Allah rızka kefil midir? | 1. Kısım
Soru: Allah rızka kefil midir?
Cevap: Allah Teala rızka hem kefildir hem değildir.
Bu konuda üzerinde konuştuğumuz seviyeye göre her iki önerme de doğrudur.
Meselenin farklı seviyelerde farklı boyutlarının olması nedeniyle konuyu maddeler hâlinde ele alacağız. Ancak bu mesele öncelikle eşya ve hadiseleri mekanik zihinle, yani sebepler dairesi içinde veya neden-sonuç ilişkisine göre değerlendiren bir bakış açısına göre cevaplanacak daha sonra farklı bir seviyede ele alınacaktır. Bu nedenle “buraya kadar” dediğimiz kısma kadarki yazılanların mekanik bakış açısı esas alınarak cevaplandığı, daha sonraki yazılanların ise farklı bir seviyede değerlendirildiği yazı boyunca unutulmamalıdır.
Birincisi: Olaylara ve olgulara mekanik bir zihinle baktığımız durumlar için geçerli olmak üzere denilebilir ki; Allah Teala’nın rızıklar için verdiği bir garanti yoktur.
Bu dünya hayatı belli kanunlar çerçevesinde kurulmuştur ve o kanunlara göre işlemektedir. Cansız varlıkların tabi oldukları kanunlar varken, canlı varlıkların da tabi oldukları kanunlar vardır. Her iki varlık türü birbiriyle irtibatlı olduğu gibi her iki tür için geçerli kanunlar da birbirleriyle irtibatlıdır. Örneğin, cep telefonumuzun şarjı bitince o telefonun çalışmaması beklenir. Arabamızın yakıtı bitince de o arabanın çalışmayacağını düşünürüz. Çünkü cansız varlıklar için geçerli olan kanunlara göre yeterli enerji girişi olmadan hareket ve işlev olmayacaktır. Benzer şekilde bir canlı varlığa yeterli enerji (rızık) girişi olmamışsa o canlının da hareket etmesini ve kendi işlevlerini yerine getirmesini bekleyemeyiz. Çünkü enerji-rızık girişi olmamışsa o canlının solunum, sindirim gibi sistemleri çalışmayacak, kalbi atmayacaktır.
Bir arabanın yakıt göstergesi sıfır olunca aslında o arabada birkaç kilometre götürecek kadar yakıt kalmıştır ve gösterge sıfır olsa dahi o araç az bir miktar daha yol gidebilir. Bir hayvan veya insan da bir süre hiç yemek yemese, vücuduna sıfır enerji girişi olsa bile o hayvan veya insanın bedeninde önceden depolanmış yağ, vitamin ve benzeri maddeler nedeniyle birkaç gün veya hafta boyunca yaşaması mümkündür. Ancak sonuçta bizler insan olarak biyolojik ve fiziksel kanunlara tabi varlıklarız ve cansız varlıklar için geçerli olan enerji girişi kavramı bizim için beslenme olarak ifade edilir. Beslenmek ile hayatta kalmak arasındaki ilişki de biyolojik ve fiziksel bir ilişkidir.
Meselenin bu yönüne bakılınca Allah Teala’nın koyduğu kanunlarla işleyen biyolojik hayatta Cenab-ı Allah'ın doğrudan, kendi koyduğu kanunların dışında bir müdahalesinin olmadığını söylemek mümkündür.1 Dolayısıyla yine bu bağlamda, Allah Teala’nın rızık konusunda verdiği bir kefalet yoktur.
İçinde yaşadığımız maddi, fiziksel, biyolojik hayat kendisi için takdir olunan kanunlara göre devam etmektedir ve edecektir. Bu kanunlara göre baktığımızda meselenin farklı yönlerini görmek mümkündür.
Örneğin, bir hadis-i şerifte ifade buyurulduğu üzere bir kadın bir kediyi hapsedebilmekte, onun yeme ve içmesine de izin vermemekte, sonunda kedinin ölümüne sebep olabilmektedir.2 Olasılıklar dahilinde aynı şeyi bir insan başka bir insana yapabilir ve bu durumda yaptığı şey bir cinayet suçunu oluşturur. Bir insanı alıkoyup bir odaya hapsedip ve aç bırakıp ölümüne neden olan bir insan mahkeme savunmasında “Allah rızka kefildir. Öldüren ben değilim.” demekle ne beşerî hukuktan ne de ilahi hukuktan kurtulamaz.
Bu yönüyle de Allah Teala’nın aç bırakılan kedinin veya insanın rızkına kefil olduğunu söyleyemeyiz. Eğer rızka kefil olmak veya bütün canlıların rızıklarını garantilemek bu manada ilahi bir kanun olsaydı Allah Teala’nın o kedinin de insanın da açlıktan ölmesine izin vermemesi gerekecekti.
İkincisi: Rızık Kavramının Geniş Anlamı
Rızık kavramını sadece yiyecek ve içecekler için değil geniş manasıyla ele aldığımızda bir garanti veya kefalet mekanizmasının olmadığını görürüz. Bilindiği üzere rızık kelimesi günlük dilde yiyecek ve içecek maddeleri için kullanılsa da aslında kendisinden faydalanılan her şey rızık kavramına dahildir. Örneğin gençlik, zeka, iyi bir eğitim, iyi bir komşu ve arkadaş, iyi bir eş, bir konuda bilgi ve beceri sahibi olmak, sağlık ve afiyet, oksijen ve temiz hava gibi nimetler de birer rızıktır. Dolayısıyla bu nimetlerin de kendilerine göre sadakaları olmalıdır. Efendimiz (sas) “Yapılan hayırdan hiçbir şeyi küçük görme. Kardeşini güler yüzle karşılaman bile olsa…”3 buyururken de, “Kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.”4 buyururken de insanın sahip olduğu her türlü nimet ve rızıktan başkasını da faydalandırmasının sadaka sevabı kazandıracağına işaret buyurmuştur.
Bu bağlamda örneğin zengin bir insanın kendi servetinden sadaka vermesi, sıhhatli bir insanın bedensel gücü olmayanların işlerini ve hizmetlerini yapması, matematik bilen bir insanın bir öğrenciye matematik dersi vermesi de birer sadakadır. Hatta “Tebessüm sadakadır.” ibaresinden neşeli insanların negatif veya depresif olmaya meyilli insanların yüzlerini güldürmesinin, onlara neşe saçmasının bir nevi sadaka olduğunu anlıyoruz. Burada zenginlik, sağlık ve bilgi birer rızık olduğu gibi neşeli bir mizaca veya pozitif hislere sahip olmanın da birer rızık olduğu görülecektir.
“Onlar (müttakiler) gayba iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler.”5 veya “Allah'ın kitabını okuyanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarf edenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler.”6 gibi ayetlerin kapsamına bu fiiller de girmektedir.
Bu manasıyla, eğer bir insan din kardeşine tebessüm edebilecekken tebessümünü ondan esirgiyorsa, birilerine bir şeyler öğretip anlatma imkanı varken bunu yapmıyorsa, bedenen ihtiyacı olan birisinin örneğin evindeki bulaşıkları yıkayarak ona yardımcı olabilecekken bu yardımda bulunmuyorsa, bu durumda bu insan kendisine rızık olarak verileni başkalarından esirgemiş, dolayısıyla onların rızıklarını engellemiş duruma düşecektir. Bu manada ihtiyacı olanların bu tür rızıkları da garantilenmiş değildir. Çünkü açıkça görmekteyiz ki insanlar bu tip sadakaları her zaman, her yerde mükemmelen vermemektedir.
Üçüncüsü: Kıtlık ve Kuraklıklarda İnsan ve Çevre Faktörü
Dünya tarihinde miladi 536 senesi volkanik kış olarak tarihe geçmiştir. Bu tarihte volkanik bir patlamadan dolayı açığa çıkan kül bulutları atmosfere yayılmış, güneş ışınları kül bulutlarını aşarak dünyaya ulaşamamış ve 18 ay boyunca Avrupa, Ortadoğu ve Asya’nın bir bölümünde gündüzleri aynen gece gibi karanlık geçmiştir. Bu süre boyunca ekinler de yetişmemiş, üstelik Çin’de yaz mevsiminde kar yağmıştır. Asya, Akdeniz coğrafyası ve Orta Amerika’da büyük bir kıtlık yaşanmıştır.
Yine Japonya’da “Kanki kıtlığı” adı verilen bir dönem yaşanmıştır. Japonya’da miladi 1230-1231 yıllarında yaşanan bu kıtlığa da volkanik patlamaların neden olduğu soğuk hava şartları etkili olmuş, kıtlıktan dolayı toplu ölümler yaşanmıştır.
Efendimiz (sas) döneminde de Medine’de tabiat şartları nedeniyle kıtlık vakaları yaşanmıştır. Enes bin Malik’in (ra) rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz bir Cuma günü hutbe verince bir bedevi ayağa kalkıp “Ey Allah’ın Rasulü! Beygir sürüleri ve koyunlarımız helak oldu, çocuklarımız aç kaldı. Yağmur yağması için dua eder misin?” demiş, Efendimiz de bunun üzerine dua etmiştir.7
Ayrıca Hz. Ömer (ra) döneminde Remade Yılı adı verilen bir kıtlık dönemi yaşanmış, bu dönemde yağmursuzluk nedeniyle topraklar kurumuş, ekinler yetişmemiş, hayvanlar telef olmuş, insanlar aç kalmıştır. Medine’de ekonomik durgunluk yaşanmış, ticaret bitme noktasına gelmiştir. Hatta bir şeyler yiyebilmek için toprağı eşerek toprak altında yaşayan sürüngenleri çıkarıp yemek zorunda kalan insanlar olmuştur.8
Bunun yanında insanlık tarihinde kıtlıklar savaşlarla veya benzeri olaylarla yakından ilişkili olmuştur. 1980’lerde Afrika’nın belli bir bölgesinde yaşanan yoğun kıtlığın bölgedeki çatışmalar nedeniyle etkisinin arttığı bilinmektedir. Hatta 2021 yılında da bir UNICEF açıklamasında Etiyopya’nın Tigray bölgesindeki çatışmaların kıtlık tehdidini artırdığı, en az 33.000 çocuğun bu nedenle ölüm riski altında olduğu bildirilmiştir.9
Yine 1930’lu yıllarda Stalin Rusyasında Ukraynalıların “Holodomor” adını verdikleri bir dönem yaşanmıştır. Holodomor Ukrayna dilinde “açlıktan ölmek” anlamına gelir. 1932’de Stalin Ukrayna’da tüm hayvanlara ve tahıllara el koymuş, bu el koymanın ardından milyonlarca Ukraynalı yaşamını yitirmiştir.
Demek ki çevresel faktörler kadar hatta sonuçları itibariyle ondan daha etkili olmak üzere insan faktörü de kıtlıklara, açlıklara ve açlık nedeniyle ölümlere neden olabilmektedir. Diğer yandan ülkelerin sosyal güvenlik sistemlerine ulaşamayan, o sistemlerden yeterince faydalanamayan fakirlerin varlığı da bilinmektedir.
Bu tip örnekler önemlidir. Çünkü geleneğimizde “Allah rızka mutlak olarak kefildir. Bu nedenle kimse açlıktan veya rızıksızlıktan ölmez.” anlayışı öne çıkmaktadır. Ancak bu anlayış dünya hayatının akışına, realitesine uygun düşmemektedir. Çünkü gözlemler bu anlayışı doğrulamamaktadır. Bu durumda da sanki Kur’an ve hadis yanlış bir iddiada bulunmuş gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
1 ) Bu, yani Allah Teala’nın herhangi bir şeye müdahale etmediği aslında yanlış bir cümledir ancak kelime ve ifade yetersizliği (dîk-ı elfâz) nedeniyle bu şekilde ifade etmek zorunda kaldık. Evet, Allah Teala her an bir iştedir (Rahman, 29), Onun yaratması süreklidir, O, var olan her şeyi her an yaratmaktadır. Burada kast ettiğimiz ise biyolojinin kanunlarının işlediği alemde (ki o kanunları koyan da Allah’tır) Allah Teala’nın ehadî tecellilerini görmediğimiz zamanlara mahsus bir keyfiyettir.
2 ) Buhari, Şirb, 9; Müslim, Birr, 151
3 ) Müslim, Birr, 144
4 ) Tirmizi, Birr, 36
5 ) Bakara, 3
6 ) Fatır, 29
7 ) Buhari, Cuma, 34
8 ) İbn Esir, el-Kamil fi’t-Tarih, c. 2, s. 396
9 ) bkz; https://www.unicef.org/turkiye/bas%C4%B1n-b%C3%BCltenleri/etiyopyan%C4%B1n-tigray-b%C3%B6lgesindeki-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fmalar-k%C4%B1tl%C4%B1k-tehdidini-artt%C4%B1r%C4%B1rken-en-az