6 dk.
21 Ocak 2023
Vahyin ulaşmadığı toplumlar | 2. Kısım-gorsel
Youtube Banner

Vahyin ulaşmadığı toplumlar | 2. Kısım

İman ve Küfür 
 

İman ve küfür ancak bilinçli tercih ile mümkün olan durumlardır. Yani her iki durum için de önemli olan bilinçli bir tercih sonunda ulaşılan durumlar olmasıdır. 
 

İman etmek kalbin tasdikidir. Yani insanın, kendisine bir şeyi haber veren kişinin verdiği haberi özümsemesi, kabul etmesi ve haberi getirene güvenmesi sonucu o habere zihinsel ve duygusal olarak güvenmesidir. Dolayısıyla iman; insanın zihnini, duygularını ve iradesini ilgilendiren, bu üçünü de kapsayan ve onların ortaklaşa olarak onayladıkları bir tercihi ifade eden kompleks bir kavramdır. Sadece zihinsel veya duygusal olarak tasdiklemek tam iman etmek değildir. 
 

Bu noktada bir peygamberin getirdiği habere inanmak, o haberi kalben tasdik etmek için öncelikle o şeyden haberdar olmak gerekecektir. Bu ise haberi getireni tanımaktan haberin içeriğini bilmeye, haberin içeriğini önceki bilgi birikimiyle değerlendirmekten duygusal çağrışımlara kadar pek çok içsel süreci işletmek demektir. O hâlde bunların hepsinin doğru işleyebilmesi için getirilen haber ile haber alan kişinin zihni ve duyguları arasına haberi alanın iradesi dışında bir faktör girmemelidir. Propaganda, yanlış temsil, haberi getirenin güvenilir olmaması gibi durumlar getirilen haberin perdelenmesi demektir. Bu da haberi alan kişinin iradesi dışında bir faktördür. Bu yönüyle de kitle iletişim araçları ne kadar gelişmiş olursa olsun, günümüzde pek çok insanın fetret ehli sayılması mümkündür. Çünkü mesele sadece haberdar olmak değil, doğru ve tam haberdar olmaktır.

 

Bazı alimler bir gayrimüslimin tam ve doğru olmasa da bir şekilde haberdar olduktan sonra mesul olacağını, çünkü o insanın haberdar olduktan sonra meselenin hakikatini araştırmak zorunda olduğunu söylemişlerdir. Bu pek makul bir görüş değildir. Çünkü bir insanın herhangi bir şeyden haberdar olduktan sonra o şeyin hakikatini araştırması çok istisnai bir davranıştır. İnsanlar, emin olduklarını düşündükleri bir konuyu ayrıca araştırmaya ihtiyaç duymazlar. Araştırmaya ihtiyaç duymaları için haberdar olunan konunun insanların hayatını bire bir etkilemesi, o insanlarda hakikat arayışı ve entelektüel bir merak duygusu gibi özelliklerin baskın olması gerekecektir. Bu ise her insanda rastlanabilecek fıtrî bir özellik değildir ki insanların hepsi böyle bir şeyden sorumlu olsunlar.

 

Müslümanları Asıl İlgilendiren Mesele

 

Bir müslüman, gayrimüslimlerin ahirette ne şekilde muamele göreceklerinden çok bu konuda kendi üzerine düşenlerle ilgilenirse enerjisini ve zamanını daha faydalı bir şeye harcamış olacaktır. Bugün müslümanların İslam’ı temsil edememe gibi büyük bir sorunu vardır. Bu sorunun nasıl aşılabileceğine kafa yormak yerine sorumluluğu gayrimüslimlere yükleyerek kendimizi sorumluluktan kurtarmaya çalışmak, devekuşunun avcıdan kurtulmak için başını kuma gömmesinden daha mantıksız bir girişimdir.

 

Efendimiz’in (sas) ashabı gayrimüslim bir beldeye gittiklerinde onları tanıyan insanlar İslam’a kısa sürede ısınabiliyorlardı. Mekke devri yaşanırken Medine’ye gönderilen Musab b. Umeyr (ra), Yemen’e gönderilen Muaz b. Cemel (ra) buna en iyi örnekler olsa gerek.

 

Şah-ı Nakşibend (ra) Hazretlerinin halifesi Mevlana Yakub-u Çerhi’nin yetiştirdiği Ubeydullah Ahrar'ın Orta Asya’nın çeşitli bölgelerine gönderdiği talebeleri gittikleri yerlerde hüsn-ü kabul görüyor ve insanları bu manada ciddi biçimde etkileyebiliyordu.

 

Abdülkadir Geylani (ra) Hazretlerinin talebeleri ve müritleri, onun ehl-i kitaba, özellikle de Hıristiyanlara karşı merhametli yaklaşımını iyi kavramışlar ve bu yaklaşımı gittikleri her yerde sürdürdükleri için Gavs-ı Azam’dan edindikleri hakikatleri dünyanın farklı bölgelerine götürdüklerinde hüsn-ü kabul görebilmişlerdi.

 

Örnekler çoğaltılabilir. Bugün geldiğimiz noktada ise uluslararası arenada olumsuz Müslüman imajının meydana gelmesinde Müslümanların payı küçümsenmemelidir. Olumsuz imajın oluşturulmasında küresel medya gibi harici unsurları tek sorumlu ilan etmek de hakperest bir yaklaşım değildir. Bu konudaki ayet açıktır: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayet üzere oldukça hak yoldan sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.”1

 

Diğer taraftan inansın veya inanmasın, insanlar genellikle aptal ve bilinçli olarak mutlak kötü değillerdir. Hatta her insan fıtraten mükerrem bir şekilde yaratılmıştır.2 Diğer bir deyişle, Allah tarafından diğer varlıklara üstün kılınacak bazı özellikleriyle yaratılmıştır. Bu nedenle genellikle daima hakkı arar ancak bazen bâtıl eline gelir ve onu hak zannederek kabul eder. Dolayısıyla inanan-inanmayan her insan insaniyetini tamamen kaybetmemiş ise hakikate karşı bigâne kalamayacaktır. Bu nedenle Müslümanların İslam ahlakını davranışlarıyla aksettirmek sorumluluğu, fetret ehlinin sorumluluğundan daha büyüktür denilebilir.

 

Bu konuda son olarak hakperest bir oryantalist olarak değerlendirilebilecek Montgomery Watt’ın “Hz. Muhammet – Peygamber ve Devlet Adamı” kitabından alıntıladığımız birkaç paragrafını insaf ve idraklere havale ederek konuyu bitiriyoruz: 

 

“Hz. Muhammed'i devrinin Arapları ile karşılaştırdığımızda ne denli hakkaniyetli olduğu konusunda çok daha fazlasının söylenmesi gerekir. 

 

Bununla beraber Müslümanlar, Hz. Muhammed'in, davranışları ve karakteri ile tüm insanlık için bir model olduğu iddiasındadırlar. Böyle yaparak onu, aydınlanmış dünya görüşünün standartlarına göre değerlendirilmesi için sunarlar. Her ne kadar dünya gittikçe tek dünya hâline geliyorsa da şimdiye kadar ahlaki bir örnek olarak Hz. Muhammed'e çok az dikkat sarf edilmiştir. Ancak yine de Müslümanlar çok kalabalık olduğundan, Hz. Muhammed'in yaşamından ve öğretisinden herhangi bir ilkenin insanlığın ahlaki gelişimine katkıda bulunmak için öğrenilip öğrenilmeyeceğine, er ya da geç karar vermek için ciddi bir biçimde düşünmek zorunda kalacaktır. 

 

Bu soruya nihai bir cevap henüz verilmedi. Şimdiye kadar Müslümanların Hz. Muhammed ile ilgili iddialaını destekleyecek mahiyette söyledikleri başlangıç düzeyinde açıklamalardan başka bir şey olmayıp, çok az gayrimüslimi ikna etmiştir. Bununla beraber günümüzün Müslümanlar için davalarının daha eksiksiz ve daha iyi bir anlatımının dünyanın geri kalanına sunmanın, kapısı hala açıktır. Onlar, Hz. Muhammed'in hayatında evrensel olanı kısmi olandan ayırabilecek ve böylece de dünyanın bugünkü durumuna yaratıcı bir katkıda bulunacak ahlaki ilkeler keşfedebilecekler midir? Ya da bu umut etmek için çok fazlaysa; en azından Hz. Muhammed'in hayatının tüm insanlar için mümkün olan ideal örneklerden biri olduğunu gösterebilecekler midir? 

 

Müslümanlar davalarını iyi bir biçimde savunabilirlerse, bazı Hıristiyanlar onları dinlemeye, öğrenilmesi gereken ne varsa öğrenmeye hazır olacaklardır.”3

 


 

1 ) Maide, 120

2 ) İsrâ, 111 (Biz Gerçekten Âdem oğullarını kerîm, şerefli kıldık, karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar nasib ettik, onlara helâl ve hoş rızıklar verdik ve onları yarattığımız varlıkların çoğuna üstün kıldık.)

3 ) Montgomery Watt, Hz. Muhammet, s. 265-267