7 dk.
20 Kasım 2023
Hadis İlminde Yalan ve Hiç Yalan Söylemeyenler-gorsel
Youtube Banner

Hadis İlminde Yalan ve Hiç Yalan Söylemeyenler

Soru: Hadis ilminde “Bir ravinin bir kez yalanına şahit olunmuşsa o kişi hükmen ölüdür.” deniliyor. Ondan hadis alınmayacağı söyleniliyor. Hayatında hiç yalan söylemeyen bir insanın bulunması hem de bu kadar çok sayıda olmaları bana çok anlaşılmaz geliyor. Bu noktada yardımcı olur musunuz?

 

Cevap: Yalanın dereceleri vardır. Örneğin bir insanın çocuğuna “Gel bak sana ne vereceğim.” demesi ancak çocuğa bir şey vermemesi veya vermeyi kastetmemiş olması da yalandır. “Oraya şu vakitte geleceğim.” diye söz verip farklı bir engelden dolayı gidememesi ancak o engeli söylemekten utanarak başka bir bahane söylemesi de yalandır. “Saat kaç?” sorusuna karşılık saat aslında 13:26 iken “Bir buçuk.” demek de sübjektif manada yalan olarak değerlendirilebilir. 

 

Sahabe efendilerimizden, yani “sahabe” denilince zikrin kemâline matuf olmak üzere Efendimiz’in (sas) en yakın arkadaşlarından kendi derecelerine göre sadece yanlışlıklar hasıl olmuştur. Hata yapabilmişlerdir ancak bu tarzda yalanlarına rastlanmamıştır. O dönemde insanlar yalandan gerçekten de uzaktırlar. Bunun iki yönü vardır.

 

Birincisi; geçmiş dönemlerde yaşayan insanlar günümüz insanından yalana daha uzaktırlar. Bu durum, kültürel veya toplumsal nedenlerle de ilgilidir. Gerçekten de o dönemin örneğin Mekkeli müşrikleri özellikle de toplumsal ilişkilerde günümüzün ortalama dindarlarından daha dürüsttürler denilebilir.

 

İkincisi; iman etmenin getirdiği bir doğruluk kavramı vardır ki yalan söyleme davranışının temelindeki kendini topluma beğendirme, insanların gözünde daha değerli birisi sayılma gibi motivasyonları kökünden kesmiştir. Sahabe efendilerimiz de umumen böyle bir iman kuvvetine sahip insanlardır. Dolayısıyla yalan söylemek onlar için sıradan bir günah değil, belki adam öldürmekten, içki içmekten, zina etmekten daha büyük bir faciadır. Bu nedenle o dönemde nasıl ki cinayet vakasına hemen hemen hiç rastlanmaz, yalan söyleyen insana da aynı şekilde rastlanmaması normaldir.

 

Bu durum “Ümmetimin en hayırlısı benim asrımda yaşayanlar (sahabe), sonra onları takip edenler (tabiin), sonra onları takip edenlerdir (tebe-i tabiin).”1 hadisine de muvafık olarak bir müddet daha devam etmiştir denilebilir.

 

Daha sonraki yüzyıllarda hadislerin tedvin edilmesi, derlenip sistematik bir hâlde kitaplaştırılması döneminde hadis imamları da bu konuda çok ciddi davranmışlardır. Her birinin yönteminde ve sisteminde yalana ve yalancılığa karşı hassasiyete dair pek çok örnek bulunabilir.

 

Hadis rivayetlerini derlerken hadis imamlarının yaptıkları yolculuklara rıhle denir. Böyle bir yolculuk sırasında İmam Buhari’nin hayvanını aldatan bir raviden “Bizi de aldatır.” düşüncesiyle hadis almadığı da olmuştur. Bu ayrı bir husustur ve sübjektif bir hassasiyet örneği olarak alınabilir.

 

Ancak hadis ilminde genel olarak bir yalan Efendimiz’e (sas) isnat edilmemişse, bu tip kimselerden ancak tevbe ettikten sonra tahammülde bulunmak yani bir ravinin hocasından dinlemek, yazmak gibi yollarla emanet aldığı hadisleri; üzerlerinde hiçbir değişiklik yapmadan talebelerine nakletmesi caiz görülmüştür. Bunu da yanlış bir davranış olarak almamak gerekir. Çünkü daha önce değindiğimiz gibi “yalan” kavramı kendi içinde dereceleri olan bir kavramdır. Bu alimler de bu dereceleri gözetmiştir diyebiliriz.

 

Süfyan es-Sevri, Abdullah bin Mübarek, Ahmed bin Hanbel gibi alimler hayatında bir kez bile Efendimiz adına yalan isnatta bulunmuş kimselerden hadis alınamayacağını söylerler. İmam Nevevi ise kafir iken sonradan iman etmiş bir kimseden hadis alındığına göre yalanından veya Efendimiz’e (sas) yalan isnadından sonra tevbe eden Müslümandan da hadis alınabileceğini söyler.2 Dolayısıyla hadis alimleri arasında yalan kavramına dair de hadis rivayet edecek kişinin yalan söylemesi meselesinde de farklı görüşler olmuştur. Çünkü her yalanı aynı derecede görmek mümkün değildir.

 

Yalana Sıfır Tolerans Meselesi 

 

Diğer yandan, “hayatında hiç yalan söylememiş olmak” durumunun günümüz insanı için anlaşılmaz gelmesi bir parça normaldir. Çünkü Efendimiz (sas) böyle bir durumu zaten haber vermiştir. Hz. Huzeyfe’nin (ra) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte gelecekte insanların kalplerinden emanetin yani emniyet ve güven duygusunun alınacağı, güvenilir insanların bulunamayacak kadar azalacakları, kalbinde hardal tanesi kadar iman olmayan kişilerin akıllı ve emin insanlar olarak nitelenecekleri belirtilmiştir.3

 

Yine bir başka hadiste Allah Teala’nın bir kulunu helak etmek isteyince onun kalbinden öncelikle haya ve emaneti alıp hıyaneti yerleştireceği, kalbinden rahmetin alınmasıyla kişinin lanetlenmiş olacağı, İslam ile olan bağının da çözüleceği haber verilir.4

 

Yine “Kıyametten önce aldatıcı yıllar olacaktır. Bu yıllarda yalancı tasdik edilecek, doğru kimse yalanlanacak, güvenilen kimseler hain sayılacak, emanetler hainlere verilecek, basit insanlar söz sahibi olacaktır.”5 hadisi de yalanın ve hıyanetin günlük hayatın adeta bir parçası olacağını ve aksinin düşünülemeyecek kadar toplumsal olarak içimize sızacağından bahseder.

 

Hadislerden anlaşılan odur ki, yalanın farklı dereceleri olduğu gibi yalana karşı gösterilen toplumsal veya bireysel reaksiyonun da kendi içinde dereceleri vardır. Şu anda sosyal medyada veya televizyonlarda boy gösteren ve sağlık, ekonomi, siyaset adına konuşan neredeyse herkesin derecesine göre yalancı olduğunu söylemek mümkündür. 

 

Sonuçta bizler yalanlar çağında yaşıyoruz. Toplumsal kültürümüz de neredeyse yalanlar üzerine şekillenmiştir. Sözün de bir kıymeti kalmamıştır. Toplumsal, politik ve ekonomik sistem de zaten yalanlar üzerine kurulmuş ve öyle ayarlanmıştır. Böyle bir ortamda geçmiş yıllardaki insanların sözlerinin senet olması deyimi bile bugün anlamını yitirmiş iken sözün gerçekten senet olmasını anlamamız pek mümkün olmayacaktır.

 

Aslında mesele sadece İslam dünyası veya Müslümanlarla da ilgili değildir. Müşrik Arapların çoğunluğuna, antik Yunanlılara, Romalılara, Cermenlere, Antik Mısırlılara veya Hintlilere baktığımız zaman o kültürlerde de yalanın şimdiki kadar revaçta olmadığını, insanların sözlerini tuttuğunu, emanetlere pek hıyanet etmediklerini görürüz. Zaten toplumsal yapı ve işleyiş de genellikle böyle davranmayı gerektirmektedir. Aksi durumlar, yani yalan söylemek, sözünde durmamak ve emanete hıyanet etmek sisteme de zarar verir.

 

Bugün geldiğimiz noktada ise günümüzde namazlarını kılan dindarlarla geçmiş dönemlerdeki Arap müşrikleri arasında yalan söyleme, sözünde durma ve emanete riayet etme hususlarında karşılaştırma yapılsa, günümüz dindarlarının bu karşılaştırmadan zararlı çıkacaklarını görmemiz şaşırtıcı olmayacaktır.

 

İmanın Getirdiği Doğruluk

 

İmanın getirdiği doğruluk kavramı apayrı bir husustur. Çoğumuzun zihnine bu da tam yerleşmeyebilir. 

 

Hasan Basri (ra) hazretlerine şöyle bir söz atfedilir: “Yetmiş Bedir gazisine yetiştim. Siz onları görseydiniz deli sanırdınız; onlar da sizin iyilerinizi görselerdi artık ahlakın kalmadığına hükmeder, kötülerinizi görselerdi bunların hesap gününe bile inanmadıklarını söylerlerdi.” Dikkat edilirse Hasan Basri hazretleri hicretin ilk yüzyılında yaşamış bir insandır. Yani bu sözleri sahabeyi gören insanlar, yani tabiin döneminde söylemiştir. Bizim neslimizin dünyaya gelmesine daha yüzlerce yıl vardır. Bu hakikat de her türlü izahtan vareste önemli bir realitedir.

 

İmanın hangi açıdan doğruluğu getireceği meselesi ayrı bir yazı konusu olabilecek kadar uzundur. Ancak şu kadarını söyleyelim ki; bizim söylediğimiz yalanların çoğunun temelinde toplumsal beğeniyi sağlama ve başkaları tarafından eleştirilmeme motivasyonu vardır. Kendimizi olduğumuzdan daha iyi veya (nazar gibi konularda) daha kötü gösterme amacı baskındır. 

 

Yine günümüz insanının sosyal ilişkilerinde pek çok mesele tam olarak yalan üzerine kuruludur. Genel olarak söylediğimiz sözlerin doğru veya yalan olmasına da pek aldırış ettiğimiz söylenemez. Durum böyle iken “hayatında hiç yalan söylememiş olmak” gibi bir olgunun zihinlerimize tam yatmaması normal sayılabilir. Ancak bir an evvel bu konuda kendimizi gerekirse özel bir eğitime tâbi tutmamızın gerekliliği de açıktır.
 


 

1 ) Buhari, Fedail-ü Ashabi’n-Nebî, 1; Müslim, Fezailü’s-Sahabe, 211

2 ) Osman Aydın, Sahih-i Buhari’nin Bab Başlıklarındaki Merfu Rivayetlerin Kütüb-i Semaniye Çerçevesinde Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, s. 49

3 ) Buhari, Fiten, 13

4 ) İbn Mace, Fiten, 27

5 ) İbn Mace, Fiten, 24