Ahir Zamanda Niçin Peygamberimiz (sas) değil de Hz. İsa (as) İnecektir?
Soru: Ahir zamanda Peygamber Efendimiz’in (sas) değil de Hz. İsa’nın (as) gelecek olmasının hikmeti nedir?
Cevap: Öncelikle Hz. İsa’nın (as) kıyametten hemen önce yeryüzüne tekrar inmesiyle ilgili meselenin akaide, dinin özüne ait bir mesele olmadığı bilinmelidir. Çünkü Kur’an’da Hz. İsa’nın (as) kıyamete yakın bir zamanda tekrar yeryüzüne ineceğini açık bir şekilde bildiren, tartışma ve şüpheye yer bırakmayacak netlikte anlatan herhangi bir ayet yoktur.
Diğer yandan Kur’an’da böyle bir ayetin olmaması kendi başına herhangi bir şeye de delalet etmemektedir. Yani bu durum “Hz. İsa (as) nüzul edecektir.” diyenler için de “Hz. İsa (as) nüzul etmeyecektir.” diyenler için de açık bir delil teşkil etmez. Çünkü Kur’an’da bir konunun yer almaması o konunun hiçbir zaman gerçekleşmeyeceği anlamına gelmez. Bu nedenle örneğin “Hz. İsa’nın ineceğine dair hadisler Kur’an’a aykırıdır.” denilemez çünkü Kur’an’a aykırı olması için Kur’an’da Hz. İsa’nın inmeyeceğine dair açık bir haberin yer alması gerekir. Bu durumda en fazla “Hz. İsa’nın inip inmeyeceğine dair Kur’an’da açık ve net bir beyan bulunmamaktadır.” denilebilir.
Konuyla ilgili hadislere bakıldığında ise Hz. İsa’nın (as) inmesiyle ilgili hem sahih hem de zayıf ve uydurma hadislerin bulunduğu görülecektir. Geleneksel hadis usulü açısından sahih kabul edilen rivayetlerin toplamından çıkan sonuca göre Hz. İsa (as), deccal ortaya çıktıktan sonra bir sabah namazı vaktinde inecek, Müslümanlar arasında adaletle hükmedecek, haçı kıracak ve domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracak, Hac ve Umre yapacak, deccali öldürdükten sonra da yedi veya kırk yıl hayatta kalacak, bir rüzgârın etkisiyle bütün müminlerle birlikte can verecektir.1
Kütüb-ü Sitte dışındaki hadis kitapları ile başkaca derleme eserlerde bulunan rivayetlerde ise konu hakkında daha ayrıntılı haberlere yer verilir ancak bu tür ayrıntılı haberlerin çoğunun sıhhati tartışmalıdır. Hatta bu tip rivayetlerin büyük bölümü zayıf veya uydurmadır. Bu nedenle Hz. İsa’nın (as) inişiyle ilgili birtakım hadislere sonradan pek çok ekleme yapıldığı, konuyla ilgili bazı alimlerin yorumlarının ise zamanla hadislerle karıştırıldığı söylenebilir. Örneğin Hz. İsa’nın (as) Şam’ın doğusunda beyaz minareye ineceği şeklindeki hadis2 metin açısından da problemlidir, çünkü Efendimiz (sas) döneminde “minare” kavramı bile yoktur. Ancak geçmişte bazı önemli alimlerimiz dahi kendi dönemlerinde beyaz minarenin o anda Şam’ın doğusunda mevcut olduğunu söyleyebilmişlerdir. Hatta bir başka alim de kendi döneminde o minare olduğunu düşündükleri bir minarenin Hıristiyanlar tarafından yakıldığını ancak yine Hıristiyanların malları ile beyaz taşlarla yeniden yapıldığını ve Allah Teala’nın Hz. İsa’nın (as) inmesi için bunu lütfettiğini söyleyebilmişlerdir. Dolayısıyla bu gibi hadisleri yanlış anlamak alimlerimiz için bile mümkün ve vaki bir durumdur. O hâlde konuyla ilgili hadislere ciddiyet ve dikkatle yaklaşmak gerekmektedir.
Sonuçta Hz. İsa’nın (as) kıyametten önce yeryüzüne inmesi meselesi dinin özüne ilişkin bir konu değildir. Bu nedenle nüzul-ü İsa’ya inanmayan kafirdir denilemez. Benzer şekilde nüzul-ü İsa’ya inananlar da Kur’an’da açıkça yer almayan bir meseleye inandıkları için hurafe, bid’at veya küfürle suçlanamaz. Bunlar, yorum ve yöntem farklılıklarından ibarettir ve dinin özüne, akait esaslarına ait bir konu değildir.
Ayrıca Hz. İsa’nın (sas) inmesini beklemenin Müslümanların bir görevi olmadığını da bilmek ve unutmamak gerekir. Bu nedenle konu hakkında haddinden fazla ayrıntıya dalmak, bütün rivayetleri doğru kabul ederek her rivayetten günümüze ilişkin sonuçlar çıkarmaya çalışmak, bu sonuçlarla bazı yersiz beklentilere girmek yanlış olacaktır. Çünkü nasıl ki Hz. İsa’nın (as) inişiyle ilgili hadislerin sahih olup olmadığını anlamak için ciddi bir hadis bilgisi, bununla beraber sağlam bir bakış açısı ve günahlarla kirlenmemiş bir zihin gerekmektedir. Aynı şekilde, o hadislerin reel hayattaki yansımalarını görüp anlamak için de Kur’an’a ve hadislere ciddi bir vukufiyet, Marifetullah’ta önemli bir derinlik, eşya ve hadiseleri değerlendirmede sağlam bir muhakeme, mantık ve feraset gerekmektedir ki varılacak sonuçlar anlamlı olabilsin.
Gaybî Meselelere Karşı Taabbudî Tutum
Konuyla ilgili hadislerin tamamen gaybî bir mesele hakkında olduğu dikkate alınmalıdır. Bu hadislerde meselenin hikmeti açıklanmaz. Hz. İsa’nın (as) hangi şartlarda ve nasıl geleceği ile ilgili bilgi de verilmez. Bu nedenle tamamen gaybî olan bu gibi meselelerin hikmetlerinden bahsetmek pek mümkün görünmemektedir. Bu aynen güneşin doğudan değil de batıdan doğacak olması meselesi gibidir. Dolayısıyla soru; “Güneş kuzeyden veya Mekke üzerinden değil de neden batıdan doğacaktır?” sorusuna benzemektedir.
Allah Teala Hz. İsa’nın (as) yerine Hz. İdris’i (as) de Hz. Musa’yı (as) da gönderebilirdi. Konu tamamen taabbudidir. Yani Allah Teala’nın kendi iradesiyle ilgilidir.
Sonuçta Allah Teala öyle takdir buyurmuştur ve öyle olacaktır. Olay tamamen ilahi iradenin tasarrufudur. Bizse, gaybî bir haber üzerine ancak “Demek ki böyle olacakmış.” diyebiliriz.
Herhangi Bir Şeyin “Hikmet”i
Herhangi bir dini meselenin hikmeti veya gerekçesi ayet ve hadislerde açıkça belirtilmedikçe o konuda “Bunun hikmeti şudur.” şeklinde mutlak bir ifade kullanamayız. Ancak “Bunun hikmeti şu olabilir.”, “Benim yorumum şudur.” şeklinde kişisel yorumlarda bulunmanın sakıncalı olduğu da söylenemez. Bu konudaki tek sakınca, kişisel yorumların mutlak doğru kabul edilmesidir.
Diğer yandan, Allah Hakîmdir, abes iş yapmaz. O’nun bütün icraatlarının bir anlamı, bir hikmeti vardır. Dolayısıyla marifetullah açısından belli bir seviyeyi yakalamış, kainatta ilahi isimlerin tecellilerini doğru okuyup yorumlama becerisine ulaşmış olduğunu düşündüğümüz zatların bazı konulardaki yorumlarına katılmakta da bir beis olmasa gerektir. Yeter ki bu yorumların kişisel yorumlar olduğu bilinsin ve mutlak hakikat gibi başkalarına dayatılmaya kalkışılmasın.
1 ) Buhari, Büyu, 102, Enbiya, 49; Müslim, İman, 242-247, Hac, 216, Fiten, 34; Ebu Davud, Melahim, 12; Tirmizi, Fiten, 21
2 ) Ebu Davud, Melahim, 14; İbn Mace, Fiten, 33