14 dk.
22 Eylül 2022
Doğru Düşünmeyi Öğrenmek | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Doğru Düşünmeyi Öğrenmek | 2. Kısım

Bu yazı, doğru düşünmeyi öğrenmek başlıklı yazı dizisinin ikinci yazısıdır. Serinin birinci yazısına buradan erişebilirsiniz.

Mantık ilmine karşı itirazlar nahivcilerin görüşlerinden ibaret değildir. Ulema arasında bir kesim daha vardır ki bunlar, Aristo mantığının Müslümanların hiçbir işine yaramayacağını düşünmektedirler. Hatta bunlara göre mantık ilmi Allah Rasulü (sav) ve ashabı tarafından kullanılmadığı için bidattir. İlimleri mantığa dayandırmak zorunlu değildir. Ayrıca mantık ilmi, düşünceyi yanlışlıklardan koruyacağını iddia etmesine rağmen bunu gerçekleştirememiştir. Bu düşüncelerin yanında mantıkla uğraşmanın haram olduğunu söyleyenler de olmuştur.

 

Bu noktada şunu iyi anlamak ve unutmamak lazım: O dönemde “mantık” kelimesi “Aristo mantığı” ile eş anlamlıdır. Aristo’nun sisteminde ise mantık ve felsefe iç içedir. Felsefenin özellikle de metafizik kısmı ise İslam’ın tevhid, nübüvvet, ahiret gibi temel argümanlarıyla uyuşmayacak iddialarla doludur. Ortada henüz sağlam bir ayrım yapılmamıştır. Dolayısıyla “mantık” ilmini tek başına bir disiplin olarak alıp felsefeyi ve metafiziği ayıklamak henüz mümkün değildir. O zamanlar alınacak şey bir paket halinde olacaktır ve dolayısıyla mantık alınırsa felsefe ve metafizik de alınmış olacaktır. Her ne kadar aralarında kısmî bir ayrım yapılmaya başlansa da henüz istenilen seviyede değildir. Sağlam ve doğru bir ayrımın yapılması için 11. yüzyılın başlarında İmam Gazali gibi bir dehayı beklemek gerekecektir.

 

Dolayısıyla İslam dünyasında mantık aleyhtarlığını “skolastik düşünce”, “yobazlık, bağnazlık”, “gericilik” gibi moda terimlerle acele bir şekilde suçlamadan önce bunun gerçek nedenlerini bilmek gerekir.

 

Özellikle Batınî-İsmailî fırkası mantık ilmini ehl-i sünnete karşı bir silah olarak kullanır. Bunu da mantık tekniklerini kötüye kullanarak, dil oyunlarıyla yaparlar. İbn-i Salah isimli selefi bir alim de dönemin devlet yetkililerinin mantık hakkındaki sorularına karşı, felsefeyi sapkınlık ve saçmalık olarak tanımlar. Hatta felsefeyle uğraşanların ilahi inayet ve nübüvvetin nurundan mahrum kalacaklarını belirtir. Bunların şerrinden Müslümanları korumanın ve medreseleri bu ilimlere karşı muhafaza etmenin sultana vacip olduğunu söyler. Devlet yetkilileri de Dımaşk’ta yıllarca felsefe ve mantık okutulmasına izin vermezler. Hatta İbn Salah’ın devlet yetkililerine bir tavsiyesi de mantık ve felsefeyle uğraşanların tespit edilerek kendilerine ev hapsi verilmesidir ki halk bunların zararlarından muhafaza edilsin.

 

Hatta Katip Çelebi bizlere, bugün için İslam’ın bilimsel ve aydınlanmış yüzü olarak bildiğimiz Endülüs’te bile bir dönem mantık ilminin öğretilmesinin yasaklandığını, mantıkla ilgili kitapların gizlice alınıp satılır olduğunu, hatta insanların mantık kelimesini söylemeye bile cesaret edemediklerini, onun yerine “el-mef’il” kelimesini kullandıklarını, hatta bir vezirin (İbn Hakim) kendisinden mektupla bir mantık kitabı istediğini ancak onun da “el-mef’il” kelimesini kullandığını söyler.

 

Yine Eşari kelamcısı ve fıkıh usulü alimi Âmidî’nin felsefe ve mantık öğretmesine karşı çıkan Şafii ulemasının kendisine yönelik suçlamaları üzerine yaşadığı şehir olan Bağdat’tan Şam’a kaçmak zorunda kaldığını, Şam’dan da aynı suçlamalarla Mısır’a gittiğini, orada da aynı nedenlerle katline fetva verilince tekrar mecburi bir sürgüne çıktığını, ömrünü münzevi bir şekilde tamamladığını da biliyoruz.

 

Şafii fıkhında devrinin en yetkin alimi olan, Riyazüs-Salihin adlı derleme hadis kitabıyla neredeyse her Müslümanın evine giren, döneminde “hadis alimlerinin efendisi” olarak kabul edilen, görev aldığı medreselerde aldığı maaşları kitaba yatıran ve o kitapları da tekrar medreseye bağışlayan, döneminin yöneticilerini uyarmaktan çekinmeyen, kendini ilme adamış ve kendini meşgul edeceği düşüncesiyle hiç evlenmeyen, 21 yaşında eser yazmaya başlayıp 45 senelik ömründe kırktan fazla esere imza atan büyük alim İmam Nevevi de maalesef mantık ilmi için “haram” fetvası veren alimlerdendir.

 

Yine önemli alimlerimizden Suyuti de felsefe ve mantıkla meşgul olanların hadis ilmi açısından cerh edilmeleri gerektiğini, yani bunların rivayetlerinin kabul edilmemesi gerektiğini söyler. Bu yönüyle de felsefe ve mantıkla meşgul olmak gerçekten de kendisinden hadis rivayet edilecek kişi açısından o dönemlerde bir şüphe ve hatta ret sebebi olabilmektedir.

 

Günümüzü de etkileyen önemli alimlerden birisi olan İbn Teymiyye de sıkı mantık karşıtlarından birisidir. Ona göre Müslümanların, gayrimüslimlerden alabilecekleri hiçbir ilim yoktur. Zeki insanlar mantığa ihtiyaç duymaz, akıllı olmayanlar da zaten bu ilmi anlamaz. Peygamberler, sahabe ve ilk üç nesil (tabiin, tebe-i tabiin ve bir sonraki nesil) böyle bir yol izlememiştir. İlim öğrenmek için mantık değil Arapça öğrenilmelidir. Bu görüşlerinin yanında İbn Teymiye’nin felsefe ve mantıkla ilgilenenleri tekfir etmeye kadar varan sert görüşleri de vardır.

 

Mantık ilmine bazı kelamcılar ve tasavvufçular da karşı çıkarlar. Kelamcılar özellikle kendi disiplinlerinin yöntemine uymadığı gerekçesiyle karşı çıkar. Örneğin kelamda o dönemde “Delil çürütülürse iddia da çürümüş olur.” anlamına gelen “Delilin butlanıyla medlulün de butlanı lazım gelir.” kuralı geçerlidir. Mesela iki kişinin evli olduğuna dair delil olarak kabul edilen evlilik cüzdanının yokluğu o iki kişinin evli olmadıkları yönünde bir hüküm vermeyi gerektirir. Ancak mantık ilmi der ki; “Delilin çürütülmesi iddianın çürütülmesi anlamına gelmez. Başka deliller ileri sürülebilir.” Örneğin evlilik cüzdanının yokluğu durumunda iki şahit veya çevrenin ikrarı gibi deliller ileri sürülerek o iki kişinin evli oldukları kanıtlanabilir. Zaten sonraki dönem kelamcıları da delilin çürütülmesi ile iddianın çürütülmesinin gerekmeyeceği konusunda ittifak etmişler, bu yanlıştan dönmüşlerdir.

 

Tasavvufçular da insan düşüncesini tek bir noktaya yöneltmesi, ruhani zevk yolunu kesmesi gibi nedenlerle mantık ilmine karşı çıkmışlardır. Bu tasavvufçular açısından, özellikle de bilgi kaynağı olarak bireysel hissî tecrübeleri çok fazla önemseyen tasavvufçular açısından anlaşılabilir bir gerekçedir.

 

İslam dünyasını mantık ilmiyle asıl barıştıran kişinin İmam Gazali olduğu söylenebilir. Her ne kadar Gazali’den önce Farabi, İbn Sina gibi isimlerin bu barışta etkisi olsa da bu isimlerin özellikle İslami ilimlerde tartışılan isimler olması onların görüşlerinin bir nebze ihtiyatla karşılanmasına neden olmuştur. Ancak İmam Gazali hem dini ilimlerdeki tartışmasız yetkinliği hem de felsefe ve mantık dallarındaki derinliği nedeniyle bu barışı sağlamada kilit isimdir. Gazali’ye göre mantık, metafizikten ve felsefeden arınmış haliyle nötr bir disiplindir. Dine etkisi ne olumlu ne de olumsuzdur. Mantık ilminin konuları dini ilimlerle ilgili değildir. Bu nedenle mantığın dini bir motivasyonla reddedilmesi anlamsızdır. Gazali’nin bu görüşü elbette hemen kabul görmedi. Bazen şaşkınlıkla bazen de İbn Teymiye örneğinde olduğu gibi sert tepkilerle karşılaştı. Ancak zamanla bu tepkiler yerini kabule bıraktı. Geçmişte mantıkla ilgilenmenin haram hatta küfür sayıldığı söylemler marjinalleşti. Mantık öğrenmenin farz-ı kifaye olduğuna dair görüşler revaç buldu. Zerkeşî, Beydâvî, Necmettin et-Tusi, Pezdevi gibi alimler mantık bilmeyi içtihat yapabilmek için temel şart olarak ileri sürdüler.

 

Zamanla mantık ilmi eğitim sisteminde diğer dersler gibi bir ders olarak okutuldu. Nizamiye medreselerinde dini ilimlerin yanı sıra felsefe, matematik, mantık, sarf-nahiv ve astronomi gibi ilimlerin okutulduğu bilinmektedir.

 

Osmanlı döneminde de medreselerde mantık, diğer ilimlerin yanında okutulmuştur. Ebheri’nin yazdığı ve mantık ilmine giriş çapındaki İsagoci yakın döneme kadar okutulmuştur. Bunun yanında Türk mantıkçılar olarak sayılan Muhammed es-Semerkandi’nin, Urmevi’nin ve Molla Fenari’nin mantıkla ilgili kitapları ve o kitaplara yazılan şerh ve haşiyeler de okutulmuştur. Ancak sorun şudur ki Batıda bir yandan Galileo, Descartes, Newton gibi isimlerle 16. yüzyıldan itibaren Aristo felsefesi ve mantığı terk edilirken ve yerine yeni bir yöntem ikame edilirken Osmanlı medreselerinde Aristo mantığı ve ona bağlı Garabi-İbn Sina geleneğine dayalı mantık anlayışı 19. yüzyılın sonlarına kadar okutulmaya devam edilmiştir. Tanzimat döneminde medrese eğitim sisteminde reformlar yapılmak istenmiş, bu reform paketlerinde mantık dersleri yine yer almış ve okutulmuştur ancak yenilik iddialarına rağmen okutulan mantık dersleri her seferinde Ebheri’nin İsagoci isimli eserine dayanmaktan kurtulamamıştır. Nihayet Ali Sedad Batıdaki yeni mantık akımlarını da içeren ilk Türkçe telif mantık kitabı olan Mizanü’l-Ukul fi’l Mantık ve’l-Usul adlı eserini 1885’te yazmıştır. Bundan sonra yine batı etkisiyle mantık ilminde eski anlayışın yavaş yavaş terk edildiği görülür.

 

Geldiğimiz noktada ise İslam dünyasında bir mantık geleneğinden, daha doğrusu “doğru düşünme” derdi gibi bir meseleden bahsetmek maalesef pek mümkün görünmemektedir. Geçmişte 8. yüzyılda mantık eserlerini İslam Dünyasına Yunancadan ve Süryaniceden çevirerek taşıyan isimler önemli bir mantık geleneği oluşturabilmişlerdir. Süryaniler Hristiyanlığa geçince düşünce dünyaları açısından da canlanmışlardı. Aristo’nun eserlerini kendi dillerine çevirmişlerdi ancak bu çeviriler Kilisenin izin verdiği kadarıyla sadece Kategoriler, Önermeler ve Birinci Analitiklerin 7. Bölümüne kadar olan kısmıydı. Süryanilerin yaşadıkları coğrafya Müslümanların hakimiyetine geçince Aristoteles’in bütün eserleri çevrilmeye başlandı. Böylece Süryaniler 8. Yüzyıldan itibaren bir nevi varisi oldukları antik Yunan’ın ilim ve felsefesini Arapça üzerinden İslam dünyasına taşımış oldular. Zamanla İslam dünyasında mantık ilmi Süryanilerin elinde olduğundan daha ileri bir seviyeye taşındı. Süryani kültüründe Aristoteles’in mantık sistemi tam oluşmamıştır çünkü çeviriler Kilise baskısı nedeniyle sınırlı kalmıştır. Ancak İslam dünyasındaki mantıkçılar, filozoflar ve bir kısım ulema mantık konusunu sadece Süryanilerden değil Aristoteles’ten de ileriye taşımayı başarabilmişlerdir. Ancak zamanla Batı'da Descartes’la başlatabileceğimiz gelişmelerin gerisinde kalınması sonucu bir yerde tıkanma başlamıştır ve bu durum halen aşılabilmiş değildir. Yapabildiğimiz sadece çeviriler ve aktarma sistemler üzerinden mantık ve bilimsel bilgiden haberdar olabilmemizdir. Yakın gelecekte de durum pek değişeceğe benzemiyor. Bu durumda bireysel çabaların kendini kurtarmada ve kişisel kaliteyi geliştirmede tek ve en önemli çıkış yolu olduğunu tekrar hatırlamak gerekiyor.
 

Doğru Düşünmeyi Öğrenmede Kitapların Etkisi

 

Esasında mantık, bir disiplin olarak Aristoteles’ten bu yana her zaman felsefenin ve bilimlerin konusu ve odağı olmuştur. İslam düşünce tarihinde de mantıkla ilgili müstakil çalışmalar Aristoteles’in eserlerinin Arapçaya çevrilmesiyle başlar. Daha öncesinde mantıklı düşünme diye bir şeyin söz konusu olmadığı açıktır ancak sistematik bir mantık ilmi yoktur. Belki sistematik hale getirilmemiş ancak klasik mantık ilminden daha yoğun ve canlı bir şekilde kullanılan istinbat metotları (naslardan hüküm çıkarma yolları) vardır. Bunlar da her insanda fıtrî olarak bulunduğu varsayılan doğal mantık kaidelerine aykırı metotlar değildir. Ancak sonuçta “mantık”, ayrı bir disiplin olarak ele alınıp işlenmemiştir.

 

Mantık kavramının geniş halk kitleleriyle ilişkisi her zaman sıkıntılıdır. Geniş halk kitleleri her şeyden önce bir kitledir ve mantığın değil kitle psikolojisinin güdümünde hareket ederler.

 

Bireysel olarak mantık veya mantıklı düşünmeyle kurulacak ilişki ise kişinin öğrenmeye açıklığı, doğru düşünmeye kıymet vermesi, hakikate karşı saygılı ve dürüst oluşu ile hakikati tanıma isteği gibi eğilimlerle ilgilidir. Bu eğilimlere az çok sahip olanların öncelikle düşünmenin kendisini düşünmesi, bunun için de mantık kuralları ve düşünme hatalarına dikkat etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.

 

Peki kitaplar bu zorunluluğu ne kadar karşılayabilir?

 

Kitap okuyarak mantıklı veya doğru düşünmeyi öğrenmek mümkün müdür?

 

Evet! Daha önce de temas edildiği gibi bir insanın kendini geliştirebileceği alanların içinde “doğru düşünme” de vardır ve her insan gerek ilgili kitaplardan, gerek bu alandaki kurslardan veya eğitim programlarından hatta videolardan faydalanarak bu konuda kendini geliştirebilir.

 

Bu süreç için iyi bir başlangıç sayılabilecek birkaç kitap önerisinde bulunmak faydalı olabilir.

 

Safsata Kılavuzu – Alev Alatlı: Kitap aslında 2000’li yılların başında Alev Alatlı’nın da içinde yer aldığı bir e-posta grubundaki yazışmalar sonucunda derlenmiş ve safsataların (düşünme hatalarının) yapısını örneklerle ortaya koymaya çalışan güzel bir çalışmanın ürünü. Konularının birbirinden bağımsız olması, ara ara okunabilmesine de imkan veriyor. Böylece konular üzerinde çalışma daha da kolay hale geliyor denilebilir. Örneklerin güncelliği ve her zaman karşılaşılabilir olanlarından seçilmesi de kitap konularının gerçeklikle ilgisinin kurulmasını sağlıyor.

 

A’dan Z’ye Düşünmek – Nigel Warburton: Yazarın kendi ifadesiyle; “Kitap eleştirel düşünmeye bir giriş niteliğindedir. Herhangi bir konuda net bir şekilde düşünmeyi sağlayan temel araçları tanıtır. Anlatılan konular ve teknikler net düşünmeyi gerektiren herhangi bir alanda kullanılabilir; akademik alanların hepsinde doğrudan uygulandıkları gibi, hayatın her alanında, kişilerin vardıkları sonuçları desteklemek için nedenler ve kanıtlar öne sürdükleri her durumda kullanılabilir.”1

 

Bu kitap da düşünme hatalarını göstermesi ve tanıtması açısından bir cins safsata kılavuzu sayılabilir. Kitabın okunup geçilmesi elbette pek bir fayda sağlamayacaktır. Önemli olan kitabı bir turist rehberi gibi ele alıp gerçek durumlara uygulamaktır. Burada da konular birbiriyle çok sıkı bağlantılı olmadıkları için birbirinden bağımsız okumalar yapılabilir. Özellikle okuyucunun ilgilendiği herhangi bir maddeyle başlaması, sonra da o maddeyle ilişkili diğer maddeleri okuyup uygulaması son derece verimli olacaktır. Çünkü bir mantık hatası genellikle müstakil, kendi başına hareket etmez. İlişkili birkaç nedene dayanır. Kitaptaki herhangi bir maddenin sonunda (bkz:…) şeklinde atıflar yapılması ve koyu olan kısımlarla ilişkili maddelere vurgu yapılması bu yönden önemli sayılmalı ve o kısımlar ilgili madde olarak ele alınmalıdır. Kitabın nasıl verimli kullanılacağına dair giriş kısmında yazarın kendi önerileri de vardır ve bunlardan istifade edilebilir.

 

Eleştirel Düşünme Kılavuzu - Tracy Bowell, Gary Kem: Kitabın temel konusunu argümanların çeşitli yönlerden eleştirilmesi oluşturuyor. "Eleştiri" kavramı burada Türkçede uğradığı azizliğe uğramış gibi görünebilir. Hatta kitabın çevirisiyle ilgili teferruat sayılabilecek bazı eleştiriler de mevcuttur. Ancak hakikatte eleştiri kavramının bir kanaate ulaşma süreci, bir hüküm kurma prosesi olduğu kabul edilince eleştirel düşünme sürecinin aşamalarını titizlikle ele alıp gösterdiği söylenebilir. Kitaba göre her argüman sunma bir girişimdir ve bu girişim bizi bir şeylere ikna etme amacındadır. Dolayısıyla argümanlar, bir şeylere inanmak için nedenler sunan girişimlerdir. Bu kitap da argümanların analizinin nasıl yapılacağına dair temel kavramları ve teknikleri öğretiyor. Tanıtımındaki ifadeyle “Bu kitap, okurlarına davranışları ve düşünceleri iyi nedenlere dayanan, bu nedenleri ifade edebilen ve açıkça ortaya koyabilen biri haline gelmek için gereken araçları sunuyor.” .  Bu ifade ilk etapta iddialı gibi görünebilir ancak bu araçları öğrenip reel hayatta uyguladıktan sonra böyle birisi haline gelmek tabii ki mümkün. Meselenin geri kalanını düşünce hataları üzerindeki duygusal nedenler oluşturuyor. Bir diğer önemli husus da yazarların ifade ettiği gibi eleştirel düşünmenin kuramsal yönlerinden çok pratik yönlerinin öne alınması. Bu da kitabı teorik kurallara boğmaktan kurtarıp istifade edilebilme potansiyelini artırıyor.

 

Evet. Daha önce değindiğimiz gibi; insan bir bilgisayar programını öğrenmek isterse kitabından, kursundan veya uzmanından öğrenebilir. Ama elinin altında en kaliteli, en iyi donanımlara sahip bilgisayar da olsa o insanda belirli bir sanat ruhu veya yeteneği olmadıkça o insan ortaya mükemmel eserler koyamayabilir. Ortaya konulanlar yine güzel olacaklardır, sonuçta emek ve eğitim hiçbir zaman faydasız olmaz ancak kişisel eğilim veya yetenek de önemlidir.

 

Burada da mantık hatalarını öğrenerek, bunlarla ilgili çalışmalar ve egzersizler yaparak herkes en kötü ihtimalle şimdiki durumdan daha iyi bir duruma gelecektir. Ancak herkes her konu için en geçerli delilleri üretme, en mükemmel argümanları sunma, en mantıklı analizleri oluşturma gibi bir mükemmelliğe de sahip olamayabilir. Bunun için geniş bilgi, konuyu gerçekten dert edinme, üzerinde düşünme ve belirli bir zeka-kavrayış gerekecektir. Ancak kimse kimseden Aristoteles, Kant, İmam Gazali veya Bediüzzaman olmasını zaten beklemiyor. Okurken, konuşurken, yazarken mantık hatası yapmamak, okuduğumuz, dinlediğimiz konulardaki mantık hatalarını fark etmek, bir argümanı farklı yönleriyle değerlendirebilmek de bizi yanlıştan koruyacağı için oldukça kaliteli bir seviyeye yükseltmiş olacaktır. Sonuçta doğru bakan, doğru gören ve doğru düşünen insanlar olmamızı sağlayabilecektir. Bu seviyede tefsir, fıkıh, hadis, tasavvuf, kelam, siyer, tarih gibi okumalarımız da değişip gelişecektir.


Yazı dizisinin ikinci yazısı burada sona ermektedir. Üçüncü yazı yarın internet sitemizde yayımlanacaktır.


 

1 Warburton, N., A’dan Z’ye Düşünmek, Alfa Yayınları, 2016