9 dk.
03 Ekim 2023
Umumi Musibetler ve Sabır Yarışında Düşmanları Geçmek-gorsel
Youtube Banner

Umumi Musibetler ve Sabır Yarışında Düşmanları Geçmek

Soru: Umumi musibetlerin insanların çoğunluğunun hatasından kaynaklandığı, yine çoğunluğun tevbe, pişmanlık ve istiğfarı gidebileceği söyleniyor. Bu bağlamda musibetlere karşı tavrımız ve sabır yarışında düşmanları geçme hususunu izah eder misiniz?

 

Cevap:

Bu konunun birden çok boyutu vardır. Bu yüzden mesele maddeler hâlinde ele alınacaktır.
 

Birincisi: Dünyada Geçerli Kanunlar ve Rekabet
 

İki rakip insan, firma ve grup aynı hedef istikametinde çalışıyorsa ve bunların bu istikamette birbirlerine zarar verme durumu var ise burada bir sabretme yarışı olduğu düşünülebilir. İnsanların birer “müsabaka” anlayışı ekseninde düşündüğü durumlarda asıl mesele sabır yarışıdır. Bir tarafın daha güçlü diğer tarafın daha zayıf, bir tarafın zengin bir tarafın orta hâlli, bir tarafın bilgili diğer tarafın cahil, bir tarafın tecrübeli diğer tarafın deneyimsiz olduğu durumlarda da bütün bu kavramların birleştiği nokta sabır müsabakasını kazanmaktır. 

 

Efendimiz (sas) zamanında yaşanan Bedir, Uhud, Hendek savaşları ve benzeri gazvelerde bütün çatışmalar tek bir savaş meydanında, tek bir defada yaşanıp bittiği için mevzu neredeyse tamamen karşılıklı tahammül müsabakasına dönüşmüş gibidir. Yani hangi taraf ölmeye, öldürülmeye, yaralanmaya karşı daha çok sabrederse o taraf kazanacaktır ve öyle de olmuştur. 

 

Örneğin Hendek savaşını ele alalım. Arapların geleneğinde bir şehri etrafına hendekler kazarak savunmak şeklinde bir savaş biçimi yoktur. Bedevi yani göçebe kültürün getirdiği şartlar içerisindeki Araplar savaşı bir an evvel bitirip ganimeti ele geçirme ve memleketlerine dönme hesabındadırlar. Ancak müşrik kabileler ve Medine halklarından olan Beni Kurayza Yahudileri tarafından kuşatılan Medine’de Müslümanlar altı gün boyunca hendekler kazmış, daha sonra da müdafaa pozisyonuna çekilmişlerdir. Kuşatma bir aya yakın sürmüştür. Bu bir ay boyunca bazen açlık tehlikesi, bazen Beni Kurayza Yahudilerinin ihaneti nedeniyle arkadan vurulma ve ailelerin (yani sivillerin) katledilmesi endişesi gibi insan doğasındaki sabır kuvvetini tahrip eden hadiseler yaşanmıştır. Müşrik kabileler de en son gün çıkan şiddetli rüzgarla sabırlarının tamamen tükenmesi nedeniyle kuşatmadan vazgeçmişler ve hiçbir şey kazanamadan savaş meydanını terk etmişlerdir.

 

Yine Uhud savaşını düşünürsek Efendimiz (sas) şehir savunması yapılmasını uygun bulduğunu söylemesine rağmen özellikle genç sahabilerin meydan savaşı fikrinde ısrar etmeleri nedeniyle Efendimiz de çoğunluğun görüşüne uyarak meydan savaşına karar vermişlerdir. Daha sonra Efendimiz ashabına “Eğer sabreder ve üzerinize düşenleri yaparsanız Allah size zafer ihsan edecektir.”1 buyurmuş ve savaş meydanına doğru yola çıkılmıştır. Ancak savaş esnasında bazı sahabilerin belli konularda sabırsız davrandıkları ve sebepler planında bu sabırsızlığın neticesinde savaşın sonucunun da değiştiği söylenebilir. Her ne kadar her iki taraf için de mutlak bir yenilgi söz konusu olmasa da mutlak bir zafere de ulaşılamamıştır.

 

Ancak ertesi gün Mekkeli müşriklerin geri dönüp Medine’ye baskın yapacakları haberi alınınca Efendimiz (sas) bir gün önce Uhud’da savaşanların toplanmasını, düşmanı takibe çıkılacağını duyurmuştur. Bir gün önce Uhud’a katılmayanların bu takibe katılmalarına ise izin verilmemiştir. Sadece, babası bir gün önce Uhud’da şehit düşen Cabir bin Abdullah (ra), bakacak kimsesi bulunmadığı için kız kardeşine bakması nedeniyle Uhud’a katılmadığını beyanla izin istemiş, Efendimiz de sadece Hz. Cabir’e izin vermiştir. Onun dışında müşrikleri takip etmeye çıkan orduya Uhud’a katılmayan kimse katılmamıştır. Üstelik Uhud’da yaralananlar dahi bu takip seferine katılmışlardır. Efendimiz’in (sas) gözcü olarak gönderdiği üç sahabiden ikisini müşrikler yakalamış ve şehit etmişler, Müslümanların kendilerini takibe çıktıklarını anlayınca da yeni bir savaşa kalkışmaktan korkarak Mekke’ye dönmüşlerdir. Efendimiz (sas) Hamraulesed mevkisine kadar gelmiş, orada 5 gün konaklamış, 500 kadar ateş yaktırmış ve bu ateşlerin alevleri çok uzaklardan dahi görülmüştür. Bunun anlamı, Müslümanların müşrikleri takibe çıktığı, gerekirse savaşma kararında oldukları ancak müşriklerin bunu göze alamayıp savaş meydanına gelemedikleridir ki Araplar da bu durumu bu şekilde anlayacaklardır. Nihayet savaş gerçekleşmeyince Efendimiz (sas) de beş gün bekledikten sonra ordusuyla Medine’ye geri dönmüştür.

 

Uhud da (belki haddimiz olmayarak ancak kesinlikle tenkit sadedinde değil) bazı sahabilerin bir nevi sabırsızlık göstererek savaşın neticesine sebepler planında etki ettiklerini söyleyebilsek de bu gazve ile sahabe efendilerimiz tam bir sabır kahramanlığı göstermişlerdir. Çünkü daha bir gün önce ciddi bir savaş yaşanmış, yüzlerce insan yaralanmış, savaşın şokunu atlatmadan, dinlenmeden ve yaralılar dahi tam tedavi edilmeden ertesi gün takibe çıkılmıştır. Böylece sahabe efendilerimiz gösterdikleri bu sabır kahramanlığı ile adeta Uhud’daki beraberliği galibiyete çevirmişlerdir.

 

Nitekim Uhud savaşı ile ilgili olarak inen bir ayette de Allah Teala; 

 

Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı. İşte biz, Allah'ın gerçek müminleri ortaya çıkarması, sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz yapıp kâfirleri imha etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz. Allah zalimleri sevmez.”2 buyurur.

 

Yani bu dünyada dünya kanunları geçerli olduğu için ister Efendimiz (sas) dönemindeki muharebeler ister bu dönemdeki ekonomik, siyasi, hukuki mücadeleler olsun insanlar arasında, hatta Allah’ın dinine yardımcı olmaya çalışanlar ve buna aldırmayanlar arasında da rekabetler, mücadeleler, farklı boyutlarda çekişmeler ve karşılıklı zarar vermeler birer ihtimal olarak mevcuttur ve yaşanabilir. Bu bağlamda karşılıklı zarar vermeler de kaçınılmaz olacaktır.

 

Bu nedenle her milletin tarihinde yer alan savaşlarda zaferler kadar yenilgiler de vardır. Her ne kadar milletler kaybettikleri savaşlardan ziyade kazandıklarını anlatsa ve bunları daha çok hatırlatsa da, realite ortadadır.

 

Efendimiz (sas) döneminde Uhud, savaş mantığı açısından tam bir yenilgi sayılamasa da zafer de sayılamaz, belki savaş terminolojisi açısından bakılınca “sonuçsuz savaş” gibi görülebilir. Huneyn savaşının ilk anlarında da Müslümanlar muvakkat bir bozgun, kısmî bir dağılma yaşamıştır. Çünkü bu Allah Teala’nın “Biz o günleri insanlar arasında döndürür dururuz.” beyanından da anlaşılacağı üzere mukadder bir hâldir, dünyada geçerli kanunların bir sonucudur.

 

Bu açıdan bakılınca, hayat bir yönüyle olumsuz şartlarda ne yapabildiğinizden ibarettir. Vakalar, şartlar, insanlar yüzünüze gülerken, elinizde fırsat ve kaynak bolluğu varken, herkes sizi takdir ederken, bir şeyler yapmak veya yapıyor görünmek kolaydır. Böyle bir durumda işler yolunda gittiği için arada sırada ortaya çıkan hatalarınız, eksikleriniz ve kusurlarınızla kimse ilgilenmez.

 

Ancak hayatın asıl neticesini veren, esasen insanın zor zamanlarda, yani insanların ve olayların acı yüzlerini gösterdiği, kaşlarını çattığı zamanlarda ne yapabildiğinizdir.

 

Aile içi en ufak bir huzursuzlukta insanlar eşleriyle olan problemi toparlayamadıkları için aileler dağılıp gidebilir. Parasal bir iflası kaldıramayan insanların intihar haberlerine şahit olmak mümkündür. Örnekler çoğaltılabilir ve biz Allah Teala’dan her zaman afiyet isteriz. Ancak işin sonunda, yani ömrümüzün nihayetinde bir nevi Z raporu alırken elimizde kalan şeyler; olaylar ters giderken, sabır göstermek gerekirken yaptığımız şeylerden ibaret olacaktır.

 

Hayaller & Hayatlar

 

Belki hepimizin zihninde güzel şeyleri, salih amelleri ortaya koyma, güzel bir şeyler yapma adına düşlediğimiz güzel zamanlar vardır. “Şu kadar param olsun, yaşadığım yer, ofisim veya çalışma odam şu kadar geniş olsun, bu kadar geniş bir kütüphaneye sahip olayım, eşim, dostum, arkadaşlarımla ilişkilerim iyi olsun, ben de kendimi iyi hissedeyim, çevremde bazı konularda yol gösteren insanlar bulunsun, kendimde ve yakınlarımda bir sağlık problemi olmasın. İşte o zaman ne güzel işler yaparım. Kur’an hafızı olurum, iman hakikatlerini yazar veya anlatırım. Kafamdaki projeleri hayata geçiririm. Bir kitap çıkarırım. İlgilenmem gereken insanlarla ilgilenip onların daha güzel bir hayat yaşamalarına yardımcı olabilirim.” gibi hayalleri hepimiz kurabiliriz. Bu hayallerin ayrıntıları mizaçlarımıza ve eğilimlerimize göre değişebilir ancak hayallerin genel çerçevesi genellikle bu şekildedir, yani hayır ve güzellikler adınadır. Ancak yine bu hayaller her zaman rahat ve sorunsuz bir ortamda gerçekleşecekmiş gibi hissedilir.

 

Piyango çekilişlerinden bir süre önce bazı televizyonlar piyango bileti alanlarla röportaj yapar ve onlara büyük ikramiyenin çıkması durumunda ne yapacaklarını sorarlardı. Bilet alanlar da “Önce bu paranın bir kısmıyla fakirlere yardım ederim, yetimhaneye veya huzurevine bağışlarım.” gibi sözler söylerlerdi. Bu hayaller de bahsettiğimiz duruma benzemektedir. Yani insanlar şartlar çok iyiyken, çok uygunken, ortada hiçbir sorun yokken iyilik yapmaya eğilimlidir.

 

Ancak diğer taraftan yaşımız kaç olursa olsun amel defterimizde parıldayan şeyler şartların bizim hayallerimizdeki gibi uygun olmadığı zamanlarda, hayatın koşuşturmacası içinde, imkanların azlığı dahilinde değerlendirdiğimiz, bizim de verimsiz, eksik, kusurlu bulduğumuz ancak öyle ya da böyle yapabildiğimiz hayırlı amellerden, güzel işlerden ibarettir. Hatta denilebilir ki; zor şartlarda hiçbir şey yapılmamışsa o zaman amel defterimiz büyük ihtimalle boş kalmıştır.

 

Şundan emin olabilirsiniz: Hayatınız bugüne kadar farklı derecelerde zorluklarla geçti. Bazen unla şeker bulunmadı bazen de yağ eksik kaldı. Yani paranız olduğu zaman vaktiniz, vaktiniz olduğu zaman da paranız olmadı. Çevrenizde arkadaşlarınız var iken ve size destek verirlerken başka projeler sizi meşgul etti. Boş ve rahat olduğunuz zamanlarda kaygılar veya başarısızlık endişeleri zihninizdeki güzel görülen tasavvurları gerçekleştirmeye engel oldu. Ancak bütün bunlar olurken arada bir yerlerde hayır adına ne yaptıysanız, ne öğrendiyseniz, ne anlattıysanız, ne okuyup yazdıysanız, birileriyle hayır adına ne kadar ilgilendiyseniz yanınıza sadece bunlar kâr kaldı.

Zor Zamanlardan Elimizde Kalan

Son iki maddeyi tekrar açalım:


Birincisi; var olan bir şeyin hayatta kalıp kalmayacağı, devam edip etmeyeceği zor zamanlarda belli olur. İnsanın ister aile içindeki zor zamanları, ister maddi sıkıntılar içindeki zor zamanları, ister hastalık anlarındaki zor zamanları o insanın aile birliğinin, ticaretinin veya sağlığının devam edip etmeyeceğini gösterir. 


İkincisi; istediğimiz, hayalini kurduğumuz tam rahat zamanlar bu dünyada ya hiç olmaz veya milyonda bir gerçekleşir. Bir insan genç yaşlarından ileri yaşlarına kadar onlarca kitap okumaya dair plan program yapsa, çoğu değil hepsi de yarım kalsa, ileri yaşlarında planlayıp yapamadıkları değil yapabildiği kadarı elinde kalacaktır ve elinde kalanlar hiç de az, önemsiz şeyler olmayacaktır.

 


 

1 ) Vakıdi, c. 1, s. 214

2 ) Âl-i İmran, 140