14 dk.
15 Temmuz 2024
Allah İnsanlar Yüzünden Diğer Canlılara Azap Eder mi? | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Allah İnsanlar Yüzünden Diğer Canlılara Azap Eder mi? | Tek Parça

Soru: Nahl suresinin 61. ayetinde insanların zulmünden dolayı Allah'ın yeryüzünde tek bir canlı bırakmayacağını fakat takdir ettiği bir vakte kadar bekleyeceğini bildiriyor. Allah-u Teala'nın biz insanlara bu hakikati bildirmesinde ne gibi hikmetler olabilir? İnsanların zulmünden dolayı diğer canlıların da ceza görmesinin sebebi nedir?

 

Cevap: Nahl suresinde şöyle buyrulmuştur: “Eğer Allah insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, orada (yeryüzünde) tek bir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir ettiği bir vadeye kadar bekletiyor. Ecelleri geldiği, vadeleri dolduğu zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne alabilirler.”1

 

Bu ayette;

  • Allah Teala’nın İcraat-ı Sübhaniyesinin ve İlahi adetlerinin bizim keyfimize, beklentilerimize, heveslerimize göre olmadığı ve kanunlar dairesinde işlediği, 
  • Zalim yani günahkâr kullarını cezalandırmada acele etmediği,
  • Bizlerin de o kanunlara dikkat edip o minvalde hareket etmemiz gerektiği,
  • İnsanların yapıp ettiklerinin hem diğer insanları hem çevreyi hem hayvanları etkilediği gibi birbiri içinde farklı hususlar ve hikmetler vardır. Bunlara ayrı ayrı temas edelim:

 

Kanunlar ve Dünyanın İşleyişi

 

Evvela bu fiziksel alemin işleyişi için daha önceden konulmuş kanunlar vardır. Fiziksel dünya bu kanunlara göre işlemektedir. Allah Teala bu kanunları koymuş ise işleyiş o kanunlar çerçevesinde olacak demektir.

 

Örneğin bizler Allah'ın merhamet sahibi olduğuna inanırız ve bu merhamet nedeniyle bazı beklentilere gireriz. Mesela herhangi bir yerde aç kalan herhangi bir kuluna rızkını direkt o an göndermesini arzu ederiz. Fakat böyle bir şey termodinamiğin kanunlarını ortadan kaldıracaktır.

 

Yine örneğin, bir öğretmen öğrencilerine şefkati nedeniyle öğrencilerin hepsinin sınıfı geçmesini istemektedir. Eğitim öğretim dönemi başladığı anda da o öğretmenin açıklaması; “Sınavlara iyi çalışın. Başarılı olabilmeniz için üç sınav olacaksınız. İlk ve ikinci sınavın yüzde otuzu, son final sınavının ise yüzde kırkı hesaba katılacak.” şeklindedir. Bu kural daha baştan konulmuştur. Öğretmen de öğrencilerine şefkat etmeye, onlara yardımcı olmaya devam etmektedir. Ancak sırf şefkati nedeniyle sınavlarda başarısız olan öğrencilerini başarılı sayacak ve o kuralı değiştirecek değildir.

 

Müslümanların bunu tekrar tekrar hatırlaması gerekir. Allah Teala’nın bizlere karşı merhametli olması demek hem canlılar hem insan türü hem daha özelde Müslümanlar, daha da özelde müttaki ve İslam’ı yaymaya çalışan Müslümanlar için başta koyduğu kanunları ortadan kaldırması demek değildir. 

 

Bazen ikram yahut keramet cinsinden o kanunlarda küçük istisnalar yapılabilir. Örneğin bir yerde deprem olur. Deprem bölgesindeki çoğu ev yıkılır ancak yukarıda sıfatları belirtilen bazı insanların yaşadığı bazı binalar sağlam kalabilir. Ancak kalmaya da bilir. Çoğunlukla kanunlar yine devam eder.

 

Dünyanın farklı bölgelerinde zulüm altında yaşamaya çalışan Müslümanlar zalimlerin Allah Teala’nın kudretiyle bir an evvel helak edilmelerini ister veya bekler. Fakat hayır! Cenab-ı Allah bu dünyada kanunları bu şekilde koymamıştır. Elbette zalimlerin helak edileceği durumlar vardır. Ancak bu, zulüm altındakilerin bazı maddi-manevi şartları yerine getirmesiyle gerçekleşecektir. 

 

Mekke’nin en güçlü ve azılı müşrikleri Efendimiz’e (sas) söz ve fiilleriyle ağır hakaretlerde bulundukları bir gün Efendimiz (sas) “Allah’ım! Kureyş’i Sana havale ediyorum! Ebu Cehil b. Hişam’ı, Utbe b. Rebia’yı, Şeybe b. Rebia’yı, Ukbe b. Ebu Muayt’ı, Ümeyye b. Halef’i Sana havale ediyorum!”2 şeklinde beddua etmiştir. Ancak bu isimler bir anda helak edilmemiş, yıllarca yaşamaya, Müslümanlara eziyet etmeye, İslam’a saldırmaya devam etmiş, Abdullah bin Mesud’un (ra) aktardığına göre tamamı yıllar sonra Bedir savaşında öldürülmüştür.

 

Yine Mekke döneminin en sıkıntılı günlerinde Habbab bin Eret (ra) Efendimiz’e (sas) gelerek çektikleri sıkıntılar için dua etmesini istemiş, Efendimiz (sas) şu cevabı vermişti: “Sizden önce öyle kimseler vardı ki kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı da vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah’a yemin olsun Allah bu işi (dini) tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine binip Sanâ’dan kalkıp Hadramevt’e kadar gidecek, Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz.”3

 

Efendimiz’in (sas) vaat ettiği bu işin tamamlanması yani Müslümanların maddi-manevi zaferler kazanması Mekke’deki preslenmeden, Uhud’daki, Hendek’teki sıkıntılardan geçmeden oluşmamıştır.

 

Yine Allah Teala’nın ashabını övmesi4, sahabe efendilerimizin Uhud’da, Hendek’te, Tebük’te, Huneyn’de, Hudeybiye’de sıkıntı üstüne sıkıntı yaşamalarına mâni olmamıştır.

 

Bir başka örnekle devam edelim: Selahaddin Eyyubi (rh.a) 1177’de Haçlılara karşı bir savaşı kaybetmiştir. Bu büyük komutanın en önem verdiği ideallerinden biri Kudüs’ü fethetmektir. Bunun için de -tabiri caizse- biraz acele etmiş, Haçlıların zayıf bir anına denk geldiğini düşünmüş, düşmanı güçsüz görerek kendisine Kudüs yolunu açacak Remle bölgesine doğru ilerlemiş, bu esnada bir baskına uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Daha sonra ordusunu toparlamış, iç siyasetteki sorunları halletmiş, Kudüs yolundaki daha küçük kaleleri veya beldeleri fethetmiş, ordusu gittikçe güçlenmiş, Hittin Savaşında Haçlı ordusunu yenmiş, akabinde Filistin bölgesinde irili ufaklı 52 beldeyi ele geçirmiş, nihayet sıra Kudüs’e gelmiştir. Haçlılara karşı yenilgisinden 10 yıl sonra 1187 yılında Kudüs’ü fethetmiştir. Burada da savaş, ekonomi, siyaset gibi alanlardaki kanunlara uygun davranmadıkça Allah Teala’nın salih kullarına da genellikle mucizevi fetihler ihsan etmediği görülmektedir.

 

Elbette Cenab-ı Allah “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve savaşta ayaklarınızı kaydırmaz.”5 buyurmuştur. Allah yolunda mücadele edenlere Allah mutlaka yardım edecektir. Fakat bu, sebeplerin ve kanunların ortadan kalkacağı anlamına gelmemektedir. Yani Allah Teala zalimlere bir anda ceza vermeyeceği gibi kendi dinine yardım edenlere de genellikle sebepler üstü bir şekilde değil kendi kanunları dairesinde yardım edecektir. Elbette keramet veya mucize türünden ekstra ve istisnai durumlar da olmuştur, olmaktadır ve ileride de olacaktır. Ama aslolan kanunlardır.

 

Zulme ve Zalimlere Mühlet Verilmesi

 

İlgili ayette zalimlere veya günahkarlara acilen ceza verilmemesiyle ilgili bir diğer işaret ise insanın kendisi için olan beklentileri ile diğer insanlar için beklentileri arasındaki çelişkidir denilebilir.

 

Bu çelişkiye işaret olarak ayette Allah Teala alt metin hâlinde adeta şöyle bir mesaj vermektedir: “Ey insan, ey mümin kulum! Sen bazı zalimlere ve günahlara bakarak “Onlar bir an önce helak edilsin.” diyorsun. Alemlerin Rabbi, Sultanı, Meliki çok özel ikramları, kerametleri, mucizeleri dışında genellikle kanunlarla iş görür, icraatını kanunlar eliyle yürütür. Eğer Alemlerin Rabbinin “Zalimlere cezaları bir an önce verilir.” gibi bir kanunu olsaydı bu kanun senin de sevdiklerinin de canını yakardı. Sen kendin için, kendi günahların, dolayısıyla kendi zulümlerin için (çünkü her zulüm bir günah olduğu gibi her günah da bir zulümdür) Allah Teala’nın bunları hemen cezalandırmamasını, seni anında helak etmemesini seviyorsun. Hemen helak olmamak istiyorsun. Ama senin zalim dediğin insanlar da Allah’ın kullarıdır. Sen kendin için mühlet verilmesini istediğin gibi Allah Teala da bütün kullarına o mühleti yansıtacaktır.”

 

O hâlde makul bir insan kendi kişisel hayatındaki zulümleri, günahları, evde, işte, okulda iş arkadaşlarına veya çalışanlarına, en yakın akrabaları, eşi, dostu ve çocuklarına yaptığı haksızlıkları düşününce Allah'ın zulme ve günahlara, zalimlere ve günahkarlara mühlet vermesine sevinecektir.

 

Bu noktada Hz. Ebu Bekir’in (ra) müşriklerin müminlere yaptıkları zulümler karşısında “Mâ ahlemeke Yâ Rabbenâ!” (Ne kadar halimsin Allah’ım!) deyişini hatırlayabiliriz. Hz. Ebu Bekir (ra) başta alemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz’e (sas) sonra da müminlere yapılan zulümler karşısında zalimlerin nasıl olup da helak edilmediğini düşünüp böyle demişti. Elbette Hz. Ebu Bekir (ra) marifetullah adına, Allah Teala’nın kanunlarını, icraatlarını bizden kat be kat daha fazla tanımaktadır ama yine de ihtimal zulümler karşısındaki hissiyatını Cenab-ı Allah'a karşı bu kelimelerle dökmüştür. Yoksa Hz. Ebu Bekir (ra) de kaderin çarklarının insanın keyfine-beklentilerine göre işlemediğini bilmektedir. Hüküm Allah’ındır. O, Ahkemü’l-Hâkimîn’dir. Her işinde bir hikmet vardır ve herkesin hükmünün üstünde asıl hüküm O’na aittir. O, kime nasıl muamelede bulunacağını, kimi affedip kimi ne zaman cezalandıracağını da en iyi bilmektedir. Zalim de mazlum da O’nun kuludur ve O’nun hesabı bizim küçük hesaplarımızın çok üstündedir.

 

Dolayısıyla meselenin mazlumlara bakan yönleri olduğu gibi zalimlere bakan yönleri de vardır. Geçmiş ve geleceğe, diğer hadiselere bakan yönleri de vardır. Diğer yandan hepimizin farklı boyutlarda farklı zulümleri, farklı günahları vardır. O hâlde Yüce Allah'ın günahlara ve zulümlere anında ceza vermeyişi O’nun hikmetine, şefkatine, ilmine ve iradesine son derece muvafıktır. Aksi hâlde mesele bir kanun şeklinde var olsaydı, Allah Teala bütün günahları ve zulümleri anında cezalandıracak olsaydı hepimiz perişan olacaktık.

 

Kanunlara İtaat, Sebeplere Riayet

 

Meselenin bir başka boyutu Allah'ın koyduğu kanunları görüp, o kanunların işleyişine bakıp geçmişte ne olduğunu öğrenip anlamak, sorunların nasıl çözüldüğü fark etmek ve hem maddi hem manevi sebeplere riayet etmektir.

 

Huneyn savaşındaki muvakkat mağlubiyetle ilgili bir ayette bu durumun sebepleri üzerinde durularak “Gerçek şu ki, Allah size pek çok yerde ve bu arada Huneyn gününde yardım etmişti. O gün sayıca çokluğunuz sizi gururlandırmış, fakat bu size hiçbir fayda sağlamamıştı. Onca genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmiş, sonra da arkanızı dönüp kaçmıştınız.”(6) buyrulur. Demek ki sayıca çok oldukları için zaferi garanti gören, dolayısıyla ucba düşen müminler olmuştur ancak bu his onların işine yaramamıştır. O hissin kırılması adına da muvakkat bir mağlubiyet yaşanmıştır. 

 

Elbette burada sahabe efendilerimizin içine düştükleri ucb hissinin bizim gibi sıradan insanlarınkine benzer olduğunu söylemek mümkün değildir. Onlar kalp ve ruh dünyaları açısından bizden fersah fersah ileridedir. Ancak kendi seviyeleri itibariyle de zelle misali bir hataya düşmüşlerdir. Bu da bizim yargılayabileceğimiz bir durum değildir. Bize esas lazım olan bu ayeti görüp ondaki maddi-manevi hükümleri anlayıp ona göre hareket etmektir. 

 

Nahl suresindeki ilgili ayete bakarak yapmamız gereken; Allah Teala’nın insanları zulümleri yüzünden niçin hemen cezalandırmadığını anlamaya çalışmak, kendi hayatımızdaki zulümlerimize hemen ceza verilmemesi gibi bir nimeti, bir lütfu iyi değerlendirmek, Allah’ın rahmetini suiistimal etmemek olsa gerektir.

 

Dolayısıyla ayeti bizim dışımızdaki zalimlere bakan yönlerinden önce kendi kişisel veya bireysel hayatlarımız ve kendi işlediğimiz zulümler bağlamında okumak, söylenenleri başkalarından önce kendi üzerimize almak daha faydalı bir okuma olacaktır.

 

İnsanların Zulmünden Başka Varlıkların Etkilenmesi

 

Öncelikle Nahl suresinin ilgili ayetinin ilk kısmını temel anlamının yanında mecazi olarak anlamak da mümkündür. 

 

Geleneksel tefsirlerimizde “İnsanın zulmü/günahları ile hayvanların helaki adil midir?” sorusuna cevap aranmıştır. Hatta Fahreddin Razi gibi isimler “İnsanların zulme yeltenmesinin bütün hayvanların helakini gerektirdiğine delalet eder. Halbuki bu caiz değildir. Çünkü hayvanlardan günah sadır olmaz. Binaenaleyh insanların zulümleri yüzünden onları helak etmek nasıl uygun düşer?” sorusunu sormuş ve şu cevabı vermiştir: “Bu ayet ile eğer Allah insanların işlediği küfür ve masiyetten ötürü insanları hemen hesaba çekseydi onları imha ederdi ve böylece onların soyu sopu diye bir şey kalmazdı. Herkesin atalarında azaba müstahak kimselerin bulunacağı malumdur. Binaenaleyh eğer onlar helak edilmiş olsalardı nesilleri de kalmazdı. Böylece yeryüzünde insan namına bir şey kalmaması gerekirdi. İnsanlar tamamen yok olunca da yeryüzünde hayvanların kalmaması da gerekirdi. Çünkü hayvanlar, insanların faydası ve maslahatı için yaratılmışlardır.”(7)

 

Bununla birlikte “Yeryüzünde tek bir canlı bırakmazdı.” ifadesinin sadece kafirleri veya müşrikleri kapsadığı görüşünü öne sürenler de olmuştur. Hatta İbn Abbas’ın (ra) “Hiçbir canlı.” ibaresini “Hiçbir müşrik.” olarak tefsir ettiği de söylenmiştir.(8)

 

Bu durumda ayetteki “Tek bir canlı...” ibaresinin “Bütün canlılar, tüm organizmalar...” olarak anlaşılması şart değildir.

 

Diğer yandan ayetteki asıl ders verici husus Allah'ın bir şeyin zıddının olumsuzluğunu göstererek kendisinin olumlu yönünü nazara vermesidir denilebilir. Yani “Allah öyle yapacak olsaydı sonuçları şu olurdu.” demekle “Allah öyle yapmamıştır, o hâlde sonuçları rahmet, lütuf ve nimet olmuştur. Bu durumda siz de bu rahmetten yararlanın. Bunu bir fırsat olarak görün ve kendi kişisel günahlarınızı/zulümlerinizi devam ettirmeyin.” denilmek istendiği söylenebilir.

 

Başka insanların hatalarını, günahlarını, zulümlerini görüp de onların acilen ve derhal helak edilmeleri için dua etmeden önce “Allah’ım! Benim hatalarımı, günahlarımı, zulümlerimi bağışla. Benim her hâlimi ıslah eyle.” demeliyiz. Ondan sonra “Zalimleri ıslahları mümkün ise ıslah eyle, değilse onları Sana havale ediyoruz.” diyebiliriz.
 

İnsanın Sorumluluğu

 

İnsanın sorumluluğu çok ciddi bir konudur. 

 

Anne ve baba olarak bazı insanların maddi konulardaki tembelliği yahut bilgisizliği yüzünden fakir olmaları çocuklarının da maddi açıdan farklı olması demektir.

 

Yine anne babaların okuma alışkanlıkları çocukların okuldaki kabiliyetlerini, zihinsel yeteneklerini, genel kültürlerini, kelime haznelerini etkileyecektir.

 

Yaşadığımız şehrin valisinin, belediye başkanının yahut yaşadığımız ülkenin yöneticilerinin yapıp ettikleri de hayatlarımız üzerinde son derece etkilidir.

 

Hatta genellikle kurumsal olmayan firmalarda daha çok rastlanacağı üzere firma sahibinin aile içi ilişkileri, evdeki huzuru veya huzursuzluğu çalışanların moral motivasyonları üzerinde etkili olacaktır.

 

Bundan yarım asır önceki alimlerin, diyanet görevlilerinin, cami imamlarının, dini grup önderlerinin ve benzeri insanların dini konularda halkı aydınlatma, dini gerçekten öğretip tebliğ etme vazifelerini tam olarak yerine getirip getirmemeleri de yarım asır sonraki nesilleri ciddi manada etkileyecektir.

 

Bir toplumda zenginlerin zekât ve sadaka görevlerini ciddiyetle yerine getirmeleri, vakıf kültürünü önemseyip o toplumdaki bazı olumsuzluklarla mücadele etme azimleri toplumdaki dezavantajlı grupları olumlu yönde etkileyecektir.

 

Fabrika sahiplerinin zehirli atıkları denizlere-akarsulara boşaltmaları o çevredeki ekolojik sistemi olumsuz yönde etkileyecek, bitki örtüsüne zarar verecek, toplu hayvan ölümlerine neden olacak, tarım kalitesini düşürecektir.

 

Hazır gıda firmalarının sağlıksız katkı maddeleri kullanmaları toplumsal sağlık üzerinde zararlı etkiler oluşturacaktır.

 

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sonuçta insanların yapıp ettikleri yakın ve uzak çevrelerini etkiler. Bu kaçınılmaz bir realitedir.

 

Diğer yandan, o zehirli atıkların toprağa ve suya karışmasıyla yaşanan ölümler yahut sağlıksız katkı maddelerinin kanser vakalarını artırması son tahlilde Allah Teala’nın yaratması ile olacaktır. Ancak bu olumsuzlukların suçlusu -haşa- Allah Teala değildir.

 

O hâlde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Biz zaten şu an birilerinin ihmalleri, zulümleri, tembellikleri, düşüncesizlikleri, saplantıları vb. nedenlerle pek çok sorunla iç içe yaşıyoruz. Doğal çevre ve hayvanlar da aynı şekilde bizim ihmallerimiz, zulümlerimiz, tembelliklerimiz vb. nedenlerle ciddi sorunlarla boğuşuyor.

 

Bir beldenin yöneticisinin gafleti yahut zulmü yüzünden o belde insanlarının sıkıntı çekmesi ne kadar mümkünse insanın da yeryüzünde Allah’ın halifesi olması hasebiyle işlediği zulümler, tembellikler, günahlar yüzünden yeryüzünde yaşayan diğer canlıların problemler yaşaması o kadar mümkündür. Bu durum kanunlar veya sebepler açısından bakıldığında reel bir durumdur. Bunda yadırganacak yahut ilahi adaleti mesul edecek bir durum yoktur. İnsanın zulümlerinin ve o zulümlerin sonuçlarının sorumlusu Allah değildir, yine irade sahibi olarak insanın kendisidir.

 

Allah Teala’dan işlediğimiz günahlar ve zulümler nedeniyle bizleri helak etmemesini, samimi bir tevbe ile kendisine dönmemizi sağlamasını, ıslahı kabil olmayan zalimleri ise hilm dairesinden çıkarıp onlara tanıdığı mühleti sona erdirmesini diler ve dileniriz.

 


 

1 Nahl, 61

2 Buhari, Cizye, 21

3 Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 29; Ebu Davud, Cihad, 107

4 Bakara, 143; Âl-i İmran 172-173; Tevbe, 100; Haşr, 8-9; Enfal, 74

5 Muhammed, 7
6 Tevbe, 25

7 Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, c. 14, s. 260

8 Zemahşeri, Keşşaf Tefsiri, c. 3, s. 984