10 dk.
03 Kasım 2023
Efendimiz'in (sas) Abdest Suyuyla Teberrük | 3. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Efendimiz'in (sas) Abdest Suyuyla Teberrük | 3. Kısım

Not: Bu yazı, “Efendimiz'in (sas) Abdest Suyuyla Teberrük” başlıklı yazı dizisinin üçüncü yazısıdır. Serinin ikinci yazısına buradan erişebilirsiniz. 

Sahabe efendilerimizin Peygamber Efendimiz’in (sas) abdest suyuyla teberrük etmelerinde bazı ince noktalar bulunmaktadır.
 

Örneğin, Hz. Aişe (rh.a) validemiz kadınların ay hâllerindeki durumlarının Yahudilikteki gibi necis ve lanetli bir şey gibi görülmemesi gerektiği bağlamında aktardığı bir hadiste şöyle der: “Ben adetli iken bir şey içer sonra onu Allah Rasulü’ne (sas) uzatırdım, o da ağzını tam benim ağzımın değdiği yere koyarak içerdi. Yine ben adetli iken kemikli etten bir parça ısırıp sonra onu Allah Rasulü’ne (sas) uzatırdım, o da ağzını tam benim ağzımın değdiği yere koyarak ısırırdı.”1

 

Bu davranışın Hz. Aişe (rh.a) validemizi memnun ettiği anlaşılmaktadır. Zaten yakınlığın, dostluk ve arkadaşlığın getirdiği bir noktada aynı eşyayı beraber kullanmanın verdiği bir lezzet vardır. Örneğin pek çok anne baba çocuklarının ısırıp bıraktığı veya anne babalarına uzattığı çikolatayı o ısırılmış yerden yemekte ayrı bir lezzet duyarlar. Aynı durum iki yabancı arasında olsa insan böyle bir durumu hoş karşılamayabilir. Çünkü bu mesele yakınlık, samimiyet, sıcak ilişkiler için hoş görülebilecek bir durumdur.

 

Bir başka husus da Efendimiz’in (sas) -tabiri caizse- minik bir prosesten geçirdiği sıvıların şifa ve bereket olmasına dair örneklerdir. 

 

Daha önce de zikrettiğimiz Cabir bin Abdullah (ra) hasta iken, Efendimiz’in (sas) abdest aldığı suyun arta kalanını Hz. Cabir’in üzerine dökmesi ve Cabir’in iyileşerek kendine gelmesi bunun en bariz örneklerindendir.2

 

Yine Hayber savaşında Hz. Ali’nin (ra) hastalıktan ağrıyan gözlerine adeta ilaç hükmünde tükürüğünü sürmesiyle Hz. Ali’nin (ra) gözlerinin şifa bulması da bilinen örneklerdendir.3

 

Hz. Ebu Bekir’in (ra) kızı Esma (rh.a) validemizin anlattığına göre Abdullah bin Zübeyr (ra) doğduğunda onu Efendimiz’e (sas) götürmüş, Efendimiz yanındakilerden bir hurma istemiş, hurmayı ağzında çiğneyerek ezmiş, sonra tükürüğünden bebeğin ağzına bırakmıştı. Böylece Abdullah’ın midesine inen ilk şey Allah Rasulünün (sas) mübarek tükürüğü olmuştu. Sonra yine mübarek ağzında yumuşattığı hurma ile çocuğun damaklarını ovmuş ve onun için dua etmiştir.4

 

Muhammed bin Hatıb’ın (ra) anlattığına göre; çocuk yaştayken kendilerine ait bir kazanı tutunca elleri yanmış, annesi onu Efendimiz’e (sas) götürmüş, Efendimiz de yanığın üzerine tükürmüş ve “Ey insanların Rabbi! Acıyı gider, şifa ver. Gerçek şifa veren sensin. Senden başka şifa veren yoktur!” diye dua etmiş, Muhammed bin Hatıb şifa bulmuştur.5

 

Hz. Aişe (rh.a) validemizin aktardığına göre; bir sahabi Efendimiz’e (sas) gelip rahatsızlığını arz edince veya çıban, yara gibi bir cins dermatolojik rahatsızlıktan muzdarip olduğunda Efendimiz (sas) parmağını yere koyup kaldırır ve “Bismillah! Arzımızın toprağı, birimizin (kimimizin) tükürüğü ile Rabbimizin izniyle hastamız şifa bulacaktır.” derdi.6

 

Yine Medine’de çocuk tabiatında olduğu söylenen, belki bir cins engelli ancak hayasız davranışlarıyla bilinen bir kadın Efendimiz (sas) yemek yediği bir esnada Ondan lokma ister, Efendimiz bir parça verir ancak kadın “Yok, senin ağzındaki lokmadan istiyorum.” deyince Efendimiz (sas) o kadının istediği şekilde ağzındaki lokmadan verir. O hayasız ve çocukça davranışları olan kadın o lokmayı yedikten sonra Medine’nin en hayalı kadınlarından birisi hâline gelir.7

 

Medine’de Kuba Kuyusu denilen kuyunun suyu bazen çekilmekte yani bitmektedir. Efendimiz (sas) abdest aldığı suyu kuyunun içine koyup dua ettikten sonra o kuyunun suyu uzun süre hiç kesilmemiştir.8

 

Yine Hudeybiye seferinde müminler bir kuyuya rast gelirler. Müminlerin sayısı yaklaşık 1.400 civarındadır. Ancak kuyunun suyu ancak 50 kişiyi ancak idare edecek kadardır. Sahabe efendilerimiz mevcut sudan bir miktar çekerler. Efendimiz (sas) kuyunun başına gelir, bir kova su ister. Kovanın içine ağzının suyunu bırakır ve dua eder, sonra o kovayı kuyuya döker. Kuyu birden coşar ve ağzına kadar suyla dolar. 1.400 kişinin tamamı ve hayvanları su ihtiyaçlarını karşılar ve kaplarını da doldururlar.9

 

Bazı insanlar “Ben tükürükten rahatsız olurum.” diyebilirler. Ancak sonuçta böyle diyen insanların da vücutlarında bir rahatsızlık olsa, Efendimiz’in (sas) tükürüğü ve duası vesilesiyle şifa bulabileceklerdir. Suları kesilecek olsa Efendimiz’in (sas) ağzından çıkan su ile suları bereketlenecektir.

 

Bu noktada kişilerin algısı belirleyici değildir. Buradaki hakikat Efendimiz’in (sas) tükürüğünün veya ağzında çalkaladığı suyun getirdiği bereket ve şifa durumudur. Böyle bir olgu vardır, sahihtir, gerçekleşmiştir. Madem öyledir, gerisi bizim kişisel düşüncelerimiz, duygularımız ve algılarımızdır. Meseleye sadece kendi kişisel algılarımızdan ve duygularımızdan bakarsak şeytan ve nefis o noktada tuzaklar kurabilir, istediği oyunları rahatça oynayabilir. Ancak meselenin kendi kişisel algılarımızdan ibaret olmadığı bilinmelidir. Ta ki herkes kendi duygu dünyasını ve algılarını hakikatin ölçüsü zannetmesin.

 

Diğer taraftan; Efendimiz’in (sas) her hâlinin rahmet olması hakikatine de dikkat edilmelidir. “Biz Seni başka değil, ancak alemlere rahmet olmak üzere gönderdik!”10 ayeti Efendimiz’in (sas) sadece insanlara ve ümmetine karşı merhametine ve şefkatli davranışlarına indirgenmemelidir. Efendimiz’in (sas) elbette ayetin işaretiyle ümmetine karşı hırs derecesinde bir düşkünlüğü vardır. Ümmetinden tek bir ferdin bile sıkıntıya düşmesi Ona pek ağır gelir. Bu nedenle Allah Teala, Efendimiz’i Rauf ve Rahim olarak vasfetmiştir. 11 Onun alemlere rahmet olması ise Onun misyonunun tekvini ve dini boyutları olan iki yönünü nazara vermektedir. Tekvini yönüyle Efendimiz (sas) yaratılış ağacının hem çekirdeğini hem en önemli meyvesini ifade eder. Hakikaten de O olmasaydı kainat kitabı kendisini okuyup anlayacak varlıklardan mahrum kalacaktı ve bu yönüyle kainatın varlığı mana yönünden bir bakıma eksik kalmış olacaktı. Üstelik Efendimiz (sas) Allah Teala’nın Rahmaniyet ve Rahimiyetinin sadece insanlara değil bütün varlıklara ulaşmasındaki en önemli vesilelerden birisi olması hasebiyle de Rahmaniyet ve Rahimiyetin en kapsamlı aynalarından birisi olmuştur. Dini yanıyla ise Efendimiz (sas) hem tek tek bütün bireylerin hem de bireylerden meydana gelen toplumların dünya ve ahiret saadetlerinin en mühim aracı, ahirette en büyük şefaat makamı olan Makam-ı Mahmud’un sahibidir. Efendimiz’in (sas) yolundan başka hiçbir yol ahiret adına kurtuluş vesilesi olamayacağı gibi O’na uğramadan saadete ulaşmak da imkansızdır.

 

Bu nedenle Efendimiz’in (sas) sözleri ve duaları olduğu gibi dokunması, nazarı, yiyeceği ve içeceği hatta kızması ve cezalandırması dahi bir yönüyle safi rahmettir. Efendimiz’in karşısına Ona düşman bir rakip olarak çıkmadıkça, Onun bize karşı her muamelesi rahmet esintilidir ve muhatapları için birer avantaj, şans, hayır, bereket, ihsan ve lütuftur.

 

Dolayısıyla “Tükürük, ağız suyu!” deyip geçmeden ve uygunsuz düşüncelere kapılmadan önce düşünülmelidir ki: Efendimiz’in (sas) mübarek elleri ve o ellerle insanlara dokunması, mübarek sözleri ve o sözlerin insanlar için dua olarak mübarek ağızlarından dökülmesi, mübarek gözleri ve o gözlerin insanlara rahmet ve merhametle nazar etmesi ne kadar hayır, bereket ve rahmet ise mübarek ağzında işleyip insanlara şifa vesilesi olarak temas eden ağız suyu da öyle hayır, bereket ve rahmettir. 

 

Abdest Suyunun Necisliği

 

Genel bir mantık kaidesi vardır: Bir önerme içindeki bir kavram önerme boyunca aynı anlamda kullanılmalıdır. Örneğin; “Biber acıdır, gerçekler de acıdır, o zaman gerçekler biberdir.” önermesinde “acı” kavramı biber için farklı gerçekler için farklı anlamda kullanılmıştır. Dolayısıyla bu önerme geçersizdir.

 

İslam fıkhında, özellikle de geleneksel fıkıh kitaplarımızda sular üç çeşittir:
 

  • Birincisi; tahûr denilen sulardır ki hem kendileri temizdir hem de başka şeyleri temizleyebilirler.
  • İkincisi; tâhir denilen sulardır ki kendileri temizdir ancak temizleyici değildirler.
  • Üçüncüsü; mütecennis sulardır ki hem kendileri temiz değildir hem de bir şeyin temizliğinde kullanılamazlar.

 

Buna göre abdest alınan su Hanefilerde tâhir denilen, yani kendisi temiz olduğu hâlde temizleyici özelliği olmayan sulardandır. Buradaki temizleyici özelliği olmaması da sadece onunla abdest ve gusül almanın caiz olmamasıdır. Ancak bedendeki veya bir elbisedeki kiri temizlemede yine kullanılabilirler. Yani abdest suyuyla elbise yıkanabilir, vücuda bulaşmış kan izi temizlenebilir, namaz kılınacak yerler silinebilir, o suyla sadece abdest ve gusül alınamaz.12

 

Necaset kavramı da benzer şekilde hem fıkıhta hem günlük hayatta değişken bir kavramdır. Günlük hayatta pantolona veya eteğe bulaşan toz ve çamur kirli sayılabilir ancak fıkıhta ibadete mâni bir kirlilik değildir. Yine örneğin domates suyu elbiseye bulaşırsa kir sayılabilir ve o elbiseye pis denilebilir ancak seccadeye yahut halıya bulaşırsa namaz kılmaya hiçbir şekilde engel oluşturmaz.

 

Ancak kan, idrar, dışkı lekesi, alkol gibi mutlak manada kirli ve necis olan şeyler elbette ibadete manidir. 

 

Bu manada abdest suyu için hiçbir İslam alimi mutlak manada necis dememiştir.

 

Diğer yandan geleneksel fıkhımızda “hades” kavramı hükmî veya manevi kirliliği, “necaset” veya “habes” ise maddi kirliliği ifade eder. “Taharet” kavramı ise “temizlenmek” demektir. Dini açıdan hades yani manevi kirlilik; abdestsizlik, cünüplük ve hayız durumları için söz konusudur. Bu bağlamda fıkıh açısından abdest suyunun hadesten taharet için kullanılamayacağı ancak necasetten taharet için kullanılabileceğini söylemek mümkündür.

 

Sonuç olarak hiçbir müminin abdest aldığı sudan dökülen veya arta kalan sular necis olmadığı gibi Efendimiz’in (sas) abdest aldığı sudan dökülen veya arta kalan sular haşa hiç necis değildir. Keşke Efendimiz’in (sas) abdest aldığı sudan kalan suları biz de yüzümüze gözümüze sürebilseydik, içebilseydik veya Onun saç ve sakalından bir şekilde ayrılan parçalarını merhum Sultan I. Ahmed’in dediği gibi “N’ola tâcım gibi başımda götürsem daim!” diyerek başımızda taşısaydık!

 


 

1 ) Müslim, Hayız, 14; Ebu Davud, Taharet, 102

2 ) Buhari, Vudu, 44; İbn Mace, Feraiz, 5

3 ) Buhari, Cihad, 102; Müslim, Fedailü’s-Sahabe, 32

4 ) Buhari, Menakıbu’l-Ensar, 45; Müslim, Adab, 26

5 ) Kadı Iyaz, Şifâ, c. 1, s. 324; Heysem, Mecmeu'z-Zevaid, c. 9, s. 415; Hâkim, el-Müstedrek, 4:62-63.

6 ) Buhari, 5745; Müslim, 2194

7 ) Kâdî Iyâz, Şifa, c. 1, s. 325; Heysemi, Mecmauz Zevaid, c. 8, s. 312

8 ) Beyhaki, Delailün-Nübüvve, c. 6, s. 136; Kadı Iyaz, Şifa, 1: 331

9 ) Buhari, Menakıb, 25; Müsned, IV, 290; Beyhaki, Delailü’n-Nübüvve, c. 4, s. 110

10 ) Enbiya, 107

11 ) Tevbe, 128

12 ) Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, c. 1, s. 83-89