Kafirler cehennemde sonsuza kadar mı kalacaklardır?
Soru: Kafirler cehennemde sonsuza kadar mı kalacaklardır?
Cevap:
Geleneksel Görüşler
İslami ilimler geleneğinde cehennemin ebedî olup olmadığı konusunda farklı görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşler genel olarak dört ana başlıkta toplanabilir.
Birincisi: Cehennem ebedidir ve cehenneme girenler oradan asla çıkamayacaklar, orada sonsuza kadar azap çekeceklerdir. Birinci görüşü genellikle Hariciler ve Mutezile ekolü benimsemiştir. Şia fırkasından da bazıları birinci görüştedir.
İkincisi: Cehennem ebedidir ve cehennemlikler de sonsuza kadar orada kalacaklardır. Ancak bir süre can yakıcı bir azap gördükten sonra azaba karşı bir bağışıklık geliştirecekler, dolayısıyla azaptan ıstırap duymayacaklardır. Bu görüşün İslam tarihindeki temsilcisi Muhyiddin Arabî (ra) olarak görülmüştür. İbn-i Arabi’ye göre Allah Teala’nın rahmet ve merhametinin sonsuzluğu, ayrıca bazı ayetlerin işaretleri cehennem azabının kesintisiz bir şekilde devam etmeyeceğini, araya bazı dinlenme dönemlerinin gireceğini, sonunda da cehennemliklerin cehennemde kalmaya devam etmekle birlikte bir cins rahata kavuşacaklarını göstermektedir.
Üçüncüsü: Günahkâr müminler bir süre azap çekecekler ve cennete geçecekler, kafirlerin azabı ise daha uzun süre devam edecektir. Ancak sonunda kafirlerin azabı da bir gün sona erecektir.
Dördüncüsü: Cehennem ebedîdir. Günahkâr müminler günahları kadar orada cezalandırılacaklardır. Kafirler ise orada sonsuza kadar kalacaklar, azapları da sonsuza kadar devam edecektir.
Üçüncü ve dördüncü görüş ehl-i sünnetin genel görüşü olup aralarında tartışma konusu olmuştur. Yani ehl-i sünnet alimlerinin asıl tartıştığı konu cehennemin ebedî olması değil cehennemliklerin cehennem azabını ebediyen aynı ölçüde çekip çekmeyecekleri konusudur.
Ebed ve Huld Kelimeleri
Ebed kelimesi sözlüklerde sonsuz bir zaman dilimini ifade ederken Huld kelimesi de hesaplanamayacak kadar uzun bir zaman dilimini ifade etmektedir. Kur’an’da bazı ayetlerde cennet ve cehennemdeki zaman dilimini tanımlamak için bu kelimeler kullanılmıştır. Bu nedenle cennet ve cehennemin ebediyeti haktır.
Ancak bu ebediyetin bir zaman dilimi olarak düşünüldüğünde mahiyeti bizim için belirsizdir. Özellikle bu kelimelerin günlük hayatta kullandığımız “sonsuz” kavramıyla karşılanması bir dizi yanlış anlaşılmaları da beraberinde getirecektir.
Sonsuz kelimesi öncelikle matematiksel bir kavramdır. Ancak matematiksel olarak sonsuz kelimesi bir sayı değildir, bir sıfattır. Sonsuz, herhangi bir sayı kümesinin elemanı değildir. O, sadece belirli bir matematiksel durumu ifade etmek için kullanılan bir sıfat terimidir.
İnsanlar günlük dilde ve düşüncede sonsuz denilince bitmeyen, sürekli devam eden ve ileriye doğru devam eden bir zaman akışını anlamaya eğilimlidir. Ancak Kur’an’daki özellikle “huld” kelimesinin karşılığı olarak kullanılan “sonsuz-sonsuzluk” gibi kavramlar somut bir tarifi olmayan soyut kavramlardır.
Örneğin Fussilet suresindeki bir ayette “Żâlike cezâu a’dâ-i(A)llâhi-nnâr(u)(s) lehum fîhâ dâru-lḢULD…Cezâen bimâ kânû bi-âyâtinâ yechadûn” buyrulur. Meallerde bu ayet genellikle “İşte bu, Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Ayetlerimizi inkar etmeleri nedeniyle orada onlara ceza olarak ebedî kalacakları bir yurt (cehennem) vardır.”1 şeklinde çevrilir. Dolayısıyla "huld" kelimesi "ebedî" olarak çevrilmiş, ebedî kelimesi de zihinlerde “sonsuza kadar hiç bozulmadan, aynı şekilde devam eden” şeklinde anlaşılmaktadır.
Bu noktada ahiretle ilgili hiçbir şeyin bu dünyadaki ölçülerle tam olarak anlaşılamayacağı ilkesini unutmamak gerekir. Her ne kadar bazı ayet ve hadislerde gerek cennet gerekse cehennem tasvirlerinde dünyadaki nimetlerden örnekler getirilerek bazı tablolar sunulmuş ise de ahirette zaman, mekan, mesafe, hız, enerji, madde gibi temel mekanizmaların işleyişinin bu dünyadaki ölçülerle bilinip anlaşılamayacağı açıktır. Nitekim bir kudsi hadiste “Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın hatır ve hayal edemediği nimetler hazırladım.”2 buyurulması bu hakikate işaret etmektedir. Bir ayet-i kerimede de “Amellerinin karşılığı olarak onlar için ne saadetler saklandığını hiç kimse bilemez.”3 buyrulmaktadır ki ahirete ait bir alem olan cennet nimetlerinin bu dünya ölçekleriyle bilinip değerlendirilmesinin imkansızlığına işaret edilmektedir.
Dolayısıyla cennet ve cehennem için “sonsuz-sonsuzluk” gibi kavramları “sonsuza kadar” şeklindeki bir kullanımla ele almak her zaman doğru olmayabilir. Çünkü “sonsuza kadar” ibaresindeki “kadar” kelimesi bir sınırı ifade etmesinin yanında “sonsuz” kelimesi de hesaplanabilir bir zaman dilimine karşılık gelmemektedir. Dolayısıyla cehennem azabını tadacak kimseler için “Sonsuza kadar cehennemde kalacaklar.” şeklindeki ifadeleri bu dünyadaki sonsuzluk algımızla anlayıp tarif etmemiz ve öyle açıklamamız pek olası değildir.
İnsanların cennet ve cehennemi düşünürken bu dünyadaki zaman kavramını esas almaları yanlıştır. Bu dünyada insanlar doğar, büyür, ortalama 70-80 yaşlarında da ölür giderler. Bu haliyle örneğin “sonsuza kadar yaşamak” deyince 1 milyon, 1 milyar, 1 trilyon veya sonu hiç gelmeyecek şekilde yaşamak gibi bir algı oluşabilir. Ancak bu algı da bu dünya ölçeğine göre şekillenmiş bir algıdır. Ahiret için “uzun süre”, “sonsuza kadar” gibi zaman dilimlerinin ne anlama geldiğini, zamanın o alemdeki işleyişini bilmediğimiz ve bilemeyeceğimiz için anlamamız mümkün değildir.
Bazı İslam alimleri kendi mizaçlarının, ayrıca dönemlerindeki bazı fikir ve bakış açılarının da etkisiyle Allah Teala’nın sıfatlarında, Onun icraat-ı Sübhaniyesinin yorumlanmasında bazı hatalara düşmüşlerdir. Örneğin sahabe döneminde “Kafirler neden sonsuz seneler boyunca cehennemde kalsın ki? Bu Allah’ın adaletine ve rahmetine sığar mı?” gibi sorular yoktur. Sonraki dönemlerde ise bu gibi sorular kitaplara girmiştir. Farklı kültürlerin ve düşünce sistemlerinin de etkisiyle “Allah’ın merhameti kullarının hiç bitmeyecek bir zaman boyunca sürekli azap çekmesine izin verir mi?” sorusuna bazı alimler “Hayır!” diyebilmişlerdir.
Bazı alimler bu cevabı kalp inceliklerinden dolayı vermiş olabilirler. Bazı alimler de “Allah vaadinden dönmez ancak vaidinden (azap etme sözünden) dönebilir.” demişlerdir. Bu düşünceye göre sonsuza kadar cehennemde yakma tehdidi de bir vaiddir ve Allah vaidinden dönebilir.
Bu düşüncelere bu manasıyla katılmak mümkün değildir. Allah Teala’nın kullarından dilediğini affetmesi başka bir konudur.
Kalp inceliği nedeniyle Allah Teala’nın sonsuz rahmet ve merhametine ebedî cehennem azabını yakıştıramayan alimlerin görüşlerine katılmak da mümkün değildir, çünkü bir Padişah veya bir hukuk sistemi için bazı suçları veya suçluları affetmenin problem doğuracağı durumlar da söz konusudur.
Sonuç olarak, Kur’an’da kafirlerin veya inkarında diretenlerin cehennemde ebedî olarak kalacakları belirtilmektedir. Bu açıktır. Bu konuda Ebed kelimesinin yanında Huld kelimesi de kullanılmıştır. Her iki kelime de çok uzun, sonu veya genişliği, boyutları bilinemeyen zaman demektir. Ancak ahiret alemi bu dünya gibi olmadığı için bu kelimelerin ifade ettiği zaman dilimlerini somut olarak tanımlamamız, açıklamamız mümkün değildir. Ayetlere iman ederiz. Elbette bir sonsuzluk olacaktır ancak bunun bizim ölçebildiğimiz, dünya ölçeğiyle algılayıp anlayabildiğimiz şekillerde olacağını da söyleyemeyiz.
Kafir Kim?
Bu noktada şu iki soru da önem kazanmaktadır: Kendisine Müslüman denilmeyen herkes kafir midir? Kendisine Müslüman demeyen herkes cehenneme mi gidecektir?
Kur’an’da “kafir” ve “küfür” ibareleri yer almaktadır. Kafir kelimesi nankör, gerçeği gizleyen ve görmezden gelen anlamlarına da gelmektedir ancak Kur’an’da ebediyen cehennemde kalacakları bildirilen bir zümre olarak da “kafir” kelimesi geçmektedir.
Ancak bu geniş ibarenin spesifik olarak kimleri içerdiği insanların düşüncesidir. Yani o kavramın içeriğini insanlar veya Müslümanlar kendi düşünceleriyle doldurmuşlardır.
İnsanlar arasında (ki bu insanlar ister alim ister cahil olsun) “Kendisine Müslüman diyen herkes Müslümandır ve bunlar ebediyen cennette kalacaklardır. Bunların dışındaki herkes kafirdir ve bunlar da ebediyen cehennemde kalacaklardır.” şeklinde yaygın bir anlayış vardır. Ancak bu tanım ve tarif insanların kendi tanım ve tarifleridir. Bu açıklamaların Kur’an ve hadislere yüzde yüz uygun olduğu da yüzde yüz ters olduğu da söylenemez.
Diğer yandan Kur’an’da kafir kelimesinin açık ve net bir bir biçimde tanımlandığını, açıklandığını da söyleyemeyiz. Bu tarif insanların Kur'an'ın bazı ayetlerinden çıkardıkları, kendi bakış açılarıyla ortaya koydukları bir sonuç ve hükümdür.
Sorunun bu kısmına şu ayetle karşılık vermek mümkündür: “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür.”4
İnsanları Sınıflandırmak
İnsanları “Müslüman” ve “Kafir” olarak sınıflandırmak açısından “Ben Müslümanım diyenler Müslümandır.” demenin dünyevi hukukun uygulanması açısından bir anlamı olabilir. “Ben Müslümanım demeyenler kafirdir.” demenin de aynı şekilde dünyevi hukuk açısından bir anlamı olabilir. Ancak ahirette Allah Teala’nın kullarına muamelesi bağlamında “Allah falanca kişilere kafir filanca kişilere Müslüman muamelesi yapacaktır.” şeklindeki kesin ve net söylemlerin anlamlı olduğunu söyleyemeyiz.
Örneğin “Kim La İlahe İllallah derse cennete girecektir.”5 hadisini ele alalım.
Bu hadisi literal manasıyla ve mutlak olarak aldığımız zaman her durumda ve şartta kendisine “Ben Müslümanım” diyen, kimliğinde dini İslam yazan herkese cennete girecek dediğimiz vakit İslam’ın özündeki o “kendi üzerinde çalışma”, “daha iyi bir insan olmak için mücadele etme”, “iman etme, imanını derinleştirme, salih ameller işleme” gibi meselelere yönelik temayüller azalacaktır. Kendisini eninde sonunda cennetlik gören bir insan kendi üzerinde çalışma ihtiyacı da hissetmeyecektir.
Örneğin bir üniversite hocasının “Ben tüm derslere girdim diyen bu dersten geçer.” dediğini düşünelim. Burada hocanın öğrencilerden “Ben tüm derslere girdim.” şeklinde bir söz söylemelerini istemediği, ancak tüm derslere katılmayı ve dersi dinlemeyi, gerekirse ders içinde soru sormayı, dersi anlamış olmayı, dersi takip etmeyi, dersin gereklerini yerine getirmeyi kast ettiği açıktır. Bu noktada "Kim La ilahe İllallah derse kurtulur" hadisini de lafzen anlamak çok mantıklı olmayabilir. Dolayısıyla “La İlahe İllallah” sözlerini sadece literal olarak söyleyen bir insanın dünyevi hukuk açısından Müslüman veya mümin muamelesi görmesi gerektiğini söyleyebilsek de ahiret açısından ve Allah Teala’nın değerlendireceği hüküm bakımından o kişinin kalp halini Allah’ın daha iyi bileceğini belirtmek zorundayızdır.
1 ) Fussilet, 28
2 ) Buhari, Tefsir, 1; Tevhid, 35; Müslim, Cennet, 2-5
3 ) Secde, 17
4 ) Zilza, 7-8
5 ) Müslim, İman, 53