13 dk.
21 Eylül 2022
Doğru Düşünmeyi Öğrenmek | 1. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Doğru Düşünmeyi Öğrenmek | 1. Kısım

Soru: Daha doğru düşünme ve değerlendirme yeteneği zamanla kazanılabilir mi?
 

Düşünme ve değerlendirme yeteneğimizi daha da geliştirme, daha doğru düşünür ve değerlendirir hale gelme her zaman için mümkündür.

 

Düşünme, argüman üretme, argümanları değerlendirme gibi durumlarda uyulması gereken mantık kuralları vardır. Mantık kurallarına uymadan üretilen her düşünce, söz, önerme ve argümanın mantıktaki karşılığı fallacy (safsata) olarak adlandırılır.

 

Safsata kelimesi Türkçede her ne kadar “boş, temelsiz, asılsız söz” gibi anlamlara gelse de bu durum aslında bir galat-ı meşhurdur. Yani yaygınlık kazanmış bir hatalı kullanımdır. Safsata, Yunanca “sophisma” kelimesinin Arapçaya geçmiş hâlidir ve kelime esas olarak insanları aldatmaya yönelik dil ve mantık cambazlığını ifade eder.1 Buradaki “cambazlık”, bilinçli bir aldatmacayı ifade etse de zamanla safsata kelimesi bir düşünceyi, bir yargıyı ortaya koyarken veya anlamaya çalışıp değerlendirirken yapılan yanlış çıkarsamalar, hatalı düşünce biçimlerinin tümünü ifade eder hale gelmiştir. Yani safsatalar bilerek yapıldığı gibi bilmeyerek de yapılabilmektedir.

 

Safsatalara mantık dilinde “geçersiz akıl yürütmeler” de denilir. Yani insanların konuşurken veya yazarken, bir konu hakkında argüman üretirken kullandıkları fakat aslında iddia ettikleri sonucu mantıksal olarak vermeyecek olan ibarelerin tümü safsatadır.

 

Safsatalar, Aristoteles’in “Sofistik Çürütmeler” adlı çalışmasından bu yana binlerce yıldır düşünce dünyasının gündeminde. Aristoteles’te safsatalar dilden kaynaklanan ve dilden kaynaklanmayan safsatalar şeklinde sınıflandırılmıştır.2 Günümüzde ise daha pratik bir sınıflandırma olarak formal (biçimsel) ve informal (biçimsel olmayan-serbest) safsatalar olmak üzere ikiye ayrılırlar.

 

Biçimsel safsatalar bir argümanın yapısından kaynaklanır. Argüman burada teknik olarak geçersizdir. Yani bir akıl yürütmede sonuç, öncüllerden çıkarılmaya uygun bir sonuç değildir. Burada önemli olan sonucun kendi başına doğru olup olmaması değil, öncüllerden zorunlu olarak çıkarılabilecek bir sonuç olup olmamasıdır. Sonuç doğru da olabilir yanlış da… Burada akıl yürütmenin her adımının bir öncekiyle uyumlu, öncekinin biçimsel bir sonucu olması gerekmektedir.

 

-Bütün insanlar kanatlıdır  Ahmet bir insandır  O halde Ahmet kanatlıdır

-Bu akıl yürütmede sonuç yanlıştır ama biçim ve teknik doğrudur.

-Bütün insanlar ölümlüdür  Ahmet bir insandır  O halde Ahmet ölümlüdür

 

Burada da hem biçim ve teknik hem de sonuç doğrudur.

 

-Bazı insanlar zekidir  Ahmet bir insandır  O halde Ahmet zekidir

 

Burada da sonuç hem doğru hem yanlış olabilir ancak biçim ve teknik yanlıştır. Çünkü bazı insanlar ile Ahmet’in o bazı insanlardan biri olması arasında yeterli bir bağlantı yoktur. Ahmet’in o bazı insanlar kümesinden olup olmadığına ilişkin bir veri de yoktur.

 

Bir insan üzerinde çalışırsa biçimsel safsatalar denilen formel akıl yürütme hatalarını daha rahat yakalayabilir. Bir konuşmada, yazıda, karşılaştığı herhangi bir dokümandaki, öne sürülen bir iddiada bu tip hataları bulup çıkarabilir. Kendi düşüncelerini de daha fazla kontrol edebilir. Bu açıdan daha doğru düşünebilir hale gelir.

 

Bir de biçimsel olmayan (informal fallacy) safsatalar vardır. Bunlar bir önermenin biçimi ile değil içeriği, anlamı ile ilgilidir. Bunlar da yanlış ikilem (sadece iki alternatiften biri doğrudur ve biri tercih edilmek zorundadır), otorite etkisi (Bir bilenin söylediği her şey doğrudur), ad hominem gibi safsata türleri bu kategoriye girer.

 

Öncelikle temel mantık kavramlarını bilmek, daha sonra bu tarz mantık hatalarına dair okumalar yapmak ve bu çerçevede ilgili örnekler üzerinde düşünmek, daha sonra da karşılaşılan durumlarda bunları hatırlayıp uygulamasını yapmak, bir süre bu şekilde çalıştıktan sonra ilgili hataların kendiliğinden yakalanır hale gelmesini sağlayacaktır.

 

Bu şekilde daha nitelikli okumalar yapılabilir, yani okuma eylemi daha nitelikli hale getirilebilir. Okunulan yazılardaki mantık hataları fark edilirse onlar bir köşeye konulur ve direkt kabul edilmez. Direkt reddedilmesi de doğru olmaz çünkü temel mesaj o an için yanlış bir şekilde aksettirilmiş olabilir, yanlış bir örneği binaen yanlış anlatılmış olabilir, yanlış bir akıl yürütmeyle doğru bir sonuca ulaşılmış olabilir vb… Bu gibi nedenlerle direkt kabul ile direkt reddetmek konusunda da aceleci olmamalıdır.

 

Tabii okunulan ve söylenen şeylere karşı mantık hataları konusunda dikkatli olmanın yanında kendi düşünce, konuşma ve yazılarına karşı da dikkatli olmak gerekecektir. Mantık kuralları sadece başkalarını bağlamaz, bizi de en az başkaları kadar bağlar.

 

Düşünme eğitimi konusunda şu husus unutulmamalıdır: Düşünme de diğer işler gibi bir iştir. Her ne kadar daha kıymetli ve temel olsa da düşünme kabiliyeti de bir yazılım programını öğrenmek veya yemek yapmak gibi bir iştir ve öğrenilmesi, uygulanması, geliştirilmesi açısından benzer kurallara tâbîdir. Nasıl ki bir bilgisayar programını kursuna giderek ya da kendi kendinize öğrenebileceğiniz, bu konuda kendinizi geliştirebileceğiniz gibi… Yemek yapma konusunda da yine kursuna giderek, kitaplardan ve videolardan bakarak öğrenip, öğrendiklerinizi uygulayıp o konuda ilerleme kaydedebileceğiniz gibi… Sonuçta “Nasıl yapılabilir? Nasıl yaparım?” diye sorarak önce acemice öğrenmeye çalışılacak, sonra yavaş yavaş ustası haline gelinecek, nihayet uygulaya uygulaya yetkinlik kazanılacak her iş ve yetenek gibi düşünme de önce öğrenilecek, sonra uygulamalarla sağlamlaştırılacak, sonunda da yetkinlik kazanılabilecek bir alandır.

 

Düşünme yeteneği insanda içsel bir süreç olduğu için genellikle balığın sudan haberdar olmaması, her an dönüp suyu kontrol etmemesi gibi bizler de okuduklarımıza, dinlediklerimize, konuştuklarımıza karşı mantık kurallarını tatbik etmeyiz. Hatta kendi düşüncelerimize neredeyse hiç tatbik etmeyiz. Hepsinden öte düşünmenin bizzat kendisini düşünmek çok istisnai bir davranıştır. Ancak bu ciddi bir hatadır. Düşünme de bir iştir ve onun kuralları da adım adım öğrenilebilir, uygulanabilir.

 

Hataları Öğrenmek 

 

Neden daha çok düşünme hataları üzerinde duruyoruz da düşünme sevapları veya doğruları üzerinde durmuyoruz? Çünkü bazı meseleleri düşünme ve belirli nedenleri belirli sonuçlara bağlama durumu insanda otomatiktir. İnsanlar sürekli olarak birtakım girdilerden birtakım sonuçlar çıkarırlar. Mantık hatalarına dair bilgileri az ise daha fazla sayıda yanlış sonuç çıkaracaklardır. Bu yüzden mantık hatalarının hata olarak bilinmesi, doğru kuralları bilmekten daha pratik ve hızlı faydalar sağlayacaktır.

 

Özellikle belirli bir yaşa gelmiş, en azından henüz ilkokul seviyesinde olmayan, bugüne kadar da hayatında pek çok gazete, dergi, makale, kitap okumuş, bir üniversite dönemi yaşamış, az ya da çok çalışma hayatının içinde bulunmuş insanlar düşünme ve argüman üretme konusunda belirli bir tarza sahip insanlardır. Yani zihinsel yapıları artık belli bir tarzda işlemeye alışmıştır. Mantık kurallarını öğrenme ve uygulama konusunda özel bir eğitim alınmamış veya bu konuda özellikle dikkatli olunmuyor ise okuduklarımız, konuştuklarımız, dinlediklerimiz ve iletişimlerimiz esnasında pek çok mantık hatasına düşmemiz kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle de bu hataların bilinerek teker teker telafi edilmeleri, önceden doğru kuralların öğrenilerek uygulanmaya konulmasından daha hızlı sonuç sağlayabilir.

 

İstatistik ve Hipotez Testleri

 

Biçimsel ve biçimsel olmayan mantık hataları kadar istatistik ve hipotez testlerindeki hataları bilip tanımak da önemlidir. Her ne kadar bu hatalar mantık hataları içinde biçimsel olmayan safsata türlerine girse de önemine binaen ayrı bir başlığı hak etmektedir.

 

Örneğin, korelasyonun nedensellik anlamına gelmediğini bilmek çok önemlidir. İki değişken arasındaki ilişki anlamına gelen korelasyon sadece iki değişken arasındaki ilişkiyi gösterir. Bu ilişki güçlü ya da zayıf olabilir. Mesela leyleklerin göç zamanı Türkiye için genellikle Ağustos ve Eylül aylarıdır. Bu aylar aynı zamanda doğum oranlarının da artış gösterdiği zamanlardır. Bu iki değişken arasında üçüncü bir değişkenle kurulabilecek güçlü bir korelasyon var olabilir. Ancak ikisi arasında bir nedensellik yoktur. Yani leylekler göç ettiği için doğum oranları artmamakta veya doğum oranları arttığı için leylekler göç etmemektedir.

 

Diğer yandan korelasyon, nedensellik için gerekli şartlardan sadece birisidir. Diğer iki şart, sebebin sonuçtan önce gerçekleşmesi ve iki değişken arasında anlamlı ilişkiye neden olacak üçüncü bir değişken olmamasıdır.

 

Bir başka önemli husus istatistiksel yorumlarla ilgilidir. Örneğin en önemli ve yaygın istatistik hatalarından birisi yetersiz örneklemden kaynaklanan hatalardır.

 

Yetersiz örneklemler, aceleci genellemelerde karşımıza çıkan bir hata nedenidir. Bu hatalarda örnek sayısı azdır veya tektir ancak tek bir örneğe veya az sayıda örneklere dayanarak çabuk ve kaba bir genelleme yapılmaktadır. Özellikle seçim dönemlerinde herhangi bir meslek grubunun (özellikle taksicilerle berberlerin) küçük bir kısmının görüşlerinin seçim sonuçlarıyla ilgili genel bir kanaate ulaştırması elbette hatalı sonuç verecektir.

 

Ayrıca tarihsel olayların neden ve sonuçlarının bugüne birebir aktarılarak kullanılması, sonuçta bugün için de aynı sonuçları vereceğini düşünmek önemli bir safsatadır. Çünkü her tarihi olay kendine özgüdür. Tarihsel olaylar arasında benzerlikler ve özellik itibariyle özdeşlikler dahi olabilir ancak bunların her zaman, her yerde ve her koşulda aynı sonuçları vereceğini iddia etmek yanlıştır.

 

Bir grubun belirli özelliklere sahip az sayıdaki üyesinin bu özelliklerinin grubun diğer bütün üyelerinde bulunduğunu varsayma da bir cins yetersiz örneklemden kaynaklanan genelleme hatasıdır. Bir üniversitede okuyan öğrencilerin içinden üç tanesinin şair olması o öğrencilerin tümünün şair olmasını gerektirmediği gibi, içlerinden 6 kişinin ortopedik rahatsızlıklarının olması bütün öğrencilerin de aynı rahatsızlığa sahip olmasını gerektirmez.

 

Bizde Mantık Anlayışı ve Eğitimi

 

Meselenin tarihsel geçmişine kısaca göz atmakta fayda var. Çünkü mantık ilminin İslam düşünce dünyasına girişinin sebep ve sonuçlarını bilmek bu ilmin İslam dünyasındaki gelişim parametrelerine ve bugünkü haline dair önemli fikirler verecektir.

 

İslam tarihinde mantık ile bir disiplin olarak ilk kez miladi 8. yüzyılda Abbasi halifesi el-Mansur dönemindeki tercüme faaliyetleri sırasında karşılaşılır. 10. yüzyılda da devlet destekli bu tercüme çalışmaları doruk noktasına ulaşır. Mantık alanındaki tercümelere Aristoteles’in Kategoriler, Önermeler, 1. Analitikler kitaplarıyla başlanır. Daha sonra medreselerde yüzyıllarca mantık ilmine giriş olarak okutulacak olan Porphyrios’un İsagoci kitabı da çevrilir. Aristoteles’in sadece telif eserleri değil, o eserlere şerh yazan önemli düşünürlerin eserleri de çevrilir.

 

Peki ama neden?

 

Çünkü İslam dini, o dinin beşerî anlamdaki temsilcileriyle beraber yayılmıştır ve farklı kültürlerle karşılaşılmıştır. Böylesi karşılaşmalar her zaman karşılıklı kültür alışverişiyle sonuçlanır. Birbiriyle karşılaşan hiç kimse kendi kültürünü tam muhafaza edemez, buna gerek de yoktur. Mantık ilmi de o dönemlerde bir parça şekillenmiş olan kelam, fıkıh gibi ilimlerle ilgilenen ulema arasında önemli bir gündem olmuştur. Çünkü diğer dinlerin mensupları kendi inançlarını genellikle Yunan felsefesinin birikimiyle ve özellikle de o coğrafyada şekillenmiş haliyle mantık ilmi aracılığıyla savunmaktadır. Yani mantık, diğer dinlerin mensuplarının kendilerini savunmak için kullandıkları önemli bir silahtır. Müslümanlar da kendi delillerini ortaya koymaktadırlar şüphesiz ancak bir ortak nokta, bir ortak zemin ihtiyacı ister istemez kendini hissettirmiştir. Sonuçta insanlığın genel düşünce yeteneğinin dayanağı olacak, herkesçe kabullenilecek bir takım kriterlere ihtiyaç vardır ve mücadeleyi bu kriterlere uyum sağlayabilen kazanacaktır. Ancak mesele sadece gayr-i Müslimlere karşı kendini fikrî planda savunmaktan ibaret değildir. Müslümanların kendi içlerinde de dini konulardaki tartışmalarda bir ölçüte ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyacı da mantık disiplini yeterli derecede karşılamaktadır.

 

Diğer yandan mantık ilmi ulema arasında öyle kolayca benimsenmiş değildir. Bazı itirazlar yükselir. Bu itirazlar mantık ilminin gereksizliğinden tutun mantıkla uğraşmanın haram hatta küfür olduğuna kadar çeşitli derecelerde gerçekleşmiştir.

 

Örneğin “Nahivciler” denilen bir grup mantık ilmini kendilerine bir rakip olarak görür. Nahivciler bir cins dilbilimcilerdir. Gramerciler olarak da isimlendirilirler. Bunlara göre mantık ilmi üç açıdan gereksizdir. Birincisi; cedel (tartışma, münazara), geometri veya matematikle ilgilenmek doğru düşünme yeteneğini zaten kazandırır. İkincisi; Doğuştan zekî birisi de mantık ilmi almadan doğru düşünme yeteneğine sahip olacaktır. Üçüncüsü; o zamanki mantık ilminin Yunan gramerine göre şekillendiği iddiasıdır. Buna göre mantık dile ve gramere bağlıdır. Doğru bir ifadeyi yanlışından ayırmak için mantık değil gramer bilmek gerekir. O halde mantık ilmi zorunlu değildir. Sürekli muhakeme, zeka ve gramer ilmi mantığın yerine kullanılabilir.

 

Bu itirazlara karşı en mantıklı cevaplar yine bir cins mantıkçı olan Farabi ve İbn Sina’dan gelmiştir. Farabi birinci itiraza şiir ezberleme yeteneği kazanan birisinin gramer açısından da düzgün konuşma yeteneğine sahip olamayacağı, ikisinin aynı anlama gelmeyeceği, şiir ezberlemenin kişiyi gramer hatalarından korumaya yetmeyeceği şeklinde bir cevap verir. Öyle ya! Madem gramer bilmek mantıklı düşünmek için yeterlidir. O halde şiir ezberlemekte ve okumakta usta olan birisinin de diğer konuşma ve yazılarında gramer hatalarının olmaması gerekir. Oysa ikisi de imkansızdır.

 

İkinci itiraza da Farabi; “Bu iddia, gramer kuralları olmadan da dilin doğru bir şekilde kullanılabileceği iddiasıyla benzerdir.” diyerek cevap verir. Yani doğuştan gelen yetenekler yeterli ise gramer gibi doğuştan öğrenilmeyen bir şeyin düzgün ve doğru konuşup yazmak için yeterli olmasını gerektirecekti. Ancak madem ki doğuştan gelen zeka gibi yetenekler mantığı gereksiz kılmaktadır. O halde yine doğuştan gelen zeka gibi yetenekler grameri de gereksiz kılmalıdır. Ama bu doğru değildir. O halde doğru düşünmek için doğuştan kazanılmayan mantık ilmi ve kurallarını öğrenmek gibi bazı araçlara ihtiyacımız vardır. İbn Sina da doğuştan gelen zeka gibi yeteneklerin mantıklı, doğru ve düzgün düşünmek için yeterli olduğu iddiasına karşı “Böyle birinin düşüncesinde isabet etmesi, bir atıcının hedefi rast gele vurmasına benzer.” der. Hatta ona göre Allah’ın özel lütfu, inayeti veya hidayeti dışında hiçbir şey doğru düşünme konusunda mantığın yerini tutamaz.

 

Üçüncü itiraza karşı Farabi, gramerle mantık arasındaki farklılıkları öne sürer. Mantık düşünceyi, gramer ise ifadeleri yönetir. Bu açıdan ikisi benzerdir. Ancak mantık tüm insanların düşünceleriyle yani düşüncenin genel kurallarıyla ilgilenirken gramer belli bir dilin kurallarını içerir. Gramer, mantığı öğrenmek ve uygulamak için önemli ve gerekli olabilir. Ancak gramer, düşüncenin kendisini değil, ifade edilişini ilgilendirir. Mantık ise düşüncenin bizzat kendisiyle ilgilidir.
 
Not: Bu yazı, "Doğru Düşünmeyi Öğrenmek" başlıklı yazı dizisinin ilk yazısıdır. Serinin ikinci yazısı yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.


 

1 ) https://islamansiklopedisi.org.tr/safsata

2 ) Aristoteles, Sofistçe Çürütmeler, sf: 17