30 dk.
06 Ocak 2024
Çok farklı yönleriyle Salavat | Salat-ü Selam her durumda kabul edilen bir dua türü müdür? | Tek Parça-gorsel
Youtube Banner

Çok farklı yönleriyle Salavat | Salat-ü Selam her durumda kabul edilen bir dua türü müdür? | Tek Parça

Soru: Salat ü selam temelde bir dua olduğuna göre duanın kabulü açısından gerekli olan şartlar veya duanın kabulünün bağlı olduğu kanunlar açısından aynı şartlara veya kanunlara mı tabidir? Salat ü selamın her durumda kabul edilecek, yani kabul edilmesi kesin bir dua olduğu söyleniyor. Hatta bazı hadislerde “Bana salat ü selam okuyana Allah on misli rahmet eder, on misli salat eder.” manası da mevcut. Bu hadislere de bakarak salat ü selamın her halükârda mutlaka kabul edilecek özel bir dua türü olduğu söylenemez mi? Mesela normal duaların en azından bu dünyada kabul edilmeme ihtimali salat ü selam için geçerli değil midir? Yoksa duaların kabulü için gerekli teveccüh, his, haram lokma yememe, duaların kabulüne engel olan günahlardan uzak durma gibi şeylere bağlı değil midir?

 

Cevap: Allah Teala’nın Efendimiz’e (sas) salat edeceği Kur'an'da sabittir. Biz bu konuda dua etsek de etmesek de, “Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e salat et!” desek de demesek de Allah Teala Efendimiz’e (sas) salat edecektir. Ancak yine Allah Teala bizlerden Efendimiz’e salat etmemizi, yani Onun için dua etmemizi istemektedir. O halde “Allah’ım! Efendimiz’e salat et!” duası netice itibariyle bakıldığında mutlak kabul edilecek bir duadır.

 

Bu aynen bizim şu anda ellerimizi açıp “Allah’ım! Yarın da güneş doğsun!” diye dua etmemiz gibidir. Bu duayı ettikten sonraki gün kıyamet kopmayacaksa yarın güneş doğacaktır. Ancak güneşin doğması bizim duamıza bağlı değildir. Yani yarın güneşin doğacak olması bizim duamızla gerçekleşecek bir hadise olmayacaktır. Dolayısıyla akşam bu şekilde dua eden bir insan ertesi gün “Ben dün akşam dua ettiğim için bugün güneş doğdu.” dese abes bir söz söylemiş olacaktır.

 

Ancak hastası olan bir insan gündüz hastasını hastaneye götürebilmek amacıyla güneşin bir an evvel doğması için dua edebilir. Bu dua farklı olacaktır. Bu da güneşin doğma zamanını değiştirecek bir şey değildir ancak o insanın hisleri veya hastanın çektiği ıstıraplar açısından güneşin bir an önce doğmasını, sabahın bir an evvel gelmesini istemek demektir. Bunun da kendine göre bir anlamı ve mantığı vardır. Çünkü güneşin doğma saati değişmese bile o duadaki samimiyete ve teveccühe binaen hastanın ıstırapları hafifletilebilir, zaman o hasta için daha hızlı ve sıkıntısız geçebilir, dua eden de sevap kazanmış olur.

 

Benzer şekilde bir insan Efendimiz’e (sas) salat ü selam getirmekle Allah Teala’dan Efendimiz’e salat etmesini, yani Allah Teala’nın rahmetini Efendimiz üzerine sağanak sağanak yağdırmasını, Efendimiz’i (sas) makam-ı Mahmud’a, övülmüş yüce makama ulaştırmasını talep etmiş, bu manada Efendimiz’e dua etmiş olmaktadır. Ancak bu insan Allah Teala’nın Efendimiz’e salat etmesini kendi duasına bağlarsa, yani “Ben dua ettiğim için Allah Teala Efendimiz’e salat etmektedir.” derse aynen “Ben dua ettiğim için güneş doğdu.” diyen insan gibi abes bir söz söylemiş olacaktır. Çünkü yarın güneşin doğacak olmasının kesinliğinden daha fazla bir kesinlikle Allah Teala’nın Efendimiz’e salat edeceği kesindir.

 

O hâlde Allah Teala bizden Efendimiz’e salat etmemizi, salat ü selam getirmemizi, salavat okumamızı niçin istemektedir? Zaten gerçekleşeceği kesin olan bir şeyin gerçekleşmesi için dua etmenin ne anlamı vardır?

 

Çünkü Efendimiz’e (sas) salat ü selam getirmenin asıl faydası bizim içindir.
 

Şüphesiz ki Allah Teala Efendimiz’e ve bize en âzâm, maksimum derecede rahmetiyle tecelli buyuracaktır ve buyurmuştur.

 

Aynen namazın asıl faydasının bizim için olduğu gibi… Bazı yerlerde bazı insanların “Allah’ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki bu kadar ısrarla namaz kılmamızı istiyor?” şeklinde sorularını görürsünüz. Namaz, bizlerin kendi küçük ve sübjektif dünyalarımızda Allah Teala’nın varlığını ve birliğini, ilmini, iradesini ve kudretini, Onun uluhiyet ve rububiyetini ifade etmemiz anlamını taşımaktadır. Daha düz bakılırsa bizler namaz kılmakla Allah Teala’nın varlığını ve birliğini, Onun emir ve yasaklarını hatırlamış oluruz.

 

Diğer yandan biz insan olarak pek çok alışkanlığa sahibizdir. Bazen “Az yemek yemem lazım.” deriz ama yine çok yiyebiliriz. Bazen “Spor yapmam lazım.” deyip spor yapmayabiliyoruz. “Ders çalışmam lazım.” deyip ders çalışmayabiliyor, “Kitap okumam lazım.” deyip okumayabiliyoruz. Çünkü içimizde birden fazla “benlik” vardır ve bu benlikler birbirleriyle bir hakimiyet savaşı içindedirler. Bu bağlamda bizler namaz kılmakla, rüku ve secdeyle o benliklerimizin diğer parçalarına Allah’a iman etmeyi de öğretmiş oluyoruz. Dolayısıyla namaz, bizim belli bir eksende kalmamız için gerekli bir ibadettir.

 

Aynı şekilde salat ü selam getirmek de Efendimiz’i (sas) sevebilmemiz için gereklidir.

Bu noktada “İnsan önce sever sonra salat ü selam okur.” şeklinde bir soru akla gelebilir. Ancak bu konuda zaten pozitif bir döngü vardır. Yani kritik kütle gibi belli bir seviyeye ulaşınca o seviyeden sonra nükleer tepkinin kendinden devam etmesi gibi o seviyeye ulaşınca da artık Efendimiz’e (sas) karşı sevgi de bizleri yeniden ve yeniden salavata, salat ü selama teşvik eder. O salavatlar yeni muhabbet hislerine o hisler de yeniden salavata yönlendirir. Dahası bu noktada Allah Rasulüne (sas) duyulan muhabbet soyut ve mücerret bir muhabbet olarak kalmaz. Efendimiz’i (sas) daha iyi anlamak için Onunla ilgili okumalara, O’nu anlatmaya, Onun tebliğ ettiği hakikatlerle başkalarını da tanıştırmaya teşvik eder. O okumalar ve anlatmalar da bir bütün olarak hem Rasulullah sevgisini hem Ona salat ü selam getirmeyi hem Onun bize öğrettiği hakikatleri daha derinden duymaya ve istememize yol açar. Buna -tabiri caizse- pozitif bağımlılık diyebilirsiniz. Daha güzel bir ifadeyle doğurgan döngü de diyebilirsiniz.

 

Ne derseniz deyin, salavat getirme veya salat ü selam okuma tavsiyesi temelde bizim kendi kişisel dünyalarımızda Efendimiz’i (sas) sabitlemek içindir. Bu manasıyla meselenin bize bakan yönüyle bir dua olan salavatın makbul bir dua olması ve kabul edilmesi için diğer dualar gibi duanın kabulüne dair şartları vardır.

Bir Dua Olarak Salavat’ın Kabulü
 

Efendimiz’e (sas) salat ü selam okumanın bize bakan yönüyle makbul bir dua olması, her dua için geçerli kabul şartlarına bağlıdır.

 

Bu bağlamda dua ile ilgili olarak şu hususları hatırlamak faydalı olacaktır:

 

Dua arzu ve korkularımızı, elde etmek ve kaçınmak istediklerimizi Allah Teala’ya sözlü olarak arz etmemizdir. Bu arz etmenin sesli veya sessiz olması, yani dil ile ifade edilmesiyle içten ifade edilmesi arasında bir fark yoktur. Buradaki ayırıcı husus, istenilen veya kaçınılan hususun Allah’a arz edilmesi, Ona teveccüh edilmesidir. Dolayısıyla bir isteği bizzat şuurlu bir biçimde Allah’a yönelerek ve Allah’a hitap ederek istemedikçe dua etmiş olmayız. Allah şüphesiz ki kalplerde olanları da bilir ancak Allah’a yönelme yoksa kalpten geçenler dua olmuş olmaz.

 

Bu bağlamda bir talebin veya kaçınılan bir şeyin dua olmuş olması için; samimi teveccüh ve şuur olmazsa olmazdır. Samimi teveccüh; Allah Teala’ya kalben, gönülden, ihlaslı bir şekilde yönelmek demektir. Şuur ise hem dua edilen hususun farkında olunması yani ne istediğinin bilinmesi hem de istenilen makamın sonsuz ilim, sonsuz irade ve sonsuz kudretinin az da olsa farkında olunması, kendi acz ve fakrının da bilinmesi demektir.

 

Burada dikkat edilmesi gereken, ihlas, teveccüh ve şuurun mükemmel olması değil, az da olsa var olması yahut her dua edenin kendi gücü ölçüsünde var olması gerektiğidir.

 

Bu açıklamalardan sonra şunu söyleyebiliriz ki; bir insan herhangi bir işle meşgulken anlamını tam düşünmeden “Estağfirullah” dese, bu zikre devam etse bu tamamen faydasız olmaz. Kendisinin kusurlu bir kul, Allah’ın da affedici olduğu şuuru az da olsa o insanın bu zikirden faydalanması adına yeterli olur. Tam konsantre hâlinde bu zikrin faydası daha fazla olur. Anlamını zihnen düşünüp kalben hissedip okusa çok daha fazla istifade eder.

 

Aynı durum salavat için de geçerlidir. Bir insan başka işlerle meşgulken de hatta aklında başka hususlar varken de salat ü selam getirse bunun da faydasını görür. Ancak yine bir insan hakikaten gönlünde gerçek bir yönelmeyle Efendimiz’e (sas) sevgisini ve bağlılığını salavatla ifade etme adına salat ü selam getirmeye başlasa o çerçevede ciddi bir dua sevabı kazanmış olacaktır.

 

Biz bilsek ki dünyanın herhangi bir yerinde bu gece bazı zalimler bazı masumlara sabah güneş doğana kadar zulmedecek. Elimizden de somut hiçbir şey gelmiyor. Oturup “Allah’ım! Bu gece ne olur çabuk geçsin. O masumlar az zarar görsün!” diye dua etsek bu duamız güneşin doğuş saatini erkene aldırmayacaktır ancak o masumların karşılaşacağı 100 birimlik zulmü veya ıstırabı belki 50-60 birime düşürecek, zamanın insan üzerindeki izafi etkisini hafifletecek, belki o zalimlerden bir kısmına çeşitli engeller çıkaracak, bize de dua sevabı kazandıracaktır.

 

Aynı şekilde bir insan az bir şuur, ihlas ve az bir teveccühle de olsa salat ü selam getirse muhakkak faydasını görür ve sevabını kazanır. Şuur, ihlas ve teveccühünü artırma adına göstereceği her içsel gayret istifadesini ve sevabını artıracaktır.

 

Ancak yine bir insan anlamını hiç bilmeden, şuurunu hiç çalıştırmadan, içinde hiçbir teveccüh/yönelim hissetmeden sırf başkaları söylüyor diye ve genel bir alışkanlık, bir akım olduğu için salavat sözcüklerini söylese, böyle bir insan dua etmiş olmadığı gibi salavat getirmiş de olmayacaktır. 

 

Bununla ilgili iki delil vardır:

 

Birincisi, ayette “Münafıklar sana geldiklerinde: “Şahitlik ederiz ki sen Allah'ın Rasulüsün” derler. Allah da bilir ki sen elbette, O'nun Rasulüsün. (Ancak) Allah, münafıkların (bunu söylerken) kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir.”1 buyrulmaktadır. Yani münafıkların söyledikleri cümle kendi anlamı içinde doğrudur, haktır. Ancak onlar bu cümleyi söylerken o manaya inanmamaktadırlar.

 

İkincisi; bir hadiste Efendimiz (sas) kabir ehlinin durumunu anlatırken şöyle buyurur; “Kötü kişi de dehşet ve korku içinde mezarında oturtulur ve kendisine: “Sen hangi dinde idin?” diye sorulur. “Bilmiyorum” diye cevap verir. Sonra ona; “Şu zat kimdir?” diye (Allah Rasulü hakkındaki itikadı ve kanaati) sorulur. O da; “İnsanlar O’nun hakkında bir şeyler söylüyorlardı, ben de onu söyledim.” der.2

 

Elbette her insanın böylesi bir şuursuzluk, samimiyetsizlik ve körü körüne taklitçilikten Allah’a sığınması gerekir.

 

Bu nedenle şuursuzca, manasını hiç bilmeden ve kast etmeden, ne söylediğini dahi tam anlamadan veya ne söylediğinin hiç farkında olmadan, söylediği şeyin ne anlama geldiğini bilmeden, içinde Allah’a karşı hiçbir samimi teveccüh hissetmeden edilen duaların ve dolayısıyla bu şekilde okunan salavatların kişiye herhangi bir fayda sağlayacağını söylemek çok zordur.

 

Farklı Mizaçlar ve İçsel Süreçler

 

Duada ve dolayısıyla salavatlarda esas olanın kişinin kendisine bakan yönü itibariyle ihlası, samimiyeti, şuuru, hisleri ve yönelmesidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır:

 

Bazı insanlar daha duygusal bir mizaca sahiptir ve duygularını daha yoğun, daha belirgin hissedebilirler. Bu insanların Efendimiz’den (sas) bahsedince burunları sızlayabilir, hatta bazıları ağızlarında hoş bir tat hissedebilir.

 

Bazı insanlar ise yine mizaçları itibariyle daha zihinseldir. Herhangi bir duygu durumuna daha zor girerler. Bazılarının ise günlük hayatın koşturmacası içinde herhangi bir duyguyu tam manasıyla hissedecek hâlleri kalmamış olabilir.

 

Okunan duayı veya salavatı hissetmek elbette önemlidir. Bu ikinci durumda sayılan insanlar okuduklarını mümkün olduğunca hissetmeye çalışsalar ancak yine de başaramasalar elbette bu çabaları boşa gitmeyecek, sevabını kazanacaklardır.

 

Akşam evine yorgun argın gelen, zihnini dağıtacak bir şeyler arayan bir insan bir köşeye çekilip Delailü’l-Hayrat veya Deliailü’n-Nur’u açsa (ki ikisi de güzide salavat örnekleriyle dolu derlemelerdir), meallerine de bakarak okusa ve okuduklarını az da olsa hissetmeye çalışsa hiçbir şey hissedemese bile bu gayretinin sevabını alacaktır.

 

Duanın kişiye sağlayacağı fayda, kişinin duaya iç dünyasında ayırdığı yer kadardır. Kişi iç dünyasında bir konsantrasyon, duygusal veya zihinsel derinlik olarak kendi kabiliyetlerine göre ne kadar yer ayırabiliyorsa duadan ve salavatlardan o kadar istifade edecektir. 


Duaların İçinde Salavat

 

Efendimiz (sas) bir hadislerinde; “Dua sema ile arz arasında durur. Bana salat okunmadıkça, Allah'a yükselmez. Beni hayvanına binen yolcunun maşrapası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda salat okuyun.”3 buyurur.

 

Bu hadisin çeşitli yorumlarında İslam alimleri ekseriyetle duanın edebini anlatırken şu hususları nazara verirler: Dua edileceği vakit önce istiğfar ile manevi bir temizlik yapılmalı. Sonra makbul bir dua olan salavatı bir şefaatçi gibi zikretmeli. Duanın sonunda da yine salavat getirilmelidir. Çünkü iki makbul duanın yani iki salavatın ortasında edilecek bir dua makbul olacaktır.4

 

Bu hadiste geçen duanın ortası tam yüzde elliyi bulunca salavat okumak demek değildir. Hadiste kastedilen şey, salavatın, duanın her tarafında bulundurulmasıdır.

 

Buna göre; “Ben duaya başlayayım da salavatı geniş geniş yaparım.” demek kötü değildir ama önemli bir eksikliktir. “Önce duamı bitireyim, sonunda salat ü selam okurum.” demek de eksiktir. “Önce sağlam bir salat ü selam okuyayım, sonra duamı yapayım.” demek de ayrı bir eksikliktir.

 

En doğrusu salat ü selamların duanın başında, sonunda ve aradaki istekler içinde yer almasıdır. Yani salat ü selamlar isteklerin arasına girmiş olmalıdır. Bu şekilde dualarda isteklerimizin arası salavatlarla örülmüş, birbirine tutturulmuş gibi olacaktır.

 

Ayrıca hadisteki; “Beni hayvanına binen yolcunun maşrapası yerine tutmayın.” ifadesi, dualarda salat ü selam okumayı önemsiz bir şey olarak görmemeyi ifade etmektedir. Bu aynen “Namazı aradan çıkarmak.” deyiminde olduğu gibi namazı kılıp asıl işine gücüne bakma derdinde olan insanların namaza biçtikleri formel bir ehemmiyet gibidir. Yahut bir üniversite öğrencisinin sırf devamsızlık yapmamış olmak veya yoklama kağıdına imza atmış olmak için derse girmesi, imzayı atması ancak dersi dinlememesi, dersin içeriğine önem vermemesi gibidir. Geçmiş dönemlerde binek hayvanlarıyla yolculuk yapanları düşündüğümüzde her birinin yolculuğa çıkmadan önce yanlarına bir kap (maşrapa) su aldıklarını görürüz. Çünkü yolda kuyulardan başka su temin edilecek bir yer yoktur. Ancak bu bir kap veya bir maşrapa su, kılıç veya yiyecek kadar önemli değildir. Yolcunun yanında bulunur ama çok önem ve kıymet vererek bulundurulan bir şey değildir. Çünkü kervanların/yolcuların güzergahları su kuyularının bulunduğu yerlere göre ayarlanır. Buradaki asıl mesele bir işi yerine getirirken alışkanlık motivasyonuyla yerine getirme meselesidir. Efendimiz'in (sas) dikkat çektiği de budur. O su maşrapası her türlü eşyalar arasına koyulur. Bu noktada kap bellidir, nereden konulacağı bellidir, alternatifi yoktur; o iş ezberlenmiştir, sağ ayağını attıktan sonra sol ayağını atmak gibidir.  


Aynı şekilde biz de dualarımızda salat ü selam okumayı bir formaliteyi yerine getirir gibi değil, ehemmiyet vererek yapmalıyız. Bu, duaların ve bir dua olarak salat ü selamların kabulü adına çok önemlidir.

 

Efendimiz’i (sas) kendi kişisel dünyalarımızda sabitlemek, Ona olan sevgi hislerini canlı tutmak adına salat ü selam getirmek olmazsa olmazdır. Bununla birlikte salat ü selam ve Peygamber sevgisi arasındaki pozitif döngüye katkı sağlayacak ve adına yardımcı uygulamalar diyebileceğiniz bazı davranışlar da bulunmaktadır.

 

Örneğin, herkesin hatırlayınca Efendimiz’e (sas) olan sevgi ve saygısı hislerini kabartacak bazı vakıalar vardır. Bu vakıalar kimisi için Hira’daki ilk buluşma anı, kimisi için Miraç mucizesi, kimisi için Efendimiz’in yattığı hasırın vücudunda izler bırakması yahut açlıktan herkes karnına bir taş bağlarken Onun iki taş bağlaması gibi vakıalar olabilir. Salat ü selam okumadan veya duaya başlamadan önce bunları hatırlamak faydalı olabilir. Kimileri de Efendimiz’i anlatan bazı ilahiler veya şiirlerle duygulanabilir. Bunlar da kullanılabilir. Ancak kendimize yapay duygu oluşturmaya çalışmak pek sağlıklı değildir. Bu uygulamalarla hedeflenen ise yapay duygu oluşturmaktan ziyade zaten var olan duyguların harekete geçirilmesiyle ilgilidir.

 

Efendimiz’i (sas) bilmek, Onunla ilgili bilgileri öğrenmek salavatlara lazım olan ruhu elde etmek adına bir başka önemli vesiledir. Bu aynen namaz kılmadan önce namazın önemini, kıymetini, hakikatini anlatan kitaplardan veya parçalardan birkaç sayfayı tekrar okumak, ilgili ayet ve hadisleri hatırlamaya çalışmak gibidir. Efendimiz’e dair gerek siyerden ve hadisten gerekse “siyer felsefesi” tarzında yazılmış eserlerden parçalar okumak da Allah Resulü'ne (sas) dair ilmimizi artıracak, Onu daha iyi anlama adına katkı sağlayacaktır.

 

Her ne şekilde olursa olsun bir şekilde Efendimiz’i (sas) kendi dünyamızda canlı tutmamız, Onun ikliminde var olmamız gereklidir.

 

Sevgi, İyilik ve Emek Diyalektiği

 

Dünya hayatının meşguliyetleri içinde her şey dikkatimizi, enerjimizi kendine çekmekte ve zihinsel potansiyelimizden önemli bir miktarı adeta yiyip bitirmektedir. Diğer yandan duaya ve bir dua olarak salat ü selama da ruh lazımdır. Yani dikkatlerimiz, zihinsel ve duygusal enerjilerimiz bir şekilde duaya ve salat ü selama ayrılmalıdır, hiç olmazsa o dikkat ve enerji potansiyelinden bir kısmı bunlara sarf edilmelidir. Çünkü Efendimiz’i (sas) kendi dünyalarımızda canlı tutmamız olmazsa olmazdır. Daha anlamlı, daha konsantre salat ü selamlar için de farklı okumalar ve dinlemeler kendilerine göre bir önem arz etmektedir.

Bu gerçeğin bir parçasını şu şekilde açıklayalım: İnsanlar çocuklarına anne babalarından çok kıymet verirler ve çocuklarını anne babalarından daha çok severler. Bu gerçek bizi farklı bir denkleme götürür. O denklem şudur ki, insanlar çoğunlukla kendilerine yapılan iyilik kadar değil kendilerinin yaptığı iyilik kadar severler.

 

Yani insanlar çoğunlukla “Biz bir şeyi seviyoruz, o yüzden iyilik yapıyoruz, zaman ayırıyoruz.” diyebilirler. Bunun böyle olduğu durumlar da vardır. Ancak uzun vadede çoğunlukla insanlar hangi şeye zaman ve maddi/manevi kaynak ayırıyorlarsa ona daha çok bağlanırlar, onu daha çok sevmiş olurlar. Salt biyolojinin zorladığı bazı sevgiler, ilgiler ve eğilimler dışında bu durum genellikle böyledir.

 

Bu nedenle bir insanın hayırlı şeyleri kendinde hâkim kılması kendine ait zamanında, dikkatinde, aklında-fikrinde, zaman-para-sabır gibi maddi manevi bütçelerinde hayırlı şeylerin bulunması ile mümkün olabilir. O hâlde Efendimiz’in (sas) dünyamızda var olması ve varlığının sürekli-canlı kalması, kendi zamanımızda Ona yer ayırmakla, dikkatlerimizi Ona odaklamakla, duygu ve düşüncelerimizde Ona yer vermekle, okuma-dinleme-anlatma davranışlarımızda Onu bulundurmakla, maddi ve manevi kaynaklarımızın/bütçelerimizin hiç olmazsa bir kısmını Ona ayırmakla mümkün olabilecektir.

 

Asıllar ve Vesileler

 

Bu konuda bir başka önemli kaide şudur ki; herhangi bir şeye verilen kıymetle o şeyin vesilesine verilen kıymet aynı gibidir. “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.”5 hadisi bu kaideyi gösterir. İnsanların yaptığı iyiliklere karşı şükran veya minnet hissetmeyen birisi nasıl ki Allah Teala’nın nimetlerine karşı da şükran ve minnet hisleri beslemeyecektir. Aynı şekilde Kur’an’a veya Efendimiz’e (sas) adeta delicesine önem vermeyen bir insan da Allah’a veya Onun dinine gereken önemi vermiş olmaz.

 

Bu nedenle hadiste “Sizden biriniz, beni annesinden, babasından, çoluk çocuğundan ve herkesten çok sevmedikçe gerçek manasıyla iman etmiş olmaz.”6 buyrulmuştur. Efendimiz’i (sas) her şeyden çok seven Onunla ilgili şeyleri de çok sevecektir. Çünkü bu imanın içeriğinde aynı zamanda Allah Teala’ya, ahirete, Kur’an’a dair bilgilerin iman edenler için her şeyden daha kıymetli olması vardır. Onun içinde de bu bilgileri bize getirip aktaran Zat’ın en kıymetli zat olması vardır.

 

Bu konuda mizaç itibariyle zihinsel özellikleri baskın olan kişiler meselenin bu yönünü görmediklerinden “Biz harama-helale dikkat ediyorsak Efendimiz’i ekstradan sevmemize ne gerek var?” diyebilmektedirler. Bu yanlış bir düşüncedir. Hatta “De ki: Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.”7 ayetinin işaretiyle Efendimiz’e (sas) tabi olmanın en önemli vesilesi olan Efendimiz’i sevmek, Allah’ın bizi sevmesinin de çok önemli bir vesilesidir.

 

Dolayısıyla Allah’ı sevmek ve Allah’ın bizi sevmesi Efendimiz’e tabi olmak ve sevmek vesilesine bağlanmıştır diyebiliriz. Efendimiz’i (sas) sevdiğimiz için de zincirleme olarak Efendimiz’in manevi varisi durumunda olan zatları, Onun getirdiği ve temsil ettiği hakikatleri sözleriyle ve yazılarıyla bize aktaran zatları sevmemiz aynı imanın ve hidayetin parçalarındandır.

 

Ancak bunların hepsinden önce Efendimiz’i (sas) sevmemiz için ömrümüz ve imkanımız ölçüsünde bedenlerimizden, maddi varlıklarımızdan, paramızdan, zamanımızdan, zihinsel ve duygusal potansiyellerimizden bir şeyler ayırmış olmamız gerekmektedir.

 

Elimizde Kalan Tek İmkân

 

Bugün bizler Efendimiz (sas) ile aynı zamanda yaşıyor değiliz. Dolayısıyla Onunla beraber savaşma, elimizi Onun mübarek ellerinin arasına koyup Ona biat etme, Onun arkasında namaz kılma, Ondan dua isteme, Ondan zikirler öğrenme, kişisel hayatlarımız adına yönlendirici tavsiyelerde bulunması için sorular sorma, bir sefere çıkılacağında Onun topladığı infakların içine kendi maddi desteğimizi de sunma imkanına sahip değiliz.

 

Bu durumda Efendimiz’e (sas) karşı elimizde sadece hayır duada bulunma imkânımız kalmıştır. Bu hayır dua da Ona salavat getirme veya salat ü selamdır.

 

Bu manasıyla Efendimiz’e (sas) şuurlu bir şekilde ve mümkün olduğunca muhabbet ve ihlas hisleriyle dolu olarak salat ü selam getirmenin;

 

  • Hem Efendimiz’e (sas) manen biat etme, Ona bağlılığımızı arz etme,
  • Hem Efendimiz’i vesile kılarak Allah Teala’ya dua etme,
  • Hem Efendimiz’in getirdiği hakikatleri tasdik ettiğimizi beyan etme,
  • Hem Efendimiz’in dinine olan maddi ve manevi desteğimizi bildirme,
  • Hem Efendimiz’e bağlılığımıza melekleri ve temiz ruhanileri şahit tutma,
  • Hem kendi duygu ve düşünce dünyamızda Efendimiz’i sabit tutma…

 

gibi pek çok hayırlı anlamları vardır.

 

Üstelik Efendimiz (sas) “Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât ü selâm getirenleridir.”8 buyurmuştur. Bu da kıyamette en ufak bir merhamet kırıntısına bile çok fazla ihtiyacımızın olacağı o atmosferde rahmet tecellilerinin adeta merkezî noktası olan Efendimiz’in (sas) civarında bulunabilme fırsatını kazandırmaktadır. Belki Efendimiz’e ehl-i beyti veya sahabileri kadar yakın olmamız mümkün olmayabilir. Ancak Allah Teala’nın rahmetinin genişliği, Efendimiz’in (sas) ümmetine olan düşkünlüğü ve şefkati düşünülünce ciddi seviyede bir yakınlığın hiç de zor olmayacağı anlaşılacaktır.

Salavatların Oluşturduğu Enerji Bütçesi

 

Meselenin bu kısmı delilden ziyade kalbe ve bakış açısına dayanmaktadır. Bu nedenle kalbi uyanık ve nazarları keskin olanların daha iyi anlayabileceği bir husustur. 

 

Nasıl ki bir ülke vatandaşlarının vergileri toplanır ve onlarla o insanların tümü için yollar, köprüler, barajlar ve benzeri kamu yararına hizmetler gerçekleştirilir. Benzer şekilde Efendimiz’e (sas) getirilen samimi salavatlar da tabiri caizse bir enerji bütçesi oluşturur ve o devirde yaşayan insanların genel salahı, hidayetleri, ahlaklarının güzelleşmesi, kurtuluşları gibi hayırlı hizmetlerde kullanılır.

 

Hatta belli bir devirde, okunan samimi salavatlarla belli bir hayır-hasenat bütçesi oluşturulduğunu, o bütçenin tasarrufunun ise o devrin insanlarının hayrına kullanılmak üzere Efendimiz’e (sas) verildiğini düşünmemiz mümkün ve makuldür.

 

Bu, metafizik alemde gerçekleşen bir cins bürokratik işlem gibi algılanabilir. Ancak olayın tam olarak böyle gerçekleştiğini söylemiyoruz. Bunları sadece bu konuda meselenin buna benzer bir şekilde işlediğini açıklamak için örnek sadedinde anlatıyoruz. Çünkü biliyoruz ki Efendimiz (sas) biyolojik olarak vefat etmiştir ancak Onun ruhaniyeti vefat etmiş değildir. Onun ruhaniyeti müminlerin arasındadır. Onun, ayetle sabit olan9 ümmetine ciddi düşkünlüğü de biyolojik varlığından çok ruhani varlığıyla ilgilidir ve Onun ruhaniyeti var oldukça devam edecektir. Zaten yine kendi beyanıyla bizim salat ü selamlarımızın özellikle Cuma günlerinde Ona sunulacağını haber vermiştir.10

 

Diğer yandan Allah Teala’nın karşılıksız ve geniş rahmetleri vardır ve Allah pek çok meseleyi, yani rahmetinin ulaşması adına da bazı meseleleri bize bağlamıştır. “Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”11, “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım”12 gibi ayetler bunu göstermektedir. Bu manada Efendimiz’in (sas) getirdiği hidayeti sevmek, ona kıymet vermek de Allah Teala’nın bize hidayet ve kıymet vermesine en önemli vesiledir.

 

Makam-ı Mahmud ve Salavat İlişkisi

 

Makam-ı Mahmud kavramı Efendimiz’in (sas) kıyamet ve devamı olan süreçlerde sahip olacağı manevi konumu veya makamı ifade eden bir terimdir. Kelime olarak “övgüye layık makam” anlamına gelir.

 

Allah Teala, Efendimiz’e (sas) hitaben İsra suresinde; “(Ey Nebi!) Gecenin bir kısmında (uykundan) kalk, sana mahsus nafile olarak onunla (Kur'an ile) namaz kıl (ki kadrin yücelsin ve derecelerin yükselsin). Umulur ki Rabbin (kıyamet günü insanlara şefaatçi olman için) seni Makam-ı Mahmud'a (övülen makama) ulaştırır.”13 buyurmuştur.

 

Efendimiz de (sas) bazı hadislerinde aynı kavramı “vesile” kavramı ile birlikte kullanmıştır. Örneğin bir hadislerinde; “Her kim, ezanı işittiği zaman şöyle derse, kıyamet günü benim şefaatim o kimseye helal ve vacip olur.” buyurduktan sonra yapmamız gereken duayı (ki ezan duası olarak bilinir) şu şekilde öğretmiştir:


 

اللَّهُمَّ رَبَّ هَذِهِ الدَّعْوَةِ التَّامَّةِ، وَالصَّلاَةِ القَائِمَةِ، آتِ مُحَمَّدًا الوَسِيلَةَ، وَالفَضِيلَةَ، وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذِي، وَعَدْتَهُ

 

Okunuşu: Allahümme Rabbe hêzihid-da’veti’t têmmeh. Vessalâti’l Kâimeh. Êti Muhammeden el Vesîlete vel fazîleh. Vebashü makâmen mahmuden ellezî veadteh…

 

Meali: “Ey bu tam davetin ve kılınacak namazın Rabbi olan Allah’ım! Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e vesile ve fazileti (herkesin manevi makamının üstünde bir üstünlük) ver ve Onu vadettiğin Makam-ı Mahmud’a (Şefaat Makamı’na) ulaştır.”14

 

Nitekim bir hadiste Efendimiz’e (sas) makam-ı mahmudun ne olduğu sorulduğunda Efendimiz; “O şefaattir. Ümmetim için şefaat edeceğim makamdır.”15 buyurmuştur.

 

O halde makam-ı mahmud, vesile ve salat ü selam arasında çok ciddi bir ilişkinin olduğunu söylememiz mümkündür.

 

Burada da “Allah ve melekleri O nebiye salat ederler. Ey iman edenler! Siz de Ona salat edin ve tam bir teslimiyet ile selam verin.” ayetinde Allah Teala’nın salat ettiği Zata bizim de salat etmemizi istemesi gibi bir durum söz konusudur. Yani Cenab-ı Hak, Nebisine zaten salat etmektedir ve bizim de salat duası etmemizi istemektedir. Burada da Allah Teala, Efendimiz’e (sas) makam-ı mahmudu vaat etmiştir ve Efendimiz (sas) de bizden kendisine makam-ı mahmudun verilmesi için dua etmemizi istemektedir.

 

O halde Cenab-ı Hakk’ın zaten vaat ettiği bir şeye her ezan veya kametten sonra bizim tekrar ve tekrar dua etmemizin hikmeti ne olabilir?

 

Bizlerin dualarımızda Efendimiz’e Makam-ı Mahmud’un verilmesini istememiz kâinatın yaratılmasındaki neticenin bir meyvesi olan Makam-ı Mahmud’dan kendimizin de istifadesi içindir. Yani Makam-ı Mahmud’u varlık ağacının bir dalı olarak düşünürsek o dalda beka ve cennet meyvelerinin de olduğunu görürüz. O halde o dala uzanıp beka ve cennet meyvelerinden nasiplenmek için bu duayı etmemizi Efendimiz (sas) bizlere öğretmiştir denilebilir.

 

O halde istenilen şeyin büyüklüğü ve önemi nispetinde yapılan dualar ve okunan salavatlar ne kadar çok olursa olsun bize bakan yönüyle azdır.

 

Ayrıca Efendimiz’e (sas) Makam-ı Mahmud verilmesi, onun bütün ümmetine şefaat etmesine işarettir. Çünkü Efendimiz (sas) bütün ümmetinin ahiret saadetiyle yakından ilgilidir. Bu nedenle de salavat ve rahmet dualarını bütün ümmetinden istemesi gayet makul ve anlamlıdır.

 

Sonuçta Efendimiz’e (sas) salat ü selam getirmek ve bu yolla Ona olan bağlılığımızı tazelemek, Ona olan biatımızı yenilemek, Ona olan sevgimizi canlı tutmak Allah Teala’nın rahmetine ulaşmada en önemli vesilelerden birisidir. Çünkü daha önce de dediğimiz gibi; bizi Allah’a ulaştıracak asıl kaynak Efendimizdir (sas).

 

Salavata Önem Vermeyenlere İki Uyarı

 

Böylesine önemli ve hayati bir duaya kendi hayatlarında yeterince yer vermeyen, salavat duasını küçümseyen insanlar için Efendimiz’in (sas) iki önemli uyarısı bulunmaktadır.

 

Birincisi: “Cimri, yanında adım anıldığı halde bana salat ü selam getirmeyen kimsedir.”16 hadisidir. Buradaki cimrilik Efendimiz’e (sas) bir şey kazandırmak imkânı olduğu halde pintiliğinden bunu saklamak değildir. Efendimiz’in (sas) sahip olduğu manevi makamlar için bizim duamıza ihtiyacı olduğunu söylemek küstahlık olacaktır. O hâlde buradaki asıl cimrilik, kişinin kendisine karşı cimri davranmış olmasıdır.

 

Diğer yandan salat ü selama hayatında veya gündelik yaşamında yeterince yer vermeyen insanların kendi maddi-manevi varlıklarından harcama konusunda da cimrilik ettikleri söylenebilir. Yani, Allah Teala “Ey iman edenler! Siz de Ona salat edin ve tam bir teslimiyetle selam verin!”17 buyurarak Efendimiz’e salat ü selam etmemizi söylemiştir. Efendimiz’e salat ü selam getirme konusunda tembel davranan insanlar, Allah Teala’nın kendilerine bahşettiği zaman, akıl, söz söyleme, duygu ve düşünce gibi kabiliyetlerden bir kısmını Allah’ın istediği bir yere sarf etmek konusunda cimri davranmaktadırlar.

 

İkincisi: “Ramazan girip çıktığı hâlde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün. Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün. Ben yanında zikredildiğim zaman bana salat okumayan kimsenin de burnu sürtülsün.”18 hadisinin verdiği mesajlara bütünlük içinde bakılınca bir insanın rahmetten istifade etmemek için adeta özel bir çabası olması gerektiğini göstermektedir.

 

Örneğin, Ramazan ayı öyle bir rahmet ayıdır ki bu ayda Allah Teala’nın rahmet yağmurundan istifade etmemiş olmak için o yağmur damlalarından köşe bucak kaçmak, şemsiyeyle dolaşmak hatta dışarıya hiç çıkmamış olmak gerekecektir. Bu da sadece oruç tutmamakla ilgili değildir ve Ramazan’da bir insanın imanı adına hiçbir ekstra gayret göstermemesi demektir.

 

Aynı şekilde anne ve babasının her ikisinin veya birisinin ihtiyarlığına yetişip de onlara şefkatle yaklaşmayan, birer cennet anahtarı olan anne baba hizmetini ve bakımını yeterince yapmayan, aksine onlara düşman gibi yaklaşan, onların ihtiyarlık zahmetlerini kendi kötü davranışlarıyla belki iki katına çıkaran bir insan da cenneti kazanma fırsatını kaçırmış olacaktır.

 

Peki Efendimiz’e (sas) Onun adı anıldığında salat ü selam getirmemenin bu iki davranışla nasıl bir ilgisi olabilir? İki şekilde bir ilgi bulunabilir.

 

Birincisi: Bir insan Efendimiz’e (sas) hayatında pek önem vermemekte, daha önce de bir hadiste zikredildiği gibi kabirde Efendimiz hakkındaki kanaati kendisine sorulunca “İnsanlar O zat hakkında bir şeyler söylüyordu ben de onu söyledim.” diyecek kadar Efendimiz’e karşı lakayt yaşamaktadır. Böyle bir insanın zaten Efendimiz’in adı anıldığında şuurlu ve anlamlı bir şekilde, gönülden salat ü selam okuması beklenemez.

 

İkincisi: Yine bir insan Efendimiz’e (sas) ve Onun getirdiklerine inanmaktadır ancak hayatında yeterince yer vermemektedir. Yer vermek için bir çaba da göstermemektedir. Salat ü selam getirmenin önemine dair bir şeyler duymuş ve okumuş olsa da okuduklarını ve dinlediklerini önemsememiş, aklında ve kalbinde bu hakikatlere yeterince yer ayırmamıştır. Böyle bir insanın da Efendimiz’in (sas) adı anıldığında dikkat kesilmesi, kalbine ve ruhuna çekidüzen verip salavat okuması kendisi itibariyle pek önemli bir davranış olmayacaktır. Bu insanın da durumu affedilme fırsatı ayağına kadar geldiği hâlde Ramazan’ı tamamen boş geçiren veyahut cenneti kazanma fırsatını yakaladığı hâlde yanında yaşlanan anne ve babasına hizmet etmeyen, evlatlık vazifesini bilerek yerine getirmeyen insanlar gibidir. Çünkü Efendimiz’in (sas) adının anılması Ona salat ü selam okuma adına en önemli fırsatlardan birisidir. Bunu gerek tembelliğinden gerekse önemsemediği için yapmayan insan da salat ü selam okuma fırsatını yani Allah Teala’nın rahmetine götürecek bir yola girme fırsatını kendi elleriyle zayi etmiş demektir.

 

Böyle bir insanın gelecekteki durumunu haber verme adına Efendimiz’in kullandığı “Burnu sürtülsün.” tabiri de gayet yerinde bir tabirdir. Çünkü bu tabir aslında bir beddua değil, kişinin geleceğine, özellikle de ahiretteki geleceğine dair bir ihbar ve bir ihtardır.

 

Sonuç:

 

Buraya kadar anlattıklarımızı iki maddede özetleyebiliriz:

 

Birincisi: Salavatın faydası temelde bizim içindir. Salat ü selam bizim içimizdeki imanı pekiştirmek, Efendimiz’e (sas) duyduğumuz sevgi, saygı, bağlılık hislerini taklitten gerçeğe çıkarmak, Onun manevi boyasıyla boyanmak, Ona benzemek, Ona yönelmek içindir. Çünkü kaynak odur ve ancak o kaynağa yönelerek Allah Teala’ya ulaşmak mümkündür.

 

İkincisi: İnsan çok boyutlu bir varlıktır. Bazı meseleleri sadece zihinsel olarak anlayıp anlatabilir. Bazıları ancak yaşadıkça öğrenir, bazıları da ancak duygusal tatmin yaşayınca anlar ve yönelebilir. Bu nedenle bazı insanların örneğin sadece oruç tutarak, yani oruçta gösterilmesi gereken sabrı göstererek manevi terakki adına, daha iyi bir insan olma adına yaşayacağı hâller ve dönüşümler, uğrayacağı menziller vardır. Aynı şekilde her insanın Efendimiz’i (sas) severek ve Efendimiz ile bireysel bir ilişki kurarak (ki böyle bir ilişkinin en önemli vesilesi salat ü selamdır) aşabileceği farklı engeller, yükseleceği farklı mertebeler vardır.

 

Allah Teala’dan Efendimiz’e (sas) olan teveccühümüzü, imanımızı, sevgimizi, saygımızı ve bağlılığımızı artırma adına her türlü vesileyi değerlendirebilmemizi nasip etmesini; bizleri her fırsatta salat ü selam okumakla Efendimiz’e olan sevgi, hürmet ve bağlılığını yenileyen insanlar hâline getirmesini diler ve dileniriz.
 



1 ) Münafikun, 1

2 ) İbn Mace, Zühd, 32; Buhari, Cenaiz, 68; Müslim, Cennet, 70
3 ) Tirmizi, Salat, 352

4 ) Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 23. Mektup, 1. Sual

5 ) Tirmizi, Birr, 35

6 ) Buhari, İman, 7

7 ) Âl-i İmran, 31

8 ) Tirmizi, Vitir, 21
9 ) Tevbe, 128

10 ) Ebu Davud, Salat, 201, Menasik, 96-97

11 ) Muhammed, 7

12 ) İbrahim, 7

13 ) İsra, 78-79

14 ) Buhari, Tefsir, 17/11, Ezan, /; Müslim 385/12; Ebu Davud, Salat, 38, Tirmizi 211; Nesei, Ezan, 38; İbni Mace, 722

15 ) Tirmizi, Tefsir, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II/444.

16 ) Tirmizi, Daavat, 101

17 ) Ahzab, 56

18 ) Tirmizi, Daavat, 110