Hadis Metodolojisinin Bilimsel Olarak İncelenmesi | 2. Kısım
Hadis İlminde Cerh, Tadil ve İsnad
Her ne kadar soruda cerh ve tadilden bahsedilmiş olsa da, aslında hadis usulünün en temel meselesi isnat, yani senet meselesidir. Zira hadislerin güvenilirliği, doğrudan onların senetleriyle, yani rivayet zincirleriyle ölçülür.
Geleneksel hadis ilminde, bir hadisin yapısal iki temel öğesi vardır; senet ve metin. Senet, bir hadisi nakleden ravilerin adlarının yer aldığı zinciri ifade eder. Bu zincir, sözün kaynağını, Allah Resûlü’ne (sas) ait olup olmadığını belirlemede önemli bir işlev görür. Hadisin yazılı olduğu Buhari, Müslim gibi büyük hadis alimlerinin eserlerine kimlerin aracılığıyla ulaştığını senedinden öğrenebiliriz. Metin ise hadisin senet kısmı tamamlandıktan sonra gelen ve Efendimiz’in (sas) sözünü içeren bölümüdür. Genellikle "hadis" denildiğinde, çoğumuz bu metin kısmını anlarız ancak senet, metnin gerçekten Hz. Peygamber’e (sas) ait olup olmadığını anlamamızda en önemli yardımcıdır.
Cerh kelimesi, birini bir araçla ya da sözle yaralamak anlamına gelir. Hadis ilminde ise cerh, ravi zincirinde yer alan bir ravinin, hem şahsiyet olarak hem de rivayet ettiği hadisle ilgili olarak reddedilmesini gerektiren bir kusurla nitelendirildiği durumdur. Başka bir deyişle cerh, bir ravi hakkında yapılan eleştiridir.
Tadil ise, adalet anlamına gelen "adl" kelimesinden türetilmiş olup, doğru olduğuna kanaat getirilen şey, dürüstlük gibi anlamlara gelir. Hadis ilminde ise tadil kavramı ravi zincirinde yer alan bir raviyi ve rivayetini kabul etmeyi gerektirecek sıfatlarla nitelemek anlamına gelir.
Temelde, isnat veya senet meselesi, “Ben bu bilgiyi şu şahıstan aldım.” ifadesine dayanır. Bu anlayış, bilginin elde edilmesi ve nakli üzerine kurulu bir düzeni içerir. Meseleyi daha iyi anlamak adına “bilginin elde edilmesi ve nakli” konusunu biraz açalım:
Bilgi rivayetinde veya herhangi bir konuda verilen bilgilerin doğruluğuna dair dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki, bu husus birbiriyle çelişiyor gibi görünse de aslında birbirini tamamlayan iki gerçeği ifade eder. Bu durumu, bir makasın iki ucu gibi düşünmek mümkündür; her iki uç ters yönde hareket eder ve nihayetinde kesme işlevini yerine getirir. Bu örnekteki gibi, ilk bakışta birbirine zıt gibi görünen bir durum bilgi rivayeti konusunda söz konusu olabilir:
Bir taraftan, bize aktarılan bilgiler çoğunlukla gerçekliğe, somut bir olaya dayanır. Örneğin, "Su 100 derecede kaynar." demek, doğrudan çaydanlıkta kaynayan suyu ve termometreyle ölçülen bir sıcaklık gerçeğini işaret eder. Ya da "Fransa'nın başkenti Paris’tir." denildiğinde, bu ifade Fransa ile ilgili somut bir coğrafi gerçeği dile getirir. Diğer taraftan, bazen bir bilginin kaynağı, olayla doğrudan ilişkili olmayan bir aktarımdan ibaret olabilir. Mesela çocukken birinin şöyle dediğini duymuş olabilirsiniz: “Biliyor musun? Fransa'nın başkenti Brüksel’dir.” Bu bilgi zihninizde, "Birinin söylediğine göre, Fransa’nın başkenti Brüksel’dir." şeklinde yer etmelidir. Zira bu bilgi, birinin kişisel ifadesidir ve doğruyu yansıtmıyor olabilir. Aynı şekilde, başka bir kişi “Fransa'nın başkenti Paris’tir.” diyebilir. Bu durumda, başka bir görüşle karşılaşmış olursunuz ve bu bilgiyi de “Birinin dediğine göre, Fransa’nın başkenti Paris’tir.” şeklinde hatırlamanız gerekir.
Şimdi, biri "Fransa'nın başkenti Paris'miş." derken, diğeri "Fransa'nın başkenti Brüksel’miş." diyebilir. Bu iki ifade arasında bir çelişki vardır; biri doğru, diğeri yanlıştır. Ancak, "Fransa'nın başkenti Brüksel’dir." şeklindeki ifade ilk bakışta yanlış gibi görünse de tamamen saçma değildir. Çünkü Brüksel, Avrupa’da bir başkenttir ve Fransa ile coğrafi yakınlığı, siyasi ilişkileri ve diğer benzerlikleri göz önüne alındığında, bu bilginin altında da bir anlam vardır. Her iki şehir de Avrupa’dadır ve birbirine yakın ülkelere başkentlik yapmaktadırlar.
Bilgi ve Gerçeklik: İfade ile Eylem Arasındaki Fark
Konumuza dönecek olursak, bir ifadenin bir yönüyle gerçekliğe, somut bir hakikate işaret edebileceğini göz önünde bulundurmalıyız. Ancak aynı cümlenin yalnızca bir insanın görüşü veya nakli olduğunu ve dolayısıyla her zaman gerçekliğe dayanmadığını da unutmamalıyız. Örneğin, biri "Ben Türkiye'nin padişahıyım." dediğinde, bu ifade yalnızca bir iddiadır ve gerçeklikle ilgisi yoktur. Ancak, "Vahdettin, Osmanlı’nın padişahıydı." denildiğinde, bu ifade tarihi bir gerçeği yansıtan doğru bir beyandır.
Bu sebeple, bir şeyi okurken ya da dinlerken, hem ifade edilen bilgilerin gerçekliğe uygun olup olmadığını sorgulamalı, hem de bu bilgiyi aktaran kişinin niyetini ve konuştuğu bağlamı dikkate almalıyız. Örneğin, ekonomi dersinde bir öğretmen "Bir malın talebi artarsa, fiyatı artar." dediğinde, bu ifade öğrencinin zihninde sınavda yazması gereken bir bilgi olarak yer edinebilir. Ancak öğrenci gerçek hayatta bu bilgiyi, talep ve fiyat arasındaki ekonomik dinamiklerle her zaman örtüştüremeyebilir. Örneğin, yazın başında havaların ısınmasıyla insanlar klima almayı düşünmeye başladığında, klima talebi artabilir. Fakat derste bu meseleyi teorik olarak öğrenmiş öğrenciler, yazın taleplerin artması sonrasında klima fiyatlarının da artacağını hemen akıllarına getiremeyebilir.
Birçok insanın zihninde bilgiler, gerçeklikle derin bir bağ kurmadan, yalnızca yüzeysel bir şekilde yer alır. Örneğin, biri "Gıybet etmek zararlıdır." ifadesini duymuş ve öğrenmiş olabilir. Ancak bu bilgi, kişinin kendi yapacağı gıybetin ona zarar vereceği gerçeğiyle özdeşleşmemiştir. Bu durumda kişi sadece gerektiğinde, bir soru karşısında "Gıybet etmek zararlıdır." der ama bu bilgiyi hayatına yansıtmaz, davranışlarını şekillendirmede kullanmaz. Burada bahsettiğimiz şey insanların iradelerinin yetmemesi neticesinde gıybet alışkanlığını bırakamamaları değildir. Kişinin zihninde yer alan gıybetle ilgili bilgiyi hayatına hiç aksettirmemesi ve o bilgiyi davranışlarını şekillendirmede kullanmamasıdır. Gıybetin ne olduğu ile ilgili bilgiye sahip olmak başka, bunu hayata geçirmek ve kendini bundan uzak tutmak başka bir şeydir.
Bilgi ve Haberlere Eleştirel Bir Bakış
Bu noktada önemli bir ayrım yapılmalıdır: Bir ifade hem hakikate dayanabilir hem de yalnızca bir sözden ibaret olabilir. Örneğin, bir alimin yazdığı bir Kur’an tefsirini okurken şu soru gündeme gelebilir: "Bu tefsiri insanlar, Allah’ın sözlerini anlamak için mi okuyor, yoksa falanca âlimin bu konuda ne dediğini öğrenmek için mi?" Aslında, her iki amaç da çoğu zaman birlikte bulunur. Fakat eğer sadece "Seyyid Kutub şöyle demiş." ya da "Râzî böyle demiş." diyerek, Allah Teâlâ'nın muradını öğrenmeye çalışmadan bu metni okursanız, yalnızca bilgiyle doldurulmuş olursunuz. Ancak bu bilgi, hayatla ilgili bir karşılık bulmaz.
Diğer yandan, bir tefsir okurken veya bir dini sohbet dinlerken, her söylenenin doğrudan Allah’ın muradını ifade ettiğini kabul etmek de yanıltıcı olur. Çünkü herhangi bir insanın yorumu, Allah’ın muradını tam anlamıyla yansıtmayabilir. Örneğin, biri "Allah, insanların evlenmesini hoş karşılamaz." gibi bir ifade kullanabilir. Vaktiyle özellikle tasavvuf çevrelerinde, evliliğin insana ek sorumluluklar ve meşguliyetler yüklediği düşüncesiyle, bekarlığın sufiler için daha uygun olduğunu savunanlar olmuştur. Bu yorum kişinin kendi yorumudur ve döneminin, yaşadığı çevrenin şartlarıyla ilgili olabilir. Ancak hakikatle, realitenin tamamıyla bu yorumun bir ilgisi yoktur. Bu tür ifadeler, bir sohbet veya kitapta geçse dahi yalnızca bir kişinin zannına dayalı görüşlerdir ve Allah Teala’nın mutlak iradesini yansıtıyor gibi düşünülmemelidir.
Bu tür açmazlar yalnızca dini meselelerle sınırlı değildir; diğer bilgi alanlarında da benzer durumlar yaşanabilir. Örneğin, "Einstein, kuantum teorisini doğru bulmuyormuş." demek, kuantum teorisinin yanlış olduğunu kanıtlamaz. Bu ifade, yalnızca Einstein’ın kuantum teorisine dair kişisel görüşünü yansıtır. Aynı şekilde, "Einstein ışık üzerine bir deney yapmış ve fotonların hızdan bağımsız olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Ancak bu sonuç doğru değildir. Bu yüzden de Einstein’ın kafasındaki fikirler gerçekle ilgisi olmayan fikirlerdir." demek de doğru değildir.
Bu tür örnekler genişletilebilir. Nihayetinde, bize ulaşan her bilgiye ve habere eleştirel ve sorgulayıcı bir yaklaşım sergilemeli, onu gerçeklikle ilişkilendirme noktasında dikkatli olmalıyız. Bilgiyi kabul ederken olduğu gibi, reddederken de aynı titizliği göstermeliyiz.
Bu bağlamda, "Allah Resulü, insanlara karşı son derece şefkatliydi." cümlesi, bir haberdir. Aynı şekilde, "Allah Resulü çocuklara karşı sert davranır ve onları falakaya yatırırdı." ifadesi de bir haberdir. "Allah Resulü, kadınların dövülmesine izin vermiş ve bunu teşvik etmiştir." sözü de farklı bir haberi ifade eder. Bu üç örneği incelediğimizde, her birinin doğası farklıdır. İlk cümle, metinlerde açıkça bulunabileceğimiz ve anlam olarak da sıklıkla karşılaştığımız bir bilgiyi yansıtır. Hz. Peygamber (sas), etrafındaki insanlara ve tüm canlılara karşı son derece şefkatliydi. Dolayısıyla, bu ilk haber doğru bir haberdir.
İkinci haber ise tamamen uydurulmuş bir bilgidir. Efendimiz’in (sas) savaş gibi savunma gerektiren durumlar ya da halk sağlığını tehdit eden vakalar dışında hiçbir canlıya hiçbir şekilde şiddet uyguladığına dair elimizde bir delil yoktur. Bu ifade, gerçeği yansıtmayan bir anlatıdır.
Üçüncü haber ise, bir yönüyle gerçekliğe dayanan bir temele sahipken yanlış yorumlanmış ve bu gerçekliğin çarpıtıldığı bir ifadedir. Burada, doğru bir bilgiye dayanan bir cümle var ancak bu doğru bilgi yanlış bir şekilde yorumlanmış ve gerçeklikten sapmıştır.
Görüleceği üzere bu üç haberle bize ulaşan bilgilerin bir tanesi doğrudur ve doğru yorumlanmıştır. Bir tanesi direkt yanlış bilgi içermektedir. Bir tanesi de doğru bilgiye sahip olsa da yanlış yorumlanmıştır ve doğru bilginin çarpıtılmış hâlidir.
Senet İncelemesi ve Bilgi Aktarımında Güvenilirlik
Hadis ilminde temel hedef, rivayetlerin güvenilirliğini sağlamaktır. Rivayetlerin doğruluğunu tespit etmek için en önemli yöntemlerden biri senet incelemesidir. Şüphesiz, cerh ve ta’dil de büyük bir öneme sahiptir daha önemli olan, senedin sağlamlığıdır.
Bununla birlikte, senedin doğruluğunu teyit ederken, rivayetin bir başkası aracılığıyla bize ulaştığını daima göz önünde bulundurmak gerekir. “Peygamber Efendimiz (sas) bu sözü söylemiştir.” ifadesi elbette ki son derece kıymetlidir. Ancak bu sözün bize bir aktarıcı vasıtasıyla ulaştığını unutmamak da aynı derecede önem taşır. Zira bu, rivayetin yalnızca Hz. Peygamber’e (sas) değil, aynı zamanda onu aktaran kişinin anlama ve ifade kabiliyetine de dayandığını gösterir.
Örneğin, “Zührî’den rivayet edilen ‘Efendimiz (sas) buyurdu ki...’” şeklinde başlayan bir söz, bir bütün olarak Zührî’nin yorumu ve anlatımıdır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken, Zührî’nin mana kaymasına yol açabilecek bir yanlış anlamaya düşmüş olma ihtimalidir. Bağlamı eksik ifade etmiş, hatta sözün asli manasını istemeden farklı bir tarza çevirmiş olabilir. Ancak yine de bu rivayetin, Hz. Peygamber’in (sas) sözlerinden biri olma potansiyeli taşıdığı gerçeği göz ardı edilmemelidir.
Hasılı, bilginin kaynağını doğru tespit etmek ve aktarırken referansları eksiksiz bir şekilde sunmak, bu meselenin temelidir. Bir kişinin, “Ben gördüm.” demesiyle, “Ben göreni dinledim.” demesi arasında fark vardır. Doğrudan gözlem sahibi olmak başka, bir başkasının tanıklığını aktarmak ise bambaşka bir durumdur. Eğer doğrudan gördüğünüzü söylerseniz, mahkemede şahit konumuna yükselirsiniz.
Modern bilimde de bilgi aktarımına dair benzer bir hassasiyet göze çarpar. Bilimsel bir çalışmayı aktarırken, mutlaka doğru ve eksiksiz bir şekilde kaynak göstermek gereklidir. Kaynak göstermek, modern bilimin en temel dayanaklarından biridir. Eğer bir çalışmayı veya bilgiyi kaynağını belirtmeden paylaşacak olursanız, bu hem bilimsel etik açısından büyük bir kusur teşkil eder hem de sizi yanlış bilgi yayma tehlikesiyle karşı karşıya bırakır. Dahası, paylaştığınız bilgi doğru bile olsa, kaynak eksikliği uzun vadede ciddi olumsuz sonuçlara yol açabilir.
Bir bilim insanının yaptığı bir deneyi ele alalım. Eğer bu deneyin sonuçlarını yayımlamışsa, bu konuda konuşurken mutlaka referans verilmelidir. Zira siz o alanın uzmanı değilseniz, deneyin bulgularını yanlış yorumlayabilir ve hatalı bir şekilde aktarabilirsiniz. Bilginin kaynağını ifade etmek ve o kişinin yaptığı çalışmayı referans vererek belirtmek gerekir. Ayrıca bu bilgi size başka bir kitap ya da makale aracılığıyla ulaşmışsa, o ara kaynağın da belirtilmesi doğru bilgi aktarımının temel şartıdır.
Sonuç olarak, ister dini ister bilimsel bilgi olsun, bu bilgilerin güvenilir kaynaklardan elde edilmesi ve aktarılırken kaynakların mutlaka doğru bir biçimde belirtilmesi bir zorunluluktur. Aksi takdirde hem bilgi kirliliğine neden olunur hem de insanların yanlış yönlendirilmesine zemin hazırlanır.
Bu farkın iyi anlaşılması oldukça önemlidir. Zira bilgiye, haberlere ve rivayetlere yaklaşırken bu tür ayrımları net bir şekilde görebilmek, doğruyu yanlıştan ayırt etmenin esas noktasıdır. Bu bağlamda, bir sonraki yazımızda hadis rivayetlerinin güvenilirliği üzerine yapılan çalışmalardan ve bu çalışmaların metodolojik temellerinden bahsedeceğiz.