Şüphe ve vesvese | 5.Kısım | Şüphe ve vesveselerin nedenleri ve çareleri
Bütün vesvese ve şüphelere dair bilinmesi gereken iki önemli durum vardır:
Birincisi: Hâl değişiklikleri insanların zihinlerini karıştırır, farklı derecede şüphe ve vesveselere neden olur.
Örneğin Hudeybiye Antlaşması süreci sahabi efendilerimiz için yeni bir hâldir, bir durum değişikliğidir. Müslümanlar, Mekke’ye umre niyetiyle yola çıkmışlar ancak şartlar her iki tarafı bir anlaşma yapmaya zorlamıştır denilebilir. Bu süreçte Müslümanlar için zahiren olumsuz şeyler de yaşanmıştır. Örneğin anlaşma metninin başına Müslümanlar Besmeleyi yazmış ve metinde de Efendimiz’den (sav) “Allah’ın Rasulü” olarak bahsedilmişti. Müşriklerin isteği üzerine besmele lafzı yerine “Bismikellahümme” yazılmış, “Allah’ın Rasulü” ibaresi de silinerek “Muhammed b. Abdullah” yazılmıştır. Süheyl b. Amr’ın oğlu Ebu Cendel (ra) Müslüman olduğu için baskılardan kaçarak tam o süreçte Hudeybiye’de Müslümanlara sığınmış ancak antlaşma gereği Mekke’ye iade edilmek zorunda kalınmıştır. Yani ortada Müslümanların taviz verdiği hatta küçük düşürüldüğü şeklinde yorumlanabilecek olaylar vardır. Hz. Ömer (ra) de tüm bunlar karşısında Efendimiz’e (sav); “Sen Allah’ın Rasulü değil misin? Biz Müslüman değil miyiz? Bunlar müşrik değil mi? O hâlde neden dinimiz için hakarete maruz kalıyoruz?” demiş, Efendimiz’in (sav) “Ben Allah’ın kulu ve Rasulüyüm. Elbette Allah’ın emrine muhalefet etmem. Allah beni pişman etmez.” cevabı üzerine kendine gelip pişman olmuş, bu tavrının affedilmesi için hayatının sonraki dönemlerinde bile çokça köle azat edip sık sık sadakalar vermiştir.1
Yine Efendimiz’in (sav) vefat ettiği haberinin duyulduğu esnada Hz. Ömer (ra) “Rasulullah ölmedi. O, Rabbine gitti. Musa’nın Rabbiyle görüşüp geri döndüğü gibi o da geri dönecektir. İşte O döndüğünde 'Rasulullah öldü.' diyenlerin elleri kesilecektir.” der. O esnada Hz. Ebu Bekir (ra) gelerek Hz. Ömer’i susturur ve “Muhammed (sav) ancak bir elçidir. Ondan önce nice elçi gelip geçmiştir. Şimdi o ölürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye dönecek misiniz?”2 ayetini okumuş ve insanları sakinleştirmiştir. Hz. Ömer de “Ebu Bekir’in söylediği şeylerin Kur’ân olduğunu sonradan öğrendiğimde dehşete kapılıp yere düştüm. Öyle ki, ayaklarım beni taşıyamaz oldu. Böylece anladım ki Rasûlullah ölmüştür.”3
Hz. Ömer’in (ra) her iki yaşadığı durum da ciddi bir hâl değişikliği sonucu ortaya çıkan zihin karışıklığı olarak değerlendirilebilir. Bu tip manevi atmosfer değişimlerinde yaşanacak olan kafa karışıklıklarına karşı yapılacak pek fazla bir şey yoktur. Bunlar gelecek ve geçecektir.
İkincisi: İnsan bazen farkında olsa da olmasa da fizyolojik özellikleri ve durumları nedeniyle kafa karışıklıkları, zihin bulanıklıkları, vesvese ve şüpheler yaşayabilir. Örneğin kan şekeri düşük seyreden bir insanın zaten depresyon yaşıyor olması mümkün olduğu gibi obsesif kompulsif bozukluğu olan birinin de dini konularda sıkça şüpheye düşmesi mümkündür. Bu durumlarda insanın kendi biyolojisini ve psikolojisini tanıması, hangi durumlarda hangi tepkileri verdiğini gözlemlemesi önemlidir. Örneğin özellikle geceleyin fazlaca vesveseye maruz kalan birisinin o saatlerde şekerinin düşmüş olması mümkündür. Ramazan’da bir video kaydından Kur’an ile ilgili bir vaaz dinlemek istersiniz ve birden bire şeytanın “Bu vaiz yalan söylüyor, Kur’an Allah kelamı değil.” gibi fısıltılarına maruz kalabilirsiniz, çünkü o esnada şekeriniz ciddi miktarda düşük seyrediyor olabilir.
Kadınlarda da regl dönemlerinden birkaç gün önce veya sonra, doğumdan sonraki 40 günlük süre içinde de yoğun vesveseler görülebilir. Bu da biyolojik süreçlerin psikolojik durumlar üzerindeki etkisi nedeniyledir ve bunun bilinip gözlemlenmesi önemlidir. Bu bağlamdaki şüphe ve vesveselerin hiçbir önemlerinin olmadığını kabul etmek de önemlidir.
Aynadaki Yılanlar
Şeytanın en tehlikeli hile ve oyunlarından birisi şudur: Bazı kırılgan yapıdaki insanlar küfür, şirk, haram, günah, çirkin söz ve davranış gibi şeylerin sadece hayal edilmesiyle bunların gerçekten işlenmesini, gerçekten var olmalarını birbirine karıştırırlar. Bazen maneviyat büyükleri, bazen sahabiler, hatta bazen de bazı ayet ve hadisler hakkında gayet çirkin hayaller, sözler veya görüntüler; normal şartlarda küfrü, dalaleti veya şirki gerektirebilecek düşünceler insanın zihnine üşüşebilir. Aslında bunlar sadece zihinsel resimlerdir, bir yılanın aynadaki görüntüsü gibidir. Ancak insan o görüntüyü gerçek zannedebilir. O görüntünün kaynağını kendisi bilip küfre, harama düştüğünü sanabilir. Böylece karamsarlığa, yeise, ümitsizliğe de kapılabilir. Şeytan da insanın bu zayıf damarını işlettirir, insan bununla da baş edemez hâle gelir ve sonunda “Artık ne olacaksa olsun, battı balık yan gider.” noktasına bile gelebilir.
İnsan zihni genellikle mekanik bir şekilde işler. Örneğin bir ortamda üç farklı kişi üç farklı şey hakkında konuşur. Birisi bir isim söyler, bir başkası bir mekandan bahseder, bir diğeri de bir fiili, bir davranışı konuşur. Dinleyen insan da bu üçünü birleştirip anlık olarak çeşitli zihinsel resimler kurgular. İnsan zihni buna müsaittir. Bu durum kutsi şeylerle ilgili de olabilir. örneğin yolda geçerken çirkin bir şey görürsünüz, diğer yandan aklınızdan bir hadis geçiyordur veya yanınızdaki arkadaşınız Efendimiz’le (sav) ilgili bir şey anlatıyordur. İnsan zihninin mekanik kısmı bu iki şeyi birleştiriverir ve aklınıza tuhaf, anlamsız, çirkin görüntüler yansır. Bunun tek çaresi aldırmamaktır. Çünkü bu durum bir iman zafiyetini göstermez, sadece zihnin biraz dağınık olduğunu gösterir, hepsi bu.
Aynadaki yılan ısırmaz. Televizyonda izlediğiniz bir yangın sahnesi nedeniyle televizyon veya televizyonun bulunduğu oda yanmaz. Kimse bilgisayarından izlediği bir filmdeki çatışma sahnesindeki kurşunlardan korunmak amacıyla masanın altına saklanmaz. Aynı şekilde zihnimize üşüşen vesveseler de hayal dünyamızın ekranına yansıyan sahneler gibidir. Bu sahnelerde küfür, şirk, günah, haram, dalalet gibi şeyler gösterilebilir. Ancak bu sahneler, bu görüntüler itikadı bozmaz, imanı yok etmez, hatta ahlakımıza zarar bile vermez. Fakat bu görüntüleri fazlasıyla önemsemek, onlara dikkat kesilmek, üzerlerinde durmak, yoğunlaşmak onların etkisini artırır. Bu da işimizi giderek zorlaştırır. Bu vesveselere maruz kalındığında yapılacak iki önemli şeyden birincisi duadır. Yani Allah’a sığınma, korunma ayetlerini okuma gibi kul olmamızdan kaynaklanan vazifelerimizdir. İkincisi ise bizim irademizle ilgilidir ve bu da aldırış etmemektir. Aynadaki yılanın ısıracağından korkmayan, izlediği filmdeki çatışma sahnesi nedeniyle masanın altına saklanmayan bir insan kendi zihin ekranındaki görüntüler nedeniyle de kendini yıpratmamalıdır.
Kararsızlıkların, kafa karışıklıklarının, dolayısıyla vesvese ve şüphelerin genel olarak bir başka önemli nedeni de günlük hayatımızdaki düzen ve tertiplerle ilgilidir. Bunu çalışma masamızın düzeninden tutun odamızın, evimizin, arabamızın düzenine kadar geniş alabilirsiniz. Bunların hepsi insanın bilişsel işleyişini etkileyen hususlardır. Dolayısıyla insanın yaşadığı veya çalıştığı yerde, yaptığı her şeyle ilgili olarak en azından meseleleri birbirine karıştırmayacak kadar düzenli ve tertipli olması kendisini pek çok vesveseden kurtarabilir.
Evet, bir işin diğer işe mani olmaması, birbirini etkileyecek hususların birbirinden ayırt edilmesi, bir düzene, sıraya konulması önemlidir. Örneğin bir hadiste Efendimiz (sav) “Birinizin akşam yemeği hazırlanış, namaz vakti de girmiş olursa, akşam yemeğiyle işe başlasın. Yemeği bitirmedikçe de sakın acele etmesin.” buyurur.4 Aynı hadisin farklı versiyonlarında “Kişi büyük ve küçük abdestine sıkışmış iken de namaz olmaz.”5 ibaresi geçer.
Sonuçta her türlü düzen, disiplin, derli toplu olma vesveseyi azaltır. Her türlü dağınıklık, pislik, karmaşa ve düzensizlik ise vesveseyi artırır. Hatta insanlar çoğu zaman bunun bir vesvese olduğunu bile bilmezler. Örneğin odası dağınık olan, yapması gereken bir işi yapmayıp sürekli erteleyen ve hatta bu işi unutmayı tercih eden birisinin yaşadığı iç sıkıntısının nedeni odasının dağınık olması ve ertelediği işleridir. Bu tip iç sıkıntıları zamanla ibadetlerde veya imani konularda vesvese ve şüpheye de dönüşebilir.
İmani Konulardaki Şüphelere Dair Son Bir Söz
Hayat değiştikçe ve ilerledikçe, özellikle kültürel etkileşimlerin artması ve teknolojinin gelişmesine de paralel olarak imani konularda da yeni sorular gelecektir. Ancak imanımızın odağını oluşturan ayet ve hadisler aynı kalacaklardır. Bu durumda ayet ve hadisler için yeni açıklamalarda bulunmak, yeni izah yöntemleri geliştirmek gerekecektir.
Dünya ve güneşin birbirlerine karşı hareketleri de binlerce yıldır değişmemektedir. Ancak bunlar hakkındaki açıklamaların gelişimine bakınca önce güneşin dünyanın etrafında döndüğü, sonra dünyanın güneşin etrafında tam daire şeklinde döndüğü, sonra daire değil elips şeklinde döndüğü, sonra tam elips de değil yer çekimi alanı uzay-zaman gerilimi gibi bir şekilde döndüğü şeklinde sürekli gelişen açıklamalarla karşılaşırız. Burada yüzlerce yıl içinde açıklamaların, modellerin giderek daha kaliteli bir hâle geldiği görülmektedir.
Aynı şekilde Kur’an ve hadisler de yüzlerce yıldır aynı kalmaktadır, lafızları değişmemektedir. Zamanın ve ihtiyaçların ilerlemesi, gelişmesi ile bu ayet ve hadislerin daha iyi modellenerek, daha güzel açıklanarak, daha yeni kavramlarla ifade edilmesi gerekmektedir. Bu yapılmadıkça da bu konudaki bazı şeyler eksik gedik kalacaktır.
Bu konuda ellerimizi açıp “Ya Rab! Bize yeni imamlar, yeni üstadlar gönder. Yeni İmam Azamlar, yeni Mevlanalar, yeni Gazaliler, yeni Bediüzzamanlar’a ihtiyacımız var.” diye ciddi ciddi dua etmek gerekir.
Her imam kendi çağının bir cins açıklayıcısı, bir şârihidir. O dönemin etkin paradigması gereğince izahlarda, yorumlarda bulunmuş, iman ve Kur’an hakikatlerini insanların anlayabilecekleri şekilde açıklamışlardır. Örneğin Bediüzzaman’ın açıklamaları genel rasyonalite açısından mükemmeldir. Ancak meseleleri açıklarken verdiği padişah, asker gibi örnekler bugünün gençleri için pek açıklayıcı örnekler olmayabilir. Bu da insanların zihnini bazı konularda tam tatmin etmeyebilir. Bu normaldir.
Bugün için bizi tatmin eden açıklamalar da o dönemin insanları için yeterli bulunmayabilirdi. Veya bugün geliştirdiğimiz açıklamalar ve modeller bir süre sonra tatmin edici olmayabilir. Beklentiler, modeller, paradigmalar değişince cevapların, açıklamaların, modellemelerin de değişmesi gerekir.
Bu nedenle Allah-u Teala’dan diler ve dileniriz ki aramızda bu konuda istidadı, kabiliyeti olanların eser vermesini kolaylaştırsın, onların önünü açsın. Yoksa müstaid insanlar göndersin.
Aslında bir yönüyle yeni sorulara karşı hepimiz bireysel cevaplara ulaşmak için de dua edebiliriz. Ancak diğer yandan Allah Teala bu tarz terakkileri belirli fertler üzerinden yaparak yaratıyor. Yani mesela nasıl ki fizik alanında tüm insanlar bir anda Newton’un, Einstein’ın keşfettiğini keşfedemiyor ama ancak Newton ve Einstein’ın çalışmalarından ve keşiflerinden sonra milyonlarca insan o konuyu öğrenmiş oluyor. Aynı şekilde muhtemelen imani konulardaki sorulara verilecek cevaplar için de başlangıçta çok az sayıda insan doğru cevapları fark edip açıklayacak daha sonra kitleler bu cevaplarla tatmin olabilecektir.
1 ) İbn-i Hişam, Sire, III, 332
2 ) Âl-i İmran, 144
3 ) İbn-i Hişam, Sire, IV, 305
4 ) Müslim, Mesacid, 66
5 ) Müslim, Mesacid, 67