatsızlık verici maddelerle dolu olabildiği, günümüzde böyle bir sorunun kalmadığı söylenebilir. Ancak Efendimiz (sas) meseleyi çalılarla, dikenlerle, taşlarla sınırlandırmamış “eziyet veren şey” diyerek çerçeveyi geniş tutmuştur. Günümüzde de örneğin bir otoyolda, araçların hızla gelip geçtiği bir yere düşen bir taş parçasının kaldırılması kişiye sünnet sevabı kazandırabilecektir.
Söz (Beyan) ve Fiil Ayrımı
Konuyla ilgili geleneksel literatürümüzde Efendimiz’in (sas) sözleri ile fiilleri arasında bir ayrım yapılmıştır.
Geleneksel olarak bazı alimlerimiz fiilin sözden önce geldiğini söyleseler de bu durum ancak dar bir alanı kapsamaktadır. Örneğin Efendimiz (sas) dörtten fazla kadınla evlenmiştir ancak ümmetine dörtten fazla evliliği yasakladığı bilinmektedir. Burada beyan, fiilden daha önde olmuştur. Çünkü biz Efendimiz’in (sas) bir fiili niçin yaptığına dair zihnini ve kalbini bilemeyiz ancak bu konuda kendi beyanı olursa o zaman meselenin aslını bilebiliriz.
Bu noktada aslında kaynaklarda yer almayan ancak geleneksel anlatımlarda bir örnek olarak kullanılan şöyle bir hadise nakledilir: Efendimiz (sas) namaz kılarken alnı kanar ve Hz. Aişe (ra) validemiz de akan kanı eliyle siler. Efendimiz namazı bozar ve abdest yenileyerek namaza yeniden durur. Bazıları Efendimiz’in abdestinin kadın dokunduğu için bazıları da kanama olduğu için bozulduğunu söyler. Ancak bu örnek hadisede Efendimiz’in abdestini neden yenilediğini kendisi beyan etmediği için bilemeyiz. Üçüncü ihtimaller her zaman söz konusudur. Örneğin Efendimiz abdest almayı unuttuğunu düşünmüş olabilir, konsantrasyonu bozulduğu için abdest almış olabilir vb… Bu hadiseden, açık bir beyan olmadıkça kesin bir hüküm çıkarılamaz. Sadece zanlara göre yorum yapılabilir ve zandan da yakîn çıkmaz.
1 ) Müslim, Müsafirin, 166-167
2 ) Tirmizi, Daavat, 118
3 ) Buhari, Ezan, 32; Müslim, İmaret, 51, Birr, 36
4 ) Müslim, Birr, 36