8 dk.
22 Temmuz 2023
Farzları yapıp büyük günahlardan sakınsak kurtulur muyuz?-gorsel
Youtube Banner

Farzları yapıp büyük günahlardan sakınsak kurtulur muyuz?

Soru: Bediüzzaman bir yerde “Bu zamanda farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen kurtulur.” diyor. Bu ne demektir? Nasıl anlaşılmalıdır?
 

Cevap: Meselenin farklı yönleri olduğu için bu soru maddeler hâlinde cevaplanacaktır.

 

Birincisi: Bediüzzaman'ın bu ibaresinde bir çeşit dengeleme çabasının olduğu söylenebilir. Çünkü halk arasında “dindar” veya “mübarek insan” denilince çok az yiyip içen, evden veya camiden dışarı çıkmayan, elinde tesbih zikirden başka bir şeyle meşgul olmayan, defalarca hacca ve umreye giden, eşini kızını çarşıya göndermeyen, geceleri sürekli namaz kılan, gündüzleri hep oruç tutan, topluma karışmayan, parayla pulla işi olmayan, araba bile kullanmayan tuhaf bir portre canlanır. Ancak işin doğrusu bir insanın farzlarını yerine getirip günahlara karşı dikkatli yaşaması kurtuluşu için yeterlidir ve bu söz zaten Efendimiz’in (sas) hadislerinden çıkarılacak doğal bir sonuçtur. Dolayısıyla Bediüzzaman’ın getirdiği ekstra bir kolaylık değildir. Ayet ve hadislerden çıkarılan bir sonuçtur.

 

Örneğin ayette “Eğer yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir mevkiye koyarız.”1 buyurulmaktadır.

 

Bir gün Efendimiz’e (sas) Necid halkından bir adam gelir. Efendimiz’e (sas) İslam hakkında sorular sorar. Efendimiz de (sas) adama farzları anlatmaya başlar ve buyurur ki;

Gece ve gündüzde beş vakit namaz.”

İlgili adam; “Bu beş dışında bir borcum var mı?” deyince Efendimiz;

“Ramazan orucu da var.” buyurur. Adam tekrar “Bunun dışında oruç var mı?” diye sorar. Efendimiz; “Hayır! Ancak dilersen nafile tutarsın.” buyurur. Sonra adama zekatı hatırlatır. Adam “Zekat dışında borcum var mı?” diye sorar. Efendimiz; “Hayır ama nafile verirsen o başka!” buyurur. Adam gideceği sırada “Bunlara ilave yapmayacağım gibi noksan da tutmayacağım.” der. Efendimiz (sas) de; “Sözünde durursa kurtuluşa ermiştir (cennetliktir).” buyurur.2

 

İkincisi: Kebire kavramı literatürde “büyük günah” anlamına gelmektedir. Çoğulu olan kebair kavramı da “büyük günahlar” demektir.

 

Kur’an’da günahların büyük ve küçük olarak ayrıldığı bilinmektedir.3 Ancak spesifik olarak hangi günahların büyük hangilerinin küçük olduğu tek tek sayılmamıştır.

 

Hadislerde ise büyük günahlar helak edici davranışlar (mûbikât), kebair veya a’zamü’z-zünub gibi ibarelerle zikredilmiştir. Dolayısıyla Efendimiz (sas) tek bir hadiste büyük günahları birer liste halinde formüle edip ümmetine bildirmiş değildir. Çünkü gerek günahlara karşı duyarsızlık gerekse bazı günahların sonuçlarının sadece ahirette ortaya çıkıp bazılarının da dünya ve ahirette kişiyi ve toplumu zarara götürebilme potansiyelleri gibi değişken durumlar vardır. Efendimiz de (sas) yeri geldikçe bazı günahların vahametini hatırlatma adına büyük günahları zikretmiştir.

 

Örneğin, Efendimiz (sas) “İnsanı helake sürükleyen yedi şeyden sakınınız!” buyurmuştur. Sahabe efendilerimiz “Ya Rasulallah! Onlar nelerdir?” diye sorunca Efendimiz şu cevabı verir: “Allah’a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir insanı katletmek, faiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, hiçbir şeyden haberi olmayan iffetli kadınlara zina iftirasında (veya genel olarak iffetsizlik ithamında) bulunmak.”4

 

Yedi helak edici büyük günahın sayıldığı bir başka versiyonda ise sihir yerine cimrilik sayılmıştır.5

 

Abdullah bin Ömer’in rivayet ettiği zayıf bir hadiste de beş büyük günah; zina ve fuhşun yaygınlaşması, aleni olarak işlenir hale gelmesi; ölçü ve tartıyı eksik yapmak; malının zekatını vermekten kaçınmak; Allah ve Rasulü ile yapılan ahdi terk etmek; idarecilerin Allah’ın kitabı ile amel etmeyip indirilen hükümlerden işlerine geleni seçmeleri olarak sayılmıştır.6

 

Bir başka hadiste de Efendimiz’e (sas) büyük günahlardan sorulmuş, Efendimiz de; “Allah'a ortak koşmak, ana babaya eziyet etmek, haksız yere insan öldürmek, yalan yere şahitlik yapmaktır.”7 buyurmuştur.

 

Yine bir başka hadiste büyük günahlar içinde en büyüklerinin şirk, anne ve babaya isyan, yalan söylemek ve yalan şahitlik oldukları beyan buyurulmuştur.8

 

Diğer yandan Efendimiz’in (sas) “büyük günah”, “helak edici davranış” gibi ibarelerle teker teker saymadığı ancak “Kim şu davranışta bulunursa Allah’ın rahmetinden uzaklaşır/lanete uğrar.”, “Kim şöyle yaparsa benden değildir.” gibi ibarelerle saydığı davranışları da büyük günahlara dahil edenler olmuştur. Bunlara da Allah Rasulü’nün (sas) sünnetinden yüz çevirmek, yani Onun bir sünnetini önemsememek, bir bid’at ortaya koymak, kamu malından çalmak, insanları aldatmak, ölülerin arkasından bağırarak ağlamak gibi davranışlar örnek verilebilir.

 

Günahlarla veya özel olarak büyük günahlarla ilgili hadislerden anlaşılan odur ki: Efendimiz (sas) “Şu davranışlar büyük günahlardır, bunlar ise küçük günahlardır.” şeklinde bir liste oluşturup insanlara bildirmiş değildir. Efendimiz bu konuda insanların o anki durumunu, seviyelerini, ihtiyaçlarını, bir günahın toplum içindeki işlenme oranını ve zarar verme potansiyelini gözeterek birtakım beyanlarda bulunmuştur. Bu noktadan hareketle alimlerimiz en büyük günahın şirk olduğu konusunda ittifak etmişler ancak diğer büyük günahların sıralaması veya hangileri olduğu konusunda ihtilafa düşmüşlerdir. Hatta bazı alimlerimiz “küçük günah” şeklinde bir kavramın bulunmadığını, bütün günahların büyük olduğunu ancak bazılarının diğerlerinden daha büyük olduğunu söylemiştir ki buna göre günahları büyük ve küçük şeklinde değil, büyük ve daha büyük olarak ayırmak doğru olacaktır.

 

Bu noktada şu hususa dikkat edilmelidir: Dindarlığın herhangi bir seviyede kültürel olarak yaşanmasına bağlı olarak “büyük günah” veya “kebair” kavramı toplumda zamanla silinmiş hale gelebilmektedir. Yani zina, rüşvet, gıybet ve yalan şahitlik gibi büyük günahlar bir yandan gizlice işlenirken diğer yandan hiç işlenmiyor gibi addedilmekte ancak toplumu kemirmeye devam etmektedir. Hatta rüşvet, yalan söylemek ve faiz gibi sık işlenen büyük günahlara karşı “Bu günahlardan kaçınmak imkansızdır, insanlar bu günahlar karşısında çaresizdir.” gibi anlayışlar da oluşabilmektedir.

 

Dolayısıyla Bediüzzaman’ın dikkatleri bu noktaya çekmek ve insanları günahlara karşı daha dikkatli davranmaya sevk etmek istediği söylenebilir.

 

Üçüncüsü: Bediüzzaman’ın yaşadığı dönem olan 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarına bakıldığında yaşanan toplumsal dönüşümle birlikte insanların günahlara eskiye göre çok daha açık hale geldikleri, günahların toplumda normal görülmeye başlandığı görülecektir. Malumdur ki bir günahı işlemekten daha vahimi o günahı önemsememek, günahı işlemeyi normalleştirmektir. Bu durum günümüzde daha vahim bir hale gelmiştir.

 

Belki de bu gerçeğe binaen Bediüzzaman bir başka yerde insanların tümüne iman karşılığında ahireti kazanmak veya kaybetmek gibi bir dava açıldığından bahseder. Tabiri caizse iman diplomasını alabilenler bu davayı kazanacak, alamayanlar sınıfta kalacak ve ahireti kaybedecektir. Bu zamanda ise çoklarının bu davayı kaybettiğini, hatta bir ehl-i keşif ve tahkikin bir yerde kırk ölüm hadisesinde ancak birkaç tanesinin kazandığını sekeratta müşahede ettiğini söyler.9

 

Dolayısıyla insanların imanının kurtulmasına ömrünü adayan bir insanın bu kurtuluş yollarını insanlara göstermeye çalışmaktan daha önemli bir işi olamaz. Bediüzzaman da bu yollardan en önemlisini takva olarak gördüğünü söylemiş; “Bu tahribat ve sefahet ve câzibedar hevesat zamanında bu takvâ olan def-i mefasid (zararların def edilmesi) ve terk-i kebair (büyük günahların işlenmemesi) üssü’l-esas (ana esas) olup büyük bir rüçhaniyet kesb etmiş (önem kazanmış).” demiştir. Devamında da “Bu zamanda tahribat ve menfî cereyan (olumsuz akımlar) dehşetlendiği için, takvâ bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böyle kebair-i azîme (büyük günahların büyümesi) içinde amel-i salihin ihlâsla muvaffakiyeti pek azdır.” diyerek kurtuluş reçetesini sunmuştur.

 

Dolayısıyla içinde yaşadığımız zamanda günahlara girmeden salih amelleri elden geldiğince yapmaya çalışmanın, yani kısacası Müslümanca yaşamanın zorluğuna karşılık takva elbisesiyle korunmaya çalışmaktan başka bir yol olmadığını da söylemek istemiştir ki bu da zaten Kur’an ve sünnetin genel mesajıdır.

 

Konunun devamında ifade ettiği “Hem, az bir amel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.”10 sözleri ise İslam’ı yaşamanın aslında o kadar da zor olmadığını göstermesi açısından ayrıca önemlidir.


 


1 ) Nisa, 31

2 ) Buhari, İman, 34; Müslim, İman, 8; Nesai, Sıyam, 1; Ebu Davud, Salat, 1

3 ) Nisa, 31; Şûrâ, 36-37; Kehf, 49

4 ) Buhari, Vesaya, 23; Müslim, İman, 145

5 ) Nesai, Vesaya, 12

6 ) İbn Mace, Fiten, 22

7 ) Buhari, Şehadat, 10; Müslim, İman, 144; Nesai, Muharebe, 3; Tirmizi, Buyû, 3

8 ) Müslim, İman, 143; Tirmizi, Birr, 4

9 ) Bediüzzaman Said Nursi, Şualar, 11. Şua, 4. Mesele

10 ) Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası, s. 103