Tıbb-ı Nebevî, Hacamat ve Sülük | 2. Kısım
Kadim Bir Yanlış Anlama: Efendimiz’in (sas) Hevâsından Konuşmaması
Geçmişte bazı alimler Efendimiz’in (sas) bütün sözlerinin ve davranışlarının, bu sözler ve davranışlar arasında hiçbir ayrım yapmaksızın, vahiy kaynaklı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu iddialarına en önemli delil olarak da “O, hevasından, nefsinin arzularına göre konuşmaz. Onun konuşması, söyledikleri ancak kendisine bildirilen bir vahiy iledir.”1 ayetini göstermişlerdir.
Efendimiz’in (sas) bütün sözleri ve davranışlarının vahiy kaynaklı olduğu görüşünü savunanların başında gelen İbn Hazm’a göre Efendimiz’den (sas) bize ulaşan bütün haberler vahiy kaynaklıdır ve bu açıdan Kur’an ile hadisler birbirine bağlı olduğu için her ikisi de itaat edilmeleri yönünden birbirine eşittir. Sadece Kur’an’ın mucize oluşu ve namazlarda okunması yönüyle hadislere göre bir üstünlüğü söz konusudur.
Söz konusu alimlerin delil olarak öne sürdüğü bir de hadis vardır. Literatüre “Erîke Hadisi” olarak geçen bu hadiste Efendimiz (sas) şöyle buyurmuştur: “Haberiniz olsun ki, bana Kitap ve bir de onun misli verilmiştir.”2
Yukarıda zikredilen ayet ve hadisler dışında da farklı ayet ve hadisler delil gösterilerek Efendimiz’in (sas) bütün söz ve davranışlarının vahiy kaynaklı olduğunu savunan alimler olmuştur.
Diğer yandan sünnetin vahiyden tamamen bağımsız olduğunu savunan alimler de olmuştur.
Bu iki nokta arasında, sünnetin (yani Efendimiz’in söz ve davranışlarının) hem vahiy hem de beşerî boyutu olduğunu, sünnetin bu ikisinin ortak mahsulü olduğunu savunan alimler de olmuştur.
Aslında tartışmalar sünnetin vahiy kaynaklı olup olmadığından çok, sünnetin ne kadarının vahiy kaynaklı ne kadarının beşerî kaynaklı olduğu noktasındadır. Sünnetin tamamının vahiy olduğunu ve bağlayıcılığı bulunduğunu iddia eden alimler ise İslam tarihinde azınlıkta hatta marjinal kalmışlardır denilebilir. Ayrıca bu alimlerin sünnetin tamamının mı yoksa bir kısmının mı vahiy kaynaklı olduğunu kastettikleri kesin dahi değildir.
Yine de söz konusu görüş ayrılıkları Tıbb-ı Nebevi sahasına da yansımıştır. Efendimiz’in (sas) her sözünün ve davranışının vahiy kaynaklı olduğunu iddia edenler Efendimiz’in (sas) sağlıkla ilgili hadislerinin ve uygulamalarının da doğal olarak vahiy kaynaklı olduğunu iddia etmişlerdir.
Bu iddia, geleneğin ve geniş halk kesimlerinin dine yaklaşımındaki arızalarla birleşince hacamat yaptırmak, hatta sülük ve benzeri uygulamaların halk tarafından “sünnet” olarak algılanmasına yol açmıştır denilebilir.
Ancak gerek hacamat gerekse sağlık alanındaki diğer hadislerin bir arada değerlendirilmesi sonucunda ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır:
Efendimiz’in (sas) yaşadığı dönemde Araplar arasında zaten bazı tedavi usulleri vardır, bilinmektedir ve uygulanmaktadır. Hacamat da bunlardan birisidir. Hadis kaynaklarında geçen hacamat ve benzeri uygulamalar hakkındaki beyanlar ve rivayetler de şer’î açıdan bağlayıcılığı olan rivayetler değildir. Efendimiz (sas) hacamat yaptırmanın sevap olduğuna veya farz, vacip olduğuna dair hiçbir beyanda bulunmamıştır. Hatta oruçluların hacamat yaptırmaması gerektiğini söylemiştir. Kendi dönemindeki bazı tedavi usullerini tasvip etmiş, kendisi de uygulamış, bazılarından ise elinden geldiğince uzak durmaya çalışmıştır ki dağlama bunlardan birisidir. Dolayısıyla hacamatla ilgili hadisler ve uygulamalar, bağlayıcılığı olan bir hüküm olarak sünnet kapsamında değerlendirilemez.
Ancak Efendimiz’in (sas) insan sağlığıyla ilgili sözleri ve uygulamalarının vahiyden tamamen bağımsız olduğunu da iddia edemeyiz. Çünkü O’nun yukarıda örnekleri verilen bazı hadis ve uygulamalarının çağının ve toplumunun çok ötesinde olduğu da açıktır. Peygamber Efendimiz (sas) hacamatta şifa olduğunu söylemişse hacamatta elbette şifa vardır. Ancak bunun net bir emir veya herkesin uygulaması gereken bir sünnet olduğuna dair bir hadis veya uygulama yoktur.
Hasılı, Necm suresinin 3 ve 4. ayetlerindeki “O hevasından konuşmaz, onun söyledikleri vahiydir.” ibarelerini Efendimiz’in (sas) dini konularda tabiri caizse ve haşa kafasına göre konuşup davranamayacağı şeklinde anlamak daha makuldür.
Hacamat ve Modern Tıp
Modern tıp alanında hacamat tedavisi alternatif veya tamamlayıcı tıp uygulamaları arasında yer alır. Bu konuda dünyada farklı üniversitelerin, sağlık enstitülerinin ve ilgili kuruluşların pek çok çalışmaları vardır. Dolayısıyla modern tıp açısından hacamatın kesinlikle reddedildiğini söylemek mümkün değildir.
Ancak hacamatın her durumda ve herkes için mutlaka faydalı bir uygulama olduğunu söylemek de mümkün değildir. Zaten kadim tıbbın da modern tıbbın da en önemli ortak noktalarından birisi, her hastalığın her insanda aynı şekilde seyretmediği, hastalık açısından aynı olan iki insana farklı tedaviler uygulanabileceği, bir tedavinin aynı hastalıktan şikayetçi olan iki insandan birisini iyileştirip diğerini iyileştirmeyebileceği gerçeğidir.
Bu bağlamda hacamatın günümüzde her ne kadar faydaları üzerinde çeşitli çalışmalar yapılan bir tamamlayıcı veya alternatif tıp uygulaması olsa da herkes için her şartta faydalı bir uygulama olmayacağı açıktır.
Nitekim kansızlık, demir eksikliği, tansiyon düşüklüğü, beslenme problemleri ve zihinsel sorunlar yaşayan hastalarda hacamatın olumsuz sonuçlar doğurabileceği bilinmektedir. Efendimiz de (sas) belki bu nedenle oruçlunun hacamat olmaması gerektiğini söylemiştir.3
Ayrıca hijyenik olmayan ortamlarda yapılan uygulamaların zararları zaten herkesçe bilinmektedir. Bu konuda eğitimi bulunmayan, ehil olmayan kişilerin yaptığı hacamatlardan veya steril olmayan ortamlarda yapılan uygulamalardan kaçınmak gerekir.
Bununla birlikte çocuklar, yaşlılar, hamile veya regl dönemindeki kadınlar, bazı kanser hastaları, kas ve kemik hastaları olanlar da bu konuda dikkatli olmalıdır.
Bütün bunlar hacamat yaptıracak kimselerin kendi sağlık durumlarını, ne tür hastalıklara eğilimli olduklarını bilmeleri gerektiğini göstermektedir. En azından kan değerleri bilinmeli, en ufak bir risk ihtimalinde güvenilir bir doktora danışılmalı ve hacamat uygulaması bu şartlarda gerçekleştirilmelidir.
Ayrıca hacamat uygulaması yapacak kişinin de işinin ehli ve eğitimli birisi olması önemlidir. Zaten bu konuda son zamanlarda pek çok hastanede hacamat uygulaması yaygınlaşmış durumdadır.
Sonuç olarak: Bir hastalık durumunda sünnete uygun olan davranış hadis kitaplarını karıştırıp Efendimiz’in (sas) söz konusu hastalık için bir hadisinin olup olmadığına bakmak değildir. Efendimiz (sas) bir hastalık durumunda döneminin tıp uygulamalarına ve bilgisine göre hareket etmiştir. Bazı konularda ashabını kendi döneminden daha ileri ufuklara taşıdığı da olmuştur. Bugün de bize düşen, Efendimiz’in (sas) sünnetine uygun olan biçimde kendi dönemimizdeki tıbbi bilgi ve uygulamalara göre davranmaktır.
Akıl ve bilimi, modern tıbbı dikkate almalıyız. Allah Teala’nın kâinatın işleyişine dair koyduğu kanunlara uygun davranmanın yolu budur. Bir hastalık anında modern tıbbın verilerini, uygulamalarını, yönlendirmelerini yerine getirdikten sonra şifa bulamıyorsak alternatif tıbba yönelebiliriz. Duayı ve moral motivasyonumuzun yüksekliğini, hastalıkların Allah Teala’nın birer görevlisi olduğu şuurunu da terk etmemeliyiz.
Aksi hâlde “Gerçek tıp” gibi adlar altında aşı karşıtlığı, kanserin her türlüsünün açlık oruçlarıyla iyileşebileceği, kırk derece ateşin vücut için aslında iyi bir şey olduğu gibi iddialarla, “Modern tıbbın geçmişi en fazla 300 seneliktir ancak insanlar binlerce yıllık tıp birikimine sahiptir.” gibi akıl dışı argümanlarla kendimize zarar vermiş oluruz. Hatta bu iddiaların ve eğilimlerin yaygınlaşmasına hizmet etmek gibi bir durum söz konusu olursa başkalarının uğrayacağı tıbbi zararlardan da manen sorumlu olabiliriz. Bu hataya düşerken, aslı olmayan hadisleri kullanıp İslam dinini meseleye alet edersek, Allah muhafaza daha ciddi bir kayba uğrayabiliriz.
Tıbb-ı Nebevinin Genel Mantığı ve Efendimiz’in (sas) Tıp Bilgisi
Takdir edileceği gibi Efendimiz (sas) bir tıp doktoru değildir. Pek çok beşerî konuda olduğu gibi tıp konusunda da döneminin bilgi birikimine tâbi olmuş, o dönemde tıp ile ilgili genel ve meşru uygulamaları kendisi de benimseyip uygulayabilmiştir.
Ancak bu konuda aşırı rasyonalist eğilimlere de girmemek gerekir. Çünkü ilgili hadislerden anladığımız kadarıyla Efendimiz (sas) modern tıbbın en azından mantığından haberdardır.
Meselenin bu kısmıyla ilgili bir örnek verelim: Efendimiz’in (sas) “Eğer müminlere (ümmetime) zorluk çıkaracak olmasaydım her namazda misvak kullanmalarını emrederdim.”4 hadisi meşhurdur ve sahih bir hadistir. Misvak kullanmakla ilgili başkaca sahih hadisler de vardır. Fıtrat ve temizlikle ilgili hadislerinde temizliğe dair hususlarda misvak kullanmayı da zikretmiştir.5
Bu bağlamda misvak kullanmanın faziletleri ve faydalarıyla ilgili yazılarda eskiden beri İslam aleminde “Dişleri ve nefesi temizler, hafızayı güçlendirir, bunamayı engeller.” gibi ifadeler kullanılmıştır. Aşırı rasyonalist bir tutum bu ibareleri “Bir insanın dişini fırçalamasıyla hafızası arasında bir ilişki yoktur. Bu gibi sözler misvak kullanmayı teşvik etmek için sonrakiler tarafından uydurulmuştur.” düşüncesiyle reddedebilir. Ancak tıp açısından bugün gelinen noktada diş eti enfeksiyonuna neden olan Porphyromonas gingivalis adı verilen bir bakterinin beyne ulaşıp iltihaplanmaya ve Alzheimer’a neden olduğuna dair kanıtlar elde edilmiştir.6 Dolayısıyla misvak kullanmak veya genel anlamıyla diş temizliğinin Alzheimer’ı önleyen bir yönü olduğu açıktır. Misvak kullanmamanın veya diş temizliğine dikkat etmemenin Alzheimer’ı kolaylaştırdığı da söylenebilir.
Ayrıca Efendimiz (sas) bir yerde veba (ki veba kavramı salgın hastalıkların tümünü ifade eden bir üst kavramdır) çıktığını duyanların oraya girmemelerini, hastalığın çıktığı yerde bulunanların da kaçmak için oradan çıkmamalarını emretmiş7, cüzzamlı hastalardan uzak durulmasını istemiş8, biat etmek için Medine’ye doğru yola çıkan Sakif kabilesi heyetinin içinde cüzzamlı bir hastanın bulunduğunu öğrenince onun geri dönmesini isteyerek biatının kabul edildiğini bildirmiş9, hastalıklı hayvanların sağlıklı hayvanlardan ayrı tutulmasını söylemiştir.10 Bu konudaki hadisler ve peygamber uygulamaları o dönemin toplumu için gayet ilerici adımlardır. Efendimiz’i (sas) iyi anlayan sahabe efendilerimiz de bu karantina uygulamasının mantığını kavramış ve uygulamıştır. Nitekim Hz. Ömer (ra) halifeliğinde Suriye’ye doğru yola çıkmışken bölgede veba salgını olduğunu öğrenince geri dönmüş, kendisine “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyenlere de “Allah’ın kaderinden yine O’nun kaderine sığınıyorum.” cevabını vermiştir.11
Bu ve benzeri sağlıkla ilgili pek çok hadisten Efendimiz’in (sas) modern tıbbın da onaylayacağı kavramları ve uygulamaları bildiği, ancak meseleleri ifade ederken devrin insanının kültürü çerçevesinde ifade ettiği anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda Tıbb-ı Nebevî kavramı içine dahil edilen hadis-i şeriflere yaklaşım konusunda şunlar söylenebilir:
-Bu konudaki hadislerin öncelikle sahih olup olmadıkları bilinmelidir.
-Sahih hadislerin pek çoğunun döneminin tıbbî birikimi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
-Efendimiz’in (sas) modern tıbbın uygulamaları ve yaklaşımlarıyla da örtüşen beyanlarından hareketle, O'nun insan sağlığıyla ilgili modern verilerle de uyumlu bir çerçeve çizdiği söylenebilir.
-Ancak Efendimiz’in (sas) sağlıkla ilgili hadisleri ve uygulamaları dini bir konu olmadığı için ahiretimiz adına bağlayıcı değildir. Bu konuda modern tıbbın verileri ve meşru uygulamalarıyla bağdaşmayacak, bu nedenle de insanların sağlığını tehlikeye atacak bazı uygulamaların hadislere, sünnete veya umumen dine bağlanması pek çok açıdan olduğu gibi dinen de yanlıştır.
1 ) Necm, 3-4
2 ) Ebu Davut, Sünnet, 6; Müsned, 18, 410;
3 ) Buhari, Savm, 32; Tirmizi, Savm, 24; Ebu Davud, Savm, 29
4 ) Buhari, Cuma, 8; Müslim, Taharet, 42; Ebu Davut, Taharet, 25
5 ) Müslim, Taharet, 56; Ebu Davut, Taharet, 29
6 ) Bilim Teknik Dergisi, TÜBİTAK, Kasım 2019, s. 23
7 ) Buhari, Tıp, 30; Müslim, Selam, 92-100
8 ) Buhari, Tıp, 19
9 ) Müslim, Selam, 126; İbn Mace, Tıp, 44
10 ) Müslim, Selam, 104-105; Ebu Davut, Tıp, 24
11 ) Buhari, Tıp, 30; Müslim, Selam, 98-100