9 dk.
14 Nisan 2023
Beddua geri döner mi?-gorsel
Youtube Banner

Beddua geri döner mi?

Soru: Bedduanın geri dönmesi diye bir şey var mıdır? Bir kişiye “Allah belanı versin!” dediğimiz zaman o belanın umumi olarak gelmesi, sadece o kişiyi değil içinde bulunduğumuz tüm topluluğu ve bizim kendi şahsımızı ya da yakınlarımızı etkileme gibi bir ihtimal söz konusu mudur? Yoksa o bela direkt spesifik olarak o şahsa mı gider?
 

Kısa Cevap: Beddua etmek bazı durumlarda makuldür ve caizdir ancak bu izni çok ciddi ve özel durumlarda kullanmak gerekir. Çünkü her duanın, dolayısıyla her bedduanın sonuçları vardır ve olacaktır.

 

Beddualar ve lanet sözleri mekanik bir alışkanlık hâline gelmemelidir. İnsan böylesi bir alışkanlıktan önce kendisinin zarar göreceğinin bilincinde olmalıdır. 
 

Lanet etmek ile beddua etmek her ne kadar aynı şeyler olmasa da hadislerde lanet etmenin lanet edene dönebileceğinden bahsedilir. Günlük dilde lanet ve bedduayı aynı anlamda kullananlar için de bedduaların geri döneceği söylenebilir. Kişinin kendi yakınlarına ettiği beddua sonucu yakınlarının zarar görmesi kendisinin de zarar görmesine neden olur. Bu yüzden yakınlara edilen beddualar kabul edildiğinde bu durum kişinin kendisine de döner denilebilir.

 

Kişinin uhrevi durumunu ve imani akıbetini ilgilendiren durumlarla ilgili beddua etmemek gerekir. Yani “Allah sana cennet yüzü göstermesin! Allah seni cehenneminden çıkarmasın! Allah sana tevbe nasip etmesin! Allah senin canını kafir olarak alsın!” gibi ibareler Allah Teala’nın kendine has kıldığı özel bir yetkisine müdahale anlamını taşıyabilmektedir.
 

Cevap: Konunun gündelik hayattaki kullanımı sırasında farkına varılmayan bazı yönleri vardır ve öncelikle bunlar netleştirilmelidir. 
 

Pek çok durumda karşı tarafa lanet etme veya “Allah belanı versin!” gibi cümleleri kullanma hem kullanan hem muhatap açısından sadece bir hakaret olarak anlaşılabilmektedir. Aslında beddua da lanet okuma da “Allah’ın sana bir bela ulaştırmasını istiyorum.” şeklinde bir dua olmasına rağmen bu tabiri kullananlar bunu karşı tarafa hakaret etmek amacıyla kullanabilmekte ve karşı taraf da bu şekilde anlayabilmektedir.

 

Öncelikle bilinmelidir ki içinde dua geçen cümlelerin bu şekilde kullanılması ve Allah lafzının bu türden söylenmesi içimizdeki o lafza ait manaları yıpratacaktır. Ayrıca bir cins saygısızlık da olacaktır.

 

Bu durum “İnşallah” veya “Maşallah” kelimelerinin ayet ve hadislerde geçtiği şekliyle içerdiği derin hakikatlerin günlük kullanımda adeta içlerinin boşaltılması, anlamsız kalıplar hâlinde kullanılması gibidir. İnşaallah kelimesi “Allah dilerse” veya “Allah dilediği zaman”, Maşaallah kelimesi de “Allah’ın dilemesi ve meşieti ile” anlamlarına gelmesine rağmen günlük kullanımda hiç olmayacak işler için bile bir kalıp olarak “İnşallah” kelimesinin kullanıldığı, “Bu işler İnşallahla Maşallahla olmaz” gibi abes, yanlış, çirkin ve laubali kullanımların da olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bu mübarek kelimelerin günlük dilde anlam kaymasına uğraması gibi “Allah belanı versin.” gibi kalıpların da günlük dilde anlam kayıplarına uğraması söz konusu olabilmektedir.

 

İnşallah ve Maşallah kelimelerinde olduğu gibi Allah’ın laneti veya belası gibi tabirlerin kullanımlarında da dikkatli olunmalıdır. Çünkü insanların Rabbi Allah’tır ve o kelimelerin yanlış şekillerde kullanılması insanda bu mübarek kelimelerin uyandıracağı his ve heyecanları yıpratacak, bu derinliği kaybetmelerine neden olabilecektir.

 

Şimdi bedduanın farklı boyutlarına ve sonuçlarına maddeler hâlinde göz atalım:

 

Birincisi: Beddua etmek veya bir insana Allah tarafından bir zarar ulaşmasını istemek bazı özel durumlarda makuldür. Ancak bu husus bir denge içerisinde ele alınıp uygulanmalıdır, dengesizce alışkanlık hâline getirilmemelidir.

 

Allah Teala Müntakimdir, zulümleri sebebiyle mücrimlerden intikam alacağını Kur’an’da belirtmiştir.1 Bir insan hakikaten herhangi bir konuda haksızlığa, zulme uğramış olabilir. Örneğin birisinden borç almıştır ve bu kişinin bir tefeci olduğunu sonradan öğrenmiştir. Borcunu faiziyle ödeme imkanı da bulamamaktadır ve durumu hakikaten bir çıkmaza girmiştir. Böylesi durumlarda bir insan zulümden kurtulmak için “Allah’ım ben mazlumum, bana yardım et! Karşı tarafa bir şekilde zarar eriştir de onun zulmünden kurtulayım!” şeklinde dua edebilir ve bu makuldür. Bir Müslüman kendisine hayrı dokunan bir insanın lehine hayır dua edebileceği gibi zulmü dokunan bir insanın aleyhine de beddua edebilir. Ancak beddualar daha çok özel durumlarda söz konusu olmalıdır.

 

Ayrıca bedduaya başvurmadan önce o durumdan kurtulmak için hacet namazı kılınabilir, sünnetteki diğer dualara başvurulabilir. Bu arada tabii ki “Allah’ım beni bu zulümden kurtar! Bana zulmedenin belasını ver!” de diyebilir. Ancak bu ciddi bir iştir ve son derece ciddiye alınmalıdır. Çünkü beddua ederek Allah Teala’dan ciddi ve hassas bir talepte bulunuyoruz demektir. Bu yönüyle de beddualar dillere pelesenk edilmemeli, kolayca yapılıveren bir alışkanlık hâline getirilmemelidir.

 

İkincisi: Özel durumlarda özel kullar özel bir muamele görür.

 

Diyelim ki bir insan Allah’a değer vermekte ve Allah Teala tarafından da değer görmektedir. Hayatında namaz vardır, oruç vardır, teheccüt vardır, haram helal hassasiyeti vardır, evrad ü ezkar ve dua vardır, kimseye zulüm ve haksızlık yapmamak için dikkatli yaşamaktadır. Duaların makbul olduğu gün ve saatlerde bir farz namazının sonunda (ki dualar o zaman daha makbuldür) böyle bir insan basit bir öfkeyle “Allah falancanın belasını versin!” şeklinde dua edebilir ve diğer ibadetlerinin, evrad ü ezkarının hürmetine Allah Teala gerçekten de o falancanın belasını verebilir. Genel olarak duayı ciddiye alan, hayatında dua kavramı ciddi bir şekilde yer alan insanların duaları direkt kabul edilebilir ancak kendisine beddua edilen kişi bunu hak etmemişse beddua eden kişiye bu bedduası bir vebal olarak yazılabilir. Örneğin arabasıyla üzerine su sıçratan bir insana “Ayakların kırılsın!” diye dua eden bir müminin bu duası nedeniyle o arabanın sürücüsü az ileride kaza yapar ve ayaklarını kırabilir. Bu durumda beddua edene de günah yazılabilir. Bu aynen eline kalın bir demir sopa alıp hak etmeyen bir insanın ayaklarını kırmak gibidir.
 

Bir başka senaryoya göre diyelim ki bir insan Allah Teala’nın binlerce güzel isminden çok özel bir ismini gerçekten biliyordur. O isimle yaptığı bütün dualar kabul ediliyordur. Kimin ölmesi için dua ediyorsa o insan bir gün içinde ölüyordur. Ancak bu durumda da o dua ile ahirette katil gibi muamele görebilecektir.
 

Üçüncüsü: Bedduanın değil ancak lanetin geri dönmesi hadislerde söz konusu edilmiştir. Hadislerde lanet etmek ile beddua etmek aynı anlamda kullanılmaz ancak birbirlerine benzer yönleri vardır. Ancak bizlerin günlük kullanımı açısından ikisinin aynı olduğu durumlar da vardır.

 

Bu bağlamda Efendimiz (sas) “Kul, herhangi bir şeye lânet ettiğinde o lânet gökyüzüne çıkar. Semanın kapıları ona kapanır. Sonra yere iner, yeryüzünün kapıları da ona kapanır. Sonra sağa sola bakınır, girecek yer bulamaz da lânet edilen kişiye döner. Eğer gerçekten lânete lâyık ise onda kalır, değilse lânet edene döner.”2 buyurmuştur.

 

Demek ki bir insanın ettiği beddua her zaman ve her durumda olmasa da (çünkü hadiste böyle bir genelleme yoktur) geriye dönme potansiyeline ciddi anlamda sahiptir. Örneğin beddua edilen kişi beddua konusunun dışında mazlum birisiyse ve kendisini bela ve musibetlerden koruyacak amelleri varsa, böyle bir kişiye edilen bedduanın geri dönme ihtimali çok kuvvetlidir. Bu durum atılan bir okun geri dönmesi veya bir hedefi vurmak için atılan bir kurşunun sekerek kurşun atana gelmesine benzetilebilir.

 

Bedduanın geri dönmesinin bir yönü de şudur: Efendimiz (sas) “Kendinize beddua etmeyiniz; çocuklarınıza beddua etmeyiniz; mallarınıza da beddua etmeyiniz. Dileklerin kabul edildiği zamana denk gelir de Allah bedduanızı kabul ediverir.”3

 

Bu hadiste zikredilen kişiler birer temsildir. “İnsan bu sayılanların dışındakilere beddua edebilir." anlamı taşımamaktadır. Hadiste sayılan kişilerden kasıt bir insanın hukukunun olduğu, zarar görmesinden endişelendiği herkestir. Bu bağlamda insan, zarar görmesi nedeniyle kendisinin de sıkıntıya gireceği kimselere beddua etmemelidir. Örneğin bir insan kendi çocuklarına beddua eder, o beddua da kabul edilirse sonuçta kendisi de zarar görmüş olacaktır. Bu da bir yönüyle bedduanın kendisine dönmesi demektir. Benzer durum bir insanın anne babası, eşi ve akrabaları, iş arkadaşları, elinde bulunan malları veya hayvanları için de geçerlidir.

 

Dolayısıyla beddua etmek, lanet etmek gibi davranışlar alışkanlık hâline getirilmemeli, mekanik bir şekilde yapılmamalı, fazlasıyla ciddiye alınmalıdır.

 

Dördüncüsü: Beddua etmenin veya birisine lanet etmenin Allah Teala’nın o konudaki hükmüne karışma ihtimali de bulunmaktadır. Bu da her dua için değil beddua veya lanet etme için geçerli olabilecek özel bir durumdur.

 

Efendimiz (sas) bir sabah namazının son rekatında rükudan kalkınca “Rabbena ve leke’l hamd” dedikten sonra “Allah’ım, falana ve falana lanet eyle!” demiş, bunun üzerine Allah Teala “Bu konuda sana ait bir iş yoktur. Allah isterse onlara tevbe nasip edip bağışlar, isterse nefislerine zulmettikleri için onları cezalandırır.”4 buyurmuştur.5

 

Bu noktada bu durumun Efendimiz’e (sas) özel bir durum olduğu düşünülebilir çünkü Efendimiz’in (sas) kabul edilmeyen veya edilmeyecek duası hemen hemen yok gibidir. 

 

Bununla birlikte meselenin bizi ilgilendiren tarafı da vardır ve konuyla ilgili farklı rivayetler birleştirilince bir kimseye “Allah’ın laneti, gazabı senin üzerine olsun!” veya “Allah sana cennet nasip etmesin!”, “Allah seni cehenneminde yaksın!”, “Allah senin canını kafir olarak alsın!” gibi beddualarda bulunmak Allah Teala’nın kendi zatına ait hususi bir işine karışmış olmak manasına gelebilecektir.

 

Özellikle dine, iman hakikatlerinin tebliğine zarar vermek, kitlesel zulümlere neden olmak gibi durumlar dışında sırf şahsi meseleler nedeniyle bu tür beddualar etmek, Allah Teala’nın kendine özgü bir tasarruf hakkını kendi çıkarı için kullanmaya kalkışma anlamına gelebilecektir. İnsan bu duruma düşmekten şiddetle kaçınmalıdır.

 


1 ) Secde, 22

2 ) Ebu Davud, Edeb, 45; Tirmizi, Birr, 48

3 ) Müslim, Zühd 74; Ebu Davud, Vitir, 27

4 ) Âl-i İmran, 128

5 ) Buhari, İ’tisam, 74