10 dk.
06 Haziran 2023
Tesettürden Çıkmak | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Tesettürden Çıkmak | 2. Kısım

Altıncısı: Açılmanın Sınırıyla İlgili Algının Etkisi

 

Tesettürden çıkan kadınların pek çoğunda açılmak, başörtüsünü açmak ile kalmamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden birisi “açıklık” kavramının veya “açık olmak” algısının sınırıyla ilgilidir.
 

Reel pratik açıdan insanlar tabiri caizse anadan üryan şekilde dolaşmadıkça bir şeyler giymiş sayılacaklardır. Ayrıca açık veya kapalı olmanın, bir şeyler giyinmiş olmanın sınırları kültürlere ve coğrafyalara göre değişebilecektir. Dolayısıyla sadece ağaç yapraklarıyla vücudunun küçük bir kısmını örten yerli kabile mensupları da kat kat giyinen orta çağ saray nedimeleri de kendilerini aynı ölçüde giyinik hissedeceklerdir.

 

Sonuçta tesettürlü olsun olmasın kadınlar ne kadar dikkatsizce davranırlarsa davransınlar giyimlerine dikkat ettiklerini varsayabilirler.

 

Çünkü;

-Açık olmanın reel pratik açıdan sınırı yok gibidir.

-Başörtüsü ve kültürel olarak tamamlayıcı unsuru olan pardösüden vazgeçildiğinde yeni alınacak kıyafetlerde o hâleti devam ettirmeyi sağlayacak belirli bir sınır kavramının bulunmadığı gerçeğiyle karşılaşılacaktır. Böylece görerek ve alışarak yapılan tercihler gittikçe daha kolay yapılabilecektir. Yani başlangıçta zararsız hatta caiz görülebilen tarzların caiz olmayan hallere dönüşmesi kolaylaşacaktır. 

 

Bu noktada teori ve pratik ayrımına tekrar değinmemiz gerekecektir. Beşinci maddede de belirtildiği üzere teorik olarak bir kadın sadece başını açsa ancak baş bölgesi dışında kıyafetleri tesettüre tam uygun olsa, haram ve helale de ciddi riayet ve dikkat etse aslında dininden çok büyük bir şey kaybetmiş olmayacaktır. Teorik olarak hakikat budur. Fakat pratikte bunun karşılığı neredeyse hiç görülmez. Bunun geçmişte istisnalarının yaşandığı dönemler de olmuştur, mesela üniversitelerdeki başörtüsü yasağı dönemlerinde… O baskı döneminde pek çok kadın öğrencinin sırf baskı nedeniyle sadece başlarını açık bıraktıkları, kimilerinin peruk taktığı, kimilerinin peruk takmadığı ancak saçlarına da hiçbir bakım yapmadıkları, pardösü giymeye, kalın ve uzun kıyafetleri tercih etmeye devam ettikleri, ibadetlerinde, haram-helal hassasiyetlerinde de bir azalma olmadığı bilinmektedir.

 

Diğer yandan yine o dönemde zaten açılmaya meyli olan, din ile bağlantısı geleneksel bir ilgiden ibaret olan bazıları da baskı bahanesiyle sadece başlarını açmakla kalmamış meseleyi kendi inisiyatifleriyle daha da ilerletmişlerdi.

 

Sonuçta; tesettürü bıraktıktan sonra açılmanın net bir sınırı yoktur. Tesettürden çıkıp açılmaya karar veren kadınlar tesettürlü durumdaki manevi hâllerini muhafaza edebilecek bir giyim tarzına büyük oranda ulaşamayacaklardır. Teorik açıdan olmasa da reel pratik açıdan karşılaşılan örneklerin sıklığı bu durumun yaygın bir realite olduğunu göstermeye yetecektir. Bu nedenle başörtüsü tek başına ciddi bir koruyucudur. Hatta sadece geleneksel olarak başını örten ancak tesettürlü olmanın diğer unsurlarına (erkeklerle iletişimde rahat olma, dar ve kısa giyinme gibi) pek dikkat etmeyen kadınlar için dahi önemli bir koruyucudur. Bu nedenle İslam başörtüsünü özellikle ayrı bir başlık olarak ele almış ve emretmiştir.

 

Yedincisi: Başörtüsü ve Şeair

 

Başörtüsü için şeair-i İslamiye’dendir veya İslam’ın şiarı, sembolü, alametidir denilebilir mi?

 

Kısa cevap, mümkün olduğunca denilmemelidir.
 

Şeair kavramı geleneksel tanımlarda bir yerin İslam’a ait olduğunu gösteren sembol veya simge demektir. Kur’an’da ise dinin yapılmasını emrettiği hususlar anlamındaki şaire kelimesinin çoğulu olarak şeair kelimesi hac ibadetini konu alan ayetlerde Allah kelimesinin tamlananı olarak zikredilmiştir. Bu ayetlerde Safa ve Merve ile kurbanlık hayvanların Allah’ın koyduğu şeairden yani dini simgelerden olduğu,1 bu simgelere saygısızlık edilmemesi gerektiği ve bunları yüceltmenin Allah’a bağlılığın bir ifadesi olduğu2 anlatılır, son olarak da Arafat’tan sonra hacıların gittiği Müzdelife meşarü’l-haram (ibadet yeri) olarak adlandırılarak burada Allah Teala’nın çokça zikredilmesi istenilir.3 Efendimiz de (sas) telbiye getirmeyi haccın şiarlarından saymıştır.4

 

Görüleceği üzere şiar veya şeair kavramları Kur’an ve hadislerde sadece ibadetlerle hatta sadece Hac ibadetiyle ilgili bir kavram olarak kullanılmıştır. Sonraki zamanlarda “şeair” veya “şiar” kavramı genişletilmiş, Allah’a kulluk işareti taşıyan hatta İslam diniyle doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili olan her şey şeairden sayılmıştır.

 

Bediüzzaman da sünnet-i seniyyenin içinde en mühim kısmın İslamiyet alametleri olan ve şeaire de taalluk eden sünnetler olduğunu söyler. Buna göre şeair, umumi hukuk veya kamu hukuku türünden topluma ait bir ubudiyet sayılmaktadır. Birisinin yapmasıyla toplum o ibadetten istifade edecektir, kimse yapmazsa bütün toplum sorumlu olacaktır.5

 

Bu bağlamda aslında ne Bediüzzaman ne de herhangi bir İslam alimi özel olarak başörtüsü için “şeairdendir” dememiştir. Başörtüsünü İslam şiarı olarak öne çıkaran düşünceler daha çok başörtüsü yasağının yaşandığı dönemlerde ortaya çıkmıştır. Bu söylem aslında tamamen yanlış da değildir. Başörtüsünün en az bir Ayasofya veya Sultanahmet Camiileri kadar İslam şeairinden sayılması mümkündür. Ancak bu Kur’an ve Sünnetin bir emri değildir. Dinin bir farzı veya vacibi, sünneti değildir. Bu, bir söylemdir. Söylemler dönemsel şartlara göre değişir. İçinde yaşadığımız dönem ve şartlara göre ise başörtüsünü şeairden saymamak daha doğru olacaktır.

 

Peki neden?

 

Çünkü kavramın Kur’an ve hadisler dışındaki sonradan genişletilmiş tanımına göre şeairlerin anlamlı yönleri (ezan ve bayrak gibi) olabildiği gibi sonradan anlamsızlaşan yönleri de vardır. Ayrıca özellikle günümüzde bazı hakikatlerin içinin boşaltılması gibi umumi bir musibet hali yaşanmaktadır.

 

“Allahu Ekber” sözünü ele alalım. Bu söz, kelimenin geniş tanımına göre İslam’ın en önemli şeairinden birisidir. Öncelikle Kur’an ve hadislerde geçen önemli bir zikir sözüdür. İmanın büyük bir remzidir. O kadar ki ezanımız ve namazımız bu sözle işlenmiştir. Namazın Subhanallah ve Elhamdulillah ile beraber en önemli üç çekirdeğinden birisi de Allahu Ekber zikridir. Ancak günümüzde birbirlerini öldüren Müslüman olduğu iddiasındaki grupların savaş çığlıkları veya siyasi grupların sloganı haline gelmiştir. İmanı ifade etmeyen, imanın ve Allah’a karşı kalbin durumunu ifade eden bir hakikat sözcüğü olmaktan çıkıp sembolden ibaret hâle gelmiştir. İnsanları imana ve İslam’ın güzelliklerine çağırabilecek mesaj içeriği kaybolmuştur. Tekbir, Müslümanlar eliyle böyle dönüştürülmüştür. Böylece tekbir ifadesi olan Allahu Ekber kelimesine saygısızlıkların ve hakaretlerin belki de en büyüğü bazı Müslümanlar eliyle yapılmıştır.

 

Yine Yeşilay kurumunu ve bir Yeşilay görevlisini ele alalım. Bu görevliden beklenen insanların kötü alışkanlıklardan kurtulması ve yeni nesillerin kötü alışkanlıklardan uzak tutulması için gereken çalışmaları yapmasıdır. Ancak bu görevli Yeşilay gönüllüsü olmasına rağmen bir yandan uyuşturucu kullanmakta diğer yandan kaçak alkol ve tütün ticareti yapmaktadır. Bu insanın göğsüne bir Yeşilay rozeti takması da son derece anlamsız ve tutarsız bir davranış olmasına rağmen kendisi yine de Yeşilay gönüllüsü olarak görünmekte ve tanınmaktadır.

 

Bu ve benzeri nedenlerle günümüzde dinin herhangi bir unsurunu kimlik göstergesi veya bir sembol olarak kullanma alışkanlığından kurtulabilirsek bu, dinimiz adına da kendi adımıza da faydalı bir kurtuluş olacaktır.

 

Konunun tesettürle ilgisine gelince: Günümüzde açıkça söylenmese de özellikle ataerkil zihniyete sahip pek çok insan “Bir kadın namaz kılmasa da, büyüklerine saygılı ve insanlara faydalı birisi olmasa da, namazlarını kılmasa da, kültürel bir alışkanlık sonucu da olsa başörtüsünü takmak zorundadır!” ön kabulü ile hareket etmektedir. Bu ön kabulde başörtüsünü aslında dinin özüyle ilgili bir unsur olarak ele almaktan ziyade İslam’ın görünür bir özelliği, bir sembolü olarak benimseme ve meseleyi sadece bir sembole indirgeme söz konusudur. Burada içerik önemsenmemekte, sembol veya görünür olan yeterli görünmektedir.

 

Sekizincisi: Kritik Zamanlarda Kritik Tercihler

 

Kişinin kendi tercihiyle gerçekleştirdiği bir amel olarak başörtüsü günahlara, haramlara ve hatta küfürle şirke karşı ciddi bir koruyucudur. Elbette büyük oranda aile baskısıyla takılan, evden çıkınca çantaya konulduğu durumlarda başörtüsünün pek bir koruyuculuğu vardır denilemez. Ancak az veya çok kişisel bir tercih sonucunda, işin içine bir parça baskı karışmış olsa bile büyük oranda kişinin kendi tercihiyle; Allah korkusu, kulluk şuuru gibi faktörlerin de etkisiyle gerçekleşmiş bir tesettür tercihinin koruyucu olacağı açıktır. Bu koruyucu zırhın önemi de özellikle günümüzde son derece büyüktür.

 

Elbette ki özellikle ataerkil zihniyetin hakim olduğu coğrafyalarda erkeklerin kadınlar hakkında sürekli konuşup durmaları, kadınların nasıl giyineceklerinden tutun nasıl davranacaklarına kadar sürekli üstenci bir dille beyanatlar vermeleri, yazıp çizmeleri rahatsız edici olacaktır. Ayrıca zaten medeni hukuk açısından 18, dini açıdan da ortalama 15 yaşını geçmiş bir insan dinen veya hukuken kendi kararlarını kendisi verecek durumda kabul edilir. 

 

Bu bağlamda şunu hatırlatmak zorundayız: Bazı kritik zamanlarda verilecek belli kritik kararlar insanların sadece o konu hakkındaki kararlarını değil bütün yaşamlarını, hatta ahiretlerini de etkileyecek kadar önemli olabilir.

 

Örneğin İslam tarihinde Tebük Seferi en kritik anlardan biridir. İslam’ın geleceğini de etkileyecek bu sefere katılıp katılmama konusunda gösterilen basit bir rehavet üç sahabenin neredeyse hem dünyasına hem de ahiretine mâl olabilecek kadar kritiktir ki onlar hakkında ayet bile nazil olmuştur.6

 

Yine örneğin yüzlerce çalışanı olan bir şirket düşünün. Şirket sahibinin de içinde bulunduğu birkaç kişi bazı şirket çalışanlarına hırsızlık iftirası atmış olsun. Bu konuda gerçeği bilen, dürüstçe konuşabilecek ve yönetim kurulunda da yer alan, sözlerine güvenilen kişilerin şirket sahibinden çekinip konuşmamaları veya hakikate sadık kalıp gerçeği anlatmaları onların hem dünyalarını hem ahiretlerini ciddi manada etkileyecektir.

 

Bazı zamanlarda da bazı ameller diğer durum ve şartlara göre daha önemli bir hâle gelir. Örneğin yardımlaşmak, zekât veya sadaka vermek her zaman iyidir, salih amellerdir. Ancak bir deprem veya savaş anında veya herhangi bir toplumsal musibet durumunda musibete uğrayanlara yardım etmek, zekât ve sadakalarını o insanlara kanalize etmek daha önemlidir ve farzlar üstü bir farz hâline gelir.

 

Burada elbette “Başörtüsü meselesi Tebük gazvesi kadar önemlidir!” demek istemiyoruz. Lakin soruda ifade edildiği şekliyle, tesettürü terk etmek insanın manevi hayatını olumsuz etkileme ihtimali bulunan bir durumdur. Farklı bir yaşam tarzına kapı açabilecek bir karardır. Bu noktada dikkatli olmak, kararlarımızı verirken bu faktörleri de göz önünde bulundurmak İslam'ı yaşamaya gayret eden kişiler için mantıklı olacaktır.

 

Allah Teala’dan yaşarken yapacağımız tercihleri kendi rızasına uygun bir şekilde seçmemizi kolaylaştırmasını; razı olmayacağı kararlara karşı kalplerimizin meylini kesmesini, zorlaştırmasını diler ve dileniriz!
 


1  ) Bakara, 158; Hac, 36;

2  ) Maide, 2; Hac, 32

3  ) Bakara, 198

4  ) Müsned, II, 325

5  ) Bediüzzaman, Lemalar, 11. Lema

6  ) Tevbe, 118