Çok sevdiğimiz zatları okurken/dinlerken dikkat edilmesi gerekenler | 4. Kısım
Bu yazı, “Çok sevdiğimiz zatları okurken/dinlerken dikkat edilmesi gerekenler” başlıklı yazı dizisinin dördüncü yazısıdır. Serinin üçüncü yazısına buradan ulaşabilirsiniz.
Bu bölüme kadar değindiğimiz noktaların haricinde şöyle de bir konuya temas edebiliriz. Vefat eden büyük zatlar zaten vefat etmiştir. Onların geride bıraktıkları talebeleri, dostları, müritleri, halifeleri, vekilleri olabilmektedir. Hayatta olanlar da doğal olarak o zatlarla ilgili hatıralara ve bazı özel bilgilere sahiplerdir. Vefat eden zatın talebesi, müridi, halifesi veya vekili olanlar da birilerini yine talebe, vekil gibi sıfatlarla görevlendirebilmektedir. Bu durumda o zatın doğrudan talebesi veya vekili olan zatların hatıra veya bilgi olarak ve genellikle sözlü olarak aktardığı hatıralar ve bilgiler zamanla bir grup içerisinde ağızdan ağıza yayılırken eksik anlatımlar ve yanlış anlamalar gibi nedenlerle çeşitli versiyonlara dönüşebilmektedir. Ancak bu versiyonların her biri o vefat eden büyük zata atfedilebilmektedir. Böylece eksik veya yanlış aktarılan hatıralar ve bilgiler de aynı aşırı hüsn-ü zanna maruz kalabilmektedir. Bu da sisteme pek çok yanlışın ve arızanın girmesine yol açabilmektedir. Çünkü insanlarda genel olarak kritik etme, tahkik etme gibi kavramlar ve uygulamalar yoktur. İnsanlar, özellikle de kitle psikolojisi ile kendilerine aktarılan her şeyi aynıyla kabul etme ve benimseme eğilimindedir.
Mevlana’nın (ra) Mesnevi’sinde bazı uygunsuz örneklerin verildiğini herkes bilir ama neredeyse hiç kimse bu örneklere “Uygunsuzdur, hatalı olmuştur.” demez. Genellikle bu anlatımlar gizlenir veya görmezden gelinir. Sorulduğu zaman ise “zamanın şartları, muhatabın anlayış seviyesi” gibi zorlama yorumlara gidilir. Ancak herkesin bildiği gerçek şudur ki; Mevlana hazretlerinin o örnekleri kullanması uygun olmamıştır. O uygunsuzluk Mevlana hazretleri açısından mazur görülebilir. Belki o esnada bulunduğu kadronun durumu bunu gerektirmektedir. Belki muhataplarının dikkatini ancak bu şekilde çekebilmiştir. Hatta bu örnekleri kullandığı zaman içlerindeki Moğol ajanlarının “Bunlar o kadar da tehlikeli insanlar değil.” demelerine neden olmuştur ve o örnekleri bunu dedirtmek için kullanmıştır. Bunların hepsi mümkündür. Ama sonuçta imanî ve ilmî bir meselede böylesi örneklerin kullanılması bâtılı tasvir etmek demektir ve bu da zihinleri kirletecektir. Çünkü insan zihni anlatılan konularda anlamlarla örnekleri birbirine bağlayarak çalışır. Bu örnekleri okuyan ve aklında tutan birisi daha sonra benzer konudaki ayet ve hadisleri de okuyunca yine aynı bağlantıları kuracaktır. Zihin ve hafıza böyle çalışmaktadır çünkü.
Hakikat bu iken insanlara Mevlana'nın hata ettiğini söylemek imkansıza yakın derecede zordur. Çünkü “Mevlana hata etmiştir.” gibi bir cümlenin iki önemli sonucu olacaktır.
Birincisi; insanlar “Mevlana hata etmişse bizim şimdiki şeyhlerimizin, hocalarımızın da hataları olabilir.” diyeceklerdir ki bunu söylemek hiç kolay değildir.
İkincisi; yine insanlar “Mevlana hata etmişse onun öncesi olan İmam Gazali de, onun öncesi olan İmam-ı Azam da hata etmiş olabilir.” diyeceklerdir.
Böyle bir durumda insanlar “Madem bu zatlar da hata etmiş olabilir, o zaman onların söylediklerini bir daha kontrol edelim, kaynaklara bağlayalım, daha doğrusunu bulalım ve ifade edelim.” demek zorunda kalacaklardır.
Yine aynı insanlar “Madem bu zatlar hata etmiş olabilir, o halde bizim şimdiki bağlandığımız zatlar da bazen hata edebilir. O halde dikkatli ve kontrollü olalım.” demek zorunda kalacaklardır.
İnsanların çoğu bunu diyemeyeceklerdir çünkü bunu diyebilmek bazı yükleri yüklenmek olacaktır. Çünkü “Benim muhabbet ettiğim ve bağlandığım zatın bazı hataları olabilir.” diyebilmenin bir yolu, o zatın bildiği ilimleri biliyor olmaktır. Ayrıca bunu diyebildikten sonra o zatın bildiği ilimleri öğrenmek gerekecektir. Bu da insanlar için ciddi bir külfettir. Bu külfetten kaçınmak için o zatları ve o zatlara benzeyen diğer herkesi hatasız kabul etmek gerekecektir. Böylece daha kolay ve rahat bir çare bulduklarını zannedeceklerdir.
İnsanların böyle bir külfet altına girmeleri gerçekten de zordur. Mesela biliyoruz ki hadislerin bazıları sahih bazıları sahih değildir. Peki ama bu neye göre belirlenecektir? Belirlenecek bir yola dair mantıklı, güzel, verimli bir yöntem önerilmediği için insanların karşısına kabaca üç yol çıkıyor.
Birincisi; bütün hadisleri reddetmek. Ancak bu çelişkili bir tutumdur çünkü ortada siyer var. Siyerde yaşananları inkar etmeden hadisleri inkar ve reddetmek pek de mümkün değildir.
İkincisi; bütün hadisleri kabul etmek. Bu da çelişkilidir çünkü “uydurma hadis”, “zayıf hadis” gibi kavramların olduğu ve bunların tarihsel realiteler olduğu bir durumda bütün hadisleri olduğu gibi kabul etmek mümkün değildir.
Üçüncüsü; bir cins eyyamcılıktır. İşine gelen hadisleri kabul edip işine gelmeyen veya kişisel mantığına sığmayan hadisleri reddetmektir. Kendi ataerkil kültürü içinde yaşarken belli hadisleri kabul etme veya feminizm gibi bir akımın popülaritesine karşı yine belli hadisleri kabul edip bu popülariteyle uyuşmayacak belli hadisleri reddetme gibi bir durum ki buradaki çelişki de açıktır.
Bu üç yöntemin de problemli olduğu ortadadır.
Dördüncü yöntem ise, gerçek, yeni, verimli ve tutarlı bir hadis metodolojisi kurmaktır. Bu da zor olandır. İnsanların elinden böyle bir şey gelmediği için de hadislerin hepsini reddetmek, hepsini kabul etmek veya rastgele seçimler yapmak gibi yollara tevessül edilmektedir.
İşte! İnsanların kendi şeyhleri, üstatları veya alimler konusunda onların hata edebileceklerini hiç düşünmemelerinin, akıllarına bile getirmek istememelerinin en önemli nedenlerinden birisi de budur. Çünkü “Bu zatlar da hata yapabilir.” diyebilmenin maliyeti çok büyüktür. Önemli ve hassas bir hastalığa yakalanınca (Allah muhafaza buyursun) bir insan “Gideceğim doktor hata edebilir.” dedikten sonra bazı şartları yerine getirmelidir. Gidebileceği doktorlar hakkında bilgi sahibi olmalı, onları belirli kriterlere göre değerlendirip aralarında bir tercih yapmalıdır. Doktora gitmeden önce hastalıkla ilgili en azından temel konuları gerçek kaynaklarından öğrenmeli, doktorun bazı temel söylemlerini, teşhis ve önerilerini kontrol edebilmelidir. Ancak aynı insan “gideceğim doktor hata yapabilir” demiyorsa, böyle bir düşüncesi hiç yoksa, bu tip zorlu çabalara da girmeyecek, doktora tamamen güvenerek onun hata etmeyeceği hüsn-ü zannıyla kendisini doktora teslim edecektir. Sonunda da iyileşmeyi veya iyileşmemeyi sadece doktora bırakmış olacak, sonucuna da “kader” deyip katlanacak, iyileşirse de bir sürprizle karşılaşmışçasına şükredecektir.
Bu yazı dizisinde, Müslümanların ilim öğrenme yolculuklarında önlerine çıkan önemli engellerden birini ele almaya gayret ettik. Yüce Allah'tan bir kutup yıldızı gibi bize yol göstermiş olan kıymetli zatların mertebesini yüceltmesini, bizlerin de onlardan en verimli şekilde faydalanabilmemizi nasip etmesini dileriz.