13 dk.
29 Mart 2022
Felsefe insanı dinden çıkartır mı?-gorsel
Youtube Banner

Felsefe insanı dinden çıkartır mı?

Soru: Felsefe, ilgilenilmesi faydalı bir bilim dalı mıdır? İmam Gazali “El munkizu min ed delal” kitabında felsefe ile uğraşan insanların imanlarında sıkıntı olduğunu söyler, filozofları insanları doğru yoldan saptıran kimseler olarak tanıtır. Aynı zamanda hadis hocam da felsefenin insanı dinden çıkarttığını söylemişti. Bu sözler ne kadar doğru? Müslümanların da felsefe alanına daha çok dâhil olarak Kuran ve sünnete uygun bir şekilde insanlara yeni düşünme alanları açması, İslam'ı daha iyi tanıtması gerekmez mi? Felsefenin tebliğ için çok önemli bir alan olduğunu düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
 

Cevap: Öncelikle felsefenin bir bilim dalı olmadığını, kendisinin de böyle bir iddiasının bulunmadığını belirtmekle başlayalım. Geçmiş çağlarda felsefe ve felsefeciler, bugün bilimin veya bilim adamlarının gerçekleştirdiği misyonu yerine getiriyorlardı. Bu doğrudur. Ancak Descartes’la başlayan süreçte Newton fiziği, genel görelilik ve kuantum fiziği gibi bilimsel atılımların bizi getirdiği nokta felsefeyle bilimi birbirinden keskin çizgilerle ayırmıştır. Bu durum aralarında hiçbir ilişkinin kalmadığı anlamına gelmez. Her bilim adamının bir felsefesi, bir hayat görüşü olduğu gibi bir filozof da aynı zamanda herhangi bir pozitif bilim dalında uzmanlaşmış olabilir. Hatta ileride değineceğimiz şekliyle bilim kavramının kendine ait bir söylemi ve ideolojisi olduğu gibi nötr-nesnel bir pratik alanı da vardır ki bu ikisini birbirinden ayırmak hayati öneme sahiptir.

 

İkinci olarak, İmam Gazali’nin adı geçen eserinde felsefeye dair görüşlerini “felsefe ile uğraşan insanların imanlarında sıkıntı vardır” diye özetlemek mümkün değildir. İmam, adı geçen eserinin “Felsefenin Gayesine Dair” alt başlığında felsefeyle neden ilgilendiğini açıkladıktan sonra filozofları üç temel sınıfa ayırır; Dehrîler, Tabiîler ve İlahîler… 

 

Dehrîler alemin-evrenin ve zamanın sonsuz olduğunu iddia eden ve bir yaratıcının varlığını inkar eden kesimdir. Tabiiler, bugünün biyologları ya da zoologları olarak düşünebileceğimiz; doğa bilimleri ve canlılarla ilgili araştırmalar yapan, bunları sınıflandıran ve elde ettikleri bilgilerle metafiziksel çıkarımlarda bulunan bir kesimdir. Bunların da temel kabulleri nefsin (canlılığın) bozulması veya yok olmasıyla her şeyin bittiği dolayısıyla bir ahiretin varlığının mümkün olmadığı şeklindedir. 

 

İlahiler denilen grup ise dehrileri ve tabiileri reddeden, sonradan yetişen filozof neslidir ki İmam Gazali, Sokrat-Eflatun ve Aristo’yu bunlardan sayar. Gazali’ye göre Aristo daha sonraları Sokrat ve Eflatun’dan ayrılarak ayrı bir yol seçmiş, dehrilerin ve tabiilerin küfür sayılabilecek bazı görüşlerini de kabul etmiştir. Ayrıca Aristo’nun görüşlerinin bir kısmı küfre girer, bir kısmı bid’at sayılır, bir kısmını da reddetmeye hiç gerek yoktur.(1)

 

Burada dikkati çeken husus İmam’ın filozofları tasnifinin genel felsefe tarihi içinde geçerli bir tasnif olmamasıdır. Filozoflar genel felsefe tarihi içinde önce Sokrates öncesi ve sonrası filozoflar, daha sonra yeni Platoncular, kilise babaları, sonraki çağlarda ise rasyonalistler, idealistler, pozitivistler, varoluşçular gibi kısımlara ayrılarak tasnif edilir. Farklı tasnif sistemleri olmakla birlikte en basit tasnif şekli budur. 

 

Buradan şunu anlıyoruz; İmam Gazali, filozofları belli bir bakış açısı ve belli bir amaca göre sınıflandırmıştır. Hatta adını da koyalım; çıkarımlarında imani meselelere taalluk eden veya insanların imanlarını ilgilendiren konularda iyi-kötü, doğru-yanlış çıkarımlarda bulunan filozoflarla ya da felsefenin asıl bu kısmıyla ilgilenmiştir.

 

Gazali aynı eserinde felsefi ilimleri kendi içinde sınıflandırır. Bunlar; Riyaziye (Matematik, geometri ve astronomi), mantık, tabiiye (doğa bilimleri ve tıp), ilahiye (metafizik ve teoloji), siyasiye (siyasi bilimler) ve ahlaktır. Gazali bunlardan riyaziye ve mantığın dine taalluk etmediğini yani dini meselelerle ilgili olumlu ya da olumsuz bir yönlerinin bulunmadığını söyler. Siyasiye ve ahlak ile ilgili filozofların söylediklerinin de peygamberlere gönderilen kitaplardan ve bazı geçmiş evliyalardan alındığını söyler. Ahlak alanıyla ilgili filozofların sözlerinin tamamının doğru olmayabileceği de Gazali’nin konuyla ilgili söylediklerinden çıkarılabilecek sonuçlardan birisidir. (2)

 

Geriye sadece İmam'ın İlahiye dediği bugünkü teolojiye benzer ama genellikle metafizik olarak adlandırabileceğimiz alan kaldı. Filozofların en çok yanıldıkları alan bu alandır. Hatta Gazali bu alanda filozofların tüm hatalarını 20 esasa dayandırır ve bunlardan üçünün küfrü gerektirdiğini, kalan on yedisinin ise küfür derecesinde olmasa da belki bid’at derecesinde İslam’a aykırı olduğunu söyler. 

 

Demek ki Gazali felsefenin tamamını değil metafizik kısmını problemli bulmaktadır. 6 katlı bir binanın üçüncü katını problemli bulan bir mühendis binanın tamamının sorunlu olduğunu söylememektedir. Bir tarlaya ekilen 6 farklı ürünün sadece birinin ürün vermemesi, çiftçinin geri kalan 5 ürünü imha etmesini gerektirmez. Aynen öyle de İmam Gazali’nin de felsefenin bütün kısımlarına karşı çıktığını iddia etmek aşırı ve yanlış bir genelleme olacaktır. 

 

Peki İmam 6 parçaya böldüğü felsefe bütününün ilahiye (metafizik ya da teoloji) kısmını neden problemli görmektedir? Bir bakalım. Metafizik alanının o dönemlerdeki temel konusu öncelikle ontolojiye benzer şekilde ancak ondan da öte varlığın nedenlerinin incelenmesidir. Varlık neden vardır? Varlığın anlamı nedir? Varlıklar var olmalarını neye borçludur? Var olmanın temel ilkeleri ve prensipleri nelerdir? Bu ilke ve prensipleri belirleyen şey nedir? Değişim içindeki varlıklar hiç değişmeyen bir mutlak varlığa ihtiyaç duyuyorlarsa o mutlak varlığın mahiyeti nedir? Zaman sonsuz mudur? Düşünce ve varlık arasında nasıl bir ilişki vardır? 

 

Dikkat ederseniz bu gibi sorulara hangi cevap verilirse verilsin bir yönüyle mutlaka bir dinin Tanrı anlayışıyla ilgili olacaktır. İster pagan dinleri, ister Budizm gibi soyut ilkelerle dolu dinler, isterse de Hristiyanlık, Musevilik ya da İslam gibi kitâbî bir din olsun fark etmez… İmam da filozofların bu gibi büyük sorulara verdikleri cevapları ve o soruları cevaplarken izledikleri yöntemleri incelemiş, sonuçta bunların neredeyse tamamının İslam’ın ulûhiyet ve rububiyet anlayışına aykırı olduğu sonucuna varmıştır. Çünkü verilen cevaplar içerisinde; zamanın ve evrenin sonsuz olduğu, bir yaratıcısının bulunmadığı, sadece ruhların ceza ve mükâfat görecekleri, bedenlerin böyle bir şey yaşamayacağı, ölen bir bedenin tekrar dirilmeyeceği, Allah-u Teala’nın külliyatı (parçaların birleşmesiyle oluşan büyük kavramlar ve cisimler) bilip cüziyatı (bir bütünün parçası olan kavramlar ve cisimler) bilemeyeceği ve bunlarla ilgilenmediği gibi iddialar vardır ki bu iddiaların Kur’an’a ve İslam’ın tevhid anlayışına uygun olduğunu herhalde kimse iddia edemez.

 

Önemli bir ayrıntı da şudur; İmam Gazali filozofların bu gibi konulardaki yanıldıkları 20 meseleyi Tehafüt’ül-Felasife (Filozofların Tutarsızlığı) kitabında tek tek ele almış ve bir çeşit reddiye yazmıştır. Üstelik bunu yaparken de yine mantık ve felsefenin ilkeleriyle yöntemlerini uygulamıştır. Bu yanlışlıkların nedenini de “mantıkta bürhan (kanıt) için kabul ettikleri şartlara yeterince riayet edememek” olarak tespit etmiştir. Bu da filozofların bu konulardaki yanlışlıklarının nedeninin felsefeyle uğraşmak değil mantık ilminin ilkelerine riayet etmemek olduğunu göstermeye herhalde yeter.

 

Sorunun bu kısmının fazlasıyla uzun cevaplandığı düşünülebilir ancak İmam Gazali’nin İslam dünyasındaki düşünce ve bilimsel gelişmenin önüne engel oluşturduğu iddialarının daha iyi düşünülmesi adına bu kadarlık bir uzunluğu mazur göreceğinizi düşünüyorum.

 

Sonuç olarak; İmam'ın gerek El-Munkiz gerekse Tehafüt gibi kitaplarında felsefeye ve filozoflara yönelik eleştirilerinin şartlı ve kısmî olduğu, felsefenin ve filozofların tamamını kapsamadığını görürüz. Yani İmam felsefenin tamamına değil, o dönemin filozoflarının şu üç temel görüşüne karşı çıkmıştır; Öldükten sonra beden değil ruh dirilecektir, Allah-u Teala külliyatı bilir ancak cüziyatı bilmez, evren kadim ve ezelidir… Bu üç görüşün de felsefeyle temellendirilmeye çalışılmasının felsefenin ya da Gazali’nin değil bu görüşleri felsefenin veya metafiziğin olmazsa olmazları gibi savunan filozofların sorunu olduğu açıktır.

 

Bu kısımla ilgili son olarak şunu da söylemeliyiz; İmam Gazali’yi toptan felsefe karşıtı göstermek, felsefecilerin metafizik iddialarını yine felsefenin bir başka alt dalı olan mantık ile çürüten bir âlimi, dolayısıyla felsefenin ve felsefecilerin olumsuz yönlerine yine -bir çeşit- felsefe yaparak karşı çıkan bir âlimi anlamamak ya da daha kötüsü yanlış anlamak demektir.

 

Hadis hocasının “felsefenin insanı dinden çıkartması” iddiası ise aslında ilgili camianın bir bölümünde felsefe ve din hakkındaki bilgi ve anlayış eksikliğini gösteriyor. Çünkü öncelikle felsefe tarihinde Sokrates gibi bazı İslami çevrelerce peygamber dahi olabileceği düşünülen, döneminin pagan anlayışı içinde tek tanrıcılığı savunan, üstelik bunun için idam cezasından çekinmeyen muvahhitler olduğu gibi Pascal, Kant, Hegel ve Kiekegaard gibi sofu derecede Hıristiyan filozoflar da az değildir. 

 

İslam dünyasında da İmam Gazali felsefeyle az meşgul olmamıştır. İbn Tufeyl, her ne kadar adı İbni Sina, Farabi gibi isimlerle anılsa da onların nübüvvet ve ahiret konularındaki önemli yanılgılarına düşmeyen gayet de dindar bir Müslüman filozoftur. Meşşai ekolünün son temsilcisi ve tarihteki en yetkin Aristo uzmanlarından biri olan İbn Rüşd de fıkıh konusunda iki önemli eser bırakacak kadar önemli bir fıkıh âlimidir ve aynı zamanda Maliki mezhebi kadısıdır. Hatta İbn Rüşd’e göre gerçek bilgi, Allah’ı, varlığı ve onların ahiret hallerini bilmek olup bu bilgi seviyesine ulaşmak için felsefe ve mantıkla uğraşmak şer’î açıdan vaciptir.

 

Hatta İmam Gazali’nin tekfir ettiği ve İslam aleminin de felsefe ve tıpta her ne kadar kendisiyle övünse de dini konularda mesafeli durduğu İbn-i Sina'nın da aslında oldukça dindar bir Müslüman filozof olma ihtimali çok yüksektir. 

 

Diğer yandan felsefenin insanı dinden çıkaracağı iddiasının pratik bir karşılığı yoktur. Yukarıdaki Müslüman ya da dindar filozofların varlığı, bu iddianın somut karşılığının olmadığını göstermeye herhalde yeter. En azından denilebilir ki; felsefeyle uğraşmak her insanı değil ancak bazılarını dinden çıkarabilir. Bu önermenin doğrulanması ise ancak şöyle mümkün olabilir; bir insan düşünün. Bu kişi felsefeyle ilgilenmeden önce gayet muvahhit, dindar bir insandır. Hatta ortalama bir dindar da olabilir. Felsefeyle ilgilenmeye başladıktan sonra ise sırf bu ilgilenme nedeniyle (varsa diğer nedenler hariç) önce ibadetlerini terk etmeye başlamış, bazı haram fiilleri işlemiş, zamanla da İslam’ın tevhid anlayışına aykırı düşüncelere kapılmaya başlamıştır. Böyle bir kişi veya kişilerin varlığı örneklendirilebilirse felsefenin yine sadece bu insanı dinden çıkardığı iddiası doğrulanmış olur. Her felsefeyle ilgilenenin dinden çıkacağı iddiası yine havada ve asılsız kalacaktır.

 

Müslümanların tümünün felsefe alanına daha çok dâhil olmalarının elbette pratik bir karşılığı olmayacaktır. Hatta Müslümanların çoğunluğu için de böyle bir durum söz konusu olmayacaktır. Bu durum tamamen hayatın kendi realitesiyle ilgilidir. “Felsefe alanına daha çok dâhil olarak Kur’an ve sünnete uygun bir şekilde insanlara yeni düşünme alanları açılması” heyecan verici bir öneri olsa da birkaç zahmeti ve riski içinde barındırıyor gibi görünüyor. Bunları kısaca sıralayacak olursak;

 

1-) Felsefenin bu konuda işe yarayacağından emin olmak için elimizde ne tür veriler ve örnekler var? Tarihsel süreçte felsefenin iman ve Kur’an hakikatlerinin yayılmasında bir faydası olmuş mudur? Bu soruların cevaplanması gerekiyor.
 

2-) Felsefenin temel hareket alanı refleksiyon (kendi üzerine dönen düşünce, düşünerek varılan sonucu tekrar düşünme ve bu şekilde döngüsel bir moda girme) kavramıdır. Bu ise Sokrates’ten itibaren hesaplarsak yaklaşık 2.500 senedir aynı konuların aynı tarzda ve benzer söylemlerle tartışılması anlamına geliyor. Arada Descartes, Kant gibi devrimsel atılımlar olsa da bu atılımların sonucunda felsefi açılımlar değil daha çok bilimsel düşünce ve dil-mantık gibi alanlarda ilerleme olmuştur. Dolayısıyla felsefeyle ilgilenmektense daha verimli olabilme ihtimali olan mantık, dil ve pozitif bilimlerin verileri daha rantabl olabilir mi?

 

3-) En önemli risk de şudur ki; felsefenin binlerce yıllık genişliği ve birikimi göz önüne alınınca karşımıza uçsuz bucaksız bir evren çıkmaktadır. Thales’ten Bergson’a, Aristotateles’ten Kant’a, Platon’dan Hegel’e uzanan binlerce yıllık bir birikim söz konusudur. Dolayısıyla bu alana dâhil olmak için ya ciddi bir uzman olmak gerekecek (ki bu da en azından önemli isimlerin düşüncelerini karşılaştırma yapacak derecede derinlemesine bilmeyi ve anlamayı gerektirir) ya da bazı isimlerin düşüncelerini yüzeysel bir şekilde taklit etmek ve İslam coğrafyasından bazı isimlerin düşüncelerine uyarlamaya çalışmakla yetinilecektir. Bu da eklektizmin kaygan zemininde tek ayakla yürümeye benzer ki bir noktada yere düşüp kapaklanmamak imkansız gibidir. Bu riske değip değmeyeceği iyi hesaplanmalıdır.

 

Tabii bunun yanında Pascal ve Bergson gibi dini atmosferi felsefe sahasına yakınlaştırmaya çalışan ve bunda bir parça başarılı olan isimler de vardır. Demek ki böyle bir proje mümkündür. Özellikle Kiekegaard gibi varoluşçuluk düşüncesini Sartre ve Nietzsche gibi inkâr ve ilhad kaynaklarının elinden kurtaran bir başka harika örnek daha vardır ki eğer bu zat İslam dünyasında yetişmiş olsa idi belki milyonların imanının kurtulmasına da vesile olabilirdi. Belki benzer bir şey Hristiyan coğrafyalar için de gerçekleşmiştir, emin olmak zor.

 

Son olarak felsefenin de tebliğ açısından pek çok araç gibi bir araç olması elbette ki mümkündür. Ancak bu aracı kullanacak kişinin bu araç üzerinde tam bir hakimiyetinin olması, olmazsa olmazlardan birincisi, kendi kaynaklarına vakıf olması da ikincisidir. Bunun yanında felsefeden ziyade mantık ve dilbilimin bu konuda felsefeden daha önemli olduğunu düşünebiliriz. Çünkü İmam Gazali’nin Mustasfa adlı eserinin girişinde de belirttiği gibi mantık bilmeyenin ilmine pek de güvenilmeyecektir.(3) Mantık bilmek ise bir ders programı olarak mantık kitaplarını okuyup ezberlemekten çok, yine bu alanla ilgili özel bir gayretle dilin kullanımı içinde düşünce yanlışlarını fark edebilecek yeteneğe zamanla da olsa sahip olmak olsa gerektir.

 


 

1 ) İmam Gazali, El-Munkızu Min-Ad-Dalâl, sf: 27-30. Maarif Basımevi, 1960. Ankara.1

2 ) İmam Gazali, age, sf: 30-37

3 ) İmam Gazali, Mustasfa (İslam Hukukunda Deliller ve Yorum Metodolojisi) c. 1, s. 11, Rey Yayıncılık, 1994