8 dk.
18 Haziran 2022
Bir münafık özelliği olarak düşmanlıkta ileri gitmek-gorsel
Youtube Banner

Bir münafık özelliği olarak düşmanlıkta ileri gitmek

Soru: Efendimiz’in (sav) çok bilinen bir hadisinde (1) bahsettiği münafık sıfatlarının zıttını alarak çıkardığımız mümin özellikleri, “konuştuğu zaman sözünün doğru olması, söz verdiği zaman yerine getirmesi, kendisine bir şey emanet edildiği zaman dürüstlükle sahip çıkması (ve) emanete hıyanet etmemesi” şeklindedir. Bunların herhangi birisinde eksik varsa o kişide nifaktan bir şube vardır. Bu hadisin bazı versiyonlarına bir madde daha ilave ediliyor. O da, münafığın düşmanlığında ileri gitmesi, düşmanlık edince haddi aşması olarak özetlenebilir. İlk 3 madde genel olarak dürüstlük kavramıyla ilişkili. Bu son madde hadisin diğer versiyonlarındaki özelliklerden daha farklı diyebilir miyiz? Farklıysa bu farklar nelerdir?

 

Cevap: Evet, düşmanlıkta ileri gitmek özelliği bir açıdan daha farklıdır. Münafığın alametleriyle ilgili hadisteki özelliklerle ilgili bir dürüstlük kümesi oluştursak ve bu özelliklere dürüstlük kümesinin elemanları desek yanlış olmayacaktır. Diğer madde olan düşmanlıkta aşırı gitme özelliğinin hem farklılığını hem de bağlantılı olduğunu anlatmak için önce imana dair bir yorum yapalım. Bu yorum için bir iman tanımı da diyebiliriz. O da şudur; “İman, kişinin kendisi ile başkaları arasında vazifeleri dışında fark görmeden davranması, hayatı bu şekilde yaşamasıdır.”

 

Kişi; dünyayı ve muhatap olduğu imtihanı, mecburen, kendisine verilen benlik emaneti çerçevesinde algılar. Zira insanın algıları ve bilgileri bu yöndedir ve dünyayı ben merkezli olarak görüp deneyimler. Çok sevdiğiniz insanlar mesela eşiniz, anne-babanız, çocuğunuz size “Başım ağrıyor.” diyebilir. İrade kullanarak veya şefkatle siz de üzülebilirsiniz, sancısını duyabilirsiniz bu baş ağrısının ancak kendi baş ağrınızı hissettiğiniz gibi hissedemezsiniz. Kendi başınız ağrımış olmaz. İnsanların mutluluklarını da aynı şekilde hissedemezsiniz. “Her insan dünyada yalnızdır.” diyebiliriz bir anlamda.

 

Dünyayı ben merkezli algılıyor, deneyimliyor ve hissediyoruz. Bediüzzaman’ın da bir yerde işaret ettiği gibi; “Ben” hissi aslında bir ölçü birimidir. Örneklersek; dünyanın belli bölgelerinde bir uzunluğa metre denir. Başka bölgelerde başka bir uzunluğa yarda denir, arşın denir; uzunluk büyüdükçe kilometre denir, mil denir. Bu böyle uzayıp gider. Bu kabulü yaptıktan sonra belli bir mesafeyi ölçer 150 kilometre derler, diğer tarafta aynı uzunluğa 93 mil diyebilirler. Başka bir birimle ölçülse belki 40 denecek. Ama bir defa ölçü seçildikten sonra, seçilen bu ölçüyle tüm mesafelere dair bilgi sahibi olunur. Bediüzzaman, konuyu tamamlarken "benlik" denilen bu ölçü biriminin Allah-u Teala’nın mutlak, her şeyi kuşatan ve sınırsız sıfatlarının anlaşılmasına yardımcı olduğunu belirtir. (2) 

 

Benlik sahibi olan insana öncelikle lazım olan bu benlik hissiyle Allah’ın sıfatlarını anlamaktır. İnsan bu benlik hissiyle aynı zamanda, başka insanları, başka canlıları ve başka varlıkları da anlar. “Şu mevzu beni üzüyor, o da insandır, onu da üzüyordur.” diyebilir böylece. Tanımımızı tekrar edecek olursak; “İman; insanın, emanetindeki benlik hisleri çerçevesinde öğrenip algıladıktan sonra kendisi ile bir başkası arasında, vazifeleri dışında, fark görmemesidir.”


Bu mertebenin insanı getireceği ilk noktalardan birisi, "Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkalarına yapma.” kuralıdır. Bu altın kural pek çok farklı dini ve felsefi metinde geçer. (3) Efendimiz’in (sav) söylediği bundan daha da öte bir ufuktur. Kendin için istemediğini başkası için istememek kendi içinde bir mertebedir, bunu kabul ederiz. Daha ötesinde; “kendin için istediğini başkası için de istemek” ise asıl mertebedir.

 

Matematik ve fizik kavramları ile anlatacak olursak, buna bir cins “simetri” de diyebiliriz. Aynadaki görüntü gibi değil de matematik ve fizikteki simetri. Öyle davran, öyle hüküm ver, öyle yaşa, öyle değerlendir ki; o değerleri ve hükümleri tamamen kaldırıp seni değil de başkasını koysak sonuç değişmemiş olsun. Bu manada bir simetri. İşte iman, bu simetri veya kendisi ile başkaları arasında fark görmemek, o benlikten gelen farkı zihninde, duygularında, amellerinde ortadan kaldırmak demektir. 

 

İman kavramının tanımında “vazifeleri dışında” kısmını bir kez daha özellikle vurgulamak istiyoruz. Bu noktada yine simetrinin bir parçası olan bu parantezi açmak ve vazifeler kavramıyla ne kastedildiğini örneklendirmek gerekiyor. Evvela ben bu bedenin sahibiyim ve bu bedeni beslemek ve hayatta tutmakla mükellefim. Hemen arkasından kendi ailemi, yakınlarımı, sorumluluğu benim üzerimde olanları korumak ve beslemekle mükellefim. Bir kaynak azlığı durumunda, bu sorumluluğu üzerimde olanları bir parça öne almam beklenir. Simetrinin bir parçası derken kastedilen budur. Herkesin de böyle yapması beklenir. Eğer bu temel sorumluluğu kabul etmez; herkes mutlak diğerkâm olacak ve herkes mutlak isar hasletine sahip olacak dersek, iktisat veya fizik tabirleriyle o denklem çözümsüz kalır. Sonuç da çok verimsiz bir yere varır. 

 

Sahabe sözü olup Efendimiz (sav) tasdik ettiği için bir manada hadis sayılan, “Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin üzerinde hakkı vardır. Ailenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.” (4) sözü de aslında bu simetri içinde davranılmasını tavsiye ediyor ve bu tavsiyeye uymak da hayatın akışının verimli olmasını sağlar.
 

Konuyu daha fazla dağıtmadan sorudaki yörüngeye sokacak olursak; eğer kendimizi başkalarından farklı görmüyor, insanlardan bir insan olduğumuzu içselleştiriyor, kendimiz için istediğimizi başkaları için de istiyorsak zaten kendiliğinden düşmanlığımızda ileri gidemeyiz. Bazen öyle durumlar olur ki; “Şu insanın şu hatası var, Allah onu kahretsin.” gibi bir cümle insanın dilinin ucuna geliverir. Sonra düşünse fark eder ki, bedduası direkt kabul edilecek olsa bu, o insanı silah çekip vurmakla neredeyse aynı şey. Beddua edilen insanın hatası böyle bir cezayı hak ediyor mu, beddua edenin kendisi böyle bir hata yapsa bu ceza ile muhatap olmak ister mi? Bu soruların cevabının hayır olduğunu düşününce beddua eden anlar ki, Allah o hatanın hesabını sorduğu gibi kendisinin bu ölçüsüz cevabının da hesabını soracaktır.

 

Derken, birine kızdığı zaman dahi, ona ceza verme, arkasından konuşma, hatta bırakın bunları, içinden onun aleyhinde hüküm vermeyi bile pek gerçekleştiremez olur insan. Eğer o da sizseniz, siz de oysanız, meseleyi simetrik görüyorsanız, bu böyledir. Böyle olmalıdır. Soruya asıl cevap da budur.
 

Düz bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde; hedefler, beklentiler, işler uyumlu giderken insanlar arasında zaten bir sorun yoktur. Ne zaman ki, bir menfaat çatışması, bir yanlış anlama, birinin acelesi varken diğerinin engel olması durumları oluşur, o zaman iki insan arasında sürtüşme çıkar, problem oluşur. Bu iki eş arasında olur, aile içinde olur, çalışan-patron arasında olur, trafikte olur, herhangi bir maddi rekabette olur, spor müsabakasında olur. İki insan, iki grup arasında çıkacak böyle bir sürtüşmeyi ele alın. Bu durumlarda, eğer taraflardan birisi Allah’a, ahiret gününe inanıyorsa, gıybeti ve haramı kabul ediyorsa, yaptıklarından sorumlu olduğuna dair az çok bir fikri varsa, ölçülü hareket etmesi gerektiğini biliyorsa zaten düşmanlıkta ileri gidemez. Kinini, intikamını uzun süre devam ettiremez. Ancak en lüzumlu meselelerde sürdürebilir ki, bu da ancak bir mazlumun hakkını alma gibi durumlardır.

 

“Düşmanlıkta ileri gitme” söz olarak belki basit bir nokta gibi görünür ama hayata ve insanın hayat içindeki konumuna dair çok asli bir unsurdur. Ehemmiyetini de yukarıdaki örnekleri çeşitlendirerek tam anlamıyla kavrayabilirsiniz.

 

Allah-u Teala’dan duygu, düşünce ve davranışlarımızı güzellikle ıslah etmesini, başkalarıyla aramızda vazifelerimiz dışında bir fark olmadığını anlama seviyesine ulaştıracak bir imana eriştirmesini niyaz ederiz.

 


1 )Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.” (Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108. Ayrıca bk. Buhârî, Şehâdât 28, Vesâyâ 8, Mezâlim 17, Cizye 17,  Edeb 69; Tirmizî, Îmân 14)

2 )Sözler, Otuzuncu Söz, Said Nursi 

3 ) “Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkasına yapma.” (Konfüçyus, Konuşmalar, MEB Yayınları, s.67 )

"Diğer insanların size yapmalarını istediğiniz şeyi, siz de aynıyla onlara yapın" (Nasıralı İsa, Matta, 7:12)

4 )Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin üzerinde hakkı vardır. Âilenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.” Buhari, Savm, 51.