13 dk.
24 Eylül 2022
Doğru Düşünmeyi Öğrenmek | 4. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Doğru Düşünmeyi Öğrenmek | 4. Kısım

Not: Bu yazı, “Doğru Düşünmeyi Öğrenmek” başlıklı yazı dizisinin dördüncü yazısıdır. Serinin üçüncü yazısına buradan ulaşabilirsiniz.

Yanlış Dengeler ve Kırılan Hayaller
 

İçlerinde zayıf veya mevzu hadisler bulunan eserlere ve zatlara karşı sırf bu nedenle var olan teveccühün kırılması da kırılmaması da mümkündür. O zatlar ve eserlerinin kıymeti, hizmetleri ve faydaları zaten ortadadır. Ancak sorun o zatlara ve eserlerine karşı zihinsel ve duygusal yaklaşımlarda dengeyi yakalayamamak ve bunun sonucunda oluşan hayal kırıklıklarıdır.

 

O zatlara karşı “Her şeyleriyle mükemmel insanlardır. Hata yapmaları mümkün değildir. Eserleri de aynı mükemmelliktedir. İçlerinde en ufak bir yanlış yoktur.” yaklaşımı da “Her şeyleriyle eksik ve kusurlu insanlardır. Eserleri de hem mantık hem teknik hatalarla doludur.” yaklaşımı da ilmî açıdan temelde aynı yaklaşımlardır. Her iki yaklaşım da 1-0 sonuçlarını doğuracaktır. Yani eserlerde görülen en ufak bir hata bütün eserlerin aynı şekilde değerlendirilmesine neden olacaktır.

 

Hatasız ve mükemmel olan tek kitap Kur’an’dır. Mutlak hakikatin tek mübelliği, dili, açıklaması da odur çünkü Kur’an, baştan sona vahiydir. Ancak farz-ı muhal Kur’an’da apaçık, bariz, tartışmasız, yoruma kapalı bir netlikte çok basit de olsa bir mantık veya bilgi hatası olan bir cümle gösterilse “Olabilir. Bari geri kalanından istifade edelim.” diyemeyiz. Çünkü “Kur’an vahiydir.” iddiası çökmüş olur. En fazla mantıklı ve zeki birisinin yazdığı güzel bir kitap seviyesine inmiş olur. Demek ki mutlak iddialar tek bir hatayla veya tek bir eksiklik kanıtıyla çöker.

 

Dolayısıyla bir insanın Risale-i Nur’a veya İhya’ya, Mesnevi’ye, Mektubat-ı Rabbani’ye ve benzeri eserlere karşı zihinsel ve duygusal yaklaşımı böyleyse o metinlerdeki en ufak bir hatanın var olabileceği düşüncesi o insanın gözünde o metni de yazarını da küçük düşürecektir. Hayallerini kıracak, teveccühünü sarsacak, saygısını azaltacaktır.

 

O zatlara ve eserlerine “Kıymetli alimlerdir, kendilerinden mutlaka istifade edilmelidir, yok sayan zarardadır. Eserlerinde zayıf veya mevzu hadis bulunmayan bir kitap zaten yoktur. Bu durum normaldir ve telafi edilebilir.” nazarıyla bakan bir insan ise o eserlerdeki zayıf veya mevzu, en azından tartışmalı hadislerin İslam tarihi boyunca her kitapta olduğunu bildiğinden bu duruma şaşırmayacaktır. Bu durum o eserlerde böyle hadislerin varlığını görmezden gelmeyi gerektirmez ve bu konu o zatların kişilik ve kimliklerinden bağımsız bir şekilde, ilmî açıdan elbette kritik edilebilir. Böyle bir insanın o eserlere ve yazarlarına karşı ne teveccühü kırılacak ne saygısı ve sevgisi azalacak ne de o eserlerden istifadesi engellenecektir.

 

Bu konuda denge noktasını tutturabilmek için şu husus çok iyi bilinmelidir: Ünlü matematikçilerin hayatlarını okuduğunuzda görürsünüz ki gayet ciddi matematik profesörlerinin, bu alanda önemli ödüller almış insanların bazı makalelerinde ilk yazdıkları hâliyle pek çok ispat hatası olmuştur. Bu hataları da o sırada doktora yapan öğrencileri düzeltebilmişlerdir. Hatta bazı önemli üniversitelerde bazı profesörlerin öğrencilerini sınamak amacıyla tahtaya bilerek yanlış formüller yazdığına, öğrencilerinden bunu düzeltmelerini beklediğine dair hatıralarla karşılaşırız. İslam tarihinde de İmam-ı Azam’ın ders halkasındaki talebelerinin hocalarıyla bazı konuları müzakere ettiklerini, bazı talebelerin hocalarına muhalefet ettiklerini biliyoruz. Diğer yandan yine İslam tarihinde hocasını geçen, onun yanlışlarını düzeltebilen talebelere hiç de az rastlanmaz. Zaten gerçek bir okulun, gerçek bir üniversitenin, gerçek bir medresenin aslî özelliği de budur. O alemde akış böyledir, işler böyle ilerlemektedir. Tabii seyir budur. Hoca veya profesör talebelere ilim öğrenme yolunda rehberlik eder ve talebelerin çoğu kendilerini hocalarına bütün duygu ve düşünceleriyle teslim etseler de gerçek talebeler hocanın kişiliğinden çok ilmine odaklanırlar, ilmin kendisine teslim olurlar. İlim de zaten böyle ilerler. İyi fizikçiler Newton ve Einstein’ın veya başka bir fizikçinin muhtemelen hatalarına aldırmaz. İyi fıkıhçılar da hocalarının veya başka fıkıhçıların usul, teknik ve bilgi hatalarına takılıp kalmaz. Bütün himmetlerini hocalarının hatasızlığı gibi aşkın ve ideal bir hayale bağlamamışlardır çünkü. Öyle olursa ilim bir yerde kesilir.

 

İlim öğrenme ve düşünce üretimi süreçlerinde de zaman, imkân gibi sınırlar varsa (ki her zaman vardır) eninde sonunda muhakkak belirli hatalar çıkacaktır. Sadece hatalar değil, döneminde söylendiği zaman bir anlamı olan ancak sonradan yazarın terakkisine istinaden pek geride veya aşağıda kalan ibareler, düşünceler, söylemler de olacaktır. Çünkü “düşünme” de diğer işler gibi bir iştir. Bir metinde imla hatası yapmak mümkün olduğu gibi düşünce hatası yapmak da mümkündür. Bir imla hatasını yazarın göremeyip editörün görmesi mümkün olduğu gibi yine aynı yazarın düşünce hatasını kendisinin fark edemeyip bir başkasının fark etmesi de mümkündür. Uzman ve yetenekli bir aşçı yemek yaparken arada tuzu az kullandığı gibi önemli bir yazar veya alim de bir metni yazarken, bir hakikati anlatırken arada küçük mantık boşlukları bırakmış olabilir. Gerçek genel hayat proseslerinden haberdar iseniz ve bu insanların da hayatın içinde yaşayan insanlar olduklarının farkında iseniz bu hatalara şaşırmazsınız. Ancak 1-0 mantığına göre ya hep ya hiç, ya çok ulvi ya çok süfli, ya mükemmel ya berbat, ya kusursuz ya çok kötü gibi uçlarda dolaşıyorsanız; yazarlara, eserlere, olduklarından fazla ulviyet, yücelik, kutsallık atfetme eğiliminiz güçlüyse en ufak bir hatada hayal kırıklığına uğrayacaksınız. En ufak bir eleştiriye tuhaf tepkiler vereceksiniz. Duygu dünyanız karmakarışık olacak çünkü meseleye duygularınızla bağlısınız, aklınızla değil.

 

Evet! Bir iddia ne kadar büyük, kapsayıcı ve mutlak ise hassasiyeti o ölçüde kırılgandır.

İnsan, terakkiye açık bir varlıktır. Terakki var ise her aşamanın bir öncesi hatalı, eksik, kusurlu olmak zorundadır. Ayrıca terakki mutlak manada tamamlanabilir bir yolculuk da değildir. 

 

Bir insanın en kolay yapabileceği şey formal ve informal mantık hatalarını kitaplardan çalışıp öğrenerek uygulamaya çalışmaktır. Bu bile tek başına insanı birçok mantık hatasından korur.

 

Diğer yandan duygusal odaklanma ve kilitlenmelerden, duygusal pozitif-negatif tepkilerden kaynaklanabilecek hataları dikte etmek önemlidir. Çoğu insan duygularını kontrol etmez. Böyle bir ihtiyacı olduğunu bile düşünmez. Dindarlar da dahil olmak üzere insanların çoğu, duyguları hep güçlü bir şekilde yaşamayı teşvik eder. Ancak aslında insanın “Ben şu anda duygusal bir etki altındayım. Bu haldeyken sağlıklı düşünemem. Bundan kurtulana kadar düşünce üretmeyi, konuşmayı, yazmayı durdurmalıyım.” demesi gerekir. Bunun için mesela hukuk sistemlerinde hakimlerin kendi alt ve üst soylarının davalarına bakamayacaklarına ilişkin kurallar yer alır. Bunun gibi önlemler alınmıştır. Bu önlemleri insanlar kendi hayatlarına da uyarlayabilmelidir. Öfkeliyken susmayı öğrenmek bunların içinde belki de en önemlilerinden birisidir. Sonuçta negatif hisleri ifade etmeme, o hislerin tesirine kapılmama gibi eğitimleri kendi üzerinde uygulamakla duygusal tesirlerden daha rahat kurtulmak mümkündür. Bu da doğru düşünmenin önündeki en önemli engellerden birini aşmayı sağlayacaktır.

 

Zihin Terbiyesi & Duygusal Terbiye

 

İnsan doğru düşünmeyi öğrenebildiği gibi duygularını fark etmeyi de öğrenebilir.

 

Kendini duygusal açıdan inceleme, bir konuda verilen kararların o esnadaki duygu durumuna göre değişebildiğini fark etme, kendisini gözlemleyerek bir meselede neşeliyken farklı tepkide, öfkeliyken farklı tepkide bulunduğunu, olaylara üzgünken farklı değilken farklı baktığını anlama… İnsan kendisine ait bu tarz resimleri biriktirdikçe kendini de olayları da buna göre değerlendirebilecektir.

 

Formal ve informal mantık hatalarını öğrenip uygulamak kendini duygusal açıdan incelemeye göre daha kolaydır. İnsana lazım gerekli olan şey ise kendisi ile duygularını ayırabilmesidir. Çünkü bizler insan olarak genellikle bir duygunun içine, suyun içindeki balık gibi batmış oluruz. Herhangi bir andaki duygumuzu yaşamak hoşumuza gider. Neşeli iken neşemizi, hüzünlüyken hüznümüzü yaşamak aynı derecede haz verir. Neşeli bir anımızda “Dünya fanidir, zevkler geçicidir, her şeyin bir sonu vardır.” diyen birisine öfkelenebiliriz. Çünkü o anda o duyguyu sonuna kadar yaşamak isteriz ve bu düşünce o anki duyguyu sonuna kadar yaşamaya engel olur. Duygusal bir tesirle söylenen sözler, üretilen argümanlar da duygusal bir şekilde ifade edilince o ifade tarzı bize daha canlı gelir ve kendimizi daha bir “var” hissederiz. Böylesi ifade sahiplerine de daha fazla yakınlık duyarız. Bu cins ifade tarzlarından uzak durmak ve bu egzersizi sürdürmek de bizi duygusallıktan bir parça daha koruyacaktır.
 

Mukayeseli Okumalar

 

Karşılaştırmalı kitaplar okumak da o konuda ufuk açıcı bir eylem olacaktır. Örneğin “Karşılaştırmalı Dört Mezhep Fıkhı” adıyla Türkçeye çevrilen bir eser buna örnek olarak verilebilir. Daha da iyisi İbn Rüşd’ün Bidayetü’l-Müctehid kitabıdır ve “Mezhepler Arası Mukayeseli İslam Hukuku” alt başlığıyla Türkçeye de çevrilmiştir. Bu kitapta müçtehitlerin bir konuda ittifak ve ihtilaf ettikleri konular karşılaştırmalı olarak ele alınır. İttifak noktaları ile ihtilafların sebepleri ve kaynakları belirtilir. Her görüşün dayanağı ve tutarlılığı incelenir. İbn Rüşd aslen Maliki mezhebine mensup bir alimdir ancak tutarlılık açısından zayıf gördüğü konularda kendi mezhebini de eleştirebilen birisidir.

 

Ya da ekonomiyle ilgileniyorsanız “İslami Yatırım Fonları - Konvansiyonel Yatırım Fonları ile Karşılaştırmalı Performans Analizi”, hukukçuysanız “Karşılaştırmalı Türk Anayasaları”, edebiyatçıysanız “Karşılaştırmalı Edebiyat” gibi eserler de o konuda ufuk açıcı olacaktır.

 

Ayrıca bir konunun veya ilim dalının kendi tarihsel gelişimine ilişkin eserleri okumak da günümüz için o konuda bir perspektif kazandıracaktır. Felsefe tarihi okuyarak felsefecilerin tarih boyunca ne söylediklerinden çok günümüze gelene kadar düşüncelerin nasıl ve ne şekilde değişebildiğini, hangi gelişmeleri yaşadığını daha geniş görebilirsiniz. Fıkıh, tefsir, hadis gibi alanlarla ilgili tarihsel eserler de vardır. Hadis tarihi okuyarak hadis ilminin oluşum, gelişim dönemlerini ve günümüze kadar nasıl geldiğini, hadis imamlarının yöntemlerini, hadislere karşı farklı yaklaşım tarzlarının özelliklerini öğrenmiş olursunuz. Aynı şey tefsir, fıkıh, kelam için de geçerlidir.

 

Dinler tarihi okumaları da bu noktada önemli açılımlar sağlama potansiyeli taşır. Budizm, Hinduizm, Şintoizm gibi dinlerin yanında pagan inançlarına dair okumalar yapmak da o kültürleri, onların dünya görüşlerini tanımada tabii ki önemlidir. Hristiyanlık ve Yahudilikle ilgili tarihsel gelişimlerin bilinmesi ve günümüzde Batıda kilisenin egemenliğini paylaşmak zorunda kalmasıyla dine yönelik toplumsal ve bireysel eğilimlerin nasıl değiştiğini, günümüzde nasıl şekillendiğini, Hristiyan ve Yahudi inançlarına göre şekillenmiş tarihsel bir geleneğe sahip olan bu kültürlerin bugünkü durumlarını daha iyi anlamak mümkündür.

 

Dua ve Doğru Düşünmeyi İstemek
 

İnsan Allah’tan doğru düşünmeyi ciddi ve ısrarlı bir şekilde istemeli. İnsanın doğru düşünmeyi, doğru konuşmayı, doğru yazmayı hedeflemesi, bunun için dua ve ıstırabının bulunması da faydalı olacaktır.
 

Allah’ım! Bana eşyanın hakikatini göster”, 

Allah’ım! Bana hakkı hak olarak göster ve ona ittiba arzusu, niyet ive iradesi ver. Batılı da batıl göster ve ondan kaçınma arzusu, niyeti ve iradesi ver”, 

Rabbim! İlmimi artır” 
 

Literatürümüze de yerleşmiş bu duaların ifade ettiği genel anlamlardan birisi şudur: Bir insan açıkça dile getirmese de “Benim inandığım, bildiğim, kanaat getirdiğim düşünceler bütün düşüncelerin ve kanaatlerin en doğrusudur. Bunlardan daha doğrusu yoktur. Esas mesele bunların ispat edilmesidir.” gibi örtük varsayımlara sahipse sırf Kur’an’da veya hadislerde geçiyor diye bu duaları diliyle söyleyerek aslında dua etmiş olmaz. “Bana eşyanın hakikatini göster.” demek eşyanın hakikatini göremediğini gösterdiği gibi “Hakkı hak olarak göster” demek de hakkı hak olarak görmüş olmama ihtimalinin her zaman var olduğunu ifade eder. Dolayısıyla insana asıl lazım olan şey, bildiklerinin o kadar da doğru olmayabileceği, bakış açısının eksik ve kusurlu olabileceği, kendisinin, hocalarının, atalarının farklı biçimlerde ve seviyelerde eksik ve gedikleri olan insanlar olabileceği gerçeğini kabul etmesidir. Böyle bir gerçeği kabul etmek insanı duygusal olarak o kişilerden uzaklaştırmamalı, onlara saygısızlığa yol açmamalı, onların yapığı güzel işleri de yok saymasına neden olmamalıdır. Bu manada o duaları az çok ihlaslı bir şekilde yapabilen bir insan yavaş yavaş doğru düşünebilen, doğru görebilen ve doğru değerlendirebilen biri haline gelebilir. Ancak “Benim mezhebim, benim meşrebim mükemmeldir. Bakış açım kesinlikle doğrudur. Aksi düşünülemez. Aksini düşünenler günahkardır, zındıktır, haindir, satılmıştır, ahmak veya cahildir.” şeklinde düşünüyorsa, bu düşüncelerini bu şekilde dile dökmese bile kalbinde böyle şeylere yer veriyorsa o zaman bu dualar da işe yaramayacaktır.

 

Örneğin namazın insanı kötülüklerden koruyacağına inanırız. Ayet açıktır çünkü. Harama bakma veya gıybet gibi kötülüklerden korunmak için birkaç ay ciddi namaz kılmak yeterli olabilir. Riya ve kibrin kalpten silinmesi için belki birkaç yıl ciddi namaz kılmak gerekebilir. Fakat daha basit kabul edilebilecek hatalar noktasında namaz kılanların o hatalara devam ettiklerini de görebiliriz. Çünkü bazı insanlar namazlarını geçiştirerek kılarlar ve buna alışmışlardır. Bu durumda o namaz kötülüklerden çok fazla alıkoymayabilir. Ancak özellikle bir insan yaptığı bir hatayı hata olarak veya yaptığı bir kötülüğü kötülük olarak görmüyorsa, onu önemsemiyorsa, o kötülükten ve hatadan sakınma iradesi adına ortaya hiçbir şey koymuyorsa, bu durumda namaz da insanı o kötülükten alıkoyma adına neredeyse hiç etki göstermeyebilir. Belki zamanla namaz kılmaya devam ettikçe yaptığı kötülüğün aslında kötülük olduğunu anlaması lütfedilebilir. Aynen öyle de, bir insan zaten eşyanın hakikatini bildiğini zannediyorsa, hakkı hak olarak bildiğini, batılı da batıl olarak bildiğini kabul ediyorsa, ilminin zaten yeterli olduğunu düşünüyorsa bu duaların pek bir etkisi de olmayacaktır, olsa da çok az olacaktır.

 

Evet! İnsan kendisinin yanlış ve eksik olabileceği ihtimalini zihninde tutmalı. Kendisine öğretilen bilgilerin, bakış açılarının, yorumların ve hükümlerin de içinde yanlışlıklar bulunabileceğini ve bunun da tabii bir durum olduğunu unutmamalı. Hata ve eksiklik adına hiç ihtimal düşünmüyorsa “İlmimi artır.” duası da etki açısından yarım kalmış olacaktır.