Ukrayna-Rusya Savaşı ve İnfak
Soru: Güncel bir konu olan Ukrayna-Rusya savaşında bir Müslüman olarak nasıl tavır sergilemeliyiz? Ukrayna'daki insanlara üzülmeli ve maddi bağışta bulunmalı mıyız yoksa zor durumda olan Filistin, Yemen, Suriye ve benzeri ülkelerdeki Müslümanlara öncelik mi tanımalıyız?
Cevap: Meseleyi geniş bir çerçeveden ele alacağız.
Hayır hasenat meselesinde önceliğin nasıl belirlenmesi gerektiği konusunda mezhepler arasında ihtilaf vardır. Bir konuda mezhepler arasındaki ihtilaf bizlere o konuda Kur’an ve sünnette yer alan emirlerin tam olarak net ve açık olmadığını gösterir. Bu emirlerin net ve açık olmaması karmaşık olmaları demek değildir. Aksine, insanlara bir tercih hakkı tanındığını gösterir. Şeriatın bir konuda mutlak ve kesin bir emri olsaydı mezhepler o konuda ihtilaf etmezlerdi. Madem ki bir konuda ihtilaf vardır, demek ki o konuda kesin, net, mutlak, esnetilemez, kişilerin tercih hakkına bırakılamaz bir emir yoktur. O hâlde mesele insanların alternatifler arasında yapabilecekleri tercihlere, bakış açılarına, mizaçlarına ve eğitim durumlarına kalmıştır denilebilir.
Hayır hasenatta bulunmayı veya infak etmeyi farz ve nafile şeklinde ikiye ayırmak mümkündür.
Bu bağlamda, farz olan zekâtı elden geldiğince ve mümkün olduğunca Müslümanlar için ayırmak daha doğru olacaktır. Zekatın verileceği yerler arasında Kur’an’da müellefe-i kulûb da zikredilmektedir.1 Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde müellefe-i kulubdan iki kişiye tahsisat ayrılmıştır ancak Hz. Ömer (ra) artık İslam’ın yayılıp güçlenmesi nedeniyle müellefe-i kuluba ihtiyaç kalmadığını söylemiş ve bu tahsisata karşı çıkmış, Hz. Ebu Bekir de bunu onaylamış, sahabe de sessiz bir icma göstermiştir. Hz. Ebu Bekir’den sonraki üç halifenin müellefe-i kuluba maddi destek sunduğuna dair bir bilgi yoktur. Ancak bununla birlikte Efendimiz’in (sas) İslam güçlenip yayıldıktan, Kureyş ve Hevazin gibi büyük kabilelerin yenilmelerinden sonra da müellefe-i kuluba yardımda bulunmaya devam ettiği bilinmektedir. Dolayısıyla dinin yücelmiş ve güçlenmiş olduğu düşüncesi göreceli bir düşüncedir. Ayrıca Hz. Ömer’in müellefe-i kulub adı altında asalak bir sınıfın oluşmasını engellemek istediği de düşünülebilir. Dönemsel şartlar da bu konuda önemli bir değişkendir. Nitekim Ömer bin Abdülaziz (ra) döneminde de müellefe-i kuluba önemli paylar ayrılmıştır.
Müellefe-i Kulûb aslında kendilerine maddi bir şeyler verilerek kalpleri imana, İslam’a, Kur’an’a ısındırılmak istenilen kişiler demektir. Bu kişilerin kafir olmaları şart değildir. Gafil olarak değerlendirilebilecek veya zihinlerinde şüphe ve gönüllerinde rahatsızlık bulunan Müslümanlar da bu kategoriye dahil edilebilirler. Ancak en genel anlamıyla kafirler veya ehl-i kitabın faziletli olanları (ki ehl-i kitabın faziletlilerinin bulunduğu Kur’an’da bildirilmektedir) müellefe-i kulub olarak değerlendirilir.
Son tahlilde; zekâtın müellefe-i kuluba ayrılacak payı dışında farz ve nafile infaklarda mümkün olduğunca Müslümanlar veya Müslümanların çoğunlukta olduğu yerler seçilmelidir. Meselenin ruhuna uygun olanı budur.
Hem farz hem nafile olan infaklar konusunda Kur’an en yakından başlamamızı söyler.2 Bu yakınlık hem akrabalık yakınlığı hem komşuluk yakınlığı hem iş arkadaşlığı veya normal arkadaşlık yakınlığı olarak düşünülebilir. Hayır hasenatta bulunma, sadaka verme konularında önceliğin yakınlara verildiğine ve verilmesi gerektiğine dair manası açık ayet ve hadisler vardır.3 Yakınların tercih edilmesi fedakârlık veya diğerkamlık kavramlarına ters gelebilir ancak uzun vadede düşünülünce infakta bulunacak bir insanın hakiki toplumsal vazifesini yerine getirmesi, gönlünü rahatlatması gibi açılardan yakınların öncelikli tercih edilmesi çok önemlidir. Ancak bu noktada kişi infak konusunda kime vereceğini ölçüp tartarken ihtiyacın şiddetini de gözetmelidir. Yani bir tarafta çok fazla ihtiyacı olmayan bir akrabası diğer tarafta ise gerçekten çok ihtiyacı olan ama akrabası da olmayan birisi varsa elbette ihtiyacı fazla olana vermek daha doğru olacaktır.
Gayr-i Müslimlere Yapılan İyiliklerin Sevabı Var mıdır?
Hz. Ebu Hureyre’nin (ra) anlattığına göre Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Bir adam yolda yürürken susadı ve susuzluğu arttı. Derken bir kuyuya rastladı. İçine inip susuzluğunu giderdi. Çıkınca susuzluktan soluyup toprağı yemekte olan bir köpek gördü. Adam kendi kendine: “Bu köpek de benim gibi susamış” deyip tekrar kuyuya inip, mestini su ile doldurup ağzıyla tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah onun bu davranışından memnun kaldı ve günahlarını affetti.” O esnada orada bulunanlardan bazıları; “Ey Allah’ın Rasulü! Yani bize hayvanlara yaptığımız iyilikler için de ücret var mı?” diye sordular. Efendimiz (sas) “Evet! Her yaş ciğer (sahibi) için bir ücret vardır.” buyurdular.4
Bu ve benzeri hadislerden anlaşılmaktadır ki; bir hayvanın susuzluğunu gidermede dahi bir insan için sevap vardır. O hâlde gayrimüslim olsun, ateist olsun herhangi bir insanın susuzluğunu veya başka bir gerçek ihtiyacını gidermede hayli hayli sevap vardır. Özellikle deprem, yangın, sel gibi doğal afetler karşısında ciddi muhtaç duruma gelmiş veya savaştan olumsuz etkilenmiş insanların barınma, ısınma, ilaç, yeme, içme gibi ihtiyaçlarının karşılanması daha da önemlidir ve bunun da sevabı olacaktır. Hatta bu bağlamda denilebilir ki; kalben veya zihnen hangi tarafı haklı gördüğünüz bir tarafa, savaş cephesinde aktif yardım olmaması kaydıyla bir Ukrayna veya Rus askerinin dahi çok önemli bir insani ihtiyacının karşılanmasıyla yine sevap kazanılabilir. Fakat yanlış anlaşılmasın, haksız işgalin veya zulmün aktif bir şekilde desteklenmesi elbette sevap değildir aksine böyle desteklerin vebali vardır. Ancak savaş, işgal veya zulüm bağlamı dışında örneğin yaralı bir askerin tedavisi, açlıktan bitap düşmesi durumunda beslenmesi gibi fiiller de sevaptır. Bir Müslümanın Kur’an’dan ve hadislerden aldığı dersler; namazının, orucunun, evrad ü ezkarının getirdiği tevazu ve hakkaniyet bunu gerektirir. Hakiki bir müminin Kur’an’la, hadisle, iman dersleriyle zaten kalbi yumuşayacaktır. Böyle bir mümin dünyaya şefkat ve rahmet esasına göre bakacaktır. Dünyanın herhangi bir yerindeki bir ızdırabı kendi kalbinde hissedecek, insan olsun hayvan olsun bitki olsun herhangi bir canlıya şefkat ve merhamet esasına göre bakınca da mümkünse aktif bir çaba göstererek mümkün değilse aracı kurum veya kişiler kanalıyla maddi yardımlarda bulunarak infakta bulunacaktır.
İnfaktan Önce Ölçüp Biçme, Alternatifler ve Şeytanların Müdahalesi
İnfakta bulunmadan önce nereye infakta bulunulacağına karar vermek zor olabilir. Herkesin mizacı farklıdır. Dolayısıyla “gerçek ihtiyaç” kavramı da kime infakta bulunulması gerektiği düşüncesi de kişiden kişiye değişebilir. Ancak diğer yandan infakta bulunacak kişilerin objektif sorumlulukları da vardır. Bu nedenle İslam, infakta bulunacakların en yakınlarından başlamalarını istemiştir. Yani bir insanın yakın akrabaları, komşuları, bizzat tanık olduğu gerçek bir ihtiyaç sahibi varken başkalarını öne alması bir cins haksızlıktır.
Ancak öne alma meselesinde infakta bulunacak kişinin elindeki tüm parayı, öne aldığı kişi veya kişilere vermesi de şart değildir. Yani “öncelik” meselesi infak için ayrılan tüm miktarın öncelik olarak belirlenen kişi veya kişilere verilmesi demek değildir. Dolayısıyla infakta bulunacak kişiler “Önce elindeki tüm parayı falan yere ver sonra diğer yere geç.” anlayışıyla hareket etmek zorunda değillerdir. İnfakta bulunacak kişi örneğin 1.000 TL verecekse 600 TL’sini öncelik olarak belirlediği ihtiyaç içindeki akrabasına, kalan 400 TL’nin 200 TL’sini depremzedelere, 100 TL’sini Filistin veya Doğu Türkistan gibi ülkelerdeki mazlum Müslümanlara, 100 TL’sini ise farklı bir ülkedeki muhtaçlara, savaş mağdurlarına ayırabilir.
Ayrıca ölçülüp biçilmesi gereken bir başka önemli husus da ihtiyaç sahiplerinin gerçekten ihtiyaç sahibi olup olmadıklarının kontrol edilmesi ve aracı kurumların güvenilirliklerinin denetlenmesidir. Bu konuda yersiz paranoyalara da kapılmadan aracı kurumların infakları yerlerine ulaştırıp ulaştırmadıklarından ve ihtiyaç sahibi olarak gösterilen kişilerin gerçekten muhtaç olup olmadıklarından emin olunmalıdır.
Bir başka önemli husus da şudur: Şeytanın insan üzerindeki en yoğun çabalarından birisi insanın sadaka vermesine, infakta bulunmasına mâni olmaktır. Şeytanlar infakta bulunma niyetinde olan insanlarla biraz daha fazla uğraşırlar. Bazen en yakınındakini ihmal ettirir, bazen de uzakta da olsa gerçekten muhtaç olanı gözlerden kaçırmak isterler. Bazen “Yardım etmeyi düşündüğün kişiler Müslüman değil, neden yardım edesin ki?” der bazen güvenilir bir yardım kuruluşunun güvenilirliği hakkında delilsiz, mesnetsiz, sadece dedikoduya dayalı söylentileri akıllara getirir. Bazen “Parayı kolay kazanmıyorsun, önce kendi çoluk çocuğuna bak!” dedirtir bazen de her türlü vesveseye rağmen infakta bulunmayı engelleyemeyince “Sen ne güzel bir kulsun ne fedakâr bir insansın.” dedirterek insanı ucba düşürmeye çalışır. Bazen unutturmaya ve erteletmeye de çalışır. Bu nedenle infakta bulunma niyeti, birilerine yardım etme isteği ve bu konuda bir merhamet hissi doğunca bu niyet ertelenmemelidir. Belki başlangıçta hissî davranılarak verilmeye niyet edilen miktar kişinin gözüne çok görünebilir. O miktar (aşırı önemli durumlar hariç) her şeye rağmen verilmelidir ancak bir dahaki sefere daha düşük bir miktara niyet edilebilir. İnfak niyeti ve yardımda bulunma hissi doğunca bu his mutlaka değerlendirilmelidir.
Bu bağlamda, örneğin yurt dışında görülen genel bir mağduriyet veya ihtiyaç durumuna karşı kalplerde bir merhamet hissi doğduğu anda ve infakta bulunma düşüncesi geldiğinde infakta bulunmak isteyen kişi kabaca bir miktar belirleyebilir. Bu miktar daha sonra değiştirilebilir. İnfakta bulunacak kişiler anlık bir hislenme ile 10 birim verebileceklerini zannedip daha sonra hesap kitap yaptıklarında aslında 5 birim infakta bulunabileceklerini görmüş olabilirler. Bu tür değişiklikler hoş görülmelidir. Ancak infakta bulunmaya niyetlenildiği anda şeytanın “Ben ne yapıp etsem de bu insanı sadaka vermekten, infakta bulunmaktan vazgeçirsem?” diye düşünmeye başlayacağı unutulmamalıdır. Hatta şeytanların bu konuda çok ciddi ve aktif bir biçimde çalıştıkları, kendi aralarında görüş alışverişinde bulundukları, karanlık bir konsey halinde çalıştıkları bile tasavvur edilebilir. Bu nedenle miktar değişikliği veya infakta bulunulacak kişi/kurum değişikliği mümkün olsa da, bir insanda sadaka verme hissi veya infakta bulunma niyeti oluşmuşsa bunun en kısa sürede gerçekleştirilmesi son derece önemlidir.
1 ) Tevbe, 60
2 ) Bakara, 215
3 ) Bakara, 215; Buhari 1388, Müslim 998/42
4 ) Buhari, Şirb, 9, Vudu, 33; Müslim, Selam 153, Muvatta, Sıfatu'n Nebi 23; Ebu Davud, Cihad 47