Zihin Terbiyesi
Soru: Düşünmek veya daha iyi düşünmek öğrenilebilir bir şey midir? Belli bir yaştan sonra zihin terbiye edilebilir mi? Düşünce kabiliyetimizi geliştirmek için neler yapılabilir?
Cevap: Zihin asıl belli bir yaştan sonra terbiye edilebilir. Zihnin farklı alanlardaki terbiyesi için gerekli yaşlar vardır. İnsan da tıbbi olarak bunamadıkça yaşının ilerlemiş olması zihin terbiyesi için bir dezavantaj değil, aksine avantajdır.
Her ne kadar yabancı dil öğrenme, matematik ve fen bilimlerini tahsil etme, bilgisayar programlama gibi alanlarda zihinsel hazırlık adına daha erken yaşların daha avantajlı olduğu söylenebilir ise de, görece sayısal görünen bilgisayar programlama gibi branşlar bile hiçbir sayısal temeli olmayan 30-40 yaşlarında insanlar tarafından öğrenilebilmektedir.
Zihnin eğitimi konusuna gelince: Günlük dilde konuşurken “düşünceler ve duygular” ya da "akıl ve kalp" gibi aslında var olmayan birtakım ayrımlardan bahsediyoruz. Efendimiz (sav) zamanında ayet ve hadislerde "kalp" olarak ifade edilen şey bugünkü tıpta ifadesini bulan şekliyle aslında beyindir. Yani bugünkü beyin ile Kur’an ve hadislerde geçen kalp kavramları aslında aynı şeydir. Bunun da eğitilmesi, belli bir şekle sokulması her yaşta mümkündür. Mümkün olmasının da ötesinde faydalıdır, faydalı olmasının da ötesinde lazımdır. Lazım kelimesinin açılımı da aslında vaciptir ve farzdır anlamına gelir.
İnsan, Allah tarafından, kendi iç dünyasını, yani duygu ve düşüncelerini, düşünme, değerlendirme ve bunun sonucunda kararlar verme melekelerini terbiye etmekle vazifelendirilmiştir. Bu konuyu şöyle açalım: Örneğin 70 kiloluk bir insan, yüksek bir yerden düşerken yine 70 kiloluk bir taş veya 70 kiloluk bir buzdolabıyla aynı şekilde, aynı ivmede, aynı kütle çekim kanununa göre düşer. Bu bizim düz fiziksel varlığımızdır. Aynı zamanda diğer pek çok canlıyla farklı seviyelerde de olsa ortaklaşa paylaştığımız biyolojik özelliklerimiz vardır. Bu yönümüzle de beslenmek, üremek hatta toplumsallaşmak gibi zorunluluklarımız vardır. Başka fiziksel varlıklarla ve canlılarla pek çok ortak noktamız olmakla beraber insan bir konuda farklıdır. O konu da, iç dünyası itibariyle insanın gelişebilir bir canlı olmasıdır. Yani insan, yeryüzünde yaşayan canlılar arasında iç dünyası itibariyle gelişebilir olan tek canlıdır.1 Dolayısıyla beşer türünün temel vasfı içsel olarak gelişebilmesidir. Bütün imtihan da bu özellik üzerine kurulmuştur.
İçsel veya iç dünya kelimesini biraz daha açalım: Bizler dilsel olarak duygu ve düşünce kelimelerini bazı konularda daha açıklayıcı olmaları için kullanıyoruz, yoksa insanın iç dünyası itibariyle duygular ve düşünceler birbirlerinden ayrılamazlar. Ancak illa ifade planında ayrılacaklarsa bu durumda da duyguların ve düşüncelerin birbirlerini çok güçlü biçimde etkilediklerini bilmemiz gerekir. Örneklendirecek olursak; “Ameller niyetlere göredir.”2 hadis-i şerifini ele alalım. Bu hadiste geçen niyet kavramı bir yönüyle düşüncedir. Yani bir insan bir iş yaparken o anda yapmayı tasarladığı şey veya odaklandığı hedef onun niyetidir. Bu yönüyle niyet, bir düşüncedir. Diğer yönüyle ise duygudur çünkü insanın neye değer verdiği, içsel bir eğilim olarak neyi aradığı da o işi yapma esnasında belirleyicidir.
Asıl konumuza dönelim: Hakikaten iman etmiş ve imanda derinleşmiş bir insanın dışarıdan fotoğrafını çeksek veya o insanı tartsak, ölçsek, biçsek, onda fiziksel bir değişiklik, biyolojik bir farklılık göremeyiz. Yani iman, insanın dış görünüşünü, fiziksel varlığını, bedenini her durumda illaki etkileyen bir faktör değildir. Derinleşmiş hatta yüzeysel bir imanla yapılacak amellerin insana fiziksel manada olumlu etkileri olabilir ancak bunlar da ikincil konulardır.
Efendimiz’in (sav) münafığın alametlerini saydığı hadisini hepimiz biliriz. “Münâfığın alâmetleri üçtür. Söz söylerken yalan söyler. Vaad ettiği vakit sözünde durmaz. Kendisine bir şey emniyet edildiği zaman hıyânet eder.”3 Münafık, iman ettiğini söylediği halde kalbine iman tam yerleşmemiş kişidir. Efendimiz de bahsi geçen hadis-i şerifte bu durumdaki insanların vasıfları olarak yalan söylemeyi, söz verip tutmamayı ve emanete riayet etmemeyi göstermiştir. Eskilerin mefhum-u muhalif dedikleri anlamı ise bu özelliklerin zıddının müminlerin özellikleri olmasıdır. Yani Efendimiz’in (sav) müminin özelliği (dolayısıyla imanın şartları) olarak saydığı yalan söylememe, yalandan uzak durma yani doğru konuşma, vaat ettiğinde veya bir şey hakkında söz verdiğinde sözünde durma, kendisine bir şey emanet edildiğinde ona sahip çıkma, hıyanet etmeme bir yönüyle imanın da şartlarıdır.
Dolayısıyla mümin, ideal durumda bir şey söyleyince o söylediği yalan da olmaz yanlış da olmaz, yalan ve yanlış olma ihtimali olan şeyleri söylemez. Dolayısıyla daha en baştan yalanı ve yanlışı kontrol edebilecek zihinsel melekelere sahiptir. İnsanı kendiliğinden, kontrolsüzce yanlış şeylere inanmaya veya yalanı kabul etmeye iten duygusal sorunlardan da kendini azade kılmıştır. Söz verdiği zaman yerine getirir. Demek ki her şeyden önce verdiği sözleri hatırlayacak zihinsel melekelere sahiptir. Eğer sahip değilse, arada bir unutkanlığı tutuyorsa, bu sözleri hatırlatacak önlemleri (not etme, alarm kurma vb.) alır. Daha da önemlisi söz verme konusunda gevşek ve rahat davranmaz. Karşı tarafa kendisini sevdirmek, beğendirmek veya karşı taraftan çekindiği için rahatça sözler vermez. Yani duygusal açıdan da kendini eğitmiştir. Böyle hallere girmez. Zihinsel olarak da kendisini eğitmiştir ki hatırlar veya hatırlayacağı şartları hazırlar. Karnı tok, sırtı pek, rahat, güvenlikli ve gevşek durumlarında rahatlıkla söz verebilme eğilimine girdiğini hissedince bu eğiliminin farkına varır, o anda kendine gelir ve “En iyisi şimdilik susayım, söz vermeyeyim.” der. Emanette emin olma, emanete ihanet etmeme konusunda da hassastır. Neleri koruyup koruyamayacağı konusunda kendini bilir, buna göre bir emaneti kabul eder veya etmez. Kabul edince de korumak için bütün zihinsel, duygusal ve fiziksel melekelerini gerektiği gibi, gerektiği kadar kullanır.
Evet, sonuçta Allah-u Teala’nın bizden beklediği hatta bize emrettiği şey, duygu ve düşüncelerimizi terbiye etmek, eğitmek ve geliştirmektir.
Peki daha doğru düşünme, daha doğru değerlendirme yeteneği kazanılabilir mi? Bu özellikler öğrenilebilir mi?
Konunun bu kısmının da üç yönü vardır.
Birincisi; Daha doğru veya daha verimli düşünmekle ilgili birtakım teknikler vardır. Bu teknikler öğrenilebilir, uygulanabilir ve böylece zamanla daha doğru ve mantıklı düşünme bir meleke haline gelebilir. Temel mantık kurallarını ilgili bir kitaptan okumak, öğrenmek ve bu kuralları okuma-yazma ve konuşmalarımıza tatbik ede ede bu yeteneğimizin daha da gelişeceğini söylemek mümkündür.
İkincisi; İnsanı doğru düşünmekten alıkoyacak duygusal nedenleri, bunun duygusal temellerini öğrenmek ve onlardan kaçınmak da son derece önemlidir. Bunun için de insanların duygusal durumlarının farkında olmaları gerekmektedir. Daha da önemlisi, insanların kendileri ile duygularını ayırmaları, ikisinin farklı şeyler olduklarını fark etmeleri gerekmektedir.
Üçüncüsü; Bilgi birikimiyle ilgilidir. Yani bir konuyla ilgili genel bilgi seviyesi arttıkça o konu hakkında daha rahat, daha kolay ve daha doğru düşünülmesi beklenir. Hadis bilen, çok hadis okumuş, hatta hadislerin farklı yorumlarından da haberdar olan bir insan elbette hadisler konusunda daha doğru düşünebilecektir. Bu durum tıp için de alışveriş ve yatırım gibi konular için de geçerlidir.
Bir noktanın şerh edilmesi gerekiyor. Şöyle ki, insanda değerli bir şekilde kullanması gereken ancak yanlış yönlerde kullanılabilen bir potansiyel vardır. Örneğin ülkemizde (Allah korusun) ciddi bir kriz yaşansa ve birisi dese ki “Efendimiz’i (sav) rüyada görmüşler. Bu kriz 3 ayda çözülecekmiş.”. Veya bir başkası “Kur’an’dan tefeül yaptık. Çıkan ayete göre bu problem bu yıl içinde çözülüyor.” dese insanların bu iddialara onları kontrol etmeksizin çabucak inanma eğilimleri vardır. Hatta insanların çoğu da inanır. Siz kalkıp “Rüyalar sahih bilgi kaynakları değildir. Her rüyanın tevile ihtiyacı vardır. Efendimiz’in (sav) görüldüğü söylense bile bu rüya da yoruma muhtaçtır. Üstelik görülen kişinin Efendimiz (sav) olmama ihtimali bile vardır.” diye karşı çıksanız insanlar size kızacak, sizi moralleri ve ümitleri kırmakla suçlayacaktır. Bu da doğal bir eğilimdir.
Yine acil paraya ihtiyacı olan bir insan maddi darlık içinde o anda bazı piramit pazarlama veya network işlerine, coin yatırımlarına girer. Zaten az olan parasını da buralarda iyice kaybedebilir. (Bu bahsedilen yöntemlerim dolandırıcılıktan ibaret olduğunu söylemiyoruz. Dikkat çekmek istediğimiz nokta, insanların karamsarlık durumlarında en ufak bir ümit ışığına olduğundan çok daha büyük bir kurtuluş vesilesiymiş gibi sarılmaları noktası.) Çünkü insanlar psikolojik daralma durumlarında o darlıktan kurtulma imkan ve ihtimali veren şahıslara ve kaynaklara karşı, onları kontrol etmeksizin inanma meylindedirler.
Sonuçta insanlar herhangi bir darlığı güçlü bir şekilde hissederken her söylenene inanma temayülündedirler. Burada önemli olan, bir darlığı güçlü bir şekilde hissetmedir. Her söylenene inanma eğilimi de darlık anını güçlü bir şekilde hissetmeye bağlıdır çünkü bu konuda önemli olan insanın ne hissettiği, ne ağırlıkta hissettiğidir. İnsan negatif düşüncelerle mevcut darlığı kendisi için 5-10 katına çıkarabilir. Bununla birlikte gerçek olması muhtemel bazı sonuçlar için de acele ederek o darlıktan çıkış anının bir an önce gelmesini isteyip, o acelecilik ile hiç olmayacak şeylere kesin bilgi nazarıyla bakıp inanabilir. Bu da yukarıda bahsedilen ikinci noktanın açıklanması olarak kabul edilmelidir.
Sonuç olarak insanları doğru bilgiye karşı en çok kapatan şeyin çabuk, kolay, rahatça arzulara erme isteği olduğu söylenebilir.
Yine çoğu insanın düşüncesinde şöyle bir temayül ve problem vardır: Bir şeyi bir defa öğrendikten sonra veya bir şey hakkında bir defa hüküm verdikten sonra o şeyi pek değiştirmezler. Hatta değiştirmeye karşı direnirler. Dahası, peygamberlere karşı direncin de bir açıdan neredeyse tek sebebi budur. Kur’an bunu defaatle aktarıyor. Mekke müşriklerinin de böyle olduklarını biliyoruz. Bu direncin özeti; “Biz atalarımızdan böyle görmedik.” şeklindeki itirazdır.4 Bu da “Bu konuda yerleşmiş teamül böyledir, bizim bu konuda bildiğimiz şey şöyledir.” temayülüdür.
Tekrar edelim; insanlar bir konuda bir şeye hüküm verdiklerinde onu hemen hemen hiç değiştirmeme eğilimindedirler.
Bu nedenle bilimin gelişmesiyle ilgili batıda şöyle bir söz vardır: “Bilim her defasında bir cenaze bir cenaze gelişir”. Eski bilim adamları ve profesörlerin eski bilgilerle kafaları donduğu için onlar öldükçe yerlerine gelen yeni genç beyinler o makamları doldurdukça bilimde ilerleme sağlanır. Bu, Amerika akademik çevreleri için de böyledir, Avrupa için de Uzakdoğu için de Rusya ve Arap dünyası için de Afrika için de böyledir… Einstein gibi alanında çığır açan bir bilim adamı bile kendisi genç denilebilecek bir çağda zihnine gelen yeni düşüncelerle fizik biliminin gelişmesine büyük katkılar sağlamışken, kuantum fiziğinin ortaya çıkması ve gelişmesi, bu konuda elde edilen yeni bilgiler karşısında adeta “Olur mu hiç öyle şey”’ diye itiraz edebilmiştir. Kısacası, insanların hüküm verdikleri bir konuda farklı düşünmeme temayülleri çok güçlüdür. Zihni geliştirme adına yapılabilecek en önemli şey de farklı düşünebilme, bir konudaki farklı alternatifleri de hesaba katabilmedir.
Evet! Genç olmanın aslında zihnin boş olması dışında bir avantajı yoktur. Zihin boş olduğu için, yeni öğrenilenlerle eski öğrenilenler çatışmayacaktır (çünkü eski öğrenilen şeyler yoktur). Böylece zihin bir bilgiyi daha rahat kabullenir daha kolay öğrenir ve daha esnek düşünebilir.
Konunun diğer bir yönü de şudur. İnsan pek çok konudaki pek çok düşüncesini, hükmünü ve bilgisini bizzat emek sarf ederek kazanmış değildir.
Asıl noktaya gelecek olursak: Hadis, fıkıh, tasavvuf gibi konularda da yeni bir şeyler aktarıldığında, yeni bir bakış açısı veya yeni bir yöntem sunulduğunda insanlar eski durumun verimsizliğini anlamalarına, bunun hayatlarındaki olumsuz etkilerini de hissetmelerine rağmen "Ama biz böyle bilmiyorduk." diye itiraz ederler. Geçmişte, kendi çağlarına göre görece yeni şeyler söylemiş olan insanlar da hep aynı dirençle karşılaşmışlardır.
Mesela bugün Buhari okuyoruz ve saygı da duyuyoruz. Buhari hakikaten kendi çağına göre hadislerin sıhhati konusunda çığır açan, o konuda müceddit diyebileceğimiz birisidir. Ama Buhari’nin kitabının mevcut durumuyla kabul görmesi kendisinden 200 yıl kadar sonra gerçekleşebilmiştir. İmam Azam’ın fetva vermede geliştirdiği yeni yöntemler için de böyledir. Kendisine yönelik itirazlara bakınca şaşırmamak çok zordur. Bediüzzaman’ın kelam ilmine getirdiği yenilikler için de benzeri direnmeler olmuştur. Yeni bakış açıları sunmak, ortaya yeni bir şeyler koymak konusunda her zaman bir karşı direnç oluşur. Bu nedenle bize bu konuda en çok lazım olan, zihinsel esnekliktir. Zihinsel esneklik bir kere sağlandıktan sonra sürdürüldüğü müddetçe (bunaklık gibi tıbbi durumlar dışında) öğrenme yeteneğinizi de doğru düşünme yetinizi de kaybetmezsiniz.
Eskiden "İnsan zihni 20-25 yaşlarında zirveye erer sonra da hızla çöker." gibi bir anlayış vardı. Bu yanlış ve yaygın anlayıştan etkilenmiş olabilirsiniz. Hayır. Mesela düşünün, Hz. Ebu Bekir (ra) veya Hz. Osman (ra) ezberlediği surelerin çoğunu 40 yaşından sonra ezberlemişlerdir. Hadi onlar Araptı, ana dilleri Arapçaydı ve o dönemin o atmosferin insanlarıydılar diyelim. Ama bu çağda da kırkından ellisinden sonra Kur’an’ın üçte birini dörtte birini veya yarısını ezberleyen ya da önemli miktarda ezber yapabilen pek çok insan göstermek mümkündür. Farklı bir alandan bir örnek olarak, çağımızın en büyük tarihçileri arasında gösterilen merhum Halil İnalcık, eserlerinin %90'ını 60 yaşından sonra vermiştir.
Evet! İnsan, kendisini geliştirebilecek bir şekilde yaratılmıştır. Ve insanın her şeyi; "benim" diye tarif ettiği duyguları, bakış açıları, beğenileri, alışkanlıkları değişebilir. Hakikatte çoğu da aslında değişmelidir. Buna dair örnek isterseniz sahabe efendilerimizi ve cahiliyeyi mukayeseli düşünebilirsiniz. Bu çağda da ister imanla iman hakikatleriyle tanışma sonrası olsun, ister kendi üzerine yaptığı bazı çalışmalarla olsun, kendisini çok farklı şekilde değiştiren insanlar görürsünüz.
Son olarak: Duada, ısrarlı duada çok büyük, mucize ölçüsünde etkiler vardır. Çocukluğundan beri günde 10-12 saat uyuyan, uyanık olduğu zamanlarda da esneyip duran birinin aylarca duadan sonra değiştiğini görebilirsiniz. Evet, insanın neredeyse bütün durumları değişebilir, gelişebilir…
Hem bireysel olarak, maddi ve manevi, duygusal, zihinsel ve fiziksel yönlerimiz açısından, hem ailevi açıdan, hem toplumsal açıdan hallerimizi en güzel hale çevirmesini Allah-u Teala’dan niyaz ediyoruz.
1 )Yeryüzünün bir kısmını ya da bazı kesişim alanlarını farklı boyutlarda bizimle paylaşan cinleri ve bazı yönleriyle gelişebilme özelliğine sahip oldukları düşünülebilecek olan melekleri konumuzun haricinde tutuyoruz.
2 ) Buhari, Bed'ü'l-Vahy 1; Müslim, İmaret 155; Ebu Davud, Talak 11; Tirmizi, Fedailu'l-Cihad 16; Nesai, Taharet 60
3 ) Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108
4 ) Bakara 170; Maide, 104; Araf, 28; Yunus, 78, Hud; 87