Şüphe ve vesvese | 4.Kısım | Vesvesesiz bir hayat mümkün mü?
İmani konularda hiç şüphe duymamanın bir yolu neredeyse yoktur.
Ancak çok dar bir alemde yaşıyorsanız, mesela Anadolu’nun küçük bir ilçesinde yaşıyor, internete de pek girmiyor, girseniz de birkaç arkadaşınızla görüşüp çıkıyorsanız, zihninize yeni bilgi, kültür, duygu, tecrübe girişi olmuyorsa, tekdüze bir yaşam biçiminiz varsa, maddi ve manevi açıdan hiç gelişmiyorsanız bu durumda imani konularda hiç şüphe duymamanız mümkündür.
Ancak hareketli, belirli ölçüde de olsa bir gelişmenin yaşandığı bir aleminiz varsa, az çok okuyup düşünen, dünyadaki gelişmelerden ve fikirlerden haberdar birisi iseniz ister istemez iman konularında da bazı sorularınız ve şüpheleriniz olacaktır. Terakki de zaten bunu gerektirmektedir.
Nasıl ki ilkokul mezunu bir insan matematik konusunda az çok bir şeyler biliyor olsa da orta okulda, lisede, üniversitede konular ilerledikçe, yeni şeyler öğrendikçe, her öğrenme aşamasının başlarında kafasına yatmayan, tam anlamadığı yeni şeyler olacaktır. Yani bir insan bir konuda, bir alanda ilim artışının olduğu her durumda kafasına tam yatmayan, tam anlayamadığı, anlaması için biraz çaba ve zaman harcaması gereken şeylerle karşılaşacaktır.
Ayrıca, içinde bulunduğumuz dönemde birileri bir takım eserler, filmler, şarkılar, kitaplar üretmektedir ve bu her alanda hızlı bir gelişmenin yaşandığını göstermektedir. İletişim ve enformasyonun hızına paralel olarak her fikir ve düşünce kendi çapına göre hızlı bir yayılma potansiyeli de taşımaktadır.
Bu bağlamda “iman” gibi bir kavrama, bir olguya karşı olanlar tarafından da imani konularda yeni sorular sorulmakta, yeni karşıt kavramlar ve modeller üretilmektedir.
Bu yeni sorulara eski kitaplara bakarak cevap bulmak da pek mümkün değildir. Yeni birilerinin çıkıp yeni şeyler söylemeleri gerekmektedir ve bu yapılmadıkça “yeni” soruların cevapsız kalması normaldir.
Diğer yandan insanda iman belli bir seviyeye ulaşınca, şeytanın onunla daha fazla uğraşması nedeniyle o insanda vesvese veya şüphelerin artması da normaldir. Bir grup sahabi, Efendimiz’e (sav) gelerek dile getirmekten çekinecekleri vesveseleri içlerinde duyduklarını söyleyince Efendimiz (sav) bunun imanda saflaşmaya, yükselmeye, derinleşmeye işaret ettiğini ve vesvese ile kendilerine şeytan tarafından telkin edilenleri yapmadıkları sürece sorumlu olmayacaklarını söyler.1 Yani iman belirli bir seviyeye ulaşınca şeytan orada şüpheyle, vesveseyle bir süre özellikle yoğun bir şekilde o kişiyle uğraşır. Seviye ilerledikçe döner tekrar belli bir süre belli bir yoğunlukta daha fazla uğraşır. Yukarıya doğru çizilen bir spiralin belirli yerlerinde belirli şeylerin tekrarlanması gibi o imtihanlar da, yani imandaki her seviye atlayışının sonunda yaşanacak vesvese veya şüphe imtihanı da mesela 5 yılda 1, on yılda bir tekrarlanacaktır.
Matematik öğrenmeye devam ettikçe her öğrenilen konuda başlarda kafa karışıklığının normal olduğunu belirtmiştik. Çünkü yeni konular öğrenilecektir. İnsan yeni konuları eğer düzgün ve iyi öğrenmiyorsa konular üzerindeki kafa karışıklığı, belirsizlik hisleri daha fazla olacaktır. Aynı şekilde bir insan belirli ateistlerin argümanlarını ve iddialarını arka planlarını araştırmadan çabucak kabul etmeye meyilli bir şeklide okumaya kalkıyorsa bu biraz kendisinin hatası ve kusuru olarak şüphelere daha açık hâle gelmesiyle sonuçlanacaktır.
Örneğin geleneksel ve yüzeysel bir ateist argüman olarak Kur’an’daki bazı kıssaların kökeninin Sümerlerin Gılgamış destanı olduğu iddiasıyla karşılaşırsınız. Habil ve Kabil kıssasının Sümerlerde benzer bir versiyonunun bulunduğu, Tevrat ve Kur’an’daki anlatımların da Sümerlerden alıntılandığı söylenir. Bu durumda Tevrat ve Kur’an’ın birer insan kelamı olduğuna inanmanız istenmiş olmaktadır. Bu iddiayla karşılaşan birisinin gerçeği öğrenmek ve anlamak adına nasıl davranması gerektiği bellidir. Önce Sümerlerin mitolojilerini ayrıntılarıyla öğrenecek, bununla ilgili kitapları ve makaleleri okuyacaktır. Sonra Kur’an ve Tevrat’ta Habil ve Kabil kıssasıyla ilgili bölümleri okuyup ayrıntılarıyla öğrenecektir. Bu konudaki hadisleri de tarayacaktır. Böyle yapanların hakikaten Sümer mitolojilerindeki ilgili anlatım ile Tevrat ve Kur’an’daki Habil ve Kabil kıssaları arasında bazı benzerliklerle karşılaşması mümkündür. Ancak hakikaten dürüst ise şu soruları da sorması gerekecektir: Bu benzerlikler acaba sadece bu iki anlatım arasında mıdır yoksa genel olarak her mitolojide hatta her romanda ve her filmde karşılaşılabilecek benzerlikler midir? Mesela Sümer mitolojisindeki anlatımda bir tanrıça evlenmek için iki tanrıdan birini seçecektir. Tanrıçanın erkek kardeşi seçimini çoban olan tanrıdan yana yapmasını ister. Ancak tanrıça çiftçi olan veya çiftçilerin tanrısı olan tanrıyla evlenmek istemektedir. Fakat çoban olan tanrı elindeki imkanları öne sürerek tanrıçayı ikna eder ve olay çiftçi tanrının aleyhine gerçekleşir. Sonunda çoban tanrıyla tanrıça evlenirler, çiftçi tanrı da kaderine razı olup köşesine çekilir.
Bu hikayedeki çoban ve çiftçi rekabetinin Tevrat ve Kur’an’da da anlatıldığından yola çıkılarak Kur’an ve Tevrat’ın Sümer mitolojisinin değiştirilmiş versiyonu olduğunu iddia etmek en basit tabiriyle düşüncesizlik ve ahmaklıktır. Çünkü çoban ve çiftçi rekabeti eskiden neredeyse her kültürde karşılaşılabilecek bir olgudur. Bugün de farklı yaşam tarzları arasındaki rekabet ve çatışmalar pek çok romanın ve filmin temel konusunu oluşturur. Ayrıca Sümer mitolojisindeki anlatımlarla Tevrat ve Kur’an’daki anlatımlar arasındaki farklılıkların görmezden gelinmesi ancak küçük benzerlik sayılabilecek ayrıntıların abartılması bu yöntemi uygulayan ateistlerin niyetleri hakkında da bir fikir vermektedir.
Diğer yandan alanında otorite olan hiçbir rasyonel dinler tarihçisi mitolojilerle dini unsurlar arasında kıyaslama yaparken bunların birbirlerinden alıntı veya kopyalama olduğunu iddia etmez. Aradaki benzerliklerin asıl kaynağının daha eski olan kültür olduğunu da söylemez. Çünkü dinler tarihi ve antropoloji ile uğraşanlar bilirler ki dinsel olguların tarihsel olarak yalın bir şekilde tespit edilmeleri, hangisinin tam olarak kaynak hangisinin türev olduklarının tespiti mümkün değildir.2 Kur’an’da anlatılan kıssalar zaten tarihsel bilgi vermek amacıyla değil kıssalardan ibret almak, o kıssalardaki manaların ahiret adına değerlendirilmesi amacıyla anlatılmıştır.
Bu noktada araştırma, inceleme, okuma ve kıyaslama gibi davranışların rasyonel, mantıklı, disiplinli ve makul bir şekilde yapılmasının önemi de ortaya çıkmaktadır. İnsan nasıl araştıracağını bilmediği veya direkt uzmanlığına güvendiği bir insanın olmadığı bir meselede bilgileri üst üste yığıp onlardan bir şeyler çıkarmaya kalkarsa sadece kendisine zarar verir. Bu durum sadece dini konular için değil her konu için geçerli bir ilkedir. Örneğin rast gele bir internet sitesinde veya bir gazetede falanca bitki veya vitaminin filanca hastalığa iyi geldiği ancak başka bir şeye zararı olduğunu okudunuz. Bu iddiayı gerçek bir bilimsel makale ve araştırma sonuçlarından kontrol edecek durumunuz yoksa veya konusunda uzman ve güvenilir bir doktora, bir bilim adamına sorup öğrenemeyecekseniz o zaman bu haberleri dikkate almamanız gerekir. Makul ve mantıklı olan budur. Ancak dikkate alır ve üstelik uygulamaya kalkarsanız ciddi sağlık sorunları yaşayabilirsiniz.
İmani meselelerde ise bunun zararı daha şiddetli, daha uzun vadeli olacaktır. Kontrol edemeyeceğiniz, gerçeğinin peşine düşemeyeceğiniz bilgilerle ve malumat yığınlarıyla ilgilenmemek daha akıllı bir tercih olacaktır. Kontrol etmek ve gerçeği araştırmanın peşine düşmek de tabii ki mümkündür. Tercih sizindir.
1 ) Müslim, İman, 201-205; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 255
2 ) Mircea Eliade, Dinler Tarihine Giriş, s: 27