10 dk.
09 Ekim 2022
Dünyevi bilgi ve malumatın ebedî hayatımıza faydalı olması mümkün müdür? | 5. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Dünyevi bilgi ve malumatın ebedî hayatımıza faydalı olması mümkün müdür? | 5. Kısım

Bu yazı, "Dünyevi bilgi ve malumatın ebedî hayatımıza faydalı olması mümkün müdür?" başlıklı yazı dizisinin beşinci yazısıdır. Serinin dördüncü yazısına buradan erişebilirsiniz.

Bilim, İdeoloji ve Sosyolojiler

 

Baştan belirtelim ki gerçekten bilimsel olan önermeler kabul edilebilir önermelerdir. Bu kabul edilebilirlik vahyi kabul etmek gibi kesin ve kapsamlı bir kabul edilebilirlikle aynı anlama gelmez. Zaten bilimin veya bir konudaki doğru önermenin mahiyeti de değişime açık olmasıdır. Örneğin Newton’un kütle çekim teorisi Einstein’ın genel görelilik teorisi ile yanlışlanmıştır ancak bu yanlışlama tamamen çöpe atma, yok sayma şeklinde değildir. Bilimde işler böyle ilerlemez. 

 

Einstein, Newton’un kuramını daha ileri bir aşamaya taşımıştır. Zaten bilim dediğimiz şey de bir teorinin diğerini yanlışlamasıyla, yani o teorinin zayıf yönlerini ayıklaması, eksik kısımlarını tamamlaması ile ilerler. Burada “Newton’un teorisi tamamen yanlış, Einstein’ın teorisi tamamen doğrudur.” gibi bir durum söz konusu değildir. Einstein’ın genel görelilik teorisinin Newton’ın kütle çekim teorisinin yerini alması, Newton’un teorisinden daha açıklayıcı ve güçlü olması nedeniyledir. Bu, Newton’un teorisini tamamen kaldırıp atmamızı gerektirmez. Hatta Newton’ın teorisinin bazı yönlerden kullanılabildiği durumlar halen mevcuttur. Bilimin genel yapısı, mantığı ve sistematiği böyle işlemektedir.

 

İslami ilimlere baktığımızda ise örneğin “hadis usulü” dediğimiz hadisleri sahih, zayıf, uydurma gibi özelliklerine göre ayıran yöntemin Hicri 2. veya 3. asırdaki hâlleriyle donup kaldığını görürüz. Hadis usulü o vakitlerden sonra hemen hiç gelişmemiştir denilebilir. Bu da ideal bir durum değildir. Aksine, insanların hadis usulü üzerine çalışmadıklarını veya konuyu yeterince ciddiye almadıklarını göstermektedir.

 

Halbuki doğru bilginin mahiyeti değişerek gelişmektir. Bu gelişme;

 

-Eskisi biraz yanlışmış, şimdiki daha doğru

-Eskisi komple yanlışmış, doğrusu buymuş

-Şu şekilde ifade edilirse daha doğru olur

 

gibi biçimlerde olabilir. Bunların hepsi bir önceki bilgi birikiminin veya yöntem denilen yaklaşım tarzının yanlışlanmasıdır. Ancak yanlışlama kendi içinde tek bir bütünden ibaret değildir, görüleceği üzere farklı türleri ve biçimleri vardır. Bunları da ayırmak gerekir.

Bundan sonra “ideoloji” ve “bilimin ideolojisi” kavramları iyi bilinmelidir.

 

İdeoloji dediğimizde Türkçe konuşan ve düşünen insanların zihinsel sınırları ve alışkanlıkları içerisinde olumsuz çağrışımlar daha yoğun olabilir. Ancak ideoloji kavramı sosyal bilimler içerisinde ortak bir tanımı bulunmayan bir kavramdır. Kelime olarak idelerin, yani her türden bilinç olaylarının bilimi anlamına gelse de bu terim daha çok küçültücü anlamda, gerçekliği olmayan, soyut düşüncelere dayanan kuram1 anlamında kullanılır. Tarihsel olarak da bir düşünce veya akımın rakip düşünce veya akıma karşı kullandığı bir silah, bir saldırı aracı olmuştur. 
 

Bu bağlamda bilim için “ideoloji” kavramını kullanmak bilimin kendisinin bir ideoloji olduğu anlamına gelecektir ki bu apaçık abes bir yakıştırma olur. Ancak bilimin kendi içinde bir ideoloji de taşıdığını, evrenin anlamlandırılmasına ilişkin metafizik ön kabullerinin olduğunu söylemek de her ne kadar ilkinden daha farklı bir iddia gibi görülse de aynı derecede abestir. Bilimin bir ideolojisi yoktur. Belli bir takım ideolojiler ve o ideolojilerin kullanıldığı yerler vardır. Bunların bilim hakkında görüşleri de vardır. Ayrıca bilimin yöntemi, uygulanması, yapısı ve işlevi hakkında felsefî sorgulamalar yapan “bilim felsefesi” adı verilen ayrı bir alan da vardır. Ancak bunların hiçbirisi bilim değildir. 

 

Evrenin oluşumuyla ilgili büyük patlama teorisini ele alalım. Bir noktada büyük bir patlama oldu, önce proton ve elektronlar oluştu. Daha sonra hidrojenler ve helyum oluştu. Bunlar zamanla yıldızları oluşturdu. Yıldızlar ölünce nova ve süpernovalar meydana geldi. Bunlardan da gezegenler oluştu. Bu hikaye tam bir evrim hikayesidir. Başta bir hücre vardı. Zamanla çok hücreli hale geldi. Oradan sürüngenler, omurgalılar oluştu hikayesi de bir evrim hikayesidir. 

 

Bu bağlamda “Kainat ezelidir.” veya “Kainatın bir başlangıcı vardır.” tezini savunanlara bakalım. Big Bang teorisi kainatın bir başlangıcı olduğuna atıfta bulunduğu için yine kainatın bir başlangıcı olduğunu savunan inananlar tarafından savunulan bir teori olmuştur. Diğer yandan inançlılar arasında insanın def’aten (tek bir defada) yaratıldığı düşüncesi bir şekilde yerleştiği için canlıların evrimi konusu daha çok ateistler tarafından ateizm lehine kullanılan bir teori olmuştur. Oysa her ikisi de fiziksel maddelerin ve canlıların bir noktadan başladıklarını, uzun yıllar içinde değişip geliştiklerini anlatmaktadırlar.

 

Dolayısıyla “Kainatın bir başlangıcı vardır.” tezi başka bir şeydir, Big-bang teorisi bu tezi destekler görünse de kendi başına başka bir şeydir. Aynı şekilde evrim teorisi başka bir şeydir, ateizmin “Dinler insanın tek bir defada yaratıldığını söylüyor ama bilim evrimle geliştiğini söylüyor, o hâlde dinler yanlıştır.” iddiası başka bir şeydir. Bilimsel önermeler insanların daha önceden seçtikleri pozisyonları haklılandırmak için birer gerekçe halinde kullanılabilmektedir. Bu kullanım da başka bir şeydir, bilimsel önermeler kendi başlarına başka bir şeydir. 

 

Filtrelemede Önemli Olan

 

Gerek İslami ilimlere gerekse Batı bilgisine dair okuduklarımızda bir filtreleme yaparken okuduğumuz şeyin bilinebilecek bir şeyden mi yoksa bilinemez bir şeyden mi bahsettiğini kavramak önemlidir. Çünkü yanlış ama yerleşmiş bir algı olarak İslami ilimlerin daha çok metafizik önermelerle, Batı bilgisinin ise daha çok pozitif ve bilinebilir önermelerle dolu olduğu zannedilir. Halbuki Batılı metinlerin içinde de bilinebilir bir konudan bahsediyor görünen ama aslında bilinemeyecek konulardan bahsettiği vaki olan kütüphaneler dolusu kitap, teori, görüş vardır. Tabii burada bilinebilirlik, epistemolojik anlamıyla deney, gözlem ve araştırma sonucu bilinebilirliktir.

 

Böyle bir ayıklama ya da filtreleme işlemi dini kitaplar, İslami ilimler için de gerçekleştirilmelidir. Özellikle zayıf veya mevzu hadisler için şöyle bir yanlışlık yerleşmiş durumdadır: “Enes bin Malik’in rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz (sav) … buyurmuştur.” kalıbını ele alalım. Hadisi senet yönünden incelediğimizde senet açısından içlerinde yalancı oldukları apaçık belli kişilerin olduğu da görülüyor. Bu hadisin sahih olarak kabul edilmesi bu durumda imkansızlaşıyor. Yani elimizde sahih olmadığı açıkça belli bir hadis var. Ama bu hadis için “zayıf” veya “mevzu” demeden önce “Enes bin Malik’in rivayet ettiği bir hadis” algısı yerleşmiş oluyor. Bu algı yerleştikten sonra da Enes bin Malik isminin ağırlığı ve çağrıştırdığı psikolojik atmosfer içinde “Bu hadis zayıftır, mevzudur.” demeye kalktığınız an Enes bin Malik’in aktardığı bir söz üzerine küstahça konuşulmuş gibi anlaşılıyor. Duygusal bir engel, gerçeğe ulaşmanın önüne set çekmiş oluyor.

 

Batı bilgisine dönecek olursak: Evet, her okuduğumuzda, dinlediğimizde karşılaşılan bilginin gerçekliğini ve doğruluğunu kontrol etmek elzemdir. Diğer yandan imanı korumak da önemlidir. İmanı koruyacağım derken mantık hatalarına, düşünce yanlışlarına düşmemek de önemlidir. Müslümanlar, kendi içlerinden çıkan bazılarının pozitif yöntemi reddetme hatasına düşmesi nedeniyle ciddi zararlara uğramışlardır. Bunu yaparken de imanlarını koruduklarını düşünmüşlerdir. Ancak imanı korumakla birlikte pozitif yöntemi bilimsel araştırmalar ve doğru bilgiye ulaşmak için kullanılabilecek bir yöntem olarak ele almayı, aralarında bir denge kurmayı düşünmemişler veya bir parça düşünseler de yaygın bir şekilde pratiğe dökememişlerdir. İmanı korumak adına iman zannedilen geleneksel düşünce ve hüküm çıkarma yöntemlerinin geliştirilmesine imkan vermeme gibi büyük, tarihsel bir hata da muhafaza edilmiştir. Bu hata halen de devam etmektedir.

 

Etkilenme veya Karizmatik Yazar Etkisi

 

Bazen okuduğumuz isimlerin büyüklüğü ve önemi onların zihnimizdeki imajlarını karizmatik bir yere yerleştirebilir. Karizma kavramının siyasi ya da dini liderlikteki anlamı burada da söz konusu olabilir ve ilgili yazarlar zihnimizde karizmatik bir kimliğe bürünebilirler. Böyle olunca da o yazar bizim için artık büyüsel özelliklere sahip, her yönüyle erişilmez bir konumda bulunan düşünsel bir lider halini alır. Böylece bu yazarla sadece yazılı eseri üzerinden zihinsel bir bağ kurmakla kalınmaz, duygusal bir bağ da geliştirilir. Bu her zaman ve her durumda yanlış değildir ancak bir yazarla böylesi bir bağ kurmanın sonraki pek çok yanlışın ilk adımı olabileceği de unutulmamalıdır.

 

Hangi yazar veya hangi kitap, üzerinde çalışılan hangi konu olursa olsun daha açık ve dikkatli olmak, önceden bildiğimizi zannettiğimiz, doğruluklarından emin olduğumuz fikirlerden o kadar da emin olmamak, yeni şeyler öğrenmeye açık bir halde bulunmak, zihnimizi bir radar gibi havada-çevrede dolaşan yeni bilgilere ve düşüncelere ayarlamak, bunların üzerine de mantıklı cümlelerle mantıksızlar arasındaki farkları ayırt edebilmek, okunulan kişinin sadece kitaplarını değil kendisini de az çok tanımış olmak, onun neyi bilebileceğini ve neyi bilemeyeceğini, daha doğrusu yazdıklarının ve söylediklerinin içinde hangilerinin gerçekten bilinebilir hangilerinin bilinemez şeyler olduğunu, hangilerinin bilimsel ve mantıklı bir önerme, hangilerinin metafiziksel, doğrulanamaz veya yanlışlanamaz önermeler olduğunu fark edebilme…

 

Asıl faydalı olacak şeyler bunlardır. 

 

Başka türlüsü yanlış bilgi ve düşüncelere karşı savunmasız, dikkatsiz, özensiz durmamız anlamına gelecektir. 

 

Daha önce de örneği geçtiği üzere, bir göz doktorunun enfeksiyon hastalıkları hakkında söylediklerinin -eğer o alanda özel bir araştırması ve çalışması, hatta uzmanlığı yoksa- çok bir anlamı olmayacaktır. 

 

Aynı şekilde falanca meşhur şarkıcının Tanrının varlığına inanmaması ile çok ünlü ve karizmatik bir fizikçinin Tanrının varlığına inanmaması arasında bir fark da yoktur. Her ikisinden de bu konuda etkilenmek zihinsel ve duygusal olarak gelişmemişlik ifadesidir.

 

Pozitivist Yöntemin İslami İlimlerde Kullanılabilirliği

 

Öncelikle pozitivizmin tek bir yapı, tek bir bütün olmadığını anlamak gerekiyor. Pozitivizm bir araştırma yöntemi olmasının yanında bir dünya görüşünü açıklamak için de kullanılan bir terimdir. Bu durumda pozitivizm kavramının tek bir şeyi ifade etmediği ortaya çıkmaktadır. Pozitivizm bir araştırma yöntemi olarak kullanılması durumunda verimli sonuçlar üreten bir zihinsel tavır ve araştırma teknikleri bütününü ifade eder. Ancak bir dünya görüşünü, bilgi, varlık, gerçeklik ve hakikat hakkında zihinsel ve duygusal bir duruş, hatta bir değerler yargısı bütünü olarak ele alındığında ise bir anda metafizik bir kavram hatta bir ideoloji haline dönüşür. Bu noktada pozitivizmin sadece bir araştırma yöntemi olarak kullanılabilirliği üzerinde durduğumuzu vurgulamak isteriz.

 

Bu durumda Hz. Aişe’nin (ra) evlilik yaşının 9 olmasını kabul edip de bu verili durumu delil kabul ederek her dönem için kadınların 9 yaşında nikahlanabileceği yönündeki fetvaların da tartışmaya açık oldukları sonucu ortaya çıkacaktır. 

 

Sonuçta İslami ilimlerin yeniden ele alınmasında pozitivistlerden de hatta ateistlerden de öğrenebileceğimiz ve uygulanması durumunda verimli sonuçlar alabileceğimiz yöntemler olabilir. Yeter ki doğru ayrımları yapabilme, Allah’ın insanlara doğuştan bahşettiği kabul edilen temyiz kudretini kullanabilme, imanımızı muhafaza etme hassasiyeti yanında yeni bilgilere ve yöntemlere de açık olma şartları yerine getirilebilsin. Aksi halde yüzyılların birikimi olan cehalet, zihinsel donukluk, bir türlü yeterince açılamayan içtihat kapısının önünde bekleme, halen 14.-15. yüzyıldan kalma sorunlarla uğraşmaya devam etme gibi abeslikler devam edecektir.

 

Evet! İslami ilimlerde de sistemimize yeni bilgiler, yeni duygular, yeni yöntemler girmelidir. Yenilenme gayreti veya yeniden canlılık ruhu kazanma da yeni bilgilere, yeni bakış açılarına bağlı bir meseledir.

 


 

1 ) Bedia Akarsu, Felsefe Terimleri Sözlüğü, s. 98. TDK Yayınları, 1979

2 ) İbn Sad, VIII, 60, İbn Esir, V, 501-502; İbn Hişam, Sîre, IV, s. 644; İbn İshak, s. 239, Buhari, Nikah, 39-40.

3 ) https://islamansiklopedisi.org.tr/hesap--matematik

4 ) https://tr.euronews.com/2019/04/13/guney-kore-1-gunde-2-yasina-giren-bebeklere-cozum-ariyor-farkli-yas-hesaplama-teknigi