14 dk.
11 Ekim 2025
Eşcinsel Eğilimleri Olan Bir Müslümanım-gorsel
Youtube Banner

Eşcinsel Eğilimleri Olan Bir Müslümanım

Soru: Eşcinsel eğilimlere sahip ve belki de karşı cinse hiçbir eğilimi de olmayan bir Müslümanım. Bu durum iş hayatımda, özellikle fıkhi hayatımda çok problemler doğuruyor. Benim gibi durumda olan kimseler için sosyal hayatta hemcinslerle ve karşı cinslerle etkileşimde baz alınması gereken ölçü nedir? Biri diyebilir ki din zaten hemcinslere de karşı cinslere de belli mahrem alanlar koymuş. Yani karşı cinse eğilimleri olan bir Müslüman nasıl davranmalı ise aynı onun gibi olmalıdır. Fakat pratikte bunun belki de en dinine bağlı ve taviz vermeyen takva sahibi insanlarda bile çokça göz ardı edilebildiğini görüyoruz. Mesela böyle birisi karşı cinsle tokalaşmayı bırak, onlarla gereksiz göz teması veya selamlaşma bile yapmazken, avreti olmayan bir hemcinsiyle öpüşüp sarılabiliyor. Böyle durumlarda hemcinslerine karşı bir çekim hisseden Müslüman, kendisini katı bir izolasyona mı mahkûm etmeli? Hemcinsleriyle sarılmak veya herhangi bir fiziksel temastan şehvani hisleri doğabilir korkusuyla kaçınırken, hiçbir şekilde bir şey hissetmediği bir karşı cinsiyle yanlışlıkla veya bilerek sarıldı ya da tokalaştı diye de kendisini harap mı etmeli?

 

Cevap: İnsanın kendi iç dünyasında, fıtratıyla ve inancıyla çelişir gibi görünen duygu ve eğilimlerle mücadele etmesi şüphesiz ki zorlu bir tecrübedir. Böylesi içsel çatışmalar yaşayan bir Müslüman için bu tarz durumlar hem bir kafa karışıklığı hem de manevi bir yorgunluk kaynağı olabilir. Unutmamak gerekir ömrümüz imtihanla geçemektedir. Bize verilen her türlü musibet de nimet de, hastalık da sağlık da, fakirlik de zenginlik de birer imtihandır. Musibetler görünürde yaşayanlar için daha zorludur fakat bunlar sabırla, bilinçle ve Allah'ın yardımına sığınarak aşılabilecek, kişiyi manevi olarak olgunlaştırabilecek süreçlerdir.

 

1-) Günah Karşısında Doğru Tavır

 

Kişi yanlışlıkla da bilerek de işlediği bir günah yüzünden kendini harap ediyorsa ikinci bir hataya daha düşüyor demektir. Elbette insan günahı terk etmeli, işlediği günah için pişmanlık duyup tevbe ve istiğfara yönelmelidir. İstiğfar kıymetini bilemediğimiz büyük bir hazinedir ve inananlar çoğunlukla istiğfarın ne olduğunu da yanlış bilmektedir.(1) Bu konu hakkında daha önce yayımladığımız bir yazımızı bu vesileyle sizlere tavsiye edelim.(2) Öte yandan günah sebebiyle Allah’tan uzaklaşma endişesi makul bir hassasiyettir. Ne var ki bu hassasiyeti ifrata taşıyıp kendini hırpalamak, ümitsizliğe sürükleyecek ölçüde negatif duygulara kapılmak kişiye sadece enerji kaybettirir.

 

Günah karşısında kendini hırpalamanın anlamı, ancak o duygusal acının hatırlanmasının kişiye hatadan dönmeyi kolaylaştırdığı durumlarda olabilir. Günah karşısında bize asıl lazım olan iki şeyse açıktır: Günahı terk etmek ve istiğfar etmek. Bunun ötesinde, günahla ilgili içsel acıyı sürdürmek sayesinde o günahtan uzak kalınabiliyorsa ve başka bir yol da yoksa yalnızca bu durumda böyle bir acıyı canlı tutmak anlamlı olabilir. Bu da herkes için geçerli bir tavsiye değildir ancak bazı mizaçlarda sistem böyle işliyor olabilir.

 

Örneğin gece yahut gündüz, tek başına ve kimsenin görmediği bir zamanda Allah’a istiğfarla yönelirken, O’ndan af dilemeye vesile olan o anlık mahzunluk, duygusal yönelişi derinleştiriyorsa, kişinin kendini bir nebze duygusal olarak yoklamasında sakınca yoktur. Fakat bunun dışındaki duygusal acılar ve kendini yıpratmalar, çoğu zaman duygusal enerjiyi tükettiği için insanı günahlara karşı daha dirençli değil daha dayanıksız hâle getirir. Buna özellikle dikkat edilmelidir.

 

2-) Eğilimlerin Hakikati: Fıtrat ve Hayal Ayrımı


Karşılaşılan bir zorluğun çözümünde atılacak en temel adım, o zorluğun doğru bir şekilde teşhis edilmesidir. Şimdi ifade edeceğimiz bazı hususlar modern psikolojideki egemen söylemlerden temel bir noktada ayrılmaktadır. Zaten bu bilimlerin nihai olarak en üst seviyeye ulaştıklarını düşünmek de yanlış olacaktır. Modern psikolojide 1950 yılında doğru kabul edilen bazı konularla milenyumda doğru kabul edilen bazı konular birbirinden çok farklıdır. Elli sene sonra, bugün doğru kabul edilen pek çok hususun yine bizzat psikoloji bilimi tarafından yanlışlandığını görmemiz sürpriz olmayacaktır.


a) Cinsel Yönelimin Doğası

Bir insanın kendi hemcinsine yönelik cinsel bir arzu duyması biyolojik ve psikolojik olarak aslen mümkün değildir. Bu durumun gerçek bir karşılığı yoktur ve temeli tamamen "hayalîdir".(3) Bu hayalî arzu, çoğu zaman kişinin, karşı cinse yönelik olan fıtri arzusunun bir yansıması veya yanlış bir kanala yönelmesiyle ortaya çıkar. Örneğin bir erkek bazı özellikleriyle kadına benzettiği bir hemcinsine karşı bir arzu duyabilir. Mesela bir erkek tamamen sakalsız, tüysüz bir erkeği kızlara benzetip, kadınlara yönelik duyduğu arzunun bir parçası olarak bir an için arzulayabilir. Bu makul bir durum değildir ancak “Asla olmaz!” denilecek bir durum da değildir. Meşru veya makul olmasa da realite açısından anlık böyle bir duygulanım olabilir. Bu durumda aslında arzulanan o kişinin hayal dünyasında karşı cinse benzetilen yönleridir. Dolayısıyla bu eğilim fıtratta veya genlerde var olan bir olgu değil; zihinde inşa edilen, hayal gücüyle büyütülen ve zamanla gerçek zannedilen bir olgudur.

 

Modern söylemler böyle bir arzunun gerçekten mevcut olduğunu savunur. Bir insanın hemcinsine karşı gerçek bir cinsel yönelim hissedebileceğini, kimi insanların bu eğilimle doğduğunu ve bazı genetik etkenlerin buna yol açabileceğini iddia eder. Buna karşılık, işin hakikatinde bir insanın hemcinsine yönelik cinsel arzu duymasının hakiki bir karşılığı yoktur. Peki o hâlde, bu yönelimlerin kaynağı nedir?


b) "Hayalî" Duyguların Muhtemel Kökenleri

Biraz önce karşı cinse yönelik eğilimin fıtratta veya genlerde var olan bir olgu değil; zihinde inşa edilen, hayal gücüyle büyütülen ve zamanla gerçek zannedilen bir olgu olduğunu ifade etmiştik. Bu hayalî eğilimlerin zihinde yerleşip güçlenmesine zemin hazırlayabilecek durumlar bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır:


• Sosyal İzolasyon: Bir grup yetişkin erkek belirli bir ortamda uzun süre birlikte yaşayıp karşı cinse erişimden yoksun kaldığında, anlık ve durumsal bir dürtü dalgalanması sonucu hemcinsine yönelik bir arzu duymuş gibi görünebilir. Karşı cinse ulaşımın olmadığı yurt, kışla gibi ortamlarda uzun süre kalmak fıtri cinsel arzunun yöneleceği bir hedef bulamadığında hayalî olarak hemcinsine yönelmesine neden olabilir. Buradaki arzu hemcinsini istemekten ziyade, kendi içindeki mevcut enerjinin açığa çıkmasına yöneliktir. Ancak burada da olay sadece hemcinsinin karşı cinse benzemesi veya benzetilmesi ile gerçekleşir. Bu benzetme olduktan sonra zaten bir insan bu eğilimini (affınıza sığınarak meselenin anlaşılabilmesi için ifade ediyoruz) sadece hemcinsine değil her türlü nesneye (hayvan, ev eşyaları vb.) karşı da gerçekleştirebilmektedir. Bunların hiçbirinde gerçek cinsel arzu yoktur.


• Mizaç Yatkınlığı: Kendini diğer insanlardan farklı görmeye, şikayet etmeye veya sosyal izolasyona (asosyal olmaya) daha eğilimli olan bazı mizaç tipleri bu tür hayaller kurmaya ve bu hayalleri benimsemeye daha yatkın olabilir. Zira bu tür yönelimler gerçek bir duygusal-psikolojik temelden ziyade hayalî bir kurguyla beslenirler. Bazı bireylerde “farklı olma” hissi ya da yaşanan kimi ıstırapların büyütülmesi kişinin kendini gerçekten farklı algılamasına; bunun bir uzantısı olarak da karşı cinse yönelimin zayıflayıp hemcinsine yönelik bir meyil duygusunun belirmesine yol açabilir.


• Çocukluk Deneyimleri: Bilinçaltına işleyen ve bu hayalî eğilimleri tetikleyebilen çeşitli çocukluk tecrübeleri olabilir. Örneğin ergenlik çağında karşı cins tarafından reddedilmenin yaşattığı derin bir acı ileride karşı cinse karşı duygusal bir blokaj oluşturabilir. Benzer şekilde üç erkek çocuğu olan ve dördüncü çocuğunun kız olmasını isteyen bir anne veya babanın farkında olmadan dördüncü çocuğunu kız çocuğuna daha yakın bir şekilde yetiştirmesi çocuğun ileride kendisini kız gibi hissetmesine zemin hazırlayabilir. Farklı bir örnek olarak sosyal bir ortamda tesadüfen duyulan "Kız çocukları ne kadar uslu." gibi bir yorumun erkek çocuğunun bilinçaltında kız olma isteği uyandırması gibi durumlar, bu hayalî yapının temellerini atabilir.

 

Affınıza sığınarak bir örnekle anlatmak istediklerimizi daha anlaşılır biçimde ifade etmeye çalışacağız. Uzun süre yalnız yaşayan, bilgisayar ve internet erişimi olan, daha içe dönük bir hayat süren kişilerde mastürbasyona meyilin artması nasıl çevresel koşulların ürettiği geçici bir yatkınlıksa, karşı cinse ilgi duymak da benzer biçimde değerlendirilebilir. Buradaki vurgu “hakiki” bir yatkınlıktan ziyade, bazı şartların insanı belli davranışlara daha hazır hâle getirmesi ve belirli eylemleri daha kolaylaştırması üzerinedir. Keza bazı psikolojik durumlar da kimi hayallerin kurulmasına veya bir takım şikâyetlerin daha çok dile getirilmesine zemin hazırlayabilir.

 

Hasılı homoseksüelliğin reel bir temeli yoktur. Karşı cinse ilgi duymak esasen hayal gücüyle beslenebilen zihinsel bir kurgunun abartılmasıyla güç kazanan bir olgudur.

 

c) Hayal Gücünün Etkisi ve Yönetimi
Bu eğilimlerin "hayalî" olarak nitelendirilmesi, onların etkisiz veya zayıf olduğu anlamına gelmez. İnsanları çoğu zaman hayalleri yönetir. Burada “hayal” derken, elinizle dağıtıp bir üflemede savurabileceğiniz ince bir sis tabakasını kastetmiyoruz. Bilakis, insanlar kendi hayallerine dalmaya son derece meyillidir ve o hayalleri beton sertliğinde hissederler. Bu yüzden de aşılması zor sanılır, bu zorluk gerçek bir olguymuş gibi algılanır. Oysa hakikatte hayaldir ve doğru bir tavırla dağılabilir. Meseleyi basitleştirme adına bir örnek vermek gerekirse, abisiyle kavga eden 10 yaşında bir çocuk abisinin dünyanın en kötü insanı olduğunu düşünebilir. O an gerçekten bütün kalbiyle bu hissinin doğruluğuna da inanabilir. Fakat bu düşüncesi gerçek bir temel değil bir hayale dayanmaktadır. Nitekim bu çocuk birkaç gün geçtikten sonra abisinin kendisine dondurma alması sonucunda birkaç gün önceki hislerinin tam tersine sahip olabilir.

 

Bu noktada kilit nokta durumu doğru tanımlamaktan geçer. Kişinin kendi kendine, "Bu durum benim fıtratımda veya genlerimde yok, bana bir şekilde yerleşmiş hayalî bir durum. Dolayısıyla bundan kurtulabilirim." diyebilmesi mücadele sürecinde ona büyük bir güç ve motivasyon kazandıracaktır. Bu içsel kabul, kişinin durumu yönetmesini ve çözüm adımlarını daha kararlı bir şekilde atmasını sağlar. Bu hayalî duyguların iç dünyada nasıl yönetileceği ise bir sonraki adımın konusudur.

 

3-) Düşünce ve Duyguların Sorumluluk Sınırı

 

Allah insana taşıyamayacağı bir yük yüklemez. Bu ilkenin en güzel yansımalarından biri duygu ve düşünceler konusundaki sorumluluk sınırlarında görülebilir. Peygamber Efendimiz (sas) bu konuda bizlere şu müjdeyi vermektedir:

“Allah ümmetimin içinden geçirdiklerini söylemedikçe ve yapmadıkça bağışlamıştır.” (4)

 

Bu hadis-i şerif, kişinin kalbinden geçen ancak fiiliyata dökülmeyen, kontrol etmekte zorlandığı duygu ve düşüncelerden dolayı günahkâr sayılmayacağını açıkça ortaya koyar. Bu ilke istemediği halde bu tür eğilimler hisseden bir birey için büyük bir manevi rahatlama ve hareket alanı sağlar. Önemli olan bu duygu ve düşünceleri eyleme dönüştürmemek ve onlardan kurtulmak için çaba göstermektir.

 

Bu bağlamda, ilgili duygu ve düşünceler kalpten bütünüyle çıkarılamıyorsa; yalnızca iç dünyada duygu-düşünce düzeyinde kaldıkları ve kişi kendisini fiilî tavırlardan bilinçle uzak tuttuğu müddetçe insana zarar vermeyecektir.

 

4-) Fıkhi Çerçeve ve Sosyal Hayatta Yapılabilecekler

 

İslami ilkelerin soyut birer düşünce olarak kalmayıp günlük hayatın pratiğine dökülmesi esastır. Bu bölümde, sorunun fıkhi yönlerine ve bunların günlük yaşamdaki yansımalarını ele alacağız.


a) Değişmeyen Fıkhi Ölçüler
Bir kişinin hissettiği içsel eğilimler ne olursa olsun bu durum onun karşı cinsle ilişkilerindeki fıkhi hükümleri değiştirmez. Bir erkeğin veya kadının karşı cinsle olan ilişkilerindeki haram ve helal sınırları bellidir ve bu sınırlar herkes için geçerlidir. Kişinin özel durumu, bu genel hükümleri geçersiz kılmaz veya değiştirmez.

 

b)Tetikleyici Durumlardan Kaçınmak
Kişi kendisindeki istenmeyen ve günah olarak nitelendirilebilecek hisleri tetikleme ihtimali bulunan durumlardan bilinçli olarak kaçınmalıdır. Örneğin bir hemcinsiyle sarılmak veya kucaklaşmak gibi fiziksel temaslar bu tür duyguları harekete geçiriyorsa, bu eylemlerden uzak durmak gerekir. Bu kaçınma bir günahtan sakınma niyetiyle yapıldığı için başlı başına bir ibadet ve sevap kaynağı olan aktif bir çabadır. Bu husus İslam literatürüne fıkıh usulünde kullanılan  sedd-i zerâî'(5)  kavramıyla geçmiştir.

 

Bu tür sosyal durumlardan nezaketle kaçınmak için "beyaz yalanlar" olarak tabir edilen masum ifadelere başvurulabilir. Örneğin, sarılmak isteyen bir arkadaşınıza elinizi hafifçe ağzınıza götürerek nazik bir şekilde, "Biraz rahatsız hissediyorum, sarılmayalım." diyebilirsiniz. Bu esnada siz kendi içinizdeki manevi rahatsızlığı kastederken, karşınızdaki kişi bunu grip gibi fiziksel bir rahatsızlık olarak anlayacaktır. Bu, hem kalbinizi korumaya yönelik bir tedbir hem de sosyal ilişkilerinizi zedelemeden durumu yönetme yöntemidir. Ancak bu savunma stratejileriyle birlikte, daha güçlü olan manevi çözüm yollarına başvurmayı da ihmal etmemek gerekir.

 

5-) Bu Hâlden Kurtulmak İstemek


Tüm savunma mekanizmalarının ve fıkhi tedbirlerin ötesinde bu meselenin kökenine inen en etkili çözüm yolu, doğrudan Allah'a yönelmek ve O'ndan yardım istemektir. Mademki bu eğilimlerin temeli fıtri değil hayalîdir, o hâlde kalpleri ve hayalleri evirip çeviren Allah'a yapılacak samimi bir dua, bu durum üzerinde derin ve dönüştürücü bir güce sahiptir.


a) Duanın Kilit Rolü
Bu eğilimlerin hayalî bir temele dayanması ile duanın çok güzel sonuçlar vermesi arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Gerçek, fıtri ve değişmez bir olgu karşısında dua etmek ile zihne ve hayal dünyasına yerleşmiş bir durumu değiştirmek için dua etmek arasında fark vardır. İkincisi Allah'ın izniyle çok daha kolay ve hızlı sonuç verebilir. Bu noktada duanın samimi, net ve ısrarcı olması kilit rol oynar. Örneğin Yüce Allah'ın kapısı şu tarz bir duayla çalınabilir:


"Allah’ım! Ben böyle bir şey hissediyorum, bunu kalbimden al!"

 

Bu basit ama içten duayla meselenin çözümünü doğrudan sahibine havale etmiş ve acziyetinizi itiraf ederek O'nun kudretine sığınmış olursunuz.


b) İyileşme Sürecinde Zihinsel Duruş
İyileşme sürecinde atılacak ilk ve en önemli adım, kişinin bu durumdan kurtulmayı samimiyetle istemesidir. Bazen farkında olmadan bu durumu yaşamanın getirdiği "farklı olma" veya "kendine acıma" duygusu, kişinin bu hayalî duruma tutunmasına neden olabilir. Bu, bir tür manevi tuzaktır. Kendini özel, farklı veya mağdur görmek bu hayalî durumu besleyip pekiştirebilir. Bu nedenle bu tür duygulardan arınarak, net bir iradeyle bu eğilimlerden kurtulmayı hedeflemek şarttır.

 

Özetle, bu zorlu imtihandan kurtulmanın yolu da ilk etapta onun fıtri bir eğilim değil çeşitli etmenlerle beslenmiş bir cins hayal olduğunu kabul etmekten geçer. İçinizdeki hisleri fiiliyata dökmedikçe onlardan sorumlu olmadığınızı bilmek de sizi rahatlatacaktır. Bu imtihandan kurtulmak için samimi bir şekilde Allah'a yönelmek etkili sonuçlar verebilecek ve sizin için ciddi bir musibet gibi görünen bu hâl Allah'a yaklaşmanıza ve manevi olarak yükselmenize vesile olabilecektir. Elbette her şeyin en doğrusunu bilen Yüce Allah'tır.
 

Allah Teala’dan hepimizin içinde olan farklı tonlardaki karanlık noktaları İman ve İslam nuruyla aydınlatmasını diler ve dileniriz.

 

Dipnotlar

1-) İslam terminolojisinde "tevbe", işlenen bir günahtan pişmanlık duyarak vazgeçmek ve bir daha yapmamaya karar vermek anlamına gelir. "İstiğfar" ise Allah'tan bağışlanma dilemektir.

2-) https://kurantime.com/kiymetini-bilmedigimiz-hazine-istigfar

3-) Hayalî kelimesini herhangi bir küçümseme niyetiyle kullanmadığımızı ifade etmek isteriz. Burada kastettiğimiz hayaller çocukken kurulan "bir mavi arabam olsun, seyrettiğim çizgi filmdeki karakterlerle tanışabileyim" tarzında hayaller değil elbette. Nörobilim bulgularına göre beynimiz için hayal ve algı arasındaki fark azdır. Beyin kendi ürettiği senaryoları dış dünyadan gelen veriler kadar gerçekçi işleyebilir. Yine plasebo etkisinin varlığı kanıtlanmıştır. İnançlarımız bedenimizi etkileyebilir ve güçlü bir beklenti/hayal, somut ve ölçülebilir fiziksel sonuçlar doğurabilir.

4-) Buhârî, "Talâk", 11; Müslim, "Îmân", 201

5-) Sedd-i Zerâî (Kötülüğe Giden Yolları Kapatmak): Bu, İslam hukuk usulünün (Usûl-i Fıkıh) önemli bir prensibidir. Kısaca, normalde helal veya mübah olan bir eylemin harama veya bir kötülüğe yol açma ihtimali yüksekse, o eylemin de yasaklanması anlamına gelir. Özellikle Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri tarafından sıklıkla kullanılan bir prensiptir. Harama bakma ihtimali doğuracağı için namahremle gereksiz yere bir arada bulunmaktan kaçınmak bu ilkeye bir örnektir.