9 dk.
23 Mayıs 2024
Tanrı'ya İhtiyaç Yok mu? | Boşlukların Tanrısı | 3. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Tanrı'ya İhtiyaç Yok mu? | Boşlukların Tanrısı | 3. Kısım

Tanrı'ya İhtiyaç Yok mu?

 

Popüler ateizmin temel iddialarından birisi, bilimin henüz açıklayamadığı hususları açıklamak için “Tanrı” kavramının kullanıldığı şeklindedir. Popüler ateizmin önde gelen isimlerinden R. Dawkins’in de belirttiği gibi; “Yaradılışçılar günümüz bilgisinde ya da anlayışında hevesle boşluklar ararlar. Eğer bariz bir boşluk bulunursa, bu boşluğu varsayılan olarak Tanrı'nın doldurması gerektiği farz edilir.”1 Yazar iddiasını daha da ileriye götürür ve bilimin ilerlemesi ile evrende henüz açıklanamayan şeyler olan boşlukların küçüleceğini ve sonuçta Tanrı'nın yapacak hiçbir şeyinin ve saklanacak hiçbir yerinin kalmayacağını savunur.

 

Dawkins bu anlayışı biraz karikatürize ederek şunları da söyler: ““Bir şeyin nasıl çalıştığını anlamazsanız, bunu dert etmeyin: sadece pes edin ve bunu Tanrı yaptı deyin! Sinir dürtülerinin nasıl çalıştığını bilmiyor musunuz? Güzel! Hatıraların beyinde nasıl saklandığını anlamıyor musunuz? Harika! Fotosentez oldukça kafa karıştıran karmaşık bir süreç midir? Şahane! Lütfen problem üzerinde çalışmaya başlamayın, sadece vazgeçin ve Tanrıya başvurun. Sevgili bilim insanları, bilinmeyenleriniz üzerinde çalışmayın. Bilinmeyenlerinizi bize getirin ki onları kullanabilelim. Değerli bilgisizliği araştırarak onu boşa harcamayın. Bu şanlı boşluklara Tanrı'nın son sığınağı olarak ihtiyacımız var.”2

 

Peki, Dawkins ve benzeri söylemlere sahip ateistler bu iddialarında haklı mıdır?

 

Bir yönüyle evet, bir yönüyle hayır!

 

Önce haklı oldukları yerleri belirtelim. Gerçekten de birilerinin Tanrıyı “God of Gaps” (Boşlukların Tanrısı) olarak kullandığı doğrudur.

 

Bilimin ilerleyişine baktığımızda fizik ve kimyaya dair meseleler hızla ilerlerken biyolojinin, yaşama dair bilimsel açıklamaların daha geç ilerlediği görülür. Hatta hayata dair bildiklerimiz fizik ve kimyaya dair bildiklerimizden daha azdır. Evrim meselesinin inananlarla inanmayanlar arasında bir savaş alanı hâline gelmesinin nedeni de budur. Çünkü Tanrı'ya inandığını düşünenlerin büyük çoğunluğu hayata dair her şeyi maddi ve fail bir neden olarak Tanrı'nın elinde görmek isterler. O alana bilimsel olarak açıklanabilen kanunların veya kuralların karışmasını istemezler. Bunu açıkça ifade etmezler ancak bilimsel olarak açıklanabilen herhangi bir şeyin “yaratılmamış” olduğunu zannetmeye eğilimlidirler. Bu eğilimin arka planında “Bir şey bilimsel olarak açıklanabiliyorsa o şeyi açıklamada Tanrı'ya ihtiyaç yoktur.” ön kabulü yatar. Bu nedenle de evrim teorisi veya türleşme gibi konulara kategorik olarak karşı çıkanlar vardır.

 

Bu arada hemen not olarak belirtelim; şu andaki biyolojik bilgimiz bu konudaki kanunların hepsinin tam olarak ne olduklarına dair kesin açıklamalar yapacak düzeyde değildir. Canlıların pek çok özelliklerinin genetik temelli olduğu gibi genel açıklamalar vardır ancak bu açıklamalar fizik veya kimyadaki kadar kesin değildir.

 

Bu bağlamda biyolojinin diğer bilimlerden daha yavaş ilerlediği ve onların gerisinde kaldığı bir gerçektir. Fakat evrim meselesine karşı çıkanların genel eğilimleri ve bu eğilimlerinin ardında yatan neden, hayatla ilgili alanda sadece kendi Tanrı anlayışlarının açıklayıcı olarak kalmasını istemeleridir. Bilimin bu alana müdahalesini ve bu alanda bir şeyler söylemesini bilimsel açıklamanın Tanrı'ya ihtiyaç bırakmayacağı endişesiyle kabul edememektedirler.

 

Bu yaklaşımın çelişkisi şuradadır: İnananlar big bang – büyük patlama teorisine karşı çıkmazlar. Hatta bu teoriyi evrenin ve zamanın bir başlangıcı olduğu inancına delil olarak kullanırlar. Ancak büyük patlama da bir kronolojiye sahiptir. Önce büyük patlama gerçekleşmiş, bir süre sonra kuarklar ve gluonlar bir araya gelerek proton ve nötronları oluşturmuştur. Bu esnada protonlar ve anti-protonlar birbirlerini yok ederek enerjiye dönüşmüşlerdir. Bir süre sonra döteryum ve helyum çekirdekleri oluşmuştur. Patlamayla üretilen atomların çoğu hidrojen ve helyumdur. Biraz da lityum oluşmuştur. Patlamayla üretilen elementler zamanla kütle çekimi etkisiyle bir araya gelmiş, yıldızları ve gökadaları oluşturmuştur.

 

Dikkatli okurlar ve ortalama zekaya sahip insanlar bu anlatılanların aslında bir evrim süreci olduğunu fark edeceklerdir. Genel mantık olarak biyolojideki evrim teorisinin de bu anlatılanlardan nitelik itibariyle bir farkı yoktur.

 

Büyük patlama teorisi maddenin evrimi teorisidir. Çoğumuzun “evrim” deyince aklımızda canlanan evrim teorisi ise canlılığın evrimiyle ilgilidir. Ancak büyük patlama teorisi inananları rahatsız etmezken biyolojideki evrim teorisi rahatsız etmektedir. Çünkü canlılık veya hayat insanı da kapsayan bir kavram olduğu için inananların çoğu bu meseleyi sadece Tanrı'nın elinde tutmak istemişlerdir. Zaten her şey Allah’ın elindedir. Mülk, fiziğiyle metafiziğiyle umumen O’nundur. Ancak inananların elinde tutmak istedikleri şey açıklamanın ve teorinin kendisidir. Bu da aslında Tanrı'yı hem aktif fail hem de maddi bir sebep gibi düşünmeye yol açmaktadır. Tanrı'yı maddi bir sebep gibi düşünmek önemli bir düşünce açmazıdır. Ancak inananların çoğu bunun farkında değildir.

 

Beş Bilinmeyen ve Boşlukların Tanrısı

 

Benzeri bir durum yakın geçmişte mugayyebat-ı hamse meselesinde de yaşanmıştır. Mugayyebat-ı hamse “beş bilinmeyen şey” demektir.

 

Kur’an’da “Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah'ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”3 buyrulur.

 

Efendimiz (sas) de bir hadislerinde “Gaybın anahtarları beştir.” buyurduktan sonra bu ayeti okumuştur.4

 

Aslında ayette belirtilen hususlar onların gayb alemi hakkındaki durumlarıyla ilgilidir. Ancak Müslümanlar bu hususları tamamen bilinemez, dolayısıyla üstünde düşünülemez, konuşulamaz, hakkında hiçbir tahminde bulunulamaz olarak anlamayı tercih etmişlerdir. Farklı bir örnek olarak bazı Müslümanlar “Rahimlerde olanı o bilir.” ibaresini “Rahimlerde olanın cinsiyetini sadece o bilir, siz bilemezsiniz. O hâlde bu konuda çalışmalar yapmayın, tahminlerde bulunmayın.” demiş gibi anlamayı seçmişlerdir. Yahut “Yağmuru o yağdırır.” ibaresini de “Yağmurun yağması konusunda sizin yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Sadece yağmur duası yapın. Bunun dışında hiçbir şey yapmayın.” demiş gibi anlayıp bu konudaki çalışmaları reddedebilmişlerdir. Ancak meteorolojinin gelişmesiyle yapılan bazı hava tahminlerini yahut ana rahmindeki bebeğin cinsiyetinin belirlenmesini her ne kadar başlarda kabullenememişlerse de sonradan geri adım atmışlardır. Bu da bazı inananların kendi zihinlerindeki boşlukları kendi Tanrı anlayışlarıyla doldurduklarını, o çarpık anlayışın aksine açıklamaları da kabul edemediklerini gösterir.

 

Aslında az önce verdiğimiz örnekler de biyolojik evrim teorisine karşı çıkışlar da bir şeyi açıklanamaz ve mucizevi gördükten sonra o şeyi doğrudan Tanrı'ya bağlama eğilimidir ve bu eğilim bir cins Boşlukların Tanrısı anlayışıdır.

 

Boşlukların Tanrısı Anlayışının Farklı Bir Versiyonu

 

Günümüzde var olan hâliyle “Önce sebepler adına elinden geleni yap, sonra dua et!” düşüncesini hepimiz az çok biliriz. Bir kimse maddi sıkıntı içine girse, hazır parası olmasa, kira veya fatura borçları da yaklaşmış olsa, o zorlu durum içerisinde ellerini açıp; “Allah’ım! Acil ödemem gereken borçlarım var ancak param yok. Sen imdadına yetiş!” diye dua etse, sonra unuttuğu bir alacağı eline geçse yahut elindeki bir işi tamamladıktan sonra hiç beklemediği şekilde peşin bir ödeme alsa, insanların çoğu ellerine geçen bu paraları duasının kabul edildiği şeklinde yorumlamaz. Çünkü çoğu insan “Zaten alacağım vardı, borçlu da borcunu ödedi.” yahut “Zaten çalıştığım işin karşılığı olarak ödeme yapıldı.” diye düşünür.

 

Yine çoğu insan “salih insan” kavramını olağanüstü yetenekleri olan, keramet gösterebilen biri şeklinde tasavvur eder.

 

Bu durumların “Boşlukların Tanrısı” kavramı ile ilgisi şudur: İnsanların çoğu normal hayatın olağan akışı içerisinde olup biten şeylerle yetinmemektedir. Bu insanlar hayatın içinde bir olağanüstülük, bir kapalılık, bir gizem aramaktadır ve Tanrı'nın varlığını, tasarruflarını ancak böyle yerlerde görebilmektedir.

 

Bu nedenle örneğin insanlar onuncu kattan düşen bir çocuk için “Öldürmeyen Allah öldürmüyor.” derler. Ancak normal hayatın akışı içinde aynı çocuğun ölmemesine kimse aynı cümleyi kurmaz.

 

Yahut ormanda bir ağacın altında ayakları kırılmış, hareket edemeden yatan bir tilki olsa, bir kartal da ağacın dalında kendi yiyeceğini yiyip artan yiyecekler ağacın altındaki tilkinin önüne düşse ve tilki o şekilde beslense insanların çoğu bu olaya karşı “Bak Allah’ın işine!” diyeceklerdir. Bu yorum elbette doğrudur. Ancak her gün milyarlarca canlının rızıklarını temin etmeleri karşısında kimse Allah Teala’nın Rahman ve Rezzak isimlerinin tecellisini pek görmez.

 

Kur’an’ın ve Efendimiz’in (sas) anlattığı Allah, iman veya İslam bu değildi. Sahabe de böyle değildi. Ancak her nasılsa Tanrı'yı ancak olağanüstünde, farklı ve tuhaf şeylerde arama, sadece o noktalarda görme temayülü sonradan çok yaygınlaşmış ve bünyeyi sarmıştır. Böyle olunca da insanların işleri yolunda gittikçe, insanları aktif olarak her gün zorlayan dertler bittikçe Tanrı'nın normal hayat içinde hatırlanması da azalmaktadır. Hatta insanlar beş vakit namaz kılsalar bile bu hatırlama azalarak devam etmektedir.

 

Ters yönden bir örnek daha verelim: Belediye hizmetlerini, belediyelerin nasıl çalıştığını hepimiz az çok biliriz. Sular kesilmedikçe, otobüs seferleri aksatılmadıkça, çöpler her gün toplandıkça insanlar bir belediyenin varlığını bile pek düşünmezler. Ancak ulaşım, temizlik, suya ulaşma gibi hizmetlerde bir aksaklık olunca insanlar yaşadıkları şehirde bir belediyenin olduğunu ve bu işlerden onun sorumlu olduğunu hatırlar. İnsanların Tanrı algısı da belediye algısına benzemektedir. Tıbbın ve medeniyetin gelişmesiyle günlük hayatın içerisinde ölümler, kazalar, zahmetler, daralmalar azaldıkça Tanrı'ya ihtiyaç kalmayacağı düşüncesi veya hissi, Tanrı'ya ihtiyaç duymama algısı öne çıkmaktadır.

 

İnsanlarda böyle bir Tanrı tasavvuru gelişince günde beş vakit namaz da kılsa, bir zikir halkasına da katılsa kişinin Allah’ı anmadan, hiç hatırlamadan günün geçirmesi mümkün olabilmektedir. Çünkü Allah Teala’nın varlığını sadece olağanüstü, doğa ötesi olaylarda arayınca artık Allah’a -haşa- günlük hayat içerisinde yer vermiyorsunuz demektir. Bu da Yüce Allah'ı kendi zihinlerinizde hakikaten çok dar bir alana hapsetmek demektir.

 

Bu bağlamda “Boşlukların Tanrısı” kavramının sadece bilim ve felsefede tartışılan bazı akademik konuların bir konusu olmaktan daha öte bir anlamı vardır. O da insanların zihinlerindeki Tanrı tasavvuruyla doğrudan alakalıdır. Zihinlerdeki bu Tanrı tasavvurunun Allah Teala’nın zatına, isim ve sıfatlarına uygun olmadığını da ayrıca anlamak gerekir.

 


 

1 Richard Dawkins, Tanrı Yanılgısı, s. 125

2 R. Dawkins, a.g.e., s. 131-132

3 Lokman, 34

4 Buhari, Tefsiru Sure, 6/1