17 dk.
19 Ağustos 2024
Allah'ın Azabı Rahmetiyle Bağdaşır mı? | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Allah'ın Azabı Rahmetiyle Bağdaşır mı? | Tek Parça

Soru: Kur'an'daki; 

Ne var ki insanların çoğu iman etmezler.”

İblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı.”

Yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırır.” gibi ayetlere bakılırsa insanların çoğunun doğru yolda olmadığı yorumu yapılabilir. Doğru yolda olmayan her kuluna Allah elim bir azapla azap edecek midir? Eğer öyleyse “Allah dileseydi hepsine hidayet ederdi.” ayetindeki irade beyanından hareketle kullarının çoğunluğuna azap etmeyi Kendisi diliyor gibi bir mana çıkmaz mı? “Rahmetim her şeyi kuşatmıştır. Onu iman edenlere lütfedeceğim.” ayetinde her şeyi kuşattığı söylenen rahmet sadece küçük bir azınlığa mı hitap edecektir? Kıyamet günü Hazreti Adem'e oğullarından 1000'inden 999'unu cehennem için ayır denileceği konusundaki rivayet sahih midir? Tüm bunlar Allah'ın kullarını sevmesi ve esirgemesi ile nasıl açıklanabilir?

 

Cevap: Soruda geçen ayetler farklı bağlamlarda zikredilmiştir. Farklı şeylerden bahseden ayetler bir araya getirilip aynı konudan bahsediyormuş gibi ele alınınca yanlış bir sonuca ulaşılmış ve bazı çelişkiler ortaya çıkmış gibi görünmektedir.

 

Bu durumda meseleyi baştan ele alalım ve adım adım ilerleyelim:

 

Birincisi: Öğrencilerini tanıyan ve işinde tecrübeli bir öğretmen bir sınavda öğrencilerine sınavdan sorumlu oldukları yerleri baştan söylese, konular da gayet kolay olsa, buna rağmen pek çok öğrencinin o sınavdan geçemeyeceğini bilebilir, önceden tahmin edebilir. Konular da sorular da aslında gayet kolaydır. Buna rağmen tembellik eden, çalışmayı son güne bırakan, ders çalışmaktan sıkılıp vaktini eğlenceye ayıran öğrenciler çoğunluktaysa onlar sınavda zorlanacaklardır. Böylesi bir durumda öğretmenin “Bu sınıfın büyük bölümü sınavı geçemez.” demesi öğrencilerini tehdit ettiğini değil onları tanıdığını ve bir durum tespiti yaptığını gösterir.

 

Benzer şekilde, şu dünya imtihanında da insanların bu imtihanı başarıyla geçebilmeleri için onlara gerekli potansiyeller baştan bahşedilmiştir. O potansiyelleri kullananlar bu imtihanı geçeceklerdir. Çünkü insanların tamamına cenneti kazanabilecekleri, hakikati anlayabilecekleri, iyi (salih) insanlar olabilecekleri potansiyel verilmiştir. Diğer taraftan yine insanların az bir kısmının bu potansiyeli gerçekten değerlendireceği de bilinmektedir. İnsanların çoğu kendilerine verilen potansiyeli değerlendirmeyecek, iman etmeyecek, hakikati anlamayacak veya anlamaya gayret etmeyecek, iyi insan olmak için çabalamayacak, ahlakını güzelleştirmek için çaba göstermeyecek, dersini çalışmayacaktır. Halbuki imtihan her insana kolaylaştırılmıştır. İbadetlerde aşırılıktan sakındırılmak bunun bir örneği sayılabilir. Bir diğer örneği de facir bir kadının bir köpeğe merhamet ve şefkatle su vermesi nedeniyle onun hayatında hidayet yollarının açılması, hidayetin ona kolaylaştırılmasıdır.1 Örnekler çoğaltılabilir. Sonuç olarak demek ki Allah Teala kulları için zorluk değil kolaylık istemektedir.2 Hatta denilebilir ki daha baştan şartları kötü olan, hidayet için uygun görünmeyen insanlara da ekstra kolaylıklar sağlanmaktadır. Çünkü görüyoruz ki şartlar itibariyle tek başına bir köpeğe su vermek davranışıyla hidayete ulaşmak arasında keskin bir sebep sonuç ilişkisi yoktur. Ancak Allah Teala’nın lütfu, rahmeti, merhameti ve engin şefkati o hidayet yollarını o kişiye kolaylaştırmaktadır.

 

İnsanların genelinde kendilerinde mevcut olan hidayet potansiyelini ciddiye almamak, o potansiyeli hayata geçirmek için gayret göstermemek gibi bir durum söz konusudur. Bu durumu başka olaylarda da görmemiz mümkündür. Örneğin sürücülerin çoğu emniyet kemeri takmanın ne kadar hayati bir mesele olduğunu yahut nikotin bağımlıları sigara içmenin zararlarını çok iyi bilirler. Ancak insanların çoğu emniyet kemeri takmamakta ve kötü alışkanlıklara devam etmekte ısrarcı olabilmektedirler.

 

İkincisi: Diğer taraftan insanların içinde doğruyu, hidayeti tercih edecek olanlar da bulunacaktır. Bu insanların da hatırlatmalara ihtiyaçları vardır. Taşrada yaşayan bir anne baba çocuklarını büyük bir şehre üniversiteye gönderirken onlara derslerine odaklanmalarını, paralarını boş yere harcamamalarını, arkadaşlarını dikkatli seçmelerini hatırlatır ve tavsiye eder. Kötü ortamlara girmemelerini salık verir. Siyasi akımlara kapılmamaları için ihtarda bulunur. Ancak bu öğrencilerin önemli bir kısmı o ikazlara uymayacak, az veya çok tavsiyelerin dışına çıkacaktır. Benzer şekilde dünya imtihanına gönderilen insanlara da soruda geçen ayetlerde olduğu gibi bazı hatırlatmaların yapılması faydalı ve önemlidir. Kur’an bu nedenle farklı yerlerde bu hatırlatmaları yapmıştır.

 

Üçüncüsü: Ayetler dinin teorik alanına özel kılınınca, onların realiteyi hatta günlük hayat içindeki realiteleri de ifade eden yönleri dikkate alınmayınca hataya düşebilmekteyiz. Örneğin yeni ve farklı bir cep telefonu icat eden bir firma bu telefonu teknoloji meraklılarının mutlaka alacağını bilir. Bazı teknolojiye kapalı, yenilikten korkan insanların ise ne yapılırsa yapılsın asla almayacağını da bilir. Ancak üçüncü grup insanlar vardır ki bunlar başlangıçta almak istemezler fakat kendilerine bu yeni icadın faydaları, avantajları anlatılınca alırlar.

 

Büyük bir deprem musibetinde insanların bir kısmı kendiliğinden harekete geçecek, yardım etme yollarını arayacak ve kendi imkanları ölçüsünde ellerinden geleni yapacaklardır. Bir kısmı ise ancak kendilerine durum anlatıldığında, bazı hususlar hatırlatıldığında yardım edeceklerdir. Bir kısmı ise hiçbir şey olmamış gibi ne kadar anlatılırsa anlatılsın kendi hayatlarına devam edeceklerdir.

 

Benzer şekilde Cenab-ı Allah'ın kitabını ciddiye alacak, öğüt dinleyecek insanlar vardır. Bazıları da anlatılanları anlamayacaklar, reddedecekler, ne yapılırsa yapılsın iman etmeyeceklerdir. Ancak bu ikinci kısım için yine de anlatmaktan, ikna etmeye çalışılmaktan vazgeçilmemiştir. 

 

Dolayısıyla “Ne var ki insanların çoğu iman etmezler.” “İblis onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı.” “Onlar sağır, dilsiz ve kördür. Bu nedenle (Hakka) dönmezler.”3 gibi ayetleri bu bağlamda okumak daha iyi anlamamıza vesile olacaktır.

 

Dördüncüsü: Allah Teala’nın bir şeyi dilemesi ve irade buyurması bu dünyadaki herhangi bir sultanın, kralın, başkanın dilemesi gibi değildir. “Dileme” kavramını bu şekilde anlayan müminler hata içindedirler. 

 

Yüce Allah bu dünyada (tabiri caizse) aktif bir oyuncu veya aktif bir özne değildir. Bu tabiri biraz açalım: Allah Teala elbette her şeyin failidir, yaratıcısıdır. Ancak O’nun bizimle ilişkisi daha çok bir yazar veya yönetmen gibi düşünülmelidir. Tabii bu tabir de eksiktir çünkü O’nu tam anlamıyla vasfetmek insan anlayışının ve dil/ifade kabiliyetlerinin ötesindedir. Ancak konumuz itibariyle verebileceğimiz örnek budur. 

 

Bu durumda “Allah dileseydi hepsine hidayet ederdi.”4 ve benzeri ayetleri “Ben zenginim, istesem cebimdeki paranın hepsini veririm ama sırf gıcıklık olsun diye vermeyeceğim.” gibi anlamak doğru değildir.

 

Bu ve benzeri ayetlerdeki kasıt şudur: “Ben insanları baştan otomatik olarak iyiyi, doğruyu ve güzeli seçecek olan melekler gibi bir tür olarak yaratmadım. Ben insanları yaratmakla iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı anlayabilecek, kendisi iradi olarak bunlardan birini seçebilecek bir canlı yarattım. Yarattığım sistem melekler aleminin sistemi gibi değildir.”

 

Diğer yandan iman etmekteki asıl mesele “Tamam iman ettim, kabul ettim.” deyip geçmek değildir. İman, zihinsel bir onay veya kalbî bir tasdikten, bu onayı bir kere gerçekleştirip bitirmekten ve bu onayın ömür boyu sürüp gideceğini zannetmekten ibaret değildir. Buradaki asıl mesele hem toplumsal hem bireysel/kişisel manada insanın bir yandan iyiyi bir yandan kötüyü isteyen taraflarının olması, o taraflarıyla savaşması, mücadele etmesi, kendi içinde güzel ahlak çiçeklerini yeşertebilmesidir. Asıl imtihan bu mücadeledir. Müspet olanın tercih edilip inşa edilmesi, karşımıza çıkacak engellere rağmen bu mücadelenin verilmesidir.

 

İnsanın karşısına hayatının her aşamasında doğrular ve yanlışlar, iyilikler ve kötülükler bir arada çıkacak, insan da fıtratının bir yönüyle iyiyi bir yönüyle kötüyü isteyecek, arada bir çatışma yaşayacak ve iradesini kullanarak iyi, doğru ve güzel olanı tercih edecektir. Ondan istenen budur. Dolayısıyla söz konusu ayetler bir konuda otomatikman iyiyi ve doğruyu tercih eden varlıklar olmadığımızı ifade etmektedir. Yani insanın durumuyla ilgili bir kanunu açıklamaktadır. Elbette Allah dileseydi bu kanunu melekler için koyduğu kanunlar gibi de koyabilirdi ama öyle dilememiştir.

 

Beşincisi: Bir önceki maddenin yani asıl meselenin iman edip etmemeyle ilgili “kanun” meselesi olduğuna farklı bir yönden devam edelim.

 

Bir padişahın muradı onun tebaası için kanun gibidir. Allah Teala’nın dileği de bu dünya için var olan kanunları ifade eder. Dolayısıyla “Allah dileseydi hepsine hidayet ederdi.” gibi ayetler “Allah dileseydi herkesi Müslüman yapar ve cennetine koyardı.” anlamına gelmez. Öyle olsaydı bu dünya başka bir dünya olurdu veya melekler alemine benzerdi. Olumsuz hiçbir şeyin olmadığı, kimsenin hastalanmadığı, fakirleşmediği, hiç günah işlenmediği, kimsenin kimseye haksızlık yapmadığı, herkesin her davranışının mükemmel olduğu bir dünya olurdu. Fakat bu hayat öyle bir hayat değildir.

 

Bu nedenle “Allah dilese herkesi mümin yapardı.” ayetini bu şekilde anlamak yanlıştır. Bu yanlışlık aynen şu ayette belirtilen yanlışlığa benzer: “Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden hayra sarfediniz, denildiğinde, kâfirler müminlere dediler ki: Allah'ın dilediği takdirde doyuracağı kimseleri biz mi doyuracağız?”5

 

Bu ayette kafirlerin “Allah isteseydi fakirlerin hepsini doyururdu, onları biz mi doyuracağız?” yaklaşımı kınanmaktadır. Bu yanlış bir yaklaşımdır çünkü daha önce değindiğimiz gibi Allah Teala bu alemde aktif bir oyuncu değildir. O’nun aktif bir oyuncu olmaması olaylara hiç müdahale etmediği anlamına gelmez. Kanunları koyup aradan çekildiği, insanları kendi hâllerine bıraktığı anlamına da gelmez. Ancak burada asıl mesele ortada Allah Teala’nın vazettiği kanunların ve “imtihan” olgusunun varlığıdır. Yani burada mesele Allah Teala’nın fakirleri doyurması veya kafirlere hidayet etmesi değildir. Dolayısıyla fakir, aç veya muhtaç bir insan gördüğümüzde “Allah bunun fakir olmasını dilemiş.” deyip de görmemezlikten gelemeyiz. İmkânımız ölçüsünde yardım etmemiz gerekir. Burada mesele bizim iyilik yapacak kadar ahlaklı olup olmadığımız, ne kadar paylaşabildiğimiz veya ne kadar bencil olduğumuzla ilgilidir. Fakir kimse için ise ne kadar sabredip etmeyeceğiyle ilgilidir. 

 

Hakikati görüp bildiği veya tanıdığı hâlde iman etmeyenler için onlara bakıp “Allah dileseydi bu adamı mümin yapardı.” deyip geçmek veya öyle düşünmek doğru değildir.

 

Altıncısı: “Kıyamet günü Hazreti Adem'e oğullarından bininden 999'unu cehennem için ayır!” denileceği konusundaki hadisle ilgilidir.

 

Öncelikle hadisin tam hâlini okuyalım: “Aziz ve Celil Allah: “Ey Adem!” buyuracak. Adem: “Lebbeyk ve sa’deyk (buyur, emrine hazırım), hayır yalnız Senin elindedir!” diyecek. Yüce Allah: “Cehennem kafilesini çıkart!” diyecek. O (Adem): “Cehennem kafilesi ne demektir?” diyecek. Allah: “Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişidir.” buyuracak. İşte küçük çocuğun saçlarının ağaracağı, her gebenin taşıdığı yükünü bırakacağı, sarhoş olmadıkları hâlde insanları sarhoş göreceğin zaman o zamandır ama Allah’ın azabı pek çetindir.”

 

(Hadisi rivayet eden Ebu Said) dedi ki: Bu hâl ashaba çok ağır geldi ve: Ey Allah’ın Rasulü! O bir kişi hangimiz olabiliriz ki?” dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü şöyle buyurdu: “Müjde size! Muhakkak Ye’cüc ve Me’cüc’ten bin kişi ve sizden bir kişi.” Sonra şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olana (Allah’a) yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin dörtte biri olacağınızdan ileri derecede ümitvarım.”

 

(Ebu Said devamla diyor ki): Biz de Allah’a hamd ettik, tekbir getirdik. Sonra (Rasulullah) şöyle buyurdu: “Nefsim elinde olana yemin ederim ki gerçekten ben sizin cennetliklerin üçte birini teşkil edeceğinizden oldukça ümitliyim.” 

 

Biz de Allah’a hamd ettik. Sonra (Rasulullah) şöyle buyurdu: Nefsim elinde olana yemin ederim ki, ben sizin cennetliklerin yarısı olacağınızı kuvvetle ümit ediyorum. Şüphesiz sizin ümmetler arasındaki misaliniz, siyah öküzün derisindeki beyaz bir kıl yahut eşeğin ön ayağındaki tüy bitmeyen daire şeklindeki ben gibidir.”(6)

 

Öncelikle burada verilen sayıların kesretten kinaye oldukları bilinmelidir. Yani gerçekten her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuz kişinin cehennemlik olduğunu düşünmemiz doğru olmayabilir. Cennet ve cehennemle ilgili verilen bazı zaman, mesafe ve sayı gibi ölçüler gerçek anlamlarıyla anlaşılmamalıdır. Örneğin cennetliklerin en aşağı derecesinde olan bir kimsenin o nimetlerden istifade etme alanının bin senelik bir mesafe olduğuna dair hadis vardır.(7) Yahut Kevser havuzunun uzunluğunun doğuyla batı arası kadar olduğuna dair de rivayetler vardır. Ancak bu anlatımlar gerçek ölçü birimleri değil, mesafenin genişliğinin azametini anlatmak için söylenen ibarelerdir. Bu hadiste bahsedilen binde dokuz yüz doksan dokuzluk oran da böyle anlaşılmalıdır.

 

Diğer yandan bu hadiste verilen oranı, cennet ehlinin sayı olarak cehennem ehlinden daha az olacakları şeklinde anlamak mümkündür ve daha doğrudur. Evet, cennete girecek insanlar cehenneme gireceklerden daha az olabilir. “Az” veya “çok” kavramları ne kadar sübjektif olursa olsun kendi içlerinde anlamları sabittir. Ancak insanlar üzerinde etki bırakmak, onların meselenin ciddiyetini kavramalarını sağlamak için bugün “Türkiye’de yaşayanların 40 milyonu cennete girecek.” denilse kırk milyondan daha fazla insan kendini cennetlik sayar. Ancak “Türkiye’de yaşayanların 1 milyonu cennete girecek.” denilse cennete girme ümidine kapılanların sayısı çok daha az olacaktır. Bu hadiste de cennete girmenin kolay bir şey olmadığı anlatılmak istenmiştir ancak insanlar umutsuzluğa da düşürülmemiştir. 

 

Diğer taraftan “cennete girmek” tekdüze anlaşılabilecek bir olgu değildir. Bazı insanlar hiç sorgu suale tabi tutulmadan, bazıları şiddetli bazıları hafif bir sorgudan, bazıları bir süre cehennem azabı veya başka azaplar gördükten sonra cennete girebileceklerdir. Hadiste geçen cennete girecek binde bir oranının hiç sorguya çekilmeden cennete girecek bahtiyarlar olması da mümkündür.

 

Şu husus da unutulmamalıdır: Kamuoyuna karşı iyi, güzel ve doğruyu ifade etmenin farklı yolları ve tarzları vardır. Bu farklı yollar ve tarzlar farklı kelimeler, farklı cümleler kullanılarak yapılır.

 

Örneğin bir Yeşilay gönüllüsü sigaraya hiç başlamamış orta öğretimde okuyan gençlere bir konuşma yaparken; “Sakın bir defa bile sigara içmeyin. Tek bir sigara bile vücudunuzda hasar oluşturur, biyolojik yapınız bozulmaya başlar. Kısa sürede bağımlı olursunuz ve bırakmanız zorlaşır. Ciğerinize çekeceğiniz her nefesin etkisi yıllarca sürer.” diyebilir.

 

Ancak yirmi yıl günde bir paket sigara içmiş bir insana “Sigarayı bırakmak için hala geç değil. Sigaranın gerçek kanserojen etkileri yirmi yıl sonra başlar ve siz şu anda sigarayı bırakırsanız vücut kısa sürede nikotini atar ve kanser riski oldukça azalır.” diyebilir.

 

Fark edileceği üzere her iki anlatım da doğrudur ve gerçektir. Ancak muhataplar farklıdır. Sigaraya henüz başlamamış orta öğretim yaşındaki gençlere “Sigaranın kanserojen etkileri 20 yıl sonra başlar.” derseniz onlar bunu “20 yıl sigara içebilirsiniz.” şeklinde anlayacaklardır. 20 yıl boyunca sigara içmiş bir insana “Sigaranın kötü etkileri ömür boyu sürecek.” derseniz o insanın sadece moralini bozmuş olursunuz. Her iki kesime de anlatılacak şeyler farklı olduğu gibi anlatım tarzları da farklı olmalıdır. Amaç sigaradan kurtarmaktır ancak söylemler doğru olmakla birlikte farklı da olmak zorundadır.

 

Benzer şekilde Efendimiz (sas) bazı hadislerinde “Kim “La ilahe illallah” derse cennete girecektir.”(8) buyurur. 

 

Hz. Ebu Zerr’in (ra) aktardığı bir hadis de şöyledir: “Rasulullah (sas) “Bana Rabbim tarafından gönderilen Cibril gelmiş ve “Ümmetimden her kim Allah Teala’ya hiçbir şeyi ortak tanımayarak ölürse, o kimse cennete girer.” diye haber verdi” buyurdu. Ben “Ya Rasulallah! O adam zina etse ve hırsızlık yapsa yine cennete girer mi?” diye sordum. Resul-i Ekrem (sas) “Evet, zina etse ve hırsızlık yapsa da cennete girer.” diye cevap verdi. Ben tekrar: “Yani hırsızlık ve zina yapsa da ha?” dedim. “Evet. Hırsızlık da etse, zina da yapsa.” dedi. Hz. Peygamber (sas) dördüncü keresinde şöyle ilave etti: “Ebu Zer patlasa da cennete girecektir.”(9)

 

Bu hadislerden ilki “Kim her ne günah işlerse işlesin, ne kadar kötülük yaparsa yapsın sadece bir kere bile “La ilahe illallah.” cümlesini söylese cennete girer.” demek değildir.

 

Diğer hadis de “Müslümanlar her günahı işleyebilir, zaten sonunda cennete gireceklerdir.” anlamına gelmez.

 

Yine bir ayette “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan, (günahta ve kötülükte) aşırıya giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, Gafur ve Rahimdir.”(10) buyrulur. Bu ayet de “Sizin günah işlemeniz sorun değil, Allah hepsini affeder.” anlamına gelmez. Zaten ayetin devamında “Azap gelip çatmadan önce Rabbinize gönülden yönelin ve O’na teslim olun. Yoksa hiçbir şekilde yardım göremezsiniz.”(11) buyurulur.

 

Dolayısıyla rahmet ayetlerini de azap ayetlerini de, cennetten bahseden hadisleri de cehennemden bahseden hadisleri de olayın dehşetini ifade eden meseleleri farklı ölçeklerde ve farklı şekillerde anlatan ifadeler olarak değerlendirmemiz gerekecekir. Bununla birlikte temeldeki anlam aynıdır. Çünkü insanın bazen rahmete, ümide, şefkate ihtiyacı olur, rahmetin genişliğini görmesi gerekir ve karşısına “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin!” ayeti çıkar. Ancak kulun kendini tamamen gevşekliğe salmaması, konunun ciddiyetini de unutmaması için meselenin dehşetini, büyüklüğünü, ciddiyetini anlatan ayet ve hadisler de karşısına çıkar.

 

Allah Teala “Hâ-Mîm. Bu kitap mutlak galip, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı çetin, lütuf sahibi Allah tarafından indirilmiştir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur, dönüş ancak O’nadır!”(12) buyurur. Bu ayetlerde mesele her yönüyle gözler önüne serilmiştir. Allah, günahları affettiği gibi tevbeleri de yani kendisine yönelenlerin teveccühünü de kabul eder. O’nun azabı da şiddetlidir lütfu da geniştir. Günahları affetmeyi ve tevbeleri kabul etmeyi de art arda ve iki rahmet tecellisini bir arada zikretmiştir. İnsanın kendi zaafıyla işlediği, başkalarına zararı olmayan günahlarını affetmesi, diğer yandan iradi olarak işlediği günahları eğer tevbe edecekse, yani vazgeçip o davranıştan dönecekse kabul etmesi... Burada aynı mesele, aynı hakikat farklı yönleriyle ifade edilmiştir. Bu ifadelerin sebebi de zaten insanın gafleti, şaşkınlığı, tembelliği, cehaleti, bir an içinde bir duyguya kaybolup gitmesidir. Bu nedenle insanın her an hatırlatmalara ihtiyacı vardır.

 

Son olarak Efendimiz’in (sas) bu hadiste cennetliklerin oranını önce düşürüp sonra yükselterek devam etmesine de dikkat etmek gerekir. Allah Resulü (sas) hadisin başında “Binde bir.” gibi düşük bir oran vermiştir. Bu da en son açıklayacağı hakikate oradaki insanların dikkatini çekmek, meselenin dehşetini ve ciddiyetini anlattıktan sonra ulaşılacak nimetin güzelliğini daha iyi hissettirmek içindir denilebilir. Ashabının ve tabii ki müminlerin cennetliklerin dörtte birini, üçte birini ve nihayet yarısını oluşturacağını hadisin devamında zikretmiştir. Bu da gerçekten büyük bir müjdedir ve imanın tadını almış müminleri cenneti kazanmak için daha çok şevke getirmektedir.

 

Allah Teala’dan bizleri azabının her türlüsünden muhafaza etmesini, cennetine kabul buyurmasını, bu konuda ümitsizliğe ve şımarıklığa düşmeden denge durumunu muhafaza etmemizi nasip etmesini diler ve dileniriz.

 


 

1 Müslim, Tevbe, 155

2 Bakara, 185

3 Bakara, 18

4 Ra’d, 31; Secde, 13

5 Yasin, 47

6 Müslim, İman, 379; Buhari, Tevhid, 32

7 Tirmizi, Cennet, 17

8 Müslim, İman, 53

9 Buhari, Tevhid 33; Müslim, İman 153; Tirmizî, İman 18

10 Zümer, 53

11 Zümer, 54

12 Mümin, 1-2-3