11 dk.
23 Haziran 2024
Ayet Yazılı Kağıtların İmhası ve Dine Saygı-gorsel
Youtube Banner

Ayet Yazılı Kağıtların İmhası ve Dine Saygı

Soru: Ayet yazılı kağıtlar ile ilgili cevabınızı okudum. Cevabınızda “yine de içinizde rahatsızlık oluşuyorsa...” şeklinde bir ibare var. Buradan sizde ayet yazılı kağıtları çöpe atma durumunda bir rahatsızlık duygusu oluşmadığını anlıyorum. Hac suresi 32. ayette “Bu böyledir. Kim Allah'ın şeairine, dininin alametlerine hürmet ederse artık şüphesiz bu kalplerin takvasındandır.” deniliyor. Bu meseleyi takva bağlamında ele almak doğru olmaz mı? Sonuçta affedersiniz dışkımız da toprağa karışıyor. Haşa lavaboya atıp sifonu çekebiliriz o zaman. O çöplerin içinde kusmuktan bebek bezine her türlü pislik var. Böyle bir yere ayet yazılı kâğıdı atmak içime sinmiyor.
 

Cevap: Soruda geçen yazıya buradan erişebilirsiniz. Bu soruda birden fazla meseleye temas edilmiş. Şimdi maddeler hâlinde bu konuya yanıt vermeye çalışalım.
 

Birincisi: İlgili yazıda1 “Yine de içinizde rahatsızlık duygusu oluşuyorsa” dememiz ayet yazılı kağıtların çöpe atılmasının bizim içimize sindiği anlamına gelmiyor. İçine sinen insanların da sinmeyen insanların da bulunduğu anlamına geliyor. 

 

İkincisi: İnsanların, hatta bazı alimlerimizin ve fıkıhçılarımızın yaptığı önemli bir hata şudur: Bir konuda fetva ve hüküm verirken kişinin kendi hassasiyetiyle dini hükümleri birbirine karıştırmak... Bu ayrım önemlidir. İnsanların kendi kişisel hassasiyetleri ayrı bir konudur, bir konuda dinin hükmü ayrı bir konudur. Örneğin; “Toprağa düşen bir et parçasını temizleyip yemek caiz midir?” diye sorulsa buna “Caizdir.” diye cevap verilir. Ancak bu şekilde cevap veren kişi o eti yemeyi tercih etmeyebilir. Efendimiz (sas) bir gün sahabilerinden bir grupla beraberken kendilerine keler (bir cins kertenkele) ikram edilir. Orada bulunanlardan birisi “O keler etidir.” deyince Efendimiz (sas) “Siz yiyin, çünkü o helaldir. Ama benim yiyeceğim değildir.”2 buyurur. Buradan hareketle Efendimiz’in (sas) keler etinden hoşlanmadığı anlaşılmaktadır. Bir insan da keler etini hoş görmeyebilir, tadını sevmeyebilir yahut sadece Efendimiz (sas) hoşlanmadığı için yememeyi tercih edebilir. Ancak hiç kimse keler etine haram veya mekruh diyemez. Aynı şekilde yine hiç kimse haram değil diye keler etini yemeye de zorlanamaz.

 

Sonuç olarak dini bir konuda hüküm veya fetva verirken ayet ve sahih hadislerden yola çıkılarak “farzdır, vaciptir, haramdır, mekruhtur” diyebiliriz. Haram ve helaller zaten bellidir. Ancak dinin açıkça yasakladığı veya serbest bıraktığı konuların dışındaki mevzularda meseleler insanların mizaçlarına, fıtratlarına, kişisel özelliklerine göre değişecektir. Bu noktada herhangi bir insanın “Benim hassasiyetim var, ben böyle düşünüyorum o yüzden herkes böyle yapmalı.” şeklinde düşünmesi doğru olmayacaktır. 

 

Biz de soruda işaret edilen yazıda bu durumu ifade etmeye çalıştık. Ayet yazılı herhangi bir kâğıdın imha edilmesi, ortadan kaldırılması gerekebilir. Böyle bir kâğıdın nasıl imha edileceğiyle ilgili ayet ve sahih hadislerde özel bir düzenleme getirilmemiştir. O kâğıdın yakılarak yok edilmesine farz diyemeyeceğimiz gibi çöpe atılarak imha edilmesine de haram diyemeyiz. Çünkü bu konuya özel hiçbir ayet veya sahih hadis yoktur. Fakat bir insan kendisini bu konuda nasıl rahat hissediyorsa o kâğıdı hissettiği şekilde imha etmesine bakarak olumsuz bir fikir öne süremeyiz, “haram, mekruh” diyemeyiz.

 

Bir başka örnek verelim: Bir imam namaz kıldırırken rükû esnasında cemaate yetişmeye çalışan birinin olduğunu fark etse tam bu esnada rükûyu uzatmalı mıdır uzatmamalı mıdır? 

 

Bu soruya genellikle iki farklı cevap verilir: “Hayır uzatmamalıdır. Çünkü namazda esas olan Allah’ın huzurunda olduğu şuurudur ve o huzura aykırı bir şey yapılmamalıdır. Cemaate yetişmeye çalışan birini beklemek o huzurun adabını bozar. Bu nedenle imam rükûyu uzatmamalıdır.”

 

İkinci olarak “Evet uzatmalıdır. Çünkü Efendimiz (sas); ‘(Çok defa) ben namaza uzatmak niyetiyle dururum da (gerilerden) bir çocuğun ağladığını duyunca annesine meşakkat vermemek için namazı kısa keserim.’3 buyurmuştur. Demek ki namaz esnasında cemaatin durumu gözetilebilir.” şeklinde bir cevap da verilebilir. (Bu arada Efendimiz’in (sas) namazı kısa kesmesini bizim gibi hızlı hızlı kılması olarak anlamamak gerekir. Efendimiz bütün namazlarını tadil-i erkana riayet ederek kılmıştır. Ayrıca yukarıda beyan buyurduğu durum için birinci rekâtta Felak ikinci rekatta Nas suresini okuduğunu belirten ancak sıhhati tam bilinmeyen bir rivayet de bulunmaktadır.)

 

Peki bu cevaplardan hangisi doğrudur? 

 

Bu soruya “Birinci fetva doğrudur.” da denilemez İkinci fetva doğrudur” da denilemez. Doğru cevap “Her ikisi de doğrudur.” şeklinde olmalıdır. Çünkü cevap namaz kıldıran imamın o esnadaki hâline göre değişebilir. İmam o sırada Rabbinin huzurunda olduğu şuuruna tam kapılmışsa, teveccühü başka şeyleri düşünmeye imkân vermeyecek bir yoğunlukta ise arka saflarda cemaate yetişmeye çalışan kişiyi bir nebze fark etse bile o kişiyi çok umursamayabilir ve rükûyu uzatmayıp namaza aynı tempoda devam edebilir. Ancak aynı imam Allah’ın huzurunda olma şuurunun yanında Efendimiz’in (sas) hadisini de hatırlayıp arkadan cemaate yetişmeye çalışan kişinin cemaat sevabına sahip olmasını isteyebilir, o esnada birkaç saniye rükûyu uzatabilir. Dolayısıyla meseleye dışarıdan bakarak tek boyutlu bir fetva vermek yanlış olacaktır.

 

Sonuç olarak bir insan bir konuda ayet ve sahih hadislerde açık delil bulunmadıkça kesin hüküm vermemeli, kişisel durumları fetvaya esas kılmamalıdır.

 

Üçüncüsü: Soruda da geçen Hac suresi 32. ayetin önceki ve sonraki ayetlerle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Buna siyak ve sibak bütünlüğü denilir. Buna göre bu ayetlerin mealleri şu şekildedir; 

 

Kendisine ortak koşmaksızın Allah'ın hanifleri (O'nun birliğini tanıyan müminler olun). Kim Allah'a ortak koşarsa sanki o, gökten düşüp parçalanmış da kendisini kuşlar kapmış, yahut rüzgâr onu uzak bir yere sürüklemiş (bir nesne) gibidir. Bu böyle. Her kim de Allah’ın nişanelerini (kurbanlıklarını) yüceltirse, şüphesiz ki bu kalplerin takvasından (Allah’a karşı gelmekten sakınmasından)dır. Onlarda (kurbanlık hayvanlarda veya hac fiillerinde) sizin için belli bir süreye kadar birtakım yararlar vardır. Sonra bunların varacakları (biteceği) yer, Eski Ev'e (Kâbe'ye) kadardır.”4

 

Görüleceği üzere bu ayetler ve dolayısıyla 32. ayetteki “şeair” kelimesi Hacca ve Haccın rükünlerine dairdir. Ayetteki şeair de nişane, sembol gibi anlamlara gelse de söz konusu olan Haccın en önemli nişanelerinden olan kurbandır.

 

Şeair kavramı şüphesiz önemlidir. Ezan da sarık da başörtüsü de yerine göre dinin şeairi sayılabilir. Bunda bir sakınca yoktur. Ancak her şeairin her yerde, her durumda ve her zaman aynı fonksiyona mutlak bir şekilde sahip olduğu söylenemez. Örneğin Amerika, Almanya gibi gayrimüslim bir ülkede bir cami inşa edilir ancak ezanın sesli okunması o ülkelerin kanunlarına göre yasak olabilir. Bu durumda birileri ezanın dinin şeairi olduğundan ve bundan taviz verilemeyeceğinden bahisle her şeye rağmen ezanın sesli okunması gerektiğini söyleyebilir. Birileri de ezanın önemli olmakla birlikte sesli okunmasının farz olmadığını, gayrimüslim bir ülkedeki insanların rahatsız olmaları ve böylece İslam’a olumsuz bakma ihtimallerinin olduğu bir durumda sessiz de okunabileceğini, ezan yerine o ülke insanlarına İslam’ı farklı yönleriyle tanıtacak etkinlikler düzenlemenin daha işlevsel olacağını söyleyebilir. 

 

Burada önemli olan şeair kelimesinin ve şeair olarak görülebilecek bir olgunun farklı zaman ve şartlarda farklı işlevler görebileceğidir.

 

Bir örnek daha verelim: İslam öncesi Araplar hacdan veya tavaftan dönünce kendi evlerine normal kapıdan değil de arka kapıdan girmeleri gerektiğine inanırlardı. Hatta evinin arka kapısı olmayan Araplar arka kısımda kalan bahçe duvarlarından küçük bir yeri kırıp evlerine öyle girerlerdi. “İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.”5 ayetinin bağlamı da budur. Şimdi bu ayete bakılarak “Evlere arka kapıdan girmek caiz değildir.” şeklinde bir hüküm kurmak abes olacaktır. Çünkü ayetin bağlamı veya kastı bu değildir. Benzer şekilde Hac Suresi 32. ayette bahsedilen “şeair” kelimesi de kendi bağlamına göre değerlendirilmelidir.

 

O hâlde Hac Suresi 32. ayete bakılarak “Ayet yazılı kağıtlar dinin şeairi olduğu için onlara saygısızlık yapmak haramdır, uygun değildir.” denilemez. Böyle bir sözün yanlış olmasının birkaç nedeni vardır:

 

1-) Ayet yazılı kağıtlar dinin şeairi kabul edilse dahi onları çöpe atmanın “saygısızlık” olarak değerlendirilmesi kişisel bir görüş, kişisel bir his, kişisel bir yaklaşımdır. Bu davranış birilerine saygısızlık gibi gelirken birilerine nötr bir davranış olarak gelebilir. Çünkü sevgi, saygı gibi hisler kalbe aittir ve davranışlar, kalbe ait durumların delili olamaz.

 

2-) Ayet yazılı kağıtların nasıl imha edileceğiyle ilgili herhangi bir ayet veya sahih hadis yoktur. Bu durumda mesele kişilerin kendilerine bırakılmıştır. Bu da dinin ruhu, genel anlayışı, haram ve helallerin genel çerçevesi içinde kalınarak bir fetva vermeyi veya görüş bildirmeyi gerektirir. Hakkında açık bir ayet ve hadis olmadığı için herhangi bir imha yöntemine “farz” diyemeyeceğiz gibi “haram” da diyemeyiz. Ancak kişisel görüşümüzü belirtebiliriz ve bu görüşü de dayatamayız.

 

3-) Bir insanın ayet yazılı kâğıdı çöpe atmayı saygısızlık olarak görmemesi kadar saygısızlık olarak görme hakkı da bulunmaktadır. Ancak kişi bu hakkı sadece kendisine uyarlayabilir. Başkasını kendi algısına ve hislerine uygun davranmaya zorlayamaz. Aksi hâlde kendi algılarını ve hislerini objektif gerçekliğin temeli olarak ele almış olur ki bu da büyük bir hatadır. Hatta İslam aleminde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri de birilerinin kendi eğitimlerinden, mizaçlarından, bakış açılarından, hislerinden, algılarından kaynaklanan hükümleri genelleştirmeleri, subjektif değer yargılarını dinin yargısı gibi ele alıp herkesi ona uymaya çağırmaları, uymayanları adeta aforoz etmeleridir. Örneğin bir insan “Bana göre tesettürü en iyi sağlayan şey çarşaftır.” diyebilir. Ancak “Çarşafı olmayanın tesettürü yoktur.” demek başka bir şeydir. 

 

Benzer şekilde bir insan “Ayağını kıbleye uzatarak oturmak veya yatmak bana uygun gelmiyor. Saygısızlık gibi görüyorum.” diyebilir. Ancak bir insan eline sopayı alıp bir camide ayaklarını uzatarak yatanları rahatsız etme hakkına sahip değildir. “Ayağını kıbleye uzatarak oturmak veya yatmak haramdır-mekruhtur.” deme hakkına da sahip değildir. Kendisine “saygısızlık” gibi gelen (ki buradaki ‘gibi gelmek’ kavramı da önemlidir) bir durumu herkese genelleyip o şekilde yatan herkesi “saygısız” olarak görmek de ayrı bir saygısızlıktır. Çünkü bu hem o hareketi yaptığı hâlde bunu saygısızlık olarak görmeyen insanlar hakkında suizan etmektir hem de kendi kişisel ve sübjektif ölçülerini mutlak, genel ve objektif görmektir.

 

Bir insanın kendi mizacından kaynaklanan şeyleri yaşaması makuldür. Yerine göre hakikate saygısını da gösterir. Ama bunun sınırları kendi kişisel hayatından ibaret kalmalıdır.

 

Dördüncüsü: “Eğer içinize sinmiyorsa öyle yapmayın.” demek şu demektir: Yukarıdaki örnekten gidecek olursak, kıbleye ayak uzatılmasına veya Kur’an’ın yatarken başın altına konulup konulmamasına dair elimizde hiçbir ayet ve hadis yahut bir uygulama yoktur. Bu durumda bir insan camide uzanacak olsa ve Kur’an’ı da başının altına yastık şeklinde koymaya kalksa buna haram denilemez. Yine bir insan “Kur’an yastık olacak bir şey değildir.” deyip Kur’an’ı kaldırsa, saygıyla öpse ve rafa koysa bu da kötü bir şey değildir. Yine camide uzanmak isteyen bir insan kıbleye ayağını uzatmak istemese, bunu kendi hisleri açısından bir saygısızlık olarak görse kötü bir şey yapmış olmayacaktır. Hatta bir duygu yoğunluğuyla ekstra sevaba girmiş de sayılabilir. Ancak “Herkes böyle yapmalı. Kimse ayağını kıbleye uzatmamalı.” derse bir açıdan hadislere aykırı hareket etmiş olacaktır. Çünkü bu konuda hadislerde herkesi bağlayacak açık bir hüküm belirtilmemiştir. Bu nedenle herkesin kendi hissettiği gibi davranması en uygun olanıdır.

 

Allah Teala’dan kendisine ve kendisinin sevip razı olduğu şeylere karşı saygıda kusur etmemeyi nasip etmesini diler ve dileniriz.

 


 

1 https://kurantime.com/arapca-ayet-yazili-kagitlari-nasil-imha-etmeliyiz

2 Buhari, Zebaih ve Sayd, 33; Müslim, Sayd, 7; Tirmizi, Et’ime, 3; Nesai, Sayd, 26

3 Buhari, Ezan, 65

4 Hac, 31-32-33

5 Bakara, 189