11 dk.
25 Mayıs 2024
Bilimin ve Dinin Açıklamaları | Boşlukların Tanrısı | 4. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Bilimin ve Dinin Açıklamaları | Boşlukların Tanrısı | 4. Kısım

Kelamcıların Anlattığı Allah ve Kur’an’ın Anlattığı Allah

 

Bediüzzaman bir yerde kelam alimlerinin Allah Teala’nın varlığı, isim ve sıfatları, alem ve insanlarla ilişkisini anlatmada kullandığı genel yöntemleri ile Kur’an’ın Allah Teala’yı anlatması arasında ciddi bir farkın olduğunu söyler. Bu farkı da şu örnekle açıklar:

 

Bazı Sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın (kelam ilmi alimlerinin) mesleğiyle, Kur'ân'dan alınan minhâc-ı hakikînin (gerçek yol, hakiki usul) farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki:

 

Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su borusu) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz her bir yerde suyu buldukları gibi, aynen öyle de:

 

Ulema-i ilm-i kelâm, esbabı (sebepleri), nihayet-i âlemde (alemin sonunda) teselsül ve devrin muhaliyetiyle (imkansızlığıyla) kesip, sonra Vâcibü'l-Vücudun (Varlığı zorunlu olan Allah’ın) vücudunu (varlığını) onunla ispat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur'ân-ı Hakîmin minhâc-ı hakikîsi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir âyeti, birer asâ-yı Mûsâ (Hz. Musa’nın asası) gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor.”1

 

Bu paragraflarda anlatılmak istenenler özetle şudur: İslami ilimlerde kelam alimleri isbat-ı vacip adı verilen Allah Teala’nın varlığını ve birliğini kanıtlamak için iki önemli delil kullanırlar. Bunlar imkân ve hudus delilleridir. İmkân delili kısaca; evrenin var olup olmamasının imkan dahilinde olduğu, var olduğu gibi olmayabileceği, bu ikisinden birisinin tercih edildiği, bunu tercih edenin ise Allah Teala olduğu argümanıdır. Hudus delili ise; Evrenin değişim içinde olduğu, değişen her şeyin sonradan olduğu, sonradan olan her şeyin bir başlatıcısı olduğu, bunun da Allah Teala olduğu argümanıdır.

 

İmkân ve hudus delilleri devir ve teselsül iddialarının geçersizliğini kanıtlamak için kullanılmıştır. Devir ve teselsül kavramları eski dönemlerde evrenin ezeli olduğu iddiasının temel argümanıdır. Bu argümana göre varlıklar, sebep sonuç ilişkisi içerisinde sonsuza kadar geriye doğru ve zincirleme bir şekilde varlıklarını devam ettirmektedirler. Kelamcılar da bu iddiayı geçersiz kılmak için imkân ve hudus delillerini kullanmışlardır.

 

Ancak kelamcılar bunu yaparken önce zihnen alemin başlangıcına kadar gidip o noktada devir ve teselsülün imkânsızlığını gösterip sonra Allah’ın varlığını ispatlamaya kalkışırlar. Bediüzzaman da bu durumu su getirmek için uzak yerlerden, dağların altından borular döşeyerek su getirmeye benzetir. Böyle bir işlem çok yerde hem boşluk hem arızalar çıkaracaktır. Nitekim imkân ve hudus delilleri zamanla yetersiz bulunmuş, başka delillerle desteklenmeye çalışılmıştır. Günümüzde de bu delillerin açıkçası eski anlamı ve geçerliliği kalmamıştır.

 

Meselenin konumuzla ilgisi ise şudur: Geleneksel kelam alimlerimizin bu yöntemi gerçekten de bazı boşluklar doğurmaktadır. Alimlerimiz o boşlukları doldurmakta antik çağ ve orta çağ felsefesinin kavramlarını (cevher ve âraz gibi) kullanmaya çalışmışlardır ancak günümüzde bu kavramların da sadece nostaljik değerleri kalmıştır.

 

Bediüzzaman’ın bahsettiği Kur’an’ın yöntemi ise bu değildir. Kur’an, Allah Teala’yı var olan her şeyde isim ve sıfatları yahut icraatları itibariyle görülebilir, anlaşılabilir, tefekkür edilebilir bir Vacibü’l Vücud (Varlığı zorunlu olan) olarak anlatır. Adeta Hz. Musa’nın (as) asası gibi vurduğu her yerde bir kuyu kazar ve su çıkarır. Suyu getirmek için uzaklardan borular döşemeye ihtiyaç duymaz. Böylece Allah Teala’nın varlığı ve birliği kâinatın her noktasında, her zerresinde hiçbir boşluk bırakmamacasına kendini gösterir, ispat eder ve anlatır. Bilimin bulguları da doğru bir bakış açısıyla yaklaşıldığında bu gösteriye ve anlatıya hizmet eder.

 

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kur’an’ın anlattığı Allah “Boşlukların Tanrısı” değildir. Efendimiz (sas) de sadece boşlukları dolduran ve doğa üstü hadiselerle anlaşılabilen, günlük hayatın olağan akışı içinde pek fark edilmeyen bir tanrıdan bahsetmemiştir. Ancak zamanla pek çok Müslümanın zihninde “tanrı”, sadece açıklanamayan boşluklarda kendini gösteren bir biçime bürünmüştür. Bunun da büyük ölçüde Müslümanların veya diğer din mensuplarının özellikle de avam kesiminin zihinsel tembelliğinden kaynaklandığı düşünülebilir. Alimlerde rastlanan eğilim ise bir bakış açısı hatası yahut meseleleri felsefe geleneğinin içinden görme ve anlatma yanlışı olarak görülebilir.

 

Açıklama & Bilim ve Dinin Açıklamaları

 

Bilimin temel varsayımı, mevcut evrenin fiziksel terimlerle ve doğa üstü güçlere başvurmadan açıklanabilir olmasıdır. Bu varsayım herhangi bir inancı inkâr etmeyi gerektirmeyen ve doğru olduğu kabul edilen bir önermedir. Herhangi bir teistin de bu iddiadan rahatsız olmaması gerekir. Çünkü her ne kadar üzerinde uzlaşılmış tek bir bilimsel yöntem olmasa da hipotezler, deneyler, veriler, kanıtlar, ispatlar, modifiye edilmiş hipotezler, sonra teori oluşturmalar gibi genel geçer bilimsel teknikler evrenin bazı yönleriyle açıklanabilir olmasını sağlamıştır. Ancak “Bilimsel yöntemle evrendeki her şeyi açıklayabiliriz.” demek bilimsel değil metafizik bir önermedir. Beşerî bir arzuyu veya romantik bir ideali ifade eder. Ayrıca evrende rasyonel olarak açıklanamayan bir şeyin ortaya çıkması hâlinde “Bilim, mevcut evreni fiziksel terimlerle ve metafizik güçlere başvurmadan açıklayabilir.” hipotezinden vazgeçilmesi bilimsel yöntemin kendi gereğidir. Ancak bilimi yahut bilimsel verileri ateizm propagandasına alet etmek isteyen bazı popüler isimler meselenin bu yönü üzerinde pek durmak istemezler.

 

Diğer yandan, bilimsel açıdan tekrar eden olayları açıklayan teorilerin veya hipotezlerin doğruluğundan emin olabiliriz. Bunda bir sakınca yoktur. Çünkü bu hipotez veya teoriler o konuda geleceği tahmin etme fırsatı sunar. Fakat tekrarlanamayan olayların açıklanmasında aynı şeyleri söyleyemeyiz. Çünkü örneğin evrenin başlangıcı yahut big bang anı her zaman tekrarlanabilir bir şey değildir. Evrenin başlangıcı gibi konularda var olan ve geçerli kabul edilen standart bilimsel modeller ise bizlere sadece var olan olayları açıklamışlardır. Bunun ötesinde bir açıklama sunamamışlardır. Bu da mekanizmanın bizzat kendisiyle değil sadece işleyişiyle, işleyiş prensipleri ile ilgili açıklamalardır. Ancak bir şeyin işlemesi o şeyin bizzat kendisi değildir yahut bir şeyin kendisi o şeyin işleyişinden ibaret değildir.

 

O hâlde diyebiliriz ki; bilimsel modellerin sunduğu açıklamalar sebep sonuç ilişkisi içinde veya o temele bağlı olan açıklamalardır. Bunlar ise yaratılış veya varoluş hakkında açıklamalar değildir. Dolayısıyla bilimin sunduğu açıklamalar bir şeyin (evrenin, atomun, hücrenin, hareketin, çekimin vb.) sıfır noktasına, mahiyetine, hakikatine, varoluşuna, anlamına ilişkin açıklamalar değildir. Dinin, daha doğrusu kutsal kitapların veya daha özelde Kur’an’ın açıklamaları ise bambaşka bir boyutta, farklı bir kulvardadır. Hatta bu açıklama türleri arasında bir kulvar farkından değil bir mahiyet farkından bahsedilmelidir. Dolayısıyla bilimin açıklamalarına bakılarak “Bilim bu konuyu açıkladı o hâlde dinin bu konudaki açıklamalarına gerek kalmadı.” demek mantıklı bir yaklaşım değildir.

 

Bazı ateist düşünürler yahut bilim adamları bir konuyu bilimin açıklamasına bakıp o konuda farklı açıklama türlerine ihtiyaç duyulmadığını, özellikle de dinin açıklamalarının boşa düştüğünü iddia edebilmektedirler.

 

Peki neden?

 

Öncelikle, bilimin bir konudaki açıklamaları bize o konuda tasarruf hakkı ve imkânı sağlamaktadır. Örneğin mikrop kavramının bilinmediği zamanlarda bir insanın hasta olduğunda iyileşmesi veya ölmesi insan iradesinin dışındadır. Ancak mikrop kavramı, hastalıkların meydana gelme süreçleri anlaşılıp açıklanınca artık o alanın insanın eline geçtiği düşünülmekte, böyle bir his doğmaktadır. İnsanların da bir konuda tasarruf sahibi olunca kendilerini güçlü ve otoriter hissetmeleri doğaldır.

 

Diğer nokta takdim meselesidir. Bir şey başından beri sürpriz olarak takdim edilince ve sonradan sürpriz bozulunca insanın o konudaki önceki hislerinin, inancının bozulması da normal sayılabilir.

 

En önemli nokta ise şudur: Mekanizmayı açıklamış olmak aslında olaya dair pek de bir şey açıklamak değildir. Örneğin, “Yağmuru Allah yağdırıyor.” ve “Önce su buharlaşır, buharlaşan su gökyüzüne yükselip yoğunlaşır, burada su damlacıkları oluşur, damlacıklar bir araya gelince de yağmur oluşur ve yere düşer.” demek farklı açıklamalardır. İkincisi yağmurun yağmasının mekanizmasını açıklamaktadır. İlk açıklama ise bir inancın sonucudur. İkinci açıklamayı birinci açıklamadan daha üstün kılan herhangi objektif bir kriter yoktur. Diğer yandan; “Yağmurlar şu şekilde oluşur. Ay dünyanın etrafında dünya da güneşin etrafında döner.” demekle yağmurun yağmasındaki veya gezegenlerin hareketindeki ilim, irade, kudret, mucize, hikmet vb. azalmış olmaz.

 

İnsanların genelinde önceden anlamadıkları bir husus anlaşılır hale gelince o konuya dair hayranlık hislerinin kaybolması gibi bir eğilim vardır. Bir illüzyonisti daha önce hayranlıkla izleyen bir çocuk büyüyünce o numaraların nasıl yapıldığını anlayınca eski hisleri kaybolur. İnsandaki bu eğilim bilimsel açıklamalar sonrasında açıklanan hususlarda ilahi iradeyi, ilmi ve kudreti artık eskisi gibi hissedememe eğilimi oluşmuş olabilir.

 

Ayrıca dinlerin dışındaki alanların da bazı açıklamalarda bulunmaları insanların iştahını artırabilmektedir. Bir hastalığın nasıl tedavi edilebileceği, borsada nasıl para kazanılabileceği, bir savaşın nasıl kazanılabileceği anlaşıldıktan sonra o konulara olan ilgi ve eğilim de artmaktadır. Bu da Allah Teala’nın o konularla ilgili tasarruflarını düşünmeyi geri planda bırakıyor olabilir. Bunların hepsi ayrı birer alternatif olarak düşünülebilir.

 

Teist Cevaplar ve Argümanlar

 

Boşlukların tanrısı meselesinde teist argümanlar da ateist argümanlar kadar güçlüdür. Bu argümanların her yönünü ayrı ayrı ele almak kitaplık çapta bir çalışmayı gerektirir. Biz sadece bazı yönlerine karşılaştırmalı olarak temas edip geçeceğiz.

 

Ateist Argüman: Tanrı inancı insanların doğada henüz bilemedikleri, anlayamadıkları olayları açıklamak için kullandıkları bir kavramdır. Ancak bilim ilerledikçe bu boşluklar dolacak, evreni açıklamak için tanrı kavramına gerek kalmayacaktır.

 

Teist Argüman: Tanrı'nın varlığı bilinemeyen ve açıklanamayan doğa olaylarıyla değil, aksine bilinen ve açıklanabilen doğa olayları ile daha iyi anlaşılır. Newton kütle çekimi teorisini geliştirdikten sonra “Gezegenlerin hareketini matematik yasalarla açıklayabildiğime göre Tanrı'ya gerek kalmadı.” dememiştir. Kepler de “Tanrı gezegenlere matematiksel olarak anlayıp açıklayabileceğimiz kanunlarla hareket vermektedir ve bu harika bir şeydir.” der. Örnekler çoğaltılabilir. Dolayısıyla Tanrı'nın varlığına inanma evrendeki açıklanamaz olaylardan çok açıklanabilir, anlaşılabilir olaylara bağlıdır.

 

Teistlerin bu konudaki bir başka cevabı özetle şu şekildedir: Bir arabanın nasıl çalıştığıyla ilgili mekanizmayı açıklayabiliyor oluşumuz arabanın bir tasarımcısı olmadığı anlamına gelmez. Evrenin nasıl işlediğinin mekanizmasını açıklayabiliyor oluşumuz da evrenin bir Tanrı tarafından yaratılmadığı sonucunu doğurmaz. Tam aksine, bir şeyi açıklayabiliyor olmak açıklanan şeyin bir düzen içinde var olduğunu gösterdiği için Tanrı'nın varlığına daha fazla ışık tutar.

 

Bir başka cevap da şu şekildedir: Tanrı, bilime alternatif bir açıklama modeli değildir. Tanrı'yı yanlış bir tasavvurla sadece anlam verilemeyen şeyleri anlamlandırmak için kullanan insanlar olabilir. Ancak Tanrı “Boşlukların Tanrısı” değildir. Aksine, bütün açıklama modellerinin dayanacağı temel dayanaktır. Bilimsel, edebî, kültürel, metafizik, sanatsal her türlü açıklama modelinin bir şeyleri kendi yöntemlerine göre açıklayabiliyor olmasını sağlayan asıl şey Tanrı'nın varlığıdır.

 

Bir başka cevap şu şekildedir: Ne Hristiyanlık ne Yahudilik ne de İslam teolojisinde Tanrı kavramı bilime alternatif bir açıklama aracı olarak kullanılmamıştır. Bazı dönemlerde bazı bilim adamlarının buluşları veya izahları din adamları tarafından dine aykırılık nedeniyle kabul görmemiş hatta baskılanmış olabilir. Ancak bunlar meselenin siyasi yönüyle ilgilidir ve elbette yanlıştır. Halbuki teolojide veya kelamda Tanrı'nın varlığını kanıtlamak için bilinemeyen şeylerin varlığı bir delil olarak kullanılmamıştır.

 

Tam aksine hem Kur’an’da hem Hristiyan teolojisinde Tanrı'nın varlığını göstermek için insanların kâinatta bilebildikleri olaylardan hareket edilmiştir. Bu olayların çalışma prensipleri, iç mekanizmaları değil bizzat kendilerinin arkasında yatan hakiki mananın, tek yaratıcının, aslî hikmetin Tanrı olduğu anlatılmıştır.

 

Bu durumda Müslümanlara, Hristiyanlara veya Yahudilere “Siz bilimin açıklayamadığı konuları açıklamak için Tanrı kavramını canlı tutuyorsunuz.” şeklinde bir suçlama yöneltmek anlamsız olacaktır.

 

Allah Teala’dan bizleri eşyanın hakikatini olduğu gibi görmeye, “O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.”2 hakikatini kendi seviyelerimize göre idrak etmeye muvaffak kılmasını diler ve dileniriz.

 


 

1 Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 26. Mektup, Dördüncü Mebhas, Üçüncü Mesele

2 İsra, 44