Yurtdışında gayrimüslimlere tebliğ | 1. Kısım
SORU:
a) Yurtdışında gayrimüslimlerle olan ilişkilerimizde tebliğ ve irşadın yeri nasıl olmalıdır? Özellikle bir şeyler anlatma gayreti içinde olunmalı mıdır? Yoksa ilişkimiz fıtri muhabbetler çerçevesinde ve eğer onlar sorarlarsa bir şeyler anlatma şeklinde mi olmalıdır?
b) Bir şeyler anlatma gayreti içinde olup da kendimizi yapmacık ya da garip hissetmemiz bizim imanımızdaki olgunlaşma eksikliğinden mi kaynaklanıyordur? Neyin işaretidir? İnsanlarla samimiyetimizi artırmak için ilk başta atacağımız adımlarda kendimizi samimi hissetmemek normal midir? Yoksa kendi samimiyetsizliğimizden mi kaynaklanmaktadır?
Kısa Cevap:
Gayrimüslimlerle ilişkilerde iletişimimiz belli bir aşamaya gelmedikçe tebliğ ve irşad konularına direkt girmemeliyiz.
Bir gayrimüslimin zihninde olumlu bir Müslüman imajı oluşturmak ilk hedefimiz olmalıdır. Bunun da beşeri hayat pratiklerinden ahlaki davranışlara kadar pek çok yolu vardır.
Tebliğ ve irşad niyetiyle yapılan anlatımlarda kendini yapmacık veya garip hissetmek aslında doğal ve normaldir. Her insan çoğu şeyi içinden gelmediği hâlde kendini zorlayarak yapar. Bir şeyi iradi olarak yapmak, kendini zorlayarak yapmak demektir. Bu durum spor yapmak, bir kursa gitmek gibi pratikler için geçerli olduğu gibi, namaz kılmak, dua etmek, Kur’an veya tefsir okumak, tebliğ ve irşadda bulunmak gibi konular için de geçerlidir. Ancak iradi olarak yani kendini zorlayarak yapılan işler zamanla içinden gelerek yapılan işler hâline gelebilir.
Gayrimüslimlere bir şeyler anlatmada üç unsur çok önemlidir. Bunlar bir iletişimin tarafları olan “anlatan” ile “anlatılan” ve “insibağ” unsurlarıdır. Bu unsurların iyi bilinmesi ve ona göre hareket edilmesi faydalı olacaktır.
Ayrıntılı Cevap:
Sorunun birkaç farklı noktası olduğu için aşamalar hâlinde cevap verilecektir.
Faaliyet ve Mizaç Uyumu
Öncelikle şu genel kaideyi ve kaidenin iki farklı kısmını belirtmeliyiz:
Birincisi: İnsanın yapmaya çalıştığı şeylerle kendi kişisel mizacı arasındaki uyum çok önemlidir. Yani örneğin dışa dönük insanların diğer insanlarla iletişim kurma biçimi daha farklı olacaktır; içe dönük insanların o iletişimi, samimiyeti kurma tarzı, üslubu daha farklı olacaktır.
Aslında her insanın mizacı için belirli bir konuşma, görüşme, iletişim kurma ve samimi olma imkanı vardır. Sadece o konuda daha başarılı olan birilerinin, bizden daha farklı bir mizaca sahip olmasını düşünmeden onun yaptığı şeyleri aynen yapmaya çalışmak bizde sakil, kaba, yapmacık, üzerimize olmayan aşırı dar veya aşırı bol bir elbisenin tuhaf durması gibi durabilir. Bu doğrudur. Yani her insan her ortamda, her şart altında, her şekilde başkalarıyla başarılı bir iletişim kuramayabilir. Böyle bir şey kendisi için uygun da olmayabilir.
İnsanın iradi olarak yaptığı, yapacağı her şeyde kendisini yapmacık hissetmesi de davranışlarının kısmen yapmacık olması da normaldir, doğaldır. Bir davranışın “iradi” olması demek zaten o davranışı içinden gelmeden, kendini bir şekilde zorlayarak yapmak demektir. İnsan bir şeyi yaparken onu ya içten gelerek yapar, yani doğal olarak o davranış akar gider yahut içinden gelmeden ama iradesini kullanarak yapar. Ancak iradesini kullanarak yaptığı işleri zamanla içinden gelerek yapmaya başlayabilir. Bununla birlikte temelde bir şeyi irade kullanarak yapmak, içten tam olarak gelmediği hâlde yapmak demektir. İrade kullanılarak yapılan işler arasında ders çalışmak, spor yapmak ve diyet yapmak olduğu gibi dua etmek, namaz kılmak, Kur’an okumak ve tebliğde bulunmak da olabilir. İster kendi başına yapılan ders çalışmak, dua etmek gibi işler olsun, ister başka insanların yanındayken yapabileceği camiye gitmek, spor yapmak gibi işler olsun, insan yaptığı bu işler için az çok irade kullandıkça o yapmacıklığı ve kendini garip hissetmeyi ilk başlarda yaşayacaktır. Ama iradesini kullanmaya devam ederse o işler kendisine daha doğal gelecektir. Böylece kendini garip ve yapmacık hissetmeler de azalacaktır.
Kendini Gözlemlemede Rasyonalite ve Duygusallık
İkincisi: İnsan bir açıdan kendisini gözlemlemelidir ama kendisini iç arzularının gözlüğüyle gözlemlemesi onun için iyi değildir. Örneğin bir grup öğrenci veya şirket çalışanı karşısında sunum yapmanız gerektiğini düşünün. Sunum yapmak sizin sık yaptığınız bir şey değilse başlangıçta kendinizi bir parça tuhaf hissedersiniz. Mizacınıza göre bu his yoğun veya hafif yaşanabilir. Sunum esnasında “Anlatmak istediklerimi tam anlatabiliyor muyum? Bir şey unuttum mu?” gibi kontrollerin kendi başlarına bir zararı yoktur. Fakat diğer taraftan siz kendinizi arzularınız ve hisleriniz hesabına gözlemlerseniz, gözlemlerinizi sadece arzularınız ve hisleriniz açısından yaparsanız, örneğin “Tam şu anda insanlara rezil oluyor muyum acaba? Eyvah, şu kelimeyi karıştırdım, şimdi herkes bana gülecek!” gibi rasyonel olmayan telaşlara kapılırsanız sadece kendinize ve yapacağınız işe zarar verirsiniz. Burada birinci gözlem cümleleri rasyoneldir ve bazen gereklidir. İkincisi ise yine kendisini gözlemlemektedir ancak kendi hareketlerine dışarıdan sadece duygusal açıdan, arzularının ve hislerinin gözlüğüyle bakmaktadır. Böyle bir gözlemin faydası yoktur ve zararı çoktur. İnsan bunu yaptığını fark ettiği zaman zihnini bu durumdan koparmaya çalışmalıdır.
Evet, insan yeni birileriyle tanıştığında, özellikle de yeni bir dilde, yeni bir ortamda, yeni bir kültürde bunu ilk defa yapıyorsa kendisini bir parça yapmacık hissetmesi doğaldır. Çünkü bu iradi bir şeydir ve iradi demek, kısmen yapmacık da demektir. Geçmiş ulemanın “İhlas dairesine riya kapısından girilir.” demelerinin bir hikmeti de budur.
Fakat diğer taraftan, “Acaba ben samimi miyim, becerebiliyor muyum, beni sevecekler, bana kıymet verecekler mi?” gibi içsel duygulara odaklanmak, o duyguları öne çıkarmak da o iletişime zarar verecek, insanı hedeflerine ulaşmakta daha fazla zorlayacak ve o insan için uzun vadeli bir dert kaynağı haline gelecektir.
Bazı mizaçlar böylesi duygusal odaklanmalara, verimsiz içsel gözlemlere daha yatkındır. Söylediklerinin ve yaptıklarının karşı taraftaki etkisine pek dikkat etmez. Sözleri ve davranışları sadece kendi açısından değerlendirir. Bazı hatalarını da fark etmeyebilir.
Bu durumda insan kendisini dengeli bir şekilde gözlemlemelidir. Kendi benliğini, duygularını, arzu ve hayallerini öne alan yaklaşımdan, kendini böyle gözlemlemekten kaçınmalıdır. Dolayısıyla bir insan, kendisiyle ilgili “yapmacıklık, samimiyetsizlik” gibi hisleri en azından bir davranışın veya iletişimin başlangıç aşamasında normal ve doğal görmelidir. Bu hislere kapılarak olumlu bir davranışı, salih bir ameli tamamen terk etmemeli, iradi yani bir parça zoraki yapılan davranışların zamanla doğal hâle gelebileceğini bilmelidir.
Gayrimüslimlerle İlişkilerde Tebliğ ve İrşadın Yeri
Meselenin tebliğ kısmına gelince: Tebliğ ve irşad meselesinin temelde ve insani ilişkiler açısından bir “iletişim” meselesi olduğu bilinmelidir.
Bilhassa yetişkin insanlar arasındaki ilişkilerde bir insan iletişimin daha başlangıcında direkt tebliğ yapmaya başlamamalıdır. Böyle bir davranış çok sakil, kaba ve verimsiz kalır ve olumlu sonuç pek alınmaz.
Her iletişim karşılıklı bir aktarmadır. İletişim hâlindeki kişiler karşılıklı olarak birbirlerine mesaj aktarmaktadırlar. Bir iletişimde doğru bir aktarım ve verimli bir sonuç için birkaç önemli kural vardır.
Bu kurallardan birincisi; bir mesajı aktarmaya, anlatmaya çalışan kişiyle ilgilidir. Buna kısaca anlatan veya aktaran diyebilirsiniz.
İkincisi; mesajın aktarılacağı kişi, muhatap ile ilgilidir. Buna da anlatılan veya aktarılan diyebilirsiniz.
Üçüncüsü de iletişim esnasında kurulan bağlarla veya insibağ diye bildiğimiz kavramla ilgilidir. Bu da yazımızda kısaca “İnsibağ” kavramıyla ifade edilecektir.
Anlatan
Anlatacak kişi, anlatmak veya aktarmak istediği konuları bilmeli, onları doğru ifade edebilme becerisine sahip olmalıdır. Özellikle dini konularda bir mezhebin, bir alimin veya şeyhin görüşleri yerine aslen Kur’an ve hadislerin ne dediğini bilmek önemlidir. Kur’an ve hadisleri temel, diğer anlatımları yani alimlerin, mezheplerin görüşlerini de şerh, yorum gibi ele alarak değerlendirmelidir ki gelebilecek sorulara daha tutarlı cevaplar verilebilsin.
Bunun yanında anlatılacak konuların tesirinin kendi üzerinde de görünüyor olmasını sağlamak önemlidir. Bu görünürlük her zaman kesin bir şart değildir ancak bazı açılardan büyük faydası olacaktır.
Örneğin bir doktor, kalp ve solunum rahatsızlığı şikayetiyle gelen hastasına tahlil, EKG, solunum testi sonuçlarını gösterir ve “Sigarayı bırak!” derse ancak doktorun kendisi de sigara içiyor olsa o hasta doktora “Sen kendine bak!” diyemez. Hastanın sigara içmemesi gerekmektedir ve bu durumun doktorun sigara kullanmasıyla ilgisi yoktur. Veya girişimcilik dersleri veren, girişimcilik konularında akademik düzeyde uzman olan birisi bu konuda ders verirken dinleyenlerin “Madem bu kadar biliyorsun kendin neden bir şirket kurmadın?” demeleri anlamsız olur. Girişimcilik dersleri veren kişinin kendisinin bir şirket kurmaması, o konuda başarısız olması, o konuları bilmesiyle ve ders olarak aktarma becerisine sahip olmasıyla ilgili değildir. Çünkü bir konuyu bilmek ve iyi bir şekilde anlatabilmek başka bir beceridir.
Ancak ahlaka dair davranışlarda ve iletişimlerde pek çok meselede anlatılan şeylerin en azından bir kısmının anlatan kişide görünmesi beklenilir.
Anlatılan
Karşı tarafın mevcut bilgisi, anlayış düzeyi açısından bir meselenin nasıl aktarılabileceği iyi düşünülmelidir. Türkiye şartlarında dine en uzak duran insanlar bile gerek zorunlu din derslerinden gerekse kültürel etkilenmeden dolayı İslam hakkında az çok bilgi sahibidir. Ancak başka bir kültürdeki yabancı bir gayri müslim bunları bilemeyebilir. Bu durumda muhataba bir şeyler anlatılacaksa meselelerin o yabancı kültürdeki paralel örnekleri, benzerleri veya karşılıkları üzerinden anlatılabilmesi iyi olacaktır. Örneğin bizdeki evliya kavramına paralel olarak Hristiyan kültürlerde aziz kavramı, evliya menkıbelerine karşılık azizlerin gösterdiği olağanüstülükler ve bu hikayelerdeki temel mesajların bilinmesi faydalı olacaktır. Bunun yanında Kur’an ve İncil ile Tevrat arasındaki ortak konular, genel meselelere yaklaşımlar gibi en azından temel ortak konuların bilinmesi de önemlidir.
Farklı bir nokta olarak, bir şey anlatmak istenilen kişide mesajı aktarabilmek için gereken bir arayış veya değişime hazır olma hâlinin bulunması önemlidir.
Bu konuda çocuklar ve gençler açısından bir avantaj vardır çünkü onlar çocuklukları ve gençlikleri itibariyle daha boş, herhangi bir şeyle doldurulmaya ve işlenmeye daha uygun ve açıktırlar. Yeni şeyleri denemeye veya benimsemeye kendiliğinden hazır bir hâldedirler. Bu kişilerle aile, akrabalık, öğretmenlik, komşuluk, arkadaşlık gibi bağlarınız var ise onların değişime veya yeni şeyleri almaya hazır olmaları nedeniyle kendileri bizzat talep etmeseler bile sizin anlattıklarınız, aktardıklarınız, yönlendirmeleriniz onlarda olumlu bir karşılık bulabilir, onlar tarafından kabul edilebilir.
Ancak bir insan yetişkinlikte ilerledikçe, kendi içinde bizzat bir arayış hâli de bulunmadıkça (istisnalar olmakla birlikte) genellikle o insana pek bir şey anlatamadığınızı, onun pek bir şey dinlemediğini ve benimsemeyeceğini önceden görebilirsiniz.
Burada şu noktayı da eklemek zorundayız: Bir insan yaşı ne kadar ilerlerse ilerlesin, ne kadar yetişkin olursa olsun, az çok bir entelektüel merak sahibi ise veya sıradan bir iletişim halinde iken konu bir şekilde tebliğ konusu olabilecek konulara gelmişse o insana bir şeyler aktarılabilir. Veya bazı hassas durumlarda da böyle olumlu bir aktarım gerçekleşebilir. Örneğin yetişkin bir gayri müslimin bir yakınının ağır veya normal hasta olması durumunda o kişi Allah’a ve ahirete iman, kanaat, sabır, şükür, musibetlerin ahirette bir karşılığının olması gibi konuları dinleyebilecek hale gelebilir. Veya uluslararası gündemi de meşgul eden bir mesele konuşulurken bir şekilde o konuyu samimi bir şekilde merak eden kişiye aktarma şansı olabilir. Böylesi imkanlar da değerlendirilebilir.
Yazının ilk bölümü burada sona ermektedir. İkinci bölüm yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.