Allah bizi niçin yarattı?
Soru: Dünyanın yaratılış nedeni olarak verilen en klasik örneklerden birisi; “Bir sanatçı olarak Allah’ın kendi sanatını insanlara göstermek istemesidir.” deniliyor. Fakat Allah’ın böyle bir takdir görmeye, aciz insanlar tarafından tanınmaya ve bilinmeye ihtiyacı yoktur. Bu örnek pek çok insan için yeterli bir açıklama olabilir ancak bana mantıklı gelmiyor. Daha mantıklı ve açıklayıcı bir örnek verebilir misiniz?
Cevap: Bu konuda rasyonel davranmak gerekirse öncelikle şunu hatırlamalıyız, Allah-u Teala’nın varlığı ve mahiyeti bizden çok farklıdır. Bunun için de -tabiri caizse- O’nun zihninden geçen niyetleri, gayeleri tam olarak bilemeyiz. O’nun niyet ve gayesi bize bir şekilde (örneğin vahiy yoluyla) aktarıldığı zaman da ancak bizim bakış açımıza göre ve zihinsel dünyamıza düşen çok küçük ve basit bir kısmını -o da belki- idrak ederiz.
Küçük yaşlarda bir çocuk düşünelim. Babası her gün evden çıkıp işe gitmekte ve akşam dönmektedir. Çocuk annesine “Babam neden sabah işe gidiyor? Her gün benimle beraber olsa olmaz mı?” diye sorunca o çocuğa babasının işe gitmesi gerektiği, para kazanıp kendisine oyuncaklar alacağı şeklinde bir cevap verilir. Çocuk da bu cevabı kendince yeterli bulur. Aslında babasının her gün işe gidip çalışmasının evin geçimine bakan bir tarafı vardır. Baba; öğretmen, doktor, avukat, hâkim, polis, asker, esnaf, şoför ve benzeri bir meslek erbabı olabilir. Dolayısıyla çalıştığı işin geçim meselesinin ötesinde başka insanlara da faydası olan yönleri vardır. Ancak çocuğa babasının sadece çalışıp çikolata veya oyuncak alacağından bahsedilir. Bu konuda çocuğun, yetişkinlerin kavramlarını ve dünyalarını anlama şansı yoktur, ona en fazla bu kadarı anlatılır.
Bizim ise birer beşer olarak Allah-u Teala ile aramızdaki seviye farkı, bu çocukla ebeveynleri arasındaki seviye farkından çok daha fazladır. Dolayısıyla O’nun hakiki gayesini tam olarak bilemeyiz ve gerçekten rasyonel olan bir insan da bilinemeyecek şeyleri sormaz, onların peşine düşmez. Ancak insanların çoğu özellikle de böyle konuların tam bir cevabını alamamaktan tatmin olmaz. Zihinsel zahmetler de burada başlar.
“Niçin yaratıldık?” gibi merak duygusu açısından oldukça cazip sorulara karşı o duygusal merkezi tatmin etmek için bir takım cevaplar verilmiş olabilir. Ama kelimenin tam anlamıyla mantıklı-rasyonel bir insanın ilk yapacağı şey, bu ve benzeri soruların kendi başlarına mantıklı olup olmadıkları, bilinmesi mümkün olan bir şey hakkında olup olmadığını incelemek ve buna göre zihinsel bir tavır almaktır.
Diğer taraftan Kur’an bize;
Allah-u Teala’nın gökleri, yeri ve bunların arasındakileri boş bir amaçla oyun olsun diye yaratmadığını, bu tarz bir eğlence veya oyun isteseydi onu da kendi katından edineceğini ama asla böyle bir şey yapmayacağını, (1)
Hangimizin daha iyi davranmak için çabalayacağını, kimin kendisini arındıracağını, yani kimin daha iyi daha kaliteli bir insan olmak için çalışacağını denemek, görmek ve göstermek için hayatı ve ölümü yarattığını, (2)
Cinlerin ve insanların başka değil sırf Allah’a kulluk-ibadet etmek için yaratıldığını (3)
ifade etmiştir.
Görüldüğü gibi bu ayetler bu âlemin yaratılışındaki amacın veya anlamın, insan olarak bize bakan yönlerini açıklamaktadır. Yani;
*Bizim bu âlemin yaratılma nedenini tam olarak anlayamayacağımızı, zira işin bu kısmının Allah katında olduğunu,
*Bizim sadece bu âlemin, var oluşun, bu yaşadıklarımızın, başımıza gelenlerin ve bunlara verdiğimiz iradi tepkilerin boş olmadığını, anlam arayan insanlar için bunların bir anlamı bulunduğunu, bu tip anlam arayışlarının bizim faydamıza olacağını,
*Yine işin bize bakan yönü itibariyle kötü, çirkin ve yanlış olanı bırakıp iyi, güzel ve doğru olan istikamette kendimizi geliştirmemiz gerektiğini bildiriyor. Bu arada da neyin iyi ve kötü, neyin doğru ve yanlış olduğuna dair bilgiler de veriyor. Yukarıda sayılan ayetlerden Zariyat suresindeki ayetin de işaretiyle, ibadetlerin kötüyü, çirkini, yanlışı bırakıp iyiyi, güzeli ve doğruyu seçip benimsememiz, kendimizi bu istikamette geliştirmemiz konusunda bize en çok yardımcı olacak şeyler olduğunu da söylüyor. (4)
Dolayısıyla, yaratılışın genel veya asıl amacına dair esas olan şey, bizim için bunun bilinemez oluşudur. İnsanın merak eden tarafına hitaben ise ayetler bize şu iki şeyi anlatmaktadır:
Bunun hakikatini bilemeyiz,
Temel mesele iyi, güzel ve doğru olmaya çalışmak, bu konuda da en büyük yardımcımız olarak Allah-u Teala’ya yönelmektir. O’nunla bağı sıkı tutmalı ve O’nun taleplerini ciddiye almalıyız.
Şimdi retorik bir soru soralım: İstediğiniz her şeye sahip olduktan, bütün hedeflerinize ulaştıktan sonra ne yapardınız?
Okul, kariyer, aşk, evlilik, iş, maddiyat, başarı gibi şeyler adına bütün eğilimleriniz tatmin olmuş, tüm ihtiyaçlarınız giderilmiş farz edin. Dünya çapında da terör, açlık, ekonomik ve siyasi krizler çözülmüş, dünyayı bir barış atmosferi sarmış olsun. Yani kişisel, toplumsal ve hatta uluslararası tüm sorunlar çözülmüş, her istediğinize kavuşmuş durumdasınız. Bu durumda ne yapardınız? Bu soruya cevabınız her ne ise asıl mesele de odur ve onun üzerine düşünülmelidir.
Böyle bir durumda bizim için geriye iki şey kalacaktır:
Birincisi; genel olarak iyilik yapmak… Özellikle de vermek, bahşetmek, cömert davranışlar sergilemek,
İkincisi ise varlığımızı oluşturan en esas ve temel istidatlarımız… (5)
Bir insan Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisindeki her şeyi gerçekleştirmiş olsa bile bir eser üreterek kendini ifade edemiyorsa hala çok mutlu ve rahat olamayacaktır. Bir şey üreterek kendini ifade ettiğinde ise sosyal bir etkileşime girmiş, ürettiği şeyi insanların nazarına arz etmiş olacaktır. Sosyal etkileşime girmek istemeyen birisi ise kendi istidadı çerçevesinde örneğin bir resim yapsa bu durumda o resmi başkalarının beğenisine sunmasa bu durumda da o resim bir açıdan hiç yapılmamış gibi olacaktır.
Bu bağlamda bizden önceki ulemanın bazılarının “Allah-u Teala kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek istiyor.” derken anlatmak istedikleri şey, az önce bahsettiğimiz “kendini gerçekleştirmek” tarzı bir şeydir ancak en başta vurguladığımız ilkeyi yine hatırlamamız gerekiyor; Allah-u Teala ile bizim aramızdaki seviye farkı çok çok çok fazladır. Dolayısıyla bizim en gelişmiş zihnimizle dahi O’nun hakkında bu tip misallerle konuşmamız, akvaryum balıklarının kendilerini besleyen sahipleri hakkında “Bu adam bizi neden besliyor? Halbuki etimiz de yok.” seviyesinde değerlendirmeler olarak kalacaktır.
Ancak sonuçta bizler insanız. Başka çaremiz de yok, anladığımız her şeyi kendimize göre anlıyor, her şeyi kendimize göre değerlendiriyoruz. Bu nedenle örneğin bir ağaca bakarken “Bu ağaç güneşe daha yakın olmak için dalını güneşe doğru büyütmüş.” diyebiliyoruz ancak o ağacın içinde büyümeye dair bir benlik, iradi bir meyil yok. Her şeyi insana göre ve insan için ele almaktan başka çaremiz ve şansımız da yok.
Bu bağlamda Allah-u Teala’ya dair anlayabileceğimiz şeylerin zirvesi (bu sorunun cevaplanamaz, çünkü bilinemez olduğunu kabul ettikten sonra) şudur; “Allah-u Teala yaratıyor, çünkü O’nda yaratma kabiliyeti var, çünkü O her şeye sahip, hiçbir şeye muhtaç değil ancak her şey O’na muhtaç, yaptıklarını sadece yapabildiği için yapıyor.”.
Evet, Allah-u Teala sanat eserlerini göstermekle -tabiri caizse- kendini gerçekleştiriyor diyebiliriz. Ancak bu konuda kendini gerçekleştirme ibaresinin eksikliğini tekrar vurgulamalıyız.
Son olarak soruda geçen ibarenin aslına dair bir şeyler söyleyerek konuyu bitirelim:
Burada sanatçının sanatını göstermek istemesi insanların bu sanat eserlerine bakıp O’nu takdir etmeye ihtiyacı olduğu anlamına tabii ki gelmez. Bu ibarelerden böyle bir anlam da çıkmaz.
Ulemanın, bu yaratılan sanat eserlerini bu şekilde yorumlamalarının nedeni ise onların şu şekilde düşünmüş olmaları olabilir: Allah-u Teala buyuruyor ki; “Sabahı aydınlatan O’dur. Ve O, geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da vakitlerin tespiti için birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz ve alîm olan Allah’ın takdiridir.” . (6) Bu ayette güneşin ve ayın vakitlerin tespiti için kullanılabilmesi özelliğinin anlatılması, güneş ve ayın sadece bunun için yaratıldığı anlamına gelmez. Ama “Ey insanlar, mevzunun size bakan bir tarafı da budur. Allah’ın güneş ve ay içinde yarattığı başka mahlukları da vardır. Güneşin güneş olarak kendine bakan, Allah’a bakan milyonlarca hikmeti bulunabilir ama seni ilgilendiren kısmı ısınman, vakitleri tespit etmen, ekinlerinin olgunlaşması için gerekli bir unsur olmasıdır. Bunlara bak, hamd et. Allah bunları yarattı ki gayrın nazarı ile de kendi eserlerini görsün.” gibi ibareler bu ayetin açıklanması için kullanılabilir ve böyle kullanılması Allah-u Teala’nın böyle bir görmeye de, bizim hamdimize de ihtiyacı olduğu anlamına gelmez.
Son tahlilde Allah-u Teala’yı ne gözlerimizle görmek, ne kulaklarımızla duymak ne de zihnimizle O’nun hakikatini anlamak kudretine sahip değiliz. Yapabileceğimiz tek şey, fiillerinden ve eserlerinden yola çıkarak bir şeyler kapıp, marifet ufkumuzu kendi çapımızda geliştirmektir.
Şefkat ve merhameti yarattığı her şeyi kapsayan Allah-u Teala bize verdiği istidatları yaratılış hikmetine uygun, doğru kullanmayı nasip etsin. Âmin.
1 ) (Enbiya, 16), Bu ayetlerde geçen “Lehv” ve “Laib” kavramları genellikle oyun ve eğlence olarak çevrilir. Ancak örneğin boş yere tesbih sallamak ya da bir yerden bir yere giderken ıslık çalmak gibi hiçbir amacı olmadan gerçekleştirilen davranışlar da bu kategoriye girer ve hatta bu mananın daha doğru olduğu söylenebilir.
2 ) Mülk, 2
3 ) Zariyat, 56
4 ) Burada ibadeti bir fırsat olarak ele almak daha doğru olacaktır. Evet, bir insan mekanik olarak, yani sadece yatıp kalkarak, kalbini, ruhunu, duygu ve düşünceleriyle zihnini işin içine hiç katmadan da namaz kılabilir. Böyle bir insanın durumu üniversitede derse girip sadece yoklama kağıdına imza atan, ders esnasında ise uyuyan ya da boş şeylerle meşgul olan öğrencinin durumuna benzeyecektir ki böyle bir öğrenci -örneğin- doktor olup insanlara şifa verme vesilesi olabilecekken olamamış, bilgisayar programcısı olup faydalı projeler yapabilecekken o hale gelememiş olacaktır. O öğrenci o derslerden faydalanamadığı gibi pek çok namaz kılan vardır ki onlara sadece yatıp kalkmak, yorgunluk gibi şeyler kalacaktır. Belki sadece yaptığı fiziksel hareketler nedeniyle diz eklemlerini kireçlenmekten bir nebze kurtarabilecektir ama hepsi bu…
5 ) İstidat kavramının burada herhangi bir amaca ve hedefe bağlı kalmaksızın sadece yapabiliyor ve yapıyor olmaktan zevk alınan şey anlamında kullandığımızı belirtmeliyiz. Bunu Maslow’un ihtiyaçlar piramidindeki kendini gerçekleştirme ihtiyacına benzetebilirsiniz ancak kendini gerçekleştirme, bir ihtiyaç olarak belirlendiği için o kısmını konu dışı bırakmalıyız. Çünkü en temel istidatlarımızı gerçekleştirmek bir ihtiyaç durumu da değildir.
6 ) En’am, 96