14 dk.
19 Ekim 2022
Allah Resulü'nün (sav) dilinden: Kur'an okuyan kişi vs Kur'an okumayan kişi-gorsel
Youtube Banner

Allah Resulü'nün (sav) dilinden: Kur'an okuyan kişi vs Kur'an okumayan kişi

Soru: "Kur'an okuyan müminin misali turunç (veya portakal) gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur. Kur'an okumayan müminin misali hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur'an'ı okuyan facirin misali reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur'an okumayan facirin misali Ebu Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur."1

 

Bu hadiste Kur’an’la ilişkileri açısından özellikleri verilen kişilerin bu temsillerle anlatılmalarının hikmeti ve hadisin bize anlatmak istediği manalar nelerdir?

 

Cevap: Meselenin çok boyutlu olması nedeniyle farklı boyutları maddeler halinde sıralamamız gerekiyor.

 

Birincisi: Bizim zihinlerimiz bir meseleyi düşünürken, okurken iki zıt noktada takılmaya eğilimlidir. Yani “salih” deyince tam salih bir insanı, “fasık” deyince de her yönüyle fasık bir insanı düşünürüz.

 

Efendimiz (sav) ise meseleye bir ilim ve şuur getirerek insanların mutlak kötü veya mutlak iyi olmadıkları noktasında farklı boyutlara temas etmiş oluyor.

 

Örneğin şu hadise bakalım: “(İnsanlardan) kimisi vardır yavaş öfkelenir, (öfkesinden) çabuk döner; kimisi vardır çabuk öfkelenir, çabuk döner; kimisi vardır, yavaş öfkelenir, yavaş döner. İşte bunlar birbirlerini dengeler. Haberiniz olsun onlardan bir kısmı vardır; çabuk döner, çabuk kızar. Bilesiniz bunların en hayırlısı ağır öfkelenen, çabuk dönendir; en şerlileri de çabuk öfkelenip yavaş dönendir.”2

 

Hadisin devamında şu ifadeler de yer alır: “İnsanlardan borcunu iyi ödeyen, (başkasındaki alacağını) iyi talep eden vardır. Kimisi de kötü öder, iyi talep eder; kimi de kötü talep eder, iyi öder, bunlar birbirlerini dengeler. Bilesiniz bir kısmı vardır kötü öder, kötü talep eder. Bilesiniz bunların en hayırlısı iyi ödeyen, iyi talep edendir; en kötüleri de kötü ödeyen, kötü talep edendir.”3

 

Yine aynı hadisin daha da başlarında şu ifadeler de yer alır: “İnsanoğlu çok çeşitli tabakalar halinde yaratılmıştır: Kimisi vardır, mü'min olarak doğar, mümin olarak yaşar, kafir olarak ölür. Kimisi vardır, kafir olarak doğar, kafir olarak yaşar, mü'min olarak ölür. Kimisi vardır, kafir olarak doğar, kafir olarak yaşar, kafir olarak ölür.”4

 

Aslında hepsi aynı hadisin parçaları olan bu ifadeler bize şu hakikati ders vermektedir: Bir meseleyi “mutlak iyi” veya “mutlak kötü” olarak değerlendirmek doğru değildir. Bir mesele bizim ne kadar hoşumuza giderse gitsin kötü olabilecek taraflara da sahip olabilir. Tersi de geçerlidir. İnsanları da “mutlak iyi” veya “mutlak kötü” olarak değerlendirmek yanlıştır. Dünyanın en kötü insanında bile bir şekilde iyi bir özellik, iyi bir davranış bulunabilir.

 

Dolayısıyla Efendimiz (sav) meseleleri bizim gibi iki eşit parçaya bölüp değerlendirmemiş, mevzuların bazen üç bazen dört farklı boyutunu birden nazara alarak değerlendirmiştir ki bu yaklaşım, insanların anlayış ufuklarını açık ve geniş tutmaları için çok önemlidir. Meselelere böyle bakmak bizi hem realizme taşıyacak hem de bize olayları farklı açılardan değerlendirme yeteneği kazandıracaktır.

 

Konumuzu oluşturan hadis-i şerifte de insanlar “Kur’an okuyan” – “Kur’an okumayan” gibi iki basit kategoride değerlendirilmemiş, farklı özellikteki insanların Kur’anla kurdukları farklı türden ilişkiler anlatılmıştır.

 

İkincisi: Hadiste verilen örnek bitkiler tatları ve kokuları açısından ele alınmışlardır. Bu meyvelerin rastgele seçilmediğini söyleyebiliriz. Özellikle güzel kokunun meleklerin ve ruhanilerin gıdaları olması yönü düşünülünce ifadeler farklı bir derinlik kazanmaktadır.

 

Kimi kaynaklarda portakal, kimi kaynaklarda turunç olarak çevrilen meyveyi hepimiz biliriz. Kur’an’ı okuyan ve gereğince amel eden mümin bu meyveye, Kur’an okumayan ama onunla amel eden mümin de tatlı ama kokusuz hurmaya, Kur’an okuyan ama gereğince amel etmeyen münafıklar (veya facirler) güzel kokulu fakat tadı acı olan reyhan otuna, Kur’an okumadığı gibi gereğince amel etmeyen münafıklar da hem tadı hem kokusu kötü olan Ebu Cehil karpuzuna benzetilmiştir.

 

Bu bitkilerin veya meyvelerin hepsinin bilindiğini varsayabiliriz. Reyhan Arapçada “rayiha” kökünden gelip güzel koku anlamına gelir. Türkçede fesleğen ve reyhan genellikle aynı anlamda kullanılır. Fesleğenin kokusu güzel ve keskin, tadı ise acıdır. Bu cins bitkiler belli işlemlerden geçirilmedikçe, dallarından koparılıp yenilirlerse ağızda acı bir tat bırakırlar. Ebu Cehil karpuzu ise hadis metninde “hanzala” olarak geçen bir meyvedir. Anadolu coğrafyasında acı kavun veya eşek hıyarı olarak da bilinir. Zehirli bir meyvedir. Özel bir bitkinin has bir ismi olmasından ziyade acı, zehirli, yenilmeyen ve yenildiğinde zararlı olabilecek tüm bitkiler için de kullanılabilir. Efendimiz (sav) bir başka hadislerinde “Hoş bir sözün misali kökü sabit ve dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. O ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvelerini verir. İşte o hurma ağacıdır. Kötü bir kelime de toprağın üstünden, kökünden koparılmış istikrârsız, sebatı olmayan kötü bir ağaç gibidir." diye buyurduktan sonra da: "İşte bu ağaç da hanzal (Ebu Cehil karpuzu) dır."5 buyurarak kötü bir ağaç olarak nitelemiştir.

 

Üçüncüsü: Bir insana mutlak manada kıymet kazandıracak şey, onun salih ameller işlemesidir. Bir insanı kıymetsiz veya zararlı kılacak şey de facir veya münafık, yani imanı amellerine yansımamış bir insan olmasıdır. Bu insan yapması faydalı olacak iyi şeyleri yapmayan ve yapmaması gereken, yapması hâlinde zararlı olacak kötü şeyleri de yapmaya devam eden insandır.

 

Dördüncüsü: Bizler yediğimiz şeyleri besin için alıyoruz. Buna ek olarak yediklerimizden bir tat da alırız. Onların kokusu güzelse bu da ekstra bir güzelliktir. Fakat esas olan beslenmektir. Tat ve koku ekstradan lütfedilmiştir. Esas olan onlar değildir. Dolayısıyla hadis-i şerifte şu hakikate de işaret edilmiştir: Bir insan Kur’an’ı okumuyor olsa da salih amel işleyebilir. Kur’an okumuyordur ama ailesinden, çevresinden görmüştür veya birilerinden dinlemiştir. Belki içinde bulunduğu kültürden İslam hakkında genel bir bilgi edinmiştir. Bu az bilgiyi de çok veya sürekli bir amele dönüştürmüştür. Örneğin Efendimiz’in (sav) “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!”6 hadisini hayatının odağına almış, böyle yaşamaya devam ediyordur. Belki namazlarında okuduğunun dışında pek Kur’an da okumuyordur ama salih bir insan olarak hayatına devam ediyordur. Efendimiz (sav) bunun da çok kıymetli olduğunu ifade etmiş oluyor.

 

Allah Resulü (sav) burada farklı ve çarpıcı bir noktaya daha temas etmiş oluyor. Facirin Kur’an okuması da mümkündür.

 

Buradan şunu öğreniyoruz: Her Kur’an okuyanı ve Kur’an ile her meşgul olanı salih insan gibi görme, öyle varsayma, Kur’an ile her meşgul olmayanı da facir varsayma… İkisi de yanlış varsayımlardır. Bunun yerine insanın hayatının geneline, muamelatına, haram-helal hassasiyetine, sözünde durmasına, emanete riayetine, yalandan kaçınmasına bakılmalıdır.

Evet, bir insan salih olduğu hâlde Kur’an okuyor olabilir. Bununla birlikte fasık, facir olduğu hâlde veya münafık olarak Kur’an okuyor da olabilir. Hatta Kur’an’ı okurken bunu kendi fasıklığını, facirliğini, münafıklığını örtmek için yapmıyor da olabilir. Hatta kendisini fasık, facir, münafık olarak görmüyor olabileceği gibi öyle olduğunun farkında da olmayabilir. Kur’an’ı sevmiş, ona bir meyil beslemiş olabilir. Kur’an’ı illa münafıkça okuması gerekmiyordur ama kendisi fasık, facir veya münafık olabilir.

 

Beşincisi: Genellikle ilme dair konularda bizim kültürümüze yerleşmiş olan ancak İslam’ın ruhuna uygun olmayan bir anlayış vardır. O da; ilmin sadece ve bizzat amel için olması, aksi halde bir kıymetinin olmayacağı düşüncesidir. Hatta bu düşüncenin farklı versiyonları olarak; “İlmiyle amel etmeyen bir insanın Kur’an okuması da ilim öğrenmesi de ziyandır.”, “İlim öğrenenin daha çok sorumluluğu olur, ilim öğrenen daha çok amel etmek zorundadır.” gibi anlayışlar yerleşmiştir. Efendimiz (sav) ise bu anlayışı bozuyor ve aslında şunu söylemiş oluyor: Diğer durumlar sabitken, yani her halükarda ve her durumda, bir insan salih de olsa; fasık, facir de olsa Kur’an okumak ona ekstra bir değer kazandırır.

 

Hatta bu konuda şöyle bir işaret de var denilebilir: Diğer amellere başlangıçta gücünüz yetmeyeceğini düşünüyorsanız Kur’an okuma meselesini öne alabilirsiniz. Çünkü sırf Kur’an okumakla ekstra bir değer kazanacaksınız. Kimse size “Sen facirdin, günahkardın, neden Kur’an okudun?” diye sormayacaktır. Ahirette sormayacakları gibi dünyada da kimsenin Kur’an okuyan bir facire bu gözle bakmaya ve böyle bir soru sormaya, bu türden yargılamalara hakkı yoktur.

 

Dolayısıyla bu konularda kıyaslamalar yaparken öncelikle salih amelin (burada Kur’an okumanın) bizzat kendisine bakılmalı, bu salih ameli işleyenin diğer özellikleri, uygunsuz da olsa başkaca farklı davranışları onun Kur’an okumasıyla ilişkilendirilmemelidir.

 

Bu tür yargılama ve değerlendirme hatalarının yanlışlığını daha iyi anlayabilmek için şöyle bir örnek verelim:

 

4 tane farklı insan düşünelim. Bunları ikişerli gruplar halinde varsayalım. İlk ikilinin ikisi de diz çöküp kıbleye doğru oturmuş vaziyette olsun. Bunlardan birisinin Kur’an okuduğunu diğerinin ise sadece dinleniyor olduğunu düşünelim. Bu ikiliden Kur’an okuyanın Kur’an okumayana göre daha hayırlı bir davranışta bulunduğunu biliriz ve söyleriz. Bunda bir mahsur yoktur.

 

Diğer iki kişi de bir köşede yorgunluklarını atmak için uzanmış bir vaziyette dinlenmektedirler. Bu uzananlardan birisi içinden Kur’an okumakta diğeri ise okumamaktadır. Uzanmış bir vaziyette Kur’an okuyanın da Kur’an okumayana göre daha hayırlı bir davranışta bulunduğunu kabul etmemiz gerekir. Çünkü uzanır vaziyette de olsa diz çöküp oturur vaziyette de olsa yolda yürür bir halde de olsa Kur’an okuyan, okumayana göre daha hayırlı bir iş yapmaktadır. Ancak insanların çoğunluğu uzanmış bir halde Kur’an okuyan insanın Kur’an okumasını görmeyip ilk gruptaki Kur’an okuyan gibi kıbleye doğru diz çökerek Kur’an okumamasına kızabilmektedir. Halbuki iki grup insan arasında iki değil dört farklı durum vardır. Dolayısıyla uzanır vaziyette Kur’an okuyana kızmak adil bir davranış değildir. Adil olan, diz çöken ilk ikiliyi kendi aralarında, uzanır vaziyetteki diğer ikiliyi de kendi aralarında değerlendirmektir. Uzanmış durumdaki Kur’an okuyanı diz çökerek Kur’an okuyanla karşılaştırmak yanlıştır. İkilileri kendi aralarında değerlendirdiğimiz zaman ise neyin daha kıymetli ve hayırlı olduğunu daha iyi görürüz. Efendimiz de (sav) adeta bunu ders vererek demiş oluyor ki: Salih insanlar arasında Kur’an okuyan daha kıymetli olduğu gibi fasık insanlar arasında da Kur’an okuyan daha kıymetlidir. Çünkü Kur’an kendiliğinden hayırdır. Kur’an okumak da Kur’an ile meşgul olup ona zaman ayırmak, onu öğrenmeye ve daha iyi anlamaya çalışmak da diğer şartlardan ve özelliklerden bağımsız olarak hayırlı ve kıymetli bir ameldir.

 

Altıncısı: Efendimiz (sav) Kur’an okumayı bilenlere ve kendisinde Kur’an’dan ilim bulunanlara, yani Kur’an hakkında bir şeyler bilenlere çok ciddi kıymet vermiştir.

 

Örneğin, kalabalık bir grup sefere, yolculuğa çıkacaktır. Bu grup askeri bir topluluk da olabilir bir yolcu kafilesi de. Meselenin bu kısmı hadis metninden açıkça anlaşılmamaktadır. Ancak önemli olan konunun bu kısmı değil, Efendimiz’in (sav) o gruptakilerin yola çıkmadan önce Kur’an bilgilerini test etmesidir. Gruptakilere Kur’an okumalarını tembihlerken bir taraftan da onlara Kur’an’dan bildikleri yerleri okutur. Genç yaşta birisine “Kur’an’dan sen ne biliyorsun?” diye sorunca o genç “Ben falan falan sureleri ve bir de Bakara suresini biliyorum.” deyince Efendimiz (sav) “Yani sen Bakara’yı biliyor musun?” diye tekrar sorar ve “Evet” cevabını alınca “Haydi! Seni askerlere komutan (veya grubun başına başkan) tayin ettim.” der. O grubun ileri gelenlerinden birisi “Ya Rasulallah! Bakara’yı ezberlememe mani olan şey hükümleriyle amel edememek korkusundan başka bir şey değildir.” deyince Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Kur’an’ı öğrenin ve onu okuyun. Kur’an-ı Kerim’in onu öğrenip okuyan ve onu ikame eden kimse için durumu, içi ağzına kadar misk dolu bir kutuya benzer. Bu her tarata koku neşreder. Kur’an’ı öğrendiği halde, ezberinde olmasına rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç koku yaymayan misk kabı gibidir.”7

 

Altı çizili olan “onu ikame eden” kısmı Türkçe çevirilerde neredeyse tamamen “onunla amel eden” şeklinde çevrilmiştir ancak hadis metninin orijinalinde “ikame etmek” şeklinde geçmektedir. İkame etmek kavramı amel etmeyi de içine alabilir fakat sadece amel etmeye indirgenemez. Kur’an’la meşgul olmak, ona vakit ayırmak, okumak ve anlamaya çalışmak, oradan öğrenilen hakikatleri benimsemek ve yeri geldikçe anlatmak, anlatmaya çalışmak… Bunların hepsi ikame etmenin parçalarıdır. Amel etmeyen için ikame etmeyi tamamen ihmal etmiştir diyemeyiz ama ikamenin en önemli parçalarından birini ihmal ettiğini söyleyebiliriz.

 

Diğer yandan amel etme şartı mutlak şart olsaydı “Ben Bakara’yı amel edememekten korktuğum için ezberlemedim.” diyen sahabe haklı olacaktı ancak Efendimiz (sav) “Bakara suresini biliyorum.” diyen genç sahabeyi bu bilgisine istinaden ve o grubun ileri gelenlerinden biri olmamasına rağmen grubun başına geçirmiştir.

 

Bu hadiste de benzeri diğer hadislerde de Efendimiz’in (sav) Kur’an ile ilgilenmeyi, onun okunması veya bilinmesi meselesini hep güzel kokuya benzettiğini görüyoruz. Bu benzetmeleri şöyle sıralayabiliriz: Güzel kokunun meleklerin ve ruhanilerin gıdası olması, güzel kokunun temiz ruhları çekmesi, manevi alemlerde güzel kokunun karşılığının melekler ve ervah-ı tayyibe olarak bilinen ruhanilerin alanıyla ilgili olması, Efendimiz’in (sav) bir hadislerinde kendisine dünyadan sevdirilen şeyler arasında güzel kokuyu da zikretmesi8… Sonuçta Efendimiz’in (sav) beyanlarında aslî manalarla misalî manaların iç içe geçmiş bir hâlde bulunduklarını görüyoruz.

 

Demek ki Kur’an’ın iki hadiste de güzel kokuya benzetilmesi bize şu hakikati ihtar etmektedir: Kur’an’ın sadece yüzünden okunması da, Kur’an üzerine konuşulması, ondan bahsedilmesi, Kur’an derslerinin yapılması, dinlenilmesi, öğrenilmesi ve anlatılması da, Kur’an’la az çok ilgilenilmesi, ona vakit ayırılması da her halükarda faydalıdır, hayırdır ve salih bir ameldir.

 

Kur’an’ı okumak ayrı bir salih ameldir, bizzat faydalıdır, Kur’an ile amel etmek ayrı bir salih ameldir ve o da bizzat tabii ki faydalıdır. Bunların her biri birbirinden bağımsız salih amellerdir.

 

Dolayısıyla denilebilir ki: Kur’an okuyan ve onunla ilgilenen, gereğince amel etmese bile bizzat okumak ve ilgilenmekle salih bir amel işlemiş olmaktadır. Dolayısıyla Kur’an okuyanın ve onunla ilgilenenin öğrendikleriyle amel etmemesi durumunda okumak ve ilgilenmekten kaynaklanan salih amelinin boşa gitmesi gibi bir durum söz konusu olamaz.

 

Dikkat edilirse her iki hadiste de vurgu Kur’an’ı öğrenen, ezberleyen veya okuyanlarla ilgilidir. Bugün için isterseniz Kur’an’ı yani mushafı satın alanları da düşünebilirsiniz. Yani elinde Kur’an bulunan kişi onu okuyorsa sürekli güzel koku yayıyor demektir. Kendi kendine okuyorsa o şekilde güzel koku neşrediyordur. Başkalarına okuyorsa, dinletebiliyorsa; sesinde, edasında, tertibinde başkalarına dinletebilecek bir hâl varsa o güzel kokuyu etrafına yayıyor, neşrediyor demektir. Kur’an’ın anlamından, hakikatlerinden bahsediyorsa yine öyledir.

 

Fakat Efendimiz (sav) Kur’an’ı öğrendiği hâlde onu okumayan kimse için de yine kötü sözler söylemiyor, onu kötülemiyor, ağzı sıkıca bağlanmış ve hiç koku neşretmeyen misk kabına benzetiyor. Bu kişi de hala değerlidir ama asıl fonksiyonunu tam yerine getiremiyor gibidir. Az bir gayretle o kapak bir açılıverse ortaya ne güzel kokular yayılacaktır.

 

Bu yönüyle de Kur’an’ı bilen ama gereğince amel etmeyenlere bu bilgilerinin boşa gideceği, üstelik onların daha fazla sorumlu olduklarından amel etmemekle diğer amel etmeyenlerden daha kötü duruma düştükleri nazarıyla bakmak ciddi bir yanlış olacaktır. Çünkü Efendimiz (sav) meseleye asla böyle yaklaşmamıştır.

 

Son tahlilde Efendimiz (sav) her iki hadiste de bize şunu söylemektedir: Salih bir insan da olsanız, günahlara batmış fasık bir insan da olsanız Kur’an okumanız size öyle ya da böyle ciddi bir değer kazandıracaktır.

 


 

1 ) Buhari, Et'ime 30, Fedailu'l-Kur'an 17, 36, Tevhid 57; Müslim, Müsafirin 243; Ebu Davud, Edeb 19; Tirmizi, Edeb 79; Nesai, İman 32; İbn Mace, Mukaddime 16.

2 ) Tirmizi, Fiten, 82

3 ) Tirmizi, Fiten, 82

4 ) Tirmizi, Fiten, 82

5 ) Tirmizi, Tefsir, 14

6 ) Müslim, İman, 62

7 ) Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an, 2

8 ) Nesai, İşretü’n-Nisa, 1