14 dk.
19 Mart 2025
Cevşen-i Kebîr: Bin Bir Esma ile Bir Dua | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Cevşen-i Kebîr: Bin Bir Esma ile Bir Dua | Tek Parça

Soru: Cevşen duasının okunması gerektiğine dair çok fazla teşvikle karşılaşıyorum. Bununla birlikte bazı kesimlerse Cevşen'e karşı mesafeli duruyor. Bu işin aslı nedir, Cevşen okunması gereken bir dua mıdır? Ona karşı çıkanların gerekçeleri nedir, bu duanın kaynağı sahih değil midir?
 

Cevap: Bir dua düşünün ki, Allah Azze ve Celle'yi bin bir isim ve sıfatıyla en güzel şekilde tanıtsın; bir yönüyle Kur'an'dan derlenmiş, muhteşem bir yakarış olsun.

 

Bir dua düşünün ki anlamına vakıf olarak, biraz tefekkür ile okunduğunda Allah Teâlâ'yı tanımanın gerçek mahiyetini idrak etmeye vesile olsun. O tanımanın getirdiği nurlar, bereketler ve hayırlar bir ömür boyu ruhumuzda yankılansın.

 

Bir dua düşünün ki her okunduğunda, her üzerinde tefekkür edildiğinde bizlere öyle bir bakış açısı sunsun ki, dünyaya ve olaylara bu nazarla baktığımızda hakikatin derinliklerine erişebilelim.

 

Böyle bir dua ve yakarış gerçekten var mıdır?
 

Evet, vardır. Bu yakarış muhtemelen pek çoğumuzun kitaplıklarında köşede duran küçük bir kitapçık olarak beklemektedir. Kimi zaman telefonlarımızda, bilgisayarlarımızda bir uygulama olarak bulunur. Kimilerimiz onu sadece bir muska gibi üzerimizde taşır, kimilerimiz ise zaman zaman toplu okumalarda denk geldiğimizde payımıza düşen bölümlerle yetiniriz. En çok da kandil gecelerinde ve Ramazan'da hatırlayıp okuruz. Ancak pek azımız, bu duayı ciddiyetle ele alıp manasını düşünerek, hissederek okumaya özen gösteririz.
 

Bu duanın adı Cevşen-i Kebîr... Yani, Büyük Cevşen.
 

"Cevşen" kelimesi, sözlük anlamı olarak "zırh" ya da "savaş elbisesi" demektir. Şii kaynaklarda yer alan bir rivayete göre Cevşen, Asr-ı Saadet döneminde yaşanan bir savaş sırasında; Hz. Cebrail (as) aracılığıyla Allah tarafından Peygamber Efendimiz'e (sas) ve ümmetine bir hediye olarak gönderilmiştir.
 

Bu kutlu hediye Efendimiz (sas) tarafından Hz. Ali'ye, oradan Hz. Hüseyin'e ve neseben ondan sonra gelen İmam Zeynelabidin, İmam Muhammed Bâkır, İmam Cafer-i Sadık ve İmam Musa Kâzım (Allah hepsinden razı olsun) aracılığıyla bizlere kadar ulaşmıştır.

Cevşen ve Tarihi Kaynağı
 

Cevşen’in hadis kitaplarındaki yeri ve senedi hakkındaki tartışmalara derinlemesine girmeyeceğiz. Ancak şu kadarını söylemek gerekir ki, Cevşen’le ilgili rivayetlerin daha çok Şii kaynaklarda yer alması maalesef Ehl-i Sünnet dünyasının bu büyük duaya mesafeli durmasına neden olmuştur.

 

Şii-Sünni ayrılığının her iki kesim için de ciddi kayıplara yol açtığı bilinen bir gerçektir ancak pek az dile getirilir. Nitekim sahih hadislerin bazıları zaman zaman Şiiler veya Sünniler tarafından kabul görmemiş ve böylece her iki kesim de Kur’an ve sünnetin bazı hakikatlerinden mahrum kalmıştır. Cevşen de Sünni dünyası için bu mahrumiyetlerden yalnızca biridir.

 

Cevşen’in Sünni kaynaklarda yer almaması onun değerini elbette düşürmez. Hatta denilebilir ki Cevşen Şii imamlar tarafından nakledilmemiş olsaydı, Sünni dünyasında büyük bir kabul görecek ve dualar arasında çok önemli bir konumda yer alacaktı. Ancak isnat açısından yaşadığı teknik bir talihsizlik nedeniyle, pek çok insan Cevşen gibi bereketli ve manevi derinliği olan bir duadan uzak kalmıştır. Geçmişte aşılamayan önyargılar ve tarih boyunca biriken kaygılar maalesef bugün de devam etmektedir.

 

Yine de Cenab-ı Hakk’a sonsuz şükürler olsun ki İmam Gazali, Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi ve Bediüzzaman gibi Sünni dünyasının önemli isimleri Cevşen’e dair bu önyargılara takılmamış, hadis usulündeki teknik meseleleri bir hakikat sorunu olarak görmemiş; duanın derinliğini ve muhtevasındaki manevi hazineleri fark etmişlerdir. Sonrasında da bu kıymetli duayı bizlerin istifadesine sunmuşlardır. Allah onlardan razı olsun.

Cevşen’in Sünni hadis kaynaklarında veya sahih bir hadis kitabında yer almaması Sünnilerin onu reddetmesini gerektirmez. Çünkü Cevşen dinin temel hükümlerini belirleyen bir metin değildir; bir dua ve münacaattır. Dolayısıyla Cevşen hakkındaki rivayetlerin sahih olup olmaması onun değerini etkilemez. Bu hadisler sahih de olsa zayıf da olsa hatta uydurma bile olsa, Cevşen’in kıymeti isnad zincirinden bağımsız olarak içeriğinin Kur’an ve sünnete tam uygunluğu ile değerlendirilmelidir.

 

Çünkü hüküm bildiren bir bilginin kaynağı mutlaka bilinmeli ve güvenilir olmalıdır. Örneğin bir amelin farz, sünnet veya haram olup olmadığı yalnızca ayetler ve sahih hadislerle belirlenebilir. Ancak bir amelin müstehap olduğuna hükmetmek için ayet ve hadis şart değildir; hükmün muteber bir alimden sahih olarak nakledilmesi yeterlidir.

 

Dua ise bir hitaptır, bir niyazdır. Onu diğer yazılı veya sözlü metinlerden ayıran Allah Teâlâ’ya yönelik olmasıdır. Bu nedenle, okuduğumuz her şiir veya yazının Peygamber Efendimiz’e (sas) dayanması gerekmiyorsa ve içeriğinin dinin ruhuna uygun olması yeterliyse, aynı ölçüt dualar için de geçerlidir. Önemli olan duanın içeriğinin dinin esaslarına aykırı olmamasıdır.

 

İmam-ı Azam’ın (ra) Kaside-i Numaniye’si, İmam Bûsiri’nin Kaside-i Bürde’si, İmam Gazali’nin (ra) Hizbü’l Masun ve Cünnetü’l Esmâ duaları, İmam Şazili’nin (ra) Hizbü’n Nasr’ı, Mevlana’nın Vird-i Kebir’i, Bediüzzaman’ın Hüve’l-Bâkî kasidesi gibi eserler, kendi çerçevesinde kıymetlidir ve istifadeye açıktır. Ancak bunların hiçbiri ayet veya hadis değildir ve böyle olmak zorunda da değillerdir.

 

Cevşen de en az Hizbü’l Masun, Vird-i Kebir veya Evrad-ı Kudsiye kadar değerlidir. 

Cevşen’in İçeriği Üzerine

 

Cevşen’in içeriğine yakından bakıldığında, Kur’an ve sünnete aykırı en ufak bir ifadenin dahi bulunmadığı açıkça görülür. Aksine Cevşen’in her satırında ya doğrudan ya da dolaylı olarak Kur’an ve hadislere yapılmış bir atıf bulmak mümkündür. Bu nedenle Bediüzzaman Said Nursî, Cevşen için “Bin bir ilahî isme açıkça ve işaret yoluyla bakan, bir yönüyle Kur’an’dan süzülen harika bir münacat ve Kur’an’ın bir çeşit özeti” ifadesini kullanmıştır. Bu değerlendirme rastgele söylenmiş bir söz değil derin bir tespit niteliğindedir.

 

Bu bağlamda şu düşünceyi ele alabiliriz: Eğer Kur’an’da Allah Teâlâ’nın zatı, sıfatları, isimleri ve icraatlarına dair tüm ayetleri ve yine O’nu anlatan hadisleri bir araya getirerek kapsamlı bir veri havuzu oluştursak, ardından bu metinleri titizlikle derleyip bir münacat şekline büründürmek istesek ve bu süreçte âlimlerin, ariflerin, mutasavvıfların, evliya ve asfiyanın ilminden ve manevi birikiminden faydalansak; hatta bu hayırlı çalışmaya ilahî bir inayet de eşlik etse, ortaya ancak Cevşen gibi bir dua çıkabilirdi. 

 

Bu konuda daha detaylı bir çalışma yapmak isteyenler, Abdülaziz Hatip’in Cevşen Şerhi isimli eserine başvurabilirler.

Cevşen’in Fazileti Üzerine Rivayetler
 

Cevşen’in faziletiyle ilgili rivayetler hadis metodolojisi açısından ve tarihi olarak değerlendirildiğinde belirli açılardan tartışmalı durumlar ortaya çıkabilmektedir. Öncelikle, Cevşen’in bir dua metni olduğu unutulmamalıdır. Anlamı üzerinde tefekkür edilerek okunduğunda, bireyi marifetullah sahasında derin bir düşünce sürecine sevk eden ve Allah’a olan manevi yakınlığı hissettiren müstesna bir münacat olduğu açıktır. Bu bağlamda, onun asli kıymeti, ihtiva ettiği anlam ve içerikle doğrudan ilişkilidir.

 

Ancak, “Cevşen’i okuyan dört kutsal kitabı okumuş gibi olur, cehennem azabına uğramaz, üzerinde Cevşen yazılı kefenle defnedilen kişi kabir azabı görmez, evinde okuyan kimsenin evi yanmaz ve hırsızlığa uğramaz.” gibi iddialar, hem Ehl-i Sünnet hem de Şia ekollerinin akl-ı selim âlimleri tarafından büyük ölçüde kabul görmemiştir. Bu tür anlatımların Cevşen’e yönelik ilgiyi artırmak amacıyla, abartıya eğilimli bazı çevreler tarafından ortaya atıldığı düşünülmektedir.

 

Öte yandan söz konusu rivayetlerin zayıf veya uydurma nitelikte olması, Cevşen’in manevi etkisini ve koruyucu vasfını bütünüyle reddetmeyi gerektirmez. Dua insanın Allah ile kurduğu özel bir bağdır ve duaların kabulü, ilahi hikmet çerçevesinde farklı şekillerde tecelli edebilir. Bu bağlamda, çok kıymetli bir içeriği olan Cevşen’in de diğer sahih dualar gibi manevi bir sığınak ve kalbî bir huzur vesilesi olabileceği söylenebilir.

 

Sonuç olarak Cevşen’in isnad zincirine dair teknik tartışmalar veya fazileti hakkındaki mübalağalı anlatımlar, onun içerik açısından değerini ve mükemmel bir münacat olma niteliğini gölgelememektedir. Bu sebeple tarihsel arka planı ve hadis metodolojisi açısından eleştirel bir perspektifle yaklaşmak gerekse de, Cevşen’in ihtiva ettiği yüksek mana ve dini değer göz ardı edilmemelidir.

Cevşen'in Üslubu
 

Bir metnin üslubunu analiz etmek, onun anlatım tarzını, biçimini ve içeriğini anlamada önemli bir yöntemdir. Üslup analizi, edebi ve bilimsel metinlerde yazarın kimliğini, düşünce yapısını ve anlatım biçimini ortaya koymaya yardımcı olur. Bu alanda uzmanlaşmış bir kişi herhangi bir metni incelediğinde o metnin yazarını yalnızca üslubundan hareketle belirleyebilir. Üstelik bu yetkinlik yalnızca dilbilimcilerle sınırlı değildir; nitelikli bir edebiyat okuru Tolstoy ile Dostoyevski’nin üsluplarını kolaylıkla ayırt edebilir, derinlemesine felsefe eğitimi almış bir birey ise Kant ile Hegel’in metinleri arasındaki farkları rahatlıkla bulabilir.

Benzer şekilde, Kur’an ve hadislerle yoğun bir şekilde meşgul olmuş ve dil-edebiyat alanında bilgi sahibi olan bir kişi, Hz. Peygamber’in (sas) beyanlarını diğer metinlerden ayırabilir ve bir hadisi, yalnızca üslubuna bakarak değerlendirme yetisine sahip olabilir.

Bu perspektiften hareketle Cevşen’in üslubu incelendiğinde, onun sıradan bir kişi tarafından derlenmiş basit bir dua olmadığı açıkça görülmektedir. Kur’an ve hadisler üzerinde derinlemesine çalışma yapmış, dua literatürüne vakıf ve manevi metinlere aşina olan bir kişi, Cevşen’in bir peygamber münacatı olabileceği kanaatine varacaktır. Hz. Peygamber’in (sas) sözleri diğer insanların sözlerinden nasıl farklı ve üstünse, onun duaları da alimlerin veya velilerin münacatlarından daha derin ve daha kapsamlı bir niteliğe sahiptir.

 

Dolayısıyla Cevşen’in isnad zinciri üzerindeki tartışmaları bir kenara bırakarak onun mahiyeti üzerinde durmak daha isabetli olacaktır. Bu münacat rivayet zincirinin ne ölçüde sahih olduğu tartışmalarından bağımsız olarak; içeriği ve üslubuyla büyük bir kıymet taşımaktadır. Böyle bir metinle karşılaşan her birey, onu değerli bir miras olarak görmeli ve ondan istifade edebilmek için gerekli yolları aramalıdır.

Cevşen'i Üzerinde Taşımak
 

Cevşen’in okunması ile fiziksel olarak insanın üzerinde taşınması birbirinden farklı olgulardır. Bu nedenle yaygın bir uygulama olan Cevşen’i özel muhafazalar içinde taşımak konusunda bazı hususları değerlendirmek gerekmektedir.

 

Öncelikle Cevşen’in bir muska olmadığı vurgulanmalıdır. Cevşen’in temel mahiyeti, Allah Teâlâ’yı bin bir ismiyle zikreden bir münacat ve dua olmasıdır. Bu derin anlam ve içeriğe sahip duayı, içerisinde ne yazıldığını bilmeden yalnızca tılsımlı bir nesne gibi görmek ve kapağını dahi açmadan taşımak, onun asli fonksiyonuna uygun bir yaklaşım değildir. Zira Cevşen, esas itibarıyla insanı Marifetullah’a ulaştıran bir vasıta olup bilinçli bir şekilde okunması, tefekkür edilmesi ve anlaşılması gereken bir metindir.

 

Ancak bu durum Cevşen’in zararlardan ve musibetlerden korunma açısından hiçbir etkisinin olmayacağı anlamına gelmez. Yeter ki Cevşen salt bir muska gibi görülerek okunmadan ve içeriği bilinmeden taşınmasın. Onun koruyucu etkisinden bahsedilebilmesi için, en azından belli bölümlerinin okunması ve anlamlandırılması önem arz etmektedir.

 

Bununla birlikte içerisinde şirk unsuru taşımayan, Kur’an ayetlerinden veya sahih hadislerden oluşan rukyelerin bireyler tarafından taşınmasında, evlerde yahut araçlarda bulundurulmasında dini açıdan herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. Cevşen de içeriği itibarıyla büyük ölçüde ayet ve hadislerden süzülmüş bir münacat olduğundan, onu musibetlerden korunma niyetiyle taşımak da dinen sakıncalı görülmemektedir.

 

Bu noktada şu husus gözden kaçırılmamalıdır: Bireylerin alışkanlıkları ibadet anlayışlarını da etkileyebilir. İnsanlar belirli bir fiili yerine getirdiklerinde, benzer bir fiili yapmaya ihtiyaç duymayabilirler. Örneğin çok kitap okuyan bir birey, üniversite sınavına hazırlanırken paragraf sorularına yoğun bir çalışma yapma gereği hissetmeyebilir. Benzer şekilde Cevşen’i üzerinde taşıyan bir kişi, zaten bu fiili gerçekleştirdiği düşüncesiyle onu okumaya yeterince vakit ayırmayabilir. Oysa Cevşen’i üzerinde taşımak, onu okumak ve anlamakla eşdeğer değildir. Asıl amaç Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatlarını daha iyi tanımak ve bu bilinçle O’na yönelmektir. İşin bu kısmı ihmal edilmedikçe Cevşen’i üzerimizde taşımanın bir sakıncası yoktur.
 

Dolayısıyla Cevşen’i yalnızca fiziksel bir nesne olarak taşımak yeterli bir uygulama değildir. Bu kıymetli münacatın ruhunu kavrayabilmek için en azından bazı bölümlerinin düzenli olarak okunması, anlamının idrak edilmesi ve hissedilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde Cevşen’in birey üzerindeki manevi etkisi daha güçlü bir şekilde hissedilebilecektir.

 

Hissederek Okumak ve Okudukça Hissetmek
 

Dua yalnızca kelimelerin tekrarıyla sınırlı bir eylem değildir. Duayı anlamlı ve etkili kılan en temel unsur içeriğinin idrak edilmesi ve okuyan kişinin samimi bir yönelişle, içten bir teveccühle onu dile getirmesidir. Bu bağlamda Cevşen’in tamamını okumak elbette ki kıymetli ve faydalıdır ancak bireyin belirli bölümleri kendisine vird edinmesi ve onların üzerinde derinleşmesi de oldukça anlamlı bir yöntem olabilir.

 

Örneğin Cevşen’in mealini baştan sona okuyarak içeriğini anlamak, toplamda yalnızca birkaç saatlik bir süreçtir. Bir kişi günde yarım saatini ayırarak bir hafta içerisinde Cevşen’in tamamını anlayarak okuyabilir. Bu süreç sonunda birey, Cevşen’de yer alan 100 bab (bölüm) arasından kendisine en yakın hissettiği, anlam dünyasında en fazla yankı uyandıran bölümleri belirleyebilir ve bu bölümlere daha fazla yoğunlaşabilir.

 

Özellikle insanın ruh hâli ve manevi ihtiyacı, belirli bölümlerin kendisinde daha derin bir etki bırakmasına neden olabilir. Örneğin yalnızlık, çaresizlik veya depresif bir ruh hâli içindeki bir birey Cevşen’in 11. babını okuduğunda şu ifadelerle karşılaşacaktır:

 

"Yâ mûnisî inde vahşetî" (Ey yalnızlığım anında dostum),
"Yâ sâhibî inde ğurbetî" (Ey gurbetimde yoldaşım),
"Yâ kâşife inde kurbetî" (Ey sıkıntılarımı gideren Rabbim).

 

Bu ifadeler, yalnızlık ve çaresizlik hisseden bir kişinin gönlünde huzur ve teselli kaynağı olabilir. Benzer şekilde içsel bir boşluk hisseden, desteğe ve güvene ihtiyaç duyan bir birey, 28. babı okuduğunda şu ifadelerle muhatap olur:

 

"Yâ imâde men lâ imâde leh" (Ey desteği olmayanların desteği),
"Yâ senede men lâ senede leh" (Ey dayanağı olmayanların dayanağı),
"Yâ ğıyâse men lâ ğıyâse leh" (Ey yardımcısı olmayanların yardımcısı),
"Yâ enîse men lâ enîse leh" (Ey dostu olmayanların dostu).

 

Bu ifadeler gerçek dayanağın yalnızca Allah olduğunun bilincine varılmasına vesile olabilir. Günahlarının ağırlığını hisseden, kıyamet gününde kusurlarının açığa çıkmasından endişe eden bir birey ise 22. babdaki şu ifadelerle derin bir manevi bağ kurabilir:

 

"Yâ men setera alel-kabîh" (Ey çirkin şeylerin üzerini örten),
"Yâ men lâ yehtikus-sitr" (Ey ayıpların üzerindeki perdeyi yırtmayan).

 

Bu ifadeleri vird edinen bir kişi, dua ve zikir aracılığıyla manevi dönüşüm yaşayabilir ve günahlarından arınma umuduyla Rabbi’ne yönelerek yeni bir bilinç inşa edebilir.

Kalbinin sık sık dünyevî meşgalelere dalmasından şikâyet eden bir birey, Cevşen’in 12. babındaki şu ifadeleri vird edinerek manevi diriliğini koruma adına önemli bir adım atabilir:

 

"Yâ mukallibel-kulûb" (Ey kalpleri evirip çeviren),
"Yâ müzeyyinel-kulûb" (Ey kalpleri süsleyen),
"Yâ münevvirel-kulûb" (Ey kalpleri nurlandıran),
"Yâ tabîbel-kulûb" (Ey kalplerin tabibi),
"Yâ habîbel-kulûb" (Ey kalplerin sevgilisi),
"Yâ enîsel-kulûb" (Ey kalplerin dostu).

 

Bu ifadeleri düzenli olarak tekrar eden bir kişi, zamanla kalbinin daha diri ve manevi açıdan daha şuurlu bir hâle gelmesini ümit edebilir.
 

Sonuç olarak Cevşen herkes için kendi mizacına ve manevi ihtiyaçlarına uygun anlamlar barındıran bir münacattır. Birey bu dua metnini yalnızca lafzen değil, aynı zamanda kendi hayatıyla bağ kurarak da okuduğunda çok daha derin manalara vakıf olabilir. Önemli olan Cevşen’in ihtiva ettiği ilahî hakikatleri bireysel yaşamla ilişkilendirerek içselleştirebilmektir.
 

Nitekim biyolojik olarak canlı fakat manevi anlamda ölü kalpler olduğu gibi; Allah’ı tanıyan, hatırlayan ve zikreden kalpler de vardır. Kalbimiz Allah ve Rasulü ile olan bağımız ölçüsünde gerçek bir canlılık kazanır ve ancak bu sayede hakiki huzura erişebilir.

 

Bu doğrultuda, marifetullah ışığını diri tutma adına Cevşen’den azami derecede istifade edebilme duası ve ümidiyle…